18 Şubat 2019 Pazartesi

18 Şubat 2019 Pazartesi 23:30 SÜRGÜN...............................................O çemberi kırmak


O çemberi kırmak

Servisin duvara yaslı rafları tamamen klasör dolu. Bir aylık gözlemim; muhasebe servisinin tüm elemanları sürekli oradan dosya indirip kaldırıyorlar.


Her birinin önünde kalın defter kalamozaları var. Serviste daktilo tıkırtıları eksik olmuyor. Düzenlenen mahsup ve tahsil-tediye fişleri önce kalın yevmiye defterine işlenip numara alıyor, sonra da yine aynı büyüklükteki Defter-i Kebire kaydediliyor. Daha sonra da evrak raflardaki klasör sırasına yevmiye kaydına göre yerleştiriliyorlar.

Bundan sonrası kimin önünde hangi muavin hesap defteri varsa o hesaplar için birer birer indirilip işlenmesiyle devam ediyor. Onlar da diğerlerine yakın büyüklükte muavin defter kalamozaları.

Servisin sol yanında şef bölmesine yakın bir masada, açıldığında tüm masayı enlemesine kaplayan çok daha büyük bir defter var. Adı mamul defteriymiş. Bu defteri tutan memur işlediği defterin devasa büyüklüğünden olmalı oldukça havalı görünüyor.

Bir öğle arası aralarından bir klasörü seçip defterlere işlenen muhasebe fişlerine baktım. Üzerleri işlendi anlamına gelen puante işaretleri ve memur paraflarıyla doluydu.

Öğleden sonraki zamanım masama aldığım bu klasörün içindeki tüm evrakı incelemekle geçti. Kimse bana ne yapıyorsun demedi. Cesaretim artmıştı. Ertesi gün ve daha sonraki günler başka başka klasörleri indirip karıştırmaya devam ettim.

Bir hafta sonra önüme aldığım müsvedde kağıtlara notlar almaya başlamıştım. Sonuçta göya bu işin okulunu okumuştum ama ilk defa onun gerçek anlamda bir iş olduğunu görüyordum. Nasıl yapıldığı benim için sisler ardında belli belirsiz şeylerdi. Şimdi onlar hem bütün gün gözümün önünde hem de elimin altındaydılar.

Muhasebe şefi Rasim beydi. Zayıf orta boylu, gözlüklü, asabi görünümlü fazla konuşmayan biriydi. Ama çok hareketliydi. Hop oraya hop buraya zıplar gibi iş görüyordu. Bir de çok sigara içiyordu. Şu ana kadar birkaç kelamdan öte aramızda öyle uzun boylu bir konuşma geçmedi. Zaten serviste bana başından beri yokmuşum gibi davranılıyordu. Onunla serviste göz göze gelmiyorduk ama sürekli kontrolü altında olduğumu hissediyordum.

Serviste en yaşlı kişi 40 yaşlarında bir kadındı. Herkes ona Saime abla diye hitap ediyordu. Masası klasör raflarının ortasında pencereye yani tam bana karşıydı. Sevimli, iyi kalpli birine benziyordu. Hiç konuşmamıştık ama hepsinden önce ona kanım ısınmıştı sanki. Servise girerken soldaki büyük masada da Sami isminde uzuna yakın boyda yapılı bir personel oturuyordu. Anladığım kadar şefe en yakın kişi oydu.

Tam karşısında mamul defterini tutan elemanın adı ise Hasan'dı. Biraz kasıntı halleri vardı ama serviste diğerlerinin iğnelemelerinden de bir türlü kendini kurtaramıyordu. Solumda Yevmiye ve Defteri kebir defterlerini tutan arkadaşın adı ise Ekrem'di. İçlerinde en konuşkan olan oydu. Servisteki bütün muhabbetlerin içinde, çoğu zaman da başlatıcısıydı.

Namaz arkadaşım Dursun Ali'nin bir sıkıntısı var gibiydi sanki. Sık sık şefin bulunduğu bölüme geçip konuşuyorlardı. O sıkıntılıydı ama Rasim bey hiç oralı değilmiş gibi davranıyordu. Aralarındaki konunun ne olduğunu anlayamıyordum. Kendisi de bir şey anlatmıyordu. Ama bir derdi olduğu belliydi.

Günler servisteki klasörleri birer birer indirip incelemekle ve not almakla geçiyordu. O kadar ki dışardan bakan da beni harıl harıl çalışıyor zannedebilirdi. Bu arada serviste konuşulanları, kim kimdiri anlamaya çalışıyordum.

Servis bir salon şeklindeydi, açık çalışılıyordu. Şef bölmesi servisin pencere tarafındaki arka köşesine yarım camlı olarak yapılmıştı. Onun tam karşısı, salona girişte sol köşe ise personel şefi Muzaffer bey ve yardımcısı Zehra hanıma ayrılmıştı. Konuşmalar yüksek sesli olmamakla birlikte açıktan duyulabiliyordu.

Artık, Dursun Aliyle öğle yemeğine gidiyoruz. Bazen orada çoklukla namazda Abdurrahman ve Mustafa beylerle karşılaşıyoruz. Ekrem abi sık sık servise geliyor zaten. Bazen bahçede kısa yürüyüşler yapıyoruz.

Ama daha çok Mustafa bey konuşuyor biz dinliyoruz. Daha önceden İskenderun Bölge Müdürü imiş. Görevden alıp buraya sürmüşler. Sürekli kendini savunuyor ve Genel Müdürlük yetkililerine ateş püskürüyor.

İki haftadır Bülent beyin yardımıyla bir öğrenci evinde kalıyorum. Yaz tatili olduğu için ev boş. Muradiye camiinin karşısında dört-beş katlı bir evin en üst kat dairesi burası. Eşyası çok sade, çok zorunlu birkaç parça şey işte. Akşam yemeklerini dışarda yiyor, sadece yatmaya geliyorum.

Garip bir yaşamım var, yaralı biri gibiyim. Kendime gelmeye, ayakta kalmaya çalışıyorum.

Fakat bu hep böyle süremez. Etrafımı saran bu çemberi, diri yeşil bir sürgün gibi yarıp çıkmalıyım.

Öğreniyorum



Dursun Ali



Ekrem abi



Fareli ev









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder