O çemberi kırmak
Servisin
duvara yaslı rafları tamamen klasör dolu. Bir aylık
gözlemim; muhasebe servisinin tüm elemanları sürekli oradan dosya indirip
kaldırıyorlar.
Her
birinin önünde kalın defter kalamozaları var. Serviste
daktilo tıkırtıları eksik olmuyor. Düzenlenen mahsup ve tahsil-tediye fişleri
önce kalın yevmiye defterine işlenip numara alıyor, sonra da yine aynı
büyüklükteki Defter-i Kebire kaydediliyor. Daha sonra da evrak raflardaki
klasör sırasına yevmiye kaydına göre yerleştiriliyorlar.
Bundan
sonrası kimin önünde hangi muavin hesap defteri varsa o
hesaplar için birer birer indirilip işlenmesiyle devam ediyor. Onlar da
diğerlerine yakın büyüklükte muavin defter kalamozaları.
Servisin
sol yanında şef bölmesine yakın bir masada, açıldığında
tüm masayı enlemesine kaplayan çok daha büyük bir defter var. Adı mamul
defteriymiş. Bu defteri tutan memur işlediği defterin devasa büyüklüğünden
olmalı oldukça havalı görünüyor.
Bir öğle arası aralarından bir klasörü seçip defterlere işlenen muhasebe
fişlerine baktım. Üzerleri işlendi anlamına gelen puante işaretleri ve memur
paraflarıyla doluydu.
Öğleden
sonraki zamanım masama aldığım bu klasörün içindeki tüm evrakı incelemekle
geçti. Kimse bana ne yapıyorsun demedi. Cesaretim artmıştı. Ertesi gün ve daha
sonraki günler başka başka klasörleri indirip karıştırmaya devam ettim.
Bir
hafta sonra önüme aldığım müsvedde kağıtlara notlar
almaya başlamıştım. Sonuçta göya bu işin okulunu okumuştum ama ilk defa onun
gerçek anlamda bir iş olduğunu görüyordum. Nasıl yapıldığı benim için sisler
ardında belli belirsiz şeylerdi. Şimdi onlar hem bütün gün gözümün önünde hem
de elimin altındaydılar.
Muhasebe
şefi Rasim beydi. Zayıf orta boylu, gözlüklü, asabi
görünümlü fazla konuşmayan biriydi. Ama çok hareketliydi. Hop oraya hop buraya
zıplar gibi iş görüyordu. Bir de çok sigara içiyordu. Şu ana kadar birkaç
kelamdan öte aramızda öyle uzun boylu bir konuşma geçmedi. Zaten serviste bana
başından beri yokmuşum gibi davranılıyordu. Onunla serviste göz göze
gelmiyorduk ama sürekli kontrolü altında olduğumu hissediyordum.
Serviste
en yaşlı kişi 40 yaşlarında bir kadındı. Herkes ona Saime abla diye hitap
ediyordu. Masası klasör raflarının ortasında pencereye
yani tam bana karşıydı. Sevimli, iyi kalpli birine benziyordu. Hiç
konuşmamıştık ama hepsinden önce ona kanım ısınmıştı sanki. Servise girerken
soldaki büyük masada da Sami isminde uzuna yakın boyda yapılı bir personel oturuyordu.
Anladığım kadar şefe en yakın kişi oydu.
Tam
karşısında mamul defterini tutan elemanın adı ise Hasan'dı. Biraz kasıntı
halleri vardı ama serviste diğerlerinin iğnelemelerinden de bir türlü kendini kurtaramıyordu. Solumda Yevmiye ve Defteri kebir
defterlerini tutan arkadaşın adı ise Ekrem'di. İçlerinde en konuşkan olan oydu.
Servisteki bütün muhabbetlerin içinde, çoğu zaman da başlatıcısıydı.
Namaz
arkadaşım Dursun Ali'nin bir sıkıntısı var gibiydi sanki. Sık sık şefin
bulunduğu bölüme geçip konuşuyorlardı. O sıkıntılıydı
ama Rasim bey hiç oralı değilmiş gibi davranıyordu. Aralarındaki konunun ne
olduğunu anlayamıyordum. Kendisi de bir şey anlatmıyordu. Ama bir derdi olduğu
belliydi.
Günler servisteki klasörleri birer birer indirip incelemekle ve not
almakla geçiyordu. O kadar ki dışardan bakan da beni harıl harıl çalışıyor
zannedebilirdi. Bu arada serviste konuşulanları, kim kimdiri anlamaya
çalışıyordum.
Servis
bir salon şeklindeydi, açık çalışılıyordu. Şef bölmesi
servisin pencere tarafındaki arka köşesine yarım camlı olarak yapılmıştı. Onun
tam karşısı, salona girişte sol köşe ise personel şefi Muzaffer bey ve
yardımcısı Zehra hanıma ayrılmıştı. Konuşmalar yüksek sesli olmamakla birlikte
açıktan duyulabiliyordu.
Artık,
Dursun Aliyle öğle yemeğine gidiyoruz. Bazen orada
çoklukla namazda Abdurrahman ve Mustafa beylerle karşılaşıyoruz. Ekrem abi sık
sık servise geliyor zaten. Bazen bahçede kısa yürüyüşler yapıyoruz.
Ama
daha çok Mustafa bey konuşuyor biz dinliyoruz. Daha
önceden İskenderun Bölge Müdürü imiş. Görevden alıp buraya sürmüşler. Sürekli
kendini savunuyor ve Genel Müdürlük yetkililerine ateş püskürüyor.
İki
haftadır Bülent beyin yardımıyla bir öğrenci evinde
kalıyorum. Yaz tatili olduğu için ev boş. Muradiye camiinin karşısında dört-beş
katlı bir evin en üst kat dairesi burası. Eşyası çok sade, çok zorunlu birkaç
parça şey işte. Akşam yemeklerini dışarda yiyor, sadece yatmaya geliyorum.
Garip
bir yaşamım var, yaralı biri gibiyim. Kendime gelmeye, ayakta kalmaya çalışıyorum.
Fakat
bu hep böyle süremez. Etrafımı saran bu çemberi, diri
yeşil bir sürgün gibi yarıp çıkmalıyım.
Öğreniyorum
Dursun Ali
Ekrem abi
Fareli ev
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder