6 Mart 2014 Perşembe

138 07 Mart 2014 Cuma 00:42 KAYIP DEFTER'den.............................Geleceğe ekilen tohum

Geleceğe ekilen tohum

Spor salonunda tekvando 
Geçirdiği tadilattan sonra Uludağ Üniversitesi Beden eğitimi bölümü eğitimine kapalı spor salonumuzda devam ediyordu. 

Bu öğrencilerin yurda giriş çıkışları sorununu da kendi kartlarında basit bir etiketle halletmiştik. Okul gündüzleri, biz akşamları ve hafta sonları salonu kullanacaktık. 

Böylece, hem salon atıl durumda kalmamış, hem de sürekli bakım ve güvenliği teminat altına alınmış oluyordu. 

Bir grup öğrenci salonda taekwondo çalışmak istedikleri zaman memnuniyetle kabul ettik. Çünkü, her alanda ve her grupla hizmet etkileşimi içinde olmak artık değişmez politikamız olmuştu. Bu yüzden gelenler E Blokla ilişkili olduklarını saklamadılar. Biz de bu talebi o grubun yurdun sosyal faaliyetlerine katılma isteği olarak gördük. Mümkün oldukça hemen her gruba önemsedikleri sosyal, sportif ve sosyal etkinlikler için izin vermeyi zaten düşünüyorduk. 

Bunun nedeni çok açıktı. Böylece yurtta özel bir denge kurulmuş ve tüm grupların genel iyileşmeye katkıları sağlanmış olacaktı. Ayrıca, her birinin içgüdüsel olarak kendilerine sağlanan bu imkanları koruma gayreti içinde olacaklarına da emindik. Sonuçta bu sinerji yurttaki genel ortamın sürdürülebilirliğinin de bir tür güvencesi haline gelecekti.  

İyi niyetimi göstermek için büyük kızım ve oğlum da çalışmaya dahil oldular. Anlaşmaya göre, taekwondo çalışması haftada üç gün akşamları saat 19.00 ile 21.00 arasında gerçekleşecekti. Bu sürede çalışmaya refakat edecek Yönetim Memurlarımız da nöbet usulü orada bulunacaklardı. 

Çalışma bu şekilde başladı. İlk günler 20 kişi civarındayken, ikinci hafta bu sayı 40'a çıktı. Birkaç defa ben de gidip çalışmayı izledim. Hocaları Vedat iyi bir gençti. Tıp Fakültesi 4. sınıf öğrencisi karakteri sağlam, inançlı bir milliyetçiydi. E Blok liderleri arasında değildi ama kendisine saygı duyuluyor, sözü dinleniyordu. Birkaç kez toplu ortamlarda, gerginlik saatlerinde arkadaşlarını teskin ettiğini görmüş, çözümcül yaklaşımları dikkatimden kaçmamıştı. Kemal'in grubuyla da iletişim halindeydi. Öğrendiğinde o da memnun olmuştu çünkü, böyle bir spor faaliyetine destek vermemize. 

Bir gün, idare merdivenlerinde duruyordum. Sanırım ön taraftaki çimlerin biçimi yapılıyordu. Vedat da iki arkadaşıyla okuldan geliyorlardı. Selam verdiler, selamlarını aldım "Nasılsın Vedat ? Çalışma nasıl gidiyor ? " diye sordum. Hemen yanıma geldi "İyiyim hocam, sağolun. Çalışma şimdilik iyi gidiyor. Sınav zamanı düşer diye düşünüyordum ama hiç 30 kişinin altına inmedik. Sizin çocuklar da iyi maşallah. Sayenizde biz antrenman yapmış, yeni yeni gençler de bu spora ısınmış oluyorlar. Bize bu imkanı verdiğiniz için tekrar teşekkür ederim.

Elimi omuzuna vurdum dostça "Rica ederim Vedat, keşke senin emeğinin karşılığını da verebilsek. Ama, bu yıl olmadı inşallah seneye" diye cevap verdim. "Yok hocam, ne gereği var. Ben bu işi severek gönülden yapıyorum. Hem kendi sağlığım için de yararlı" diye hemen itiraz etti teklifime. "Peki Vedat, sen de sağol. Yapabileceğim bir şey varsa lütfen söyle olur mu ?" dedim usulca, gözlerine bakarak. 

Elimi sıktı iki eliyle "Tamam hocam, hoşça kal" dedi dönüp arkadaşlarına yetişirken. 
Sevmiştim bu delikanlıyı, adam gibi adamdı.

Yek mume, dü mume..
Akşam saati geç vakit odamda çalışıyordum. Bir davul zurna sesi geldi kulağıma. Zaten yorulmuştum, elimi yüzümü yıkayıp biraz dolaşmalıydım.  Bu ses bahane olmuştu kalkmama. 

İki bina arasındaki geçiş basamaklarında nöbetçi Yönetim Memuruyla karşılaştım "Ne oluyor, ne bu ses ?" 

Yönetim memuru kızardı "Müdürüm şeyy..şeyler halk oyunu oynuyorlar." Anlamıştım, yine de üstüne gittim memurun. "Nasıl izin verirsin, nasıl mani olmazsın bu şeyylere ?" Kelimeyi onun bam teline bastıra bastıra vurgulamıştım. "Ama müdür bey, siz demiştiniz ki ? Hani siz görüşmüştünüz ya ? Ondan bu şeyler gelmiş işte" artık teklemeye başlamıştı. Milliyetçi bir çocuktu, o grubun adını bile anmak istemiyordu belli. İçten içe bana kızdığını da biliyordum. Daha fazla sıkıştırmaya gelmezdi. "Tamam Ergün. Gel bakalım bu şeyyler ne yapıyorlarmış."

Güneydoğu grubuna şimdilik idarenin yanındaki boş kafeterya binasının üst katını vermiştim. Kemal'le Halil gelip aracılık etmişlerdi. Kısa boylu, esmer, siyah gözlü, kalın bıyıklı biriydi getirdikleri. Yurtta Halk Oyunu çalışabilmeleri için izin ve yer verilmesini istiyordu. Bu şekilde tanıştım Selahaddin'le. Biraz da konuştum öteden beriden. Aslında sadece izin istemiş olmaları bile önemliydi benim için. Zira bu daha önceleri hiçbir şekilde yapmadıkları bir şeydi. 

Yine de grubu ne kadar temsil ettiğini, etkisinin ve liderliğinin ne olduğunu anlamam gerekiyordu. Geçen yıldan bu yana onlarla birkaç kez temasımız olmuştu. Ama her seferinde bir başkasıyla karşı karşıya kalmıştık. Anlaşılan bu "Şeyy.." grubunun eş başkanları çoktu. Ama deneyimlerim bir şeyi bana açıkça göstermişti; bunlar bir şeye söz verdilerse yapıyorlardı. Ne fazla ne eksik, sadece sözlerini. Kurulan ilişkiyi sulandırmıyorlar, konuşulan mevzuyu başka işlerle karıştırmıyorlardı.

Salona girdiğimizde "Yek mûmik, du mûmik, sê mûmik /Çar mûmik, çarde mûmik/ Serê malê misqalik/ Bûk li zavê bimbarek ha nînna/ Ha nînna heyra nînna" diye çalıp söyleniyor, halay çekiliyordu. 

Başlarında Selahaddin, yaklaşık 25 kişi kadardılar. Selahaddin yurt öğrencisi olmadığı için kendisine görevli kartı vermiş, davul zurnacıların da onunla birlikte ziyaretçi kartı alarak girebilmelerini sağlamıştık. Bizi görünce bir el işaretiyle davulu susturdu. Oyun da anında durdu tabi. Yanımıza geldi ve merakla "Hayrola Müdür bey, bir şey mi var ?" dedi. 

"Yok, yok Selahaddin. Sesinizi duyduk da, öyle bakmaya geldik" dedim gülerek. Pek tatmin olmamışa benziyordu. Açıklama ihtiyacı hissetti "Bu türküyü bilirsiniz sizin -bir mumdur, iki mumdur, üç mumdur- diye bildiğiniz türkü. Oynadığımız da halaydır." Tamam" dedim" Selahaddin, oynamaya devam edin siz." 

Seyirci birkaç öğrencinin yanına oturduk. Halil de onların arasındaydı "Sen neye oynamıyorsun Halil ?" dedim göz kırparak. Halil hemen oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi. Biraz aksıyordu "Müdürüm ben top oynarken ayağımı incitmişim. O yüzden bu hafta oynayamıyorum." Davul zurna yeniden çalmaya başladı, bu sefer türkçe söylüyorlardı "Bir mumdur iki mumdur üç mumdur / Dört mumdur on dört mumdur /Bana bir bade doldur /Bu ne güzel düğündür ha ninnah/ Ha ninnah ha ninnah"

Gülümsedim, Ergün'e dönüp laf attım "Bak Ergün seni görünce değiştirdiler. Nasıl da korkutmuşsun adamları." Ergün kaçamak bakışlarla Halil'e baktı, ama o da gülüyordu. Sonunda nihayet kendisine takıldığımı, şakadan sıkıştırdığımı anladı da bu sefer hep birlikte güldük. 

Güney doğulu öğrenciler bu etkinliğe fırsat buldukça devam ettiler. Biz de onların bu birlikteliklerine zaten boş duran bu salonda müsaade ettik. Bu şekilde ben, zaten önleyemeyeceğimiz şeyleri "izinsiz" suçlamasıyla karşıma almaktan kurtuluyor, onlar da halay çekip türkü söylemeyi kavga etmeye tercih ediyorlardı. 

Zaman zaman sert bir şekilde karşı karşıya geldiğimiz de oluyordu tabi. Ancak artık hiçbir şey eskiden olduğu gibi birbirinden kopuk değildi. Konuşabiliyor, birbirimizi dinleyebiliyor ve sessiz bir ateşkes uygulaması sürdürebiliyorduk. Ben ona "Şarkın aslanı Selahaddin ! " dedikçe, o da bana  "paşnavê min eyyubî ye (soyadım eyyübidir) diye cevap verir olmuştu. 

Şimdilik, Halil, Selahaddin ve davul zurna sesinin yurttaki barış için katkısı büyüktü.

Fidan dikme töreni
Yurdun kuzey doğusunda, lojmanlardan aşağı inen yolun sol tarafı bir koruluktu. Sanırım şantiye binaları buradaymış. Ancak, yurt inşaatından bu yana da bakılmamış ve mezbelelik halinde kalmış.  

Zaman zaman fundalık arasında içki şişeleri ve çöpler buluyoruz. Demek izbe ve karanlık olan bu yerler bazen farklı amaçlarla da kullanılabiliyordu. 

Ne zamandır burayı temizlemeyi, ağaçları meydana çıkarmayı ve boş kısımlara da fidan ekmeyi düşünüyordum. mesela lojmanların önündeki bakımsız alan da çocuklar için oyun bahçesi olabilirdi. Ancak, hem belli bir masraf gerektiriyordu, hem de vakit bulup oralara iş gücü ayıranıyorduk. Bir vesile olmalı, bir zorunluluk bu işi olmazdan olura çevirmeliydi.

Nihayet böyle bir fırsat Mart'ta ağaç dikme törenleri dolayısıyla elime geldi. Valilik, Üniversite ve diğer kamu kurumları her yıl Mart ayında fidan dikme etkinlikleri düzenlerler, hatıra ormanları yapılırdı. 

Bu yıl da böyle bir hazırlık duyduğumda hemen harekete geçtim. Özellikle Üniversite, Valilik ve Tömer'e yurttaki bu alanın dikim töreni için uygun olduğunu anlattım. Hatta bu etkinliğe Türki Cumhuriyetlerden gelen öğrencilerin katılabileceğini de önerdim. 

Mesela onların da katılımıyla dikilen fidanlar küçük bir "Türki Cumhuriyetler hatıra ormanı" olabilirdi. Ancak, alanın tören için düzenlenmesi gerekiyordu ve bunun için yardım istiyordum. Tören Ramazan bayramının hemen sonrasında 4 Nisan Pazar günü yapılabilirdi.

Stratejim kabul gördü ve Spor salonunun arkasındaki küçük alan tören için uygun bulundu. Ramazan bayramının ardından Valilikten iş makinaları gelip çalışmaya başladılar. Belediyeden de onlarca kamyon toprak geldi. Ben de elimdeki imkanları seferber edip, yukarıdan aşağı bütün o alanın yeniden düzenlenmesine odaklandım. Bu arada firma elemanlarını da mesai saatleri dışında, çıkacak odun karşılığı koruda çalışmaya ikna etmiştim. 

Bir hafta içinde orası temizlendi. Ağaçlar budanıp meydana çıkarıldı. Çocuk bahçesi düzlenip taze toprak yayıldı. Ağaç dikilecek alan hazırlandı. Türki öğrenciler tören için bilgilendirilip, motive edildi. Fidanlar getirildi. Tören programı yapıldı, pankartlar yazıldı, davetli listesi ve ikram işi tamamlandı. Alanımız artık ertesi sabah yapılacak fidan dikim törenine hazırdı.

Sabah başta Vali, Rektör, Alay komutanı ve Belediye Başkanı olmak üzere Tömer Müdürü A. Şerif İzgören ve pek çok daire müdürü geldiler. Alanı dolduran Türki öğrenciler böyle bir etkinliğe katılmaktan dolayı sevinçliydiler. Ben kısa bir konuşma yaparak konuklara hoş geldiniz dedim. Yurtta başardığımız işlerden, yabancı öğrencilerle ilgili hizmetlerimizden bahsettim. Özellikle Tömer ve Üniversite işbirliğimizden de övgüyle söz ettim. Diğer kurumlara da desteklerinden dolayı teşekkür etmeyi ihmal etmedim. 

Benim ardımdan bir Kazak öğrenci konuştu, sonra da Rektör ve Vali. Bu arada misafirlere meyve suyu, çay, kahve ve kuru pasta ikram edildi. Sıra fidan dikmeye gelmişti. Hep birlikte toplam 100 fidan diktik o alana. "Türki Cumhuriyetler hatıra ormanı" levhasını da yerleştirdik hep birlikte. 

Misafirlerimizi yolcu ederken yorgun ama mutluydum. Güzel ve bereketli bir etkinlik olmuştu. Bir hamleyle birden çok netice almıştım çünkü. Protokol için belki rutin bir tören, geleneksel, sembolik bir işti. Ancak, Tömer müdürü için, Türki öğrenciler için bu etkinlik çok daha fazlasıydı. Beden Eğitimi Bölüm başkanı da mutluydu, çünkü salonun arkası şenlenmişti. 

Yardımcılarım memnundu, zira hemen hemen hiç masrafsız, il çapında bir organizasyonu kazasız belasız atlatmışlardı. Özellikle lojman personelinin bu işe çok sevindikleri de belliydi. Nihayet çocukları için bir oyun alanı olabilecekti. Üstelik önlerindeki karanlık bölge de artık daha aydınlık, temiz ve bakımlıydı.

Lojmanlara doğru yürürken ben de çok mutluydum. Kafamdaki düşünceyi hayata geçirmiş, yıllardır el sürülemeyen bu alanın ıslahını başarmıştım. Üstelik olmaz denilen, çok masraflı olur denilen, yurtta onca gaile varken buraya mı bakacağız denilen zorlukları da aşarak. 

Temizlenince gördük ki burada eski bir voleybol sahası varmış. Şantiye çalışanlarından kalmış, ancak zamanla üstü otlarla, çer çöp ve fundalıkla kapanmıştı. Sonuçta tümüyle ortaya pırıl pırıl bir eser çıkmıştı işte. Yurdun kuzey doğusunu çevreleyen, hatıra ormanıyla birlikte bizden sonrakilere kalacak yeşil bir kuşak. Spor alanlarının yanı başında, onlara yakışan, renk ve sağlık katan bir kuşak.  

Artık bu bölgede duvardan atlayıp yurda giren çıkan gölgeler olmayacaktı. Artık, sık ağaçlar ve fundalık arasında yakışıksız şeyler yaşanmayacaktı.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder