6 Mart 2014 Perşembe

136 07 Mart 2014 Cuma 00:42 KAYIP DEFTER'den.............................Nazım sergisi

Nazım sergisi

107 nolu oda
Bir akşam üstü Selim'in daveti üzerine A Bloka gittim. Öğrenci temsilciliği seçimleri yaklaşıyordu ve arkadaşlarıyla birlikte benimle konuşmak istiyorlardı. Yanımda bir Müdür yardımcısı ve iki yönetim memuru daha vardı.

Selim ve arkadaşları bizi blok kapısında karşıladılar. Birinci kata çıktık. Bizi davet ettikleri oda koridorun sonundaydı.

Bu ziyaretin yanlış anlaşılmasını istemiyordum. O yüzden koridor boyunca bütün odalara bakmaya ve hiç değilse ayaküstü selamlamaya karar verdim.
Merdiven çıkışı ilk odadan başlayarak kapıları tıklatmaya ve denetime gelmiş gibi içeriye şöyle bir göz atmaya başladım. İlk oda boştu, diğerinde ders çalışan iki öğrenci vardı. Selam verdik, ayağa kalkıp toparlandılar ve selamımızı aldılar. Merak içinde bakıyorlardı, "Kolay gelsin gençler, sınav mı var ?" "Yok hocam, öyle çalışıyorduk işte." Ellerini sıktım "Bozmayın, devam edin gençler. Başarılar diliyorum." "Sağ olun, gelseydiniz" dediler hep bir ağızdan. “İşimiz var, öyle bir selam verelim dedik, hadi iyi akşamlar" deyip ayrıldık oradan.
Böyle birkaç oda daha gitmiştik ki bir elbise dolabının kapağında kocaman bir delik olduğunu gördük. Niyeyse bu bloktaki elbise dolapları ahşaptı. Baktım, baktım "Allah Allah, ne olmuş buna böyle ?" dedim en yakın oda kapısına elimi atarken. Arkamdan bir kıkırdama duydum ama, kapıyı açıp içeri girmiştim bir kere. Kimin ne söylediğini anlayamadım. 
Bu seferki oda bayağı kalabalıktı. Üç kişi ayakta, iki kişi masada, dört kişi de yataklarda toplam 9 kişiydiler. Pencereye doğru sağ köşede bir genç uzanmış elindeki kağıda karakalem birşeyler çiziyordu. Duvarlara ve içerdeki dolap kapaklarına da böyle  bir sürü resim yapıştırılmıştı. Birden içeriye üç dört kişi girince tedirgin oldular, yüzleri asıldı. Toparlandılar ama öylesine.
"İyi akşamlar gençler !" diye selam verdik. Onlar da "İyi akşamlar" dediler "Hoş geldiniz, buyrun ?" Bu oda ilgimi çekmişti, masada boşalan sandalyeye oturdum. Şimdi tam da resim çizen gencin yanındaydım. Elimi uzatıp kağıdı aldım, karakalem bir portreydi. Daha yarımdı ama Che Guevara'ya benziyordu. "Ne güzel bir resim bu böyle, yetenekliymişsin"  dedim gence bakarak. Biraz şaşırmıştı ama yine de halinde kuşkulu bir tavır seziliyordu.
Yönetim memuru "Timur mühendislik öğrencisidir, ama iyi resim yapar Müdürüm. Bütün bu resimler onun" diye açıklama yaptı. Başımı çevirip bir süre diğer resimlere baktım. Hepsi sol içerikli, ideolojik mesajları açıkça belli, adeta haykıran resimlerdi. Ama gerçekten güzel çizilmişlerdi. Beğendiğimi gösteren bir hareketle "Tebrik ederim Timur, gerçekten çok başarılı resimler bunlar" dedim elini tutarak. 
Elini kaçırdı hemen "Teşekkür ederim, öyle yapıyorum işte. Dinlendiriyor beni. Arkadaşlarım da beğeniyorlar, yapmayın diyorum ama işte böyle öteye beriye  asıyorlar" dedi önüne bakarak. Güldüm, "başka var mı ? Yaptığın resimlerin hepsi bu mu ?" Arkadaşlarından biri "Bunlar ne ki, çantasında yüzlerce resim var böyle hocam" dedi gururlanarak. "Öyle mi, görebilir miyim ?" dedim bu defa Timur'un gözlerine bakarak. "Nereye koyduğumu şimdi bilmiyorum" dedi kuru bir ifadeyle. Anladım ki göstermek istemiyor. Zaten girdiğimizden beri odada muhalif bir hava var. Üstüne gitmedim.
Biraz ordan burdan, okuldan, memleketlerden söz ettik. Anlaşılıyordu ki, dokuzu da bize karşı önyargılı gençlerdi. Yurtla ilgili kasıtlı sorular sordular bana. Açık yüreklilikle tek tek cevapladım. Özellikle de son dönemde yurtta yaşanan değişimi merak ediyorlardı. Bir saati bulmuştu bu münazara. Ama, odadaki hava da gittikçe yumuşuyordu. 
Gördüm ki bu genç sadece resim yeteneğiyle değil aklıyla, bilgisiyle ve kişiliğiyle de parlak birisiydi. Yurttaki terör eylemlerini doğru bulmuyor, ancak bize de güvenmiyordu. Hizmetlerin amaçlı olarak yapıldığı kanaatindeydi. Sorular onun bu çizgisi ile yönleniyor, konuşmalar onun görüşleriyle şekilleniyordu. Lider vasfı çok belirgindi açıkçası. Saygı duymuştum ona, ayağa kalkıp elini sıkarken ani bir teklif yapıverdim "Yurtta bir resim sergisi açmak ister misin Timur ?" 
Bakışları değişti, arkadaşları da "yanlış mı duyduk acaba ?" diye dikkat kesildiler. Üzerine basa basa sordu bu kez o, benim gözlerime bakarak "Siz ciddi misiniz ? Böyle bir olasılık var mı ? İzin verir misiniz ?" Ben de elini sıkıp gözlerinin içine bakarak "Tabi ki veririm. Bu yeteneğini, resimlerini herkes görmeli. Kantinde yeni iki salon açtık, birinde sergileriz eserlerini. Yeter ki birbirimizi anlayalım" dedim tane tane. 
İnanamıyordu üsteledi "Nasıl yani ? Benim resimlerim hakkında bir fikriniz olmuştur. Biz de sizi aşağı yukarı biliyoruz. Dünya görüşlerimiz farklı, üstelik yurt kuralları…" Elimle susturdum "Ben sizleri ayrışmaya değil kaynaşmaya, kavgaya değil uzlaşmaya, hiç değilse birbirinize saygı duymaya çağırıyorum. Sen bu çağrıma olumlu yaklaşırsan ben de sana her türlü desteği veririm. Senin de bu çorbada tuzun bulunsun istemez misin ?” Odaya bir sessizlik çökmüş, nereye varmak istediğimi anlamışlardı.
"Artık bu yurtta terör, kavga, acı olmasın. Herkes inancında düşüncesinde özgür ve saygın olsun. Kimse kimseye fikrinden, etnik veya inanç kimliğinden dolayı kin duymasın. Artık barış olsun, huzur olsun, esenlik olsun istemez misin ?" "İsteriz tabi ama.." dedi gülerek, arkadaşları da koro halinde "İsteriz elbet, istemez miyiz ?" diye tekrarladılar. "Tamam o halde, anlaştık bundan böyle birlikteyiz. Ayrıntıları bana gelin konuşuruz. İlk fırsatta da resim sergini açarız. Hayırlı olsun !" dedim çıkarken.
107 numaralı odadan ayrılırken bu kez hepsi kapıya çıkıp bizi uğurladılar. Selimin odasına kadar diğer odaları da kısa kısa ziyaret ettik. Orada da yaklaşık iki saat kadar kaldık, çay içip sohpet ettik. Müzik konserini, resim sergisini ve temsilcilik seçimlerini konuştuk.

Devrimci resim sergisi
Bugün 15 Ocak, Timur'un resim sergisi açılıyor. Bugün aynı zamanda "Romantik komünist" ve "romantik devrimci" olarak tanınan Türk şair, oyun yazarı, romancı, anı yazarı Nâzım Hikmet Ran'ın da doğum günü. 
Timur sergisini ısrarla 15 Ocak'ta açmak isteyince doğrusu başta anlayamamıştım. Sonra öğrendim ki namı-ı diğer Nâzım Hikmet 15 Ocak 1902'de Selanik'te doğmuş. Onun doğum gününe denk getirmek istemiş sergisini. Hatta adını da "Nazım, mavi gözlü dev" olarak belirlemiş. 
Bu konu başta yardımcılarım olmak üzere pek çok yönetim memurumu rahatsız etti tabi. Ancak, Nazım Hikmet'in neticede önemli bir şairimiz, onun düşüncesinde olanlar için de değerli olduğunu anlattım uzun uzun. Zaten kantinde bir resim sergisine akıl erdiremeyenler, üstelik bir de Nazım'ın ismiyle açılmasını hiç kabullenemiyorlardı. Neticede anlaşıldı ki yine bu iş benim emrimle ve benim sorumluluğumda yapılacak. "Siz bilirsiniz" deyip çekiliverdiler kenara.
İş başa düşmüştü. Sömestr tatili yaklaşıyordu ve Timur serginin 10 gün kalması gerektiğini düşünüyordu. Bu yüzden son bir haftadır kantinde görevli yönetim memuru Ekrem ve Timur'la serginin gününde ve emniyetli bir şekilde açılabilmesi için büyük çaba sarfetmiştik. Salon hazırdı ama, başka pek çok ihtiyaç çıkmıştı hazırlanırken. 
Allahtan Timur'un arkadaşlarının da el atmasıyla sergiyi gününe yetiştirmiştik. Bu arada, hem Timur'la hem de arkadaşlarıyla birebir görüşüp konuşma imkanı bulmuştum. Tahmin ettiğim gibi Timur'un etrafında okuyan, yazan, çizen elit bir grup vardı. Belli bir ideolojik çizgiye sahiptiler, ancak asla şiddet yanlısı değillerdi. 
Bizim çalışmalarımızı da ilgiyle izliyorlar, ancak mesafeli davranıyorlardı. Onlara göre bizim mutlaka kafamızın arkasında gizlediğimiz art niyetlerimiz olmalıydı. Gösterdiğimiz demokratik tavır ve özgürlük yanlısı tutumumuz yanıltıcıydı. Devletin, hele hele benim gibi kişilerin, gerçek demokrasi anlamında bir düşünceleri olamazdı. 
Sergiyi gezmek üzere kantine girdiğimde önüme benimle görüşmek isteyen bir grup öğrenci çıktı. İçlerinde başörtülü kız öğrenciler de vardı ama, ağırlıklı olarak E Blok grubu olduğu anlaşılıyordu. Mecburen ayaküstü konuştuk. 
Önce Nazım Hikmet sergisi nedeniyle bana bir güzel sitem ettiler. Vatan haini bir kaçağı nasıl olur da yurtta anarmışım. Asılan resimler hep yasa dışı komünist simgelerle doluymuş. Yurt yönetmelikleri buna müsaade ediyor muymuş. Yanımda iki müdür yardımcım da vardı ama onlar iki üç adım geride duruyorlardı. 
Sabırla dinledim. Bitince dedim ki "Gençler Necip Fazıl'ı nasıl bilirsiniz ?" Duraladılar, sonra neredeyse hep bir ağızdan "Üstad mı ? Allah rahmet eylesin, çok severiz. Bize göre şairlerin sultanıdır o" dediler. 
"Dinleyin o halde !" dedim yüksek sesle. "Şimdi bizim sevdiğimiz, yere göğe koyamadığımız rahmetli üstad bu ülkenin zindanlarında onlarca yıl yattı. Kendisine gerici, yobaz, çağdışı dediler. Ülkesinden kaçmadı ama, kendi vatanında parya muamelesi gördü. Soruyorum size ona yakıştırılan bu vasıflar, gördüğü bu muamele rahmetli üstadın değerini azalttı mı ? Sizlerin, bizlerin ona karşı sevgisini bir zerrecik azalttı mı ?" Yine hepsi ağız birliği etmişçesine "Asla !" diye cevap verdiler. 
Devam ettim "Gençler siz, biz nasıl Necip Fazıl'ı, Arif Nihat Asya'yı, Abdürrahim Karakoç'u seviyorsak bu gençler de Nazım Hikmet'i seviyorlar. Üstadı seven milyonlarca insanımıza karşılık, Nazım'ı da seven bir o kadar insan var bu ülkede. Ne onların fikirlerini ne de Nazım'ı sevmek zorunda değiliz. Ancak, sevdiklerimize, kendimize saygı istiyorsak, biz de onların sevdiklerine saygı göstermeliyiz. Neticede aynı ülkede yaşıyoruz, kardeşiz. Aynı bu yurtta kalmak, burada birlikte yaşamak gibi." 
Bir sessizlik oldu, bazı başlar öne eğildi. "Gençler müsaade ederseniz, sergi açılışına katılacağım. Ben bu yurdun müdürüyüm. Vazifem hepinizin inanç ve düşüncelerini dikkate almaktır. Hepinize eşit mesafede taleplerinizi karşılamaktır" diye de bağladım sözlerimi. 
Çemberden çıkmak üzere hazırlanıyordum ki başörtülü kızlardan biri "Hocam !" dedi. Döndüm "Hocam, biz bir mevlid programı düşünüyoruz. Bize de izin verir misiniz ?" Al yanaklı güzel yüzünde güller açıyordu adeta. Kabaran bütün duygularım sönüverdi "Tabi.." dedim "tabi ki izin veririm. Ne demek ? Siz böyle bir şey istersiniz de, ben nasıl hayır derim ? Seve seve, seve seve. Ne zaman isterseniz bana gelin ayrıntıları konuşalım. Sizin adınız ne ?" "Gülçin" dedi "Gülçin Selamoğlu." Sevindiği belliydi, gözlerinin içi gülüyordu.  
Sergi salonunun kapısına geldiğimizde Timur ve arkadaşlarının merakla bize doğru baktıklarını fark ettik. Muhtemelen o grupla konuştuğumuzu da görmüşlerdi. "Selam Timur, Merhaba arkadaşlar. Hayırlı olsun serginiz" dedim ellerini sıkarken. Hep birlikte içeri girdik. 
Sergi salonu bir hayli kalabalıktı. Bizim geldiğimizi görünce sesler kesilmiş, bütün gözler üzerimize çevrilmişti. Timur önümüzde, resimler hakkında bilgi alarak tek tek tüm resimleri dolaştık. 
Yaklaşık 100 kadar karakalem çalışma sergilenmişti. Ama gerçekten güzel resimlerdi bunlar. Timur'un hakkını vermek gerek, doğrusu bu işte ustaymış. Resimlerin önemli bir bölümü Nazım resimlerine ve şiirlerine ayrılmıştı. Başka sol içerikli, bize göre biraz da militarist resimler de vardı kuşkusuz. 
Ancak resimlerde, güvercin, zeytin dalı, deniz, gökyüzü ve çiçek imgeleri oldukça bol kullanılmıştı. Yani genel olarak barış ve özgürlük temelinde Nazım üzerine odaklanmıştı sergi. Resimleri beğendiğimi gördükçe başta Timur olmak üzere bizi dikkatle izleyen arkadaşları da canlanmışlardı. Ziyaretçi defteri önüne geldiğimde kalabalık normal haline dönmüştü yeniden. 
Biraz da orada ayak üstü ikram edilen meyve sularını içip, sohpet ettik. Bir öğrenci yanımıza sokulup şunları söyledi "Hocam, biraz önce o grupla konuşmanızı duydum. Necip Fazıl'ı sevmem ama saygı duyarım. Nazımı sevmeyenlerin de olabileceğini bilirim. Söylediklerinizi takdir ettim. Sizi çalışmalarınızla izliyorduk ama, gerçekten bu demokrat tavrınızdan dolayı sizi kutlarım. Bu serginin açılışına gösterdiğiniz hoşgörü ve destek için de ayrıca teşekkür ederim. Ben şahsen sizin gerçekten samimi olduğunuza inandım. İyi ki varsınız." 
Genç oldukça etkili konuşmuştu. Etrafımdaki bütün öğrencilerin artık aşağı yukarı aynı düşüncede olduklarını da gözlerinden okuyabiliyordum. "Rica ederim, ben de size gösterdiğiniz ilgi ve alaka için teşekkür ederim. İnşallah bu yurtta çok daha güzel şeyler olacak" dedim. 
Timur'un "Hocam, defterimize bir şeyler yazar mısınız ?" sözleriyle konu değişti. "Memnuniyetle" dedim cebimden dolmakalemimi çıkarırken. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder