Gözlemleyebildiğimiz evren göz bebeğimize çok benziyor. Şaşırtıcı
gelebilir ama böyle. İnsanların düşünceleri önünde sınır yok. Meselâ bir yolculuk hayal edebiliriz. O yolculuğu gözbebeğimizin içinde, evrenin en büyük şeylerinden en
küçüklerine doğru yapalım.
Önce Başak Süper Yıldız Kümesi’nin içindeki Samanyolu Galaksisi’nin Orion
sarmalındaki Güneş Sistemimizin içinde yer alan Dünya’mızın karşısına geçelim.
Hatta Türkiye'nin halen bulunduğumuz şehri, mahallesi, sokağı, evi ve odasına girsin seyahat aracımız. Kendimize bir metrelik bir mesafeden yolculuğumuza
başlayacağız. 10 üzeri -1’le devam ediyoruz. Yaklaşıyoruz, 10 cm'de yaklaşık olarak yüzümüzün karşısındayız. 10 kat daha
yaklaştığımızda gözümüzün ölçeğine inmiş olduk.
Şimdi
göz bebeğimizin içindeyiz. Milimetreler seviyesinde
içindeki kan damarlarını görebiliyoruz. Damarlarda ışığı elektrik
sinyallerine dönüştüren fotoreseptör hücreler var. Hem de her insanda farklı şekillerde. Devam edip 10 kat daha yaklaşınca oksijen taşıyan kırmızı kan
hücrelerimizi yani alyuvarları ve bağışıklık sistemimizin bir parçası olan
akyuvarları görmeye başlıyoruz.
Hatta
hücrenin çekirdeğine girdik. 10 üzeri -6 metrelik bu
ölçek ancak elektron mikroskobuyla
görülebilir. Baktığımızda ipliksi
kromozomlarımız bize el sallıyorlar. 10 kat daha
yaklaşırsak kromozomların yapısındaki DNA ve proteinleri fark ediyoruz. Burası
nanometre seviyesinde. Genetik bilgilerimizin saklandığı DNA ve onun zincir
şeklindeki yapısı görülebiliyor. Nereye baksak zincirler
görülüyor.
Zinciri
kırıp 10 kat daha yaklaşıyoruz aracımızla; DNA’nın Hidrojen, Karbon, Oksijen,
Nitrojen ve Fosfor atomlarından oluştuğu noktaya. 10 kat daha yakınlaşınca bu grubun içindeki
Oksijen atomunun seviyesine kadar inmiş oluyoruz. Ama çok
garip ! Buradan bakınca sanki güneş sistemine yeniden
giriyor gibiyiz. Şaşkınlığımız artıyor. Bu bir yanılsama mı ?

Yolculuk
10 kat daha ileri gidince artık atomun çekirdeğine yaklaştık. Bu karşımızdaki küçücük nokta atomun
kütlesinin neredeyse tamamı. Peki acaba orada ne var ? Proton ve nötronlar. Birbirlerinin aksi yüklü elektronlar güçlü bir nükleer kuvvet tarafından bir arada tutuluyorlar.
Bitmiyor,
yaklaştıkça Proton ve nötronların da kuarklardan oluştuğunu görebiliyoruz. Bilimsel tanımıyla Kuark,
bir tür temel parçacık ve maddenin temel bileşenlerinden biri. Daha 1968
yılında kanıtlandı. Daha da ötesi var mı ? Elbette var ama
artık bir atom altı dünyadayız. Bu dünyadaki ölçüler tam olarak doğrulanmış değil. Hayalle gerçek
arası şeyler. Sanki zaman ve mekan ötesindeyiz.

10 üzeri – 19 metreye geldiğimizde artık çeşnimizin bir başka kuarkı
olan alt kuarkları buluyoruz. Ekstra-galaktik kozmik ışın
etkileşimiyle açığa çıkan yüksek enerjili nötrinolar bu
seviyede gözlemlenebiliyor. Görüş alanımızı 10 kat daha büyütünce yine bir boşluk !

Nötrinodan daha küçük bir şey olabilir mi ?
10
üzeri -24 -25 -26 -27 'de hiç bir
şey yok gibi. Sanki 10 üzeri 27 ölçeğinde gözlemlenebilir evrenin tamamına
bakıyoruz. Halbuki şimdi tam aksi yönde, gözbebeğimizin
içinde küçük bir evrendeyiz. Şaşkınlıktan dermanımız
kesildi ama merakımızı yenemiyoruz. O zaman devam edelim. 10 üzeri -28 -29 -30 -31 -32 -33 -34 ve nihayet Planck uzunluğuna
geldik. Bu uzunluğu doğrudan ölçebilecek bilinen hiç bir araç yok. En küçük ölçü olarak kabul ediliyor ama bu araştırmalar bile tamamen teorik düzeyde.

Dairemizin
çapını 10 kat daha küçülttüğümüzde ne olduğunu tam
olarak bilemiyoruz. Daha kaç kez 10 kat gidebileceğimizi de…Aklımızın ve hayallerimizin sınırındayız.

Doğrudur;
Evrendeki en büyük ve en küçük şey hakkında sürekli yeni yeni
şeyler keşfediyoruz. Ama keşfettikçe de aslında 'Bildiğimiz tek şeyin hiçbir şey
bilmediğimiz' olduğu sonucuna varıyoruz.
---------------
Kaynak:
Cosmic View (1957) kitabı ve Powers of Ten (1977) belgeseli, atom altı parçacıklar konusunda bu kaynaklardan sonra yapılan yeni
keşifler, ayrıca uzay ve gözlemlenebilir evren hakkında son bulgular, Barış ÖZCAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder