21 Mayıs 2015 Perşembe

230 21 Mayıs 2015 Perşembe 13:45 NE DÜŞÜNÜYORUM..................Kadın penceresinden bir tartışma

Kadın penceresinden bir tartışma


Uygarlık düzeyini, kadının konumuyla eş tutmuş bir yazarımız. Bir entelektüel için kadın haklarına sık vurgu yapmak elbette takdir edilecek bir davranış. Çünkü, ülkemizde "kadın" ve “kadın odaklı sorunlar” hala önemli meselelerimizden.  Ama, insaf etmeli; ‘Uygarlığın düzeyi, kadının konumundan belli olur’ sözü de pek iddialı bir cümle.

Ayrıca, bildiğim kadar uygarlık sadece bir ölçüte sığdırılamayacak kadar derin ve kapsamlı bir konu. Teşbihte hata olmaz derler, muhtemelen kadının önemini vurgulamak için biraz abartmış olmalı.

Uygarlık kelimesi dilimizde bizim medeniyet diye bildiğimiz kavramın karşılığı olarak kullanılıyor. Medeniyet; kültür, sanat, refah, gelişmişlik, ileri teknoloji, mimari, büyük insanlar, evrensel eserler, özgün değerler ve daha birçok kriterden oluşan son derece zengin bir oluşum. Uygarlık düzeyini erkek ya da kadın meselesiyle ölçmeye kalkmak sadece hata olmaz, aynı zamanda bizi dar bir alana hapseder. Bu kavramın bazılarının dünyasında sadece bir ölçüte bağlanabilen basit bir kelime olduğuna inanmıyorum.

Kaldı ki, yazarımızın lafı getirip bağladığı yer uygarlığı neden bu kadar sığ anladığını açıklıyor aslında. Zira, verdiği örnek, dünyasının medya ile sınırlı olduğunu gösteriyor: "Türkiye’de tüm iyi kadın yazarlar medyadan kovuldu. Yürürlükteki gaddar maçoluğun bedelini hepimiz ağır ödüyoruz. Şefkatli, nazik, yumuşak bir ses yok artık medyada."

Maçoluğun bu ülkede geçerini biliriz de "yürürlükte" kelimesiyle onu siyasal alana taşımak biraz garibime gitti. Üstelik "gaddarlık" tamlamasıyla.

Merak ettim, medyada konumunu kaybeden yalnızca kadın yazarlar mı ? Ekonomik ya da güç dengeleri sebebiyle işini kaybeden onlarca erkek çalışanın bir kıymeti yok mu o uygarlıkta (!) acaba ? Bu arada kullanılan "kovulma" fiilini de oldukça sarsıcı bulduğumu söylemeliyim. Açıkça taammüden haksızlık suçlaması var. İşini kaybeden kadın yazarların hükümet baskısıyla kovulduklarını ima ediyor. 

Bu iddia ne kadar doğru bilmiyorum. Ancak, bu konuda kafamda oldukça fazla soru var. Bu işte hükümetin gerçekten dahli olmuş mudur ? Malum ya, uçan kuştan hükümeti sorumlu tutmak, her fırsatta onu didiklemek entelektüel dünyada oldukça revaçta. Yalancı çoban hikayesini bilirsiniz. Medyada o kadar aslı astarı olmayan balonlar uçuruluyor ki, gün geliyor sürüye gerçekten kurt gelse, çobanın feryadına kimse aldırmıyor.

Yine de merak ettim, olmuşsa, sadece kadın oldukları için mi kovulmuşlar (!) acaba ? Ayrıca, kadın sadece "şefkatli, nazik ve yumuşak bir ses" olduğu için mi gerekli onların dünyasında ? Bu sözlerde mantık yok, tutarlılık yok. Gerçek olup olmadığı belli olmayan bir temel üzerine her yanı çürük bir algı inşa edilmeye çalışılıyor. Hayatı sadece kadın penceresinden göremeyiz. Üstelik kadını şefkat, nezaket ve yumuşaklık kavramlarına hapsetmek büyük haksızlık. Özetle, bu sözlerin neresi doğru ki inanalım.

Yine de bu meselenin önemini birilerinin yorum hatalarına kurban etmeyelim. Konu salt medya alanına hapsedilmeyecek kadar önemli ve derin. Bunun için en başta "medyanın ötesinde, genel bir kadın sorunumuz olduğunu" kabul etmekle başlayabiliriz. Bir sonraki aşamada meselenin tek taraflı değil çift taraflı olduğunu görebilmek gerekiyor.

5 Aralık gibi, 8 Mart gibi bazı özel günlerin sembolik katkılarını görmezlikten gelemeyiz. Ancak, konunun derinliği, kapsamı ve hassasiyeti daha fazla çaba ve samimiyet gerektiriyor. Bugün çalışma arkadaşı, öğretmen, doktor, sanatçı, yazar, milletvekili, iş ve bilim insanı gibi hayatın bir çok alanında var olan kadın sadece “eşitlik” ya da “şiddet” gibi konuların öznesi olarak hatırlanmamalı. İnsanlığın tarihi kadar eski anne, eş, kız evlat ve sevgili olarak değerini unutmadığımız gibi. Ne demek istediğimi anladığınızı sanıyorum.

"Deha" sözcüğü için yorum yapamam ama "Türkiye, kadınların enerjisinden ve sezgi gücünden" daha fazla yararlanmalı. Bu doğru. Kadınların “başını örtmesi" ya da "başını açması” sorunu on yıllarımızı aldı. Ama nedense bu konuda hiç de "centilmen olamayanlar" daha çok kendisini çağdaş ve uygar görenlerden çıktı. Hala da artçı sarsıntıları bilhassa "çağdaş" hemcinslerinin dişleri arasından çıkan "tısss !" lamalarla devam ediyor. 

Sayın yazarın, bu konuda illa ki öteki (!) taraftan olumsuz örnekler verme çabasını anlıyorum. Bülent Arınç “Kadınlar gülmesin” demiş. Onu tanırım. İyi konuşur, arada ağzından ters köşe laflar da çıkar. Ama hatırlayalım, 2003-2007 yılları daha dün gibi, eşinin başörtüsünden dolayı başına gelmedik kalmamıştı. Meclis başkanıydı ama başörtülü eşiyle yanyana olamıyordu. 

O haldeyken bile "haklısınız, kadın evinde otursun, çıkmasın" dememişti. Ama yine de medya bu ülkede "bir metrelik" bez lafını onun aleyhinde kullanabilme becerisini (!) gösterecek kadar pişkindi. Haksızlık yapmayalım. Bu talihsiz iki kelime de aynı medyanın bir sürü laf arasında çımbızla seçerek altını habire doldurup durduğu magazin başlıklarıymış gibi geliyor bana. Biri bir laf atıyor ortaya, diğeri ona dayalı haber yapıyor, diğeri yorumluyor, bir başkası evirip çevirip onu yeniden kullanıyor. Geçmişte böyle o kadar çok  yalan dolan haberler ürettiler ki, duyduğumuz her söze ihtiyatla yaklaşmak onlara göre beri yanda alışkanlık oldu artık. 
 
Yazarlarımız, sanatçılarımız bu toplumun dili, kalemi, beyni ve gönlü gibidir. Onları izler, okur, kulak veririz. Biz sıkça kulansak da, kötü sözü onlara yakıştıramayız. Çünkü, kelimeler onların ağzından çıkınca da pek sert, pek sivri ve yaralayıcı olabiliyor. "Yüz binlerce kadını diri diri gömdük aslında. İş yok, gelir yok, umut yok…" cümlesi de böyle işte.

Unutmamalısın ki, Türkiyede işsizlik sadece  kadınlara özgü bir şey değil. Yüzbinlerce, milyonlarca genç adam da aynı durumda. Bu yolda çaba gösteriliyor biliyorsun. Ancak herşey birbirine bağlı tasarruf-yatırım-ihracat-vergi-eğitim ve buna benzer daha bir sürü şey.

Sana rakam da verebilirim, durumun en azından 2003'ten öncesinden daha iyi olduğuna dair. Ancak, söz konusu olan "insan" rakam değil. İşsizliğin nasıl bir acı olduğunu bu ülkedeki her aile ve her insan çok iyi bilir. Daha daha iyisini arayan okumuş ama vasıfsız işsiz meselesine ise hiç girmeyelim.

Elbette onlar da vardı, ancak "28 Şubat sürecinin de tek mağduru kadınlar" olmadı. Kadın erkek binlerce insan acı çekti. İtildi, kakıldı, sürüldü, süründürüldü. Bunların içinde çekiştirdiğin siyasiler de vardı. Merve Kavakçı görünen bir isimdi ama Erbakan'a, Erdoğan'a yapılanlar daha mı az gaddarcaydı sence. 

Sadece 28 şubatı değil, 27 mayısları, 12 eylülleri ve benzeri darbe süreçlerinin aktörü, destekçisi, yaltakçısı olanları unutmadık. Seni gaza getirenlere dikkat et. Onlar sinip saklandıkları deliklerde fırsat kolluyorlar. Sen zeki bir adamsın, yılanla yol arkadaşlığı edenin başına geleni de bilirsin mutlaka.

Sözlerinin devamında "islamcı erkekler" diyorsun. Ak partinin bu sıfatı kullanmadan iktidara geldiğini kabul et. Bunu ona giydirenler kasıtla bu algının üzerinden çalışıyorlar. Derdim yeni bir islamcılık tartışması açmak değil elbette. Önemli bir bölümünün 60'lı 70'li yıllarda revaçta olan o kökenden geldikleri doğru. Ancak, yola çıkarken "dini parti" olmaz, "demokrasi bir araçtır", "Laik olan Devlettir, insan değil"  gibi  farklı söylemlerle başardıklarını hatırlatmalıyım.

Şimdi onlar siyasal hayatımızın merkezinde. Daha önce kitleleri olan Adalet Partisinin, Doğru Yol Partisinin, Anavatan Partisinin, Refah Partisi ve bir çok diğer politik damarı çatılarında toplayabildiler. Başarı da bu değil midir ? Türkiye’nin %51’inin İslamcı olduğunu söylemiyorsun değil mi ? Üstelik onların da yarısının da kadın olduğu konusunda seni uyarmalıyım. 
Ülkemizdeki "kadınların diplomasız, işsiz, yapayalnız" oldukları iddian son derece desteksiz bir atış.  Özellikle kadınları hedef alan olumsuz yasal değişiklikler mi gördün ? Üniversitelerden mi kovuldular ? Kamu kurumlarında çalışmaları mı engellendi ?

Neyi ima ettiğim çok açık. Bütün bunlar 2003 öncesi vardı, şimdi yok. Femin okuyucularına sempatik gelme kaygısıyla şunu demek istiyorsan o başka. Bu insanların genel profili (yani Türkiyenin yüzde ellisinin) ataerkil bir kültür yapısına ve erkek öncelikli bir karaktere sahiptir. Bu doğru olabilir. Yine de Türkiye eski Türkiye değil, değişiyor, farklılaşıyor ve gelişiyor.

Yeni Türkiye'de kadının ağırlığı daha fazla olacak bunu görebiliyorum. Bir aydın ve yazar olarak bu alanda senin de çabana ve ürünlerine ihtiyacımız var. Ama, bunu kötü bir politikacı gibi etrafına sataşarak yapamazsın.

‘Gerçek İslam bu değil’ ülkemizde bolca kullanılan bir hüküm. Bunda tarihi, köklü bir sünni geçmişin etkisi var elbette. Anadolu, selçuklusuyla osmanlısıyla bu coğrafyada hakim bir kültür ve medeniyet oluşturdu. Cumhuriyet de ister istemez bu mirasın izleri üzerinde yükseldi.

Biz ‘Türkiye müslümanlığı’ diyebileceğimiz bir islam devraldık, onu biliyor öyle de yaşıyoruz. Başka islam coğrafyalarındaki müslümanlığı tanıdığımız söylenemez.  Diğerleri de aynı bizim gibi kendi kültürel miraslarından beslenen İslam'ı ‘gerçek’ olarak görüyor olabilirler. Başkalarına ayar verirken bu gerçeği de göz ardı etmememiz gerekir diye düşünüyorum. 

İşte bizdeki bu genel bakış açısının genç yazarımızın dilinde ulaştığı hüküm: "Şu anda dünyada birbirine en uzak insanlar, İslamcı teröristler ile barışçı, medeni, demokrat Müslümanlardır." Yani, Türkiye dünyada var olduğunu kabul ettiği ‘İslamcı terörizm’ dışında ‘barışçı, medeni, demokrat Müslümanlığı’ temsil ediyor. Bu ayrım ve nitelendirmede ciddi sorunlar olsa da başta terörizmi reddetmek ve demokrasiye sahip çıkma noktasında haklı.

Ancak, demokratlığı sadece kendisine yakıştıran, islamcıların demokrat olamayacağına hükmetmiş bir kafa var karşısında. Soru da zaten bu önyargıyı açık açık gösteriyor: "İslamcılar demokratlığı benimseyebilir mi ?"

Genç yazarımız ‘Demokratlığı’ geniş açıdan yeniden tanımlayarak bir manevra yapıyor karşılığında. "Demokratlık, ötekinin yaşam hakkına, söz hakkına saygı göstermektir. Eşitlikçi olmaktır. Çoğulculuktur. Müzakereden, kuvvetler ayrılığından, serbest seçimlerden yana olmaktır. Kendine güvenmektir. Tüm toplumsal süreçlerde barışçı dengeler kurmaktır…Dindar, liberal veya sosyalist olabilirsiniz. Bununla birlikte demokrat olabilirsiniz. Yani barışçı ve özgürlükçü olursunuz."

Epey doğru ve kapsamlı bir yorum bu. Ama bu tanımlamanın soruyu yönelten zihniyeti ikna ettiğini göremiyoruz. Zira, biraz sonra ağzından çıkan "Ama…"lar  bunu gösteriyor.

Yine de genç yazarımız demokratlığa ortak olma çabasında ısrarlı: "Türkiye’de dindarlar zaten tüm kazanımlarını demokrasiye borçlu" diyerek bitiriyor sözlerini.  Ama işte, karşısındaki aldığı pası illa gole çevirmeye kararlı, soruyor: "AKP, 2002’de ‘Müslüman demokratız’ diyordu. Bugün aynı çizgide mi?"

Genç yazarımız biraz önce tutunmaya çalıştığı pozisyonda sarsılıyor. Galiba en kolayı suçlayıp "o yaptı" diye başkalarını harcayıvermek. Nasıl olsa didiklenecek ortak bir hedef var ortada.

Yalnız, kendisini de büsbütün açık düşürmeyecek bir diyalektikle yapıyor bunu. "AK Parti iktidarı, bu ülkenin dindar çocuklarının; eşitlikçi, özgürlükçü, demokrat ve çalışkan olduklarını gösterme fırsatıydı. Ne yazık ki bu fırsat heba edildi. ‘Kötünün iyisi’ olmaya rıza göstermek utanç verici. Dindarlar, muhalefetteyken son derece demokrattı. Şimdi, yalnızca bileğine kelepçe takılanlar ‘demokrasi’ diyor."

Karşısındaki zalim. Üstüne üstüne gidiyor genç yazarımızın. "Siz tam olarak neyi ümit ediyordunuz?" Edasında müthiş bir gizli kibir var. Hani ‘Siz nasıl demokrat olabilirsiniz ki ?’ tavrındaki küçümseyen tavır. Bu defa "Ne bekliyordunuz ki ?" şeklinde suratını ekşiterek sıkıştırıyor.

Genç yazarımız düştüğü kuyuda çırpınıyor. Söylediği sözler o yüzden oldukça yüksek seviyeden ve çok romantik. "Batı, bizim sanatsal, derinlikli inanç değerlerimize; İslam dünyası ise demokratlığımıza ilgi duyacaktı. Tüm gezegene faydamız dokunacaktı."

Bu sözler başlangıçta AK parti iktidarına destek veren, kendine göre renkli rüyalar görmüş ancak daha sonra  yine kendisi hayal kırıklığı yaşamış birini açığa çıkarıyor. Tam da ‘sen ne bekliyordun ki’ diyenlerin istediği şey. Ah keşke karşısındakinin gözlerinde ‘yok canım daha neler’ diyen zehirli ışıltıları fark edebilseydi.

Ben öyle düşünmüyorum tabi ki. Sanatsal zenginliğimiz, derinlikli inanç değerlerimiz, demokratlığımız ve tüm insanlığa yararlı olma çabamız bize ait ülküler. Bu toprakların dindar çocuklarının dünden daha fazla eşitlikçi, özgürlükçü ve demokrat olduklarını biliyorum. Herkesten fazla çalışkan olduklarını da. Yürüyüşlerini bu ülkenin tarihinde gelmiş geçmiş en uzun soluklu politik harekete dönüştürdüler. Açtıkları demokrasi kulvarında adeta rakipsizler, kendileriyle yarışıyorlar.

Ama kabul edelim, genç yazarımızda olduğu gibi beklenti çok yüksek. İyinin ve güzelinse sınırı yok. Bu nedenle bana göre onlar ‘kötünün iyisi’ değil, ‘iyinin kötüsü’ durumundalar. Böyle olması da yadırganacak bir şey değil. Her zaman daha iyiye ve güzele giden yolun açık olması gerek. Birileri yorulursa ya da tökezlerse bayrağı devralacak yeteri kadar iyilik erleri var arkalarında. Buna yazdıklarını severek okuduğumuz genç yazarımız da dahil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder