Çöpten Çıkan Defter
Artık bir üniversite öğrencisiyim
Adım
Süleyman Çakır. Artık bir üniversite öğrencisiyim. Üç yıl süren okul dersane
maratonu sona erdi. Nihayet Uludağ Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesini
kazandım. Önümüzdeki hafta da Bursa'da olacağım. Şimdi hazırlanmam lazım. Bu
yüzden kardeşlerimle birlikte sıkış tepiş kaldığım odama sanki son kezmiş gibi
bakıyorum.
Öncelikle
şu dağınıklığı halletmeli. Eski kitap ve
defterler, her taraf onlarla dolu. Bana hala üniversiteye hazırlandığım günleri
hatırlatıyor. Görmek bile istemiyorum. O yüzden hepsini toplayıp atmalıyım.
Ardından giyeceklerimi bavuluma doldurmalı. Nihayet kardeşlerim rahat
edecekler. En çok da annem sevinecek bu işe. Gideceğim için üzüldüğünü
biliyorum ama en azından bu odanın hafiflemiş hali onu da memnun edecektir
yani.
......
Eski bir defter
Çöpe atmak üzere kutuya doldurduklarıma son bir kez bakıyorum. Orta boy
eski bir ajanda gözüme takılıyor. Elime alıp bakıyorum gülümseyerek. Babamın
ilkokula başladığım yıl bana boş sayfalarına yazsın çizsin, okul defterlerimi
ziyan etmeyeyim diye getirdiği bir defter bu.
Öylesine sayfalarını
karıştırıyorum. Başlangıçta bir ilkokul öğrencisinin yazmaya çalıştığı eğri
büğrü harfler, şekiller ve karalamalar görüyorum. Yer yer de çocukça çizilmiş
resimler var. Bazı sayfalarını yırtmışım belli. Ama, bu defter birinin
günlüklerine benziyor. Bayağı da doldurmuş hani. Yazılmış el yazısını sökmeye
çalışıyorum. Fark ediyorum ki bir öğrenci yurdundan bahsediyor. Olay olmuş
galiba. Dikkatimi çekiyor, elimde defter divana oturuyorum. O sayfayı soluksuz
okuyorum. Sonra defterin bir başka sayfasını, sonra bir başkasını daha………
Babam defteri eline alıp şöyle bir
bakıyor. Önce hatırlamıyor. Üsteliyorum. "Baba sen bu defteri bana ilkokul
birinci sınıfta getirip vermiştin hatırlamıyor musun ? Onu nerden bulduydun
?"
Adam, gözlüğünü takıp bir kez daha dikkatle bakıyor eski, soluk, yer
yer lekeli eski ajandaya. Aniden hatırlıyor. "Haa, bu bizim benzin
istasyonunda çöpten çıktıydı." Babam yıllarca Aştide bir akaryakıt
istasyonunda çalışmış ve şimdi emekli olmuştu. O gün istasyonun çöplerini
atarken konteynırda ağzı açık bir çanta görmüş. İçinden bu defter sarkıyormuş.
Atıldığını düşünmüş ve alıp ilkokula yeni başlayan küçük Süleyman'a getirmiş.
Bu sefer merak sırası yaşlı adama geliyor. "Ne oldu ? Bir şey mi var
?" "Yok baba, bugün eski kitaplarımı toplarken buldum. O zaman hayli
yazıp çizmişim, hatta yırtmışım, ama içindeki şeyler bayağı güzelmiş."
Babam, annem ve kardeşlerim merakla yüzüme bakıyorlar.
Gülerek devam ediyorum.
"Defter bir yurt müdürüne aitmiş. Hem de nerenin biliyor musunuz ?"
Hepsi dikkat kesiliyor. "Adam Uludağ Öğrenci Yurdu Müdürüymüş."
Gülmeye devam ediyorum. Kısa bir sessizlik oluyor. Babam, anlamak için
tekrarlıyor. "Yani seni kayıt ettiğimiz yurt mu ? Başımla tasdik ediyorum.
"Evet baba. Benim yurt Müdürüymüş. Başından geçenleri yazmış bu
deftere."
……
Üç gündür defteri okumaya çalışıyorum.
El yazısı biraz zor okunuyor, ama
okudukça kopamıyorum. Vay be ! Adamın başından neler geçmiş. Birden üniversite
öğrenciliği ve yurt yaşamı beni korkutuyor.
Bir taraftan da merak içindeyim.
Şimdi nasıl oldu acaba ? Yazılanlara göre artık düzelmiş olmalı. Şimdi ister
istemez her gördüğüm şeyi ben o günlerdeki haliyle yaşayacağım. Sanki 1991
yılının Eylül ayı sonunda yurda kayıt olan Uludağ Üniversitesi İdari Bilimler
Fakültesi öğrencisi Süleyman Çakır gibi.
Okula
başlayalı bir ay oldu.
Başlangıçta biraz korktum ama, yavaş yavaş buradaki
hareketli yaşama alışıyorum. Bir çok yeni arkadaşım oldu. Üniversite şehrin
yirmi kilometre dışında. Büyük ve yeni inşa olmakta olan bir kampüs . Yurt da
bu kampüsün içinde. Oldukça büyük ve kalabalık.
Söylendiğine göre Türkiye'nin
en büyük yurduymuş. 2000'i kız 3000'i erkek toplam
5000 kişilik. Görükle köyüne yakın olduğu için daha çok bu isimle anılıyor.
Günler ne çabuk geçti.
İlk günüm bayağı zor geçmişti. Kayıt için daha önce babamla Üniversiteye
gelmiştik ama o gün yurdu ancak uzaktan görmüştük. Bu defa yakından bakınca,
hele de içeri girince doğrusu bayağı ürkmüştüm. O günü anlatmalıyım.
"Bursa şehir merkezinden Görükle dolmuşları ile kampüse geldim.
Minibüs, fakültenin yakınında toprak bir yolda bıraktı beni. Sanki yurdun
yakınına sokulmak istemiyormuş gibi de hızla uzaklaştı.
Etrafıma baktım.
Yakında duvarı bir sürü afiş ve sloganla yaz boz tahtası haline gelmiş bir
trafo binası. Biraz ilerde İdari Bilimler fakültesi binaları. Onların duvarları
da öyle. Kayıt olurken bazı öğrenci gruplarının hareketleri gözüme çarpmıştı.
Etrafta da bazı afişler görmüştüm. Ama okula başlamanın heyecanıyla olmalı
bende daha fazla etki yapmamıştı.
Birden, kendimi yalnız, ürkek ve garip
hissettim. Elimde bavulum, ıvır zıvır bir sürü poşet ve annemin doldurduğu
yolluk (!) çantasıyla yurda doğru 100-150 metre yürüdüm. Yolda okula giden
gelen kızlı erkekli gruplar vardı. Sanki onlar da benim gibi ürkek ve
tedirgindiler. Ya da bana öyle geldi.
Uludağ öğrenci yurdu
Yurt adeta üniversite kampüsü içinde ayrı bir kampüs gibiydi. Etrafı duvarla çevrili geniş bir alanda 10-12 kadar bina ve daha bir sürü şey.
Yurt adeta üniversite kampüsü içinde ayrı bir kampüs gibiydi. Etrafı duvarla çevrili geniş bir alanda 10-12 kadar bina ve daha bir sürü şey.
Karınca
gibi öğrenci kaynıyor. Kapıya yaklaştıkça ortam daha da ürkütücü hale geldi.
Giren çıkan öğrenciler, üniformalı görevliler. Etrafta yine afiş ve yazılar.
Yorulmuştum. Yan taraftaki listelere yöneldim. Kayıt için listede adımı aradım
öylesine. Biliyordum ama bulunca daha bir rahatladım sanki.
Bir taraftan da
kaçamak bakışlarla etrafıma bakmayı sürdürüyordum. Yeniden çantalarımı
yüklendim ve girişte biriken öğrencilere doğru yürüdüm.
Kapı camlarında öğrencilerin kimlik göstermeleri gerektiği yazılı. Ama
sanki kimse kimlik göstermiyor gibi. Allah Allah acayip şey !.
Bu arada birden
etrafta bir hareketlenme oldu. Bir grup genç üniformalı görevliyi itip yurda
girdi. Müdahale etmek isteyen diğer görevlileri de aralarına alıp
tartakladılar. Düdükler çaldı, koşuşturmalar oldu. Nereden geldiyse, içerden
koşup gelen diğerleriyle birdenbire kalabalıklaşan grup bağırmaya ve slogan
atmaya başladı.
Ben öyle olanları seyrediyorum, dalmışım. Neden sonra
"Kayda mı geldin ?" diyen bir sesle uyandım. "Ne ? Ben mi?"
Toparlandım. "Evet. Asil listede ismim var" Görevlinin yüzüne baktım,
bembeyazdı. Korku ve endişe dolu bakışlarla hem benimle ilgileniyor, sık sık da
slogan atan gruba doğru bakıyordu. Yüz kaslarında seyirmeler fark ettim. Bana
mı öyle geldi acaba ? Gösterilen kayıt yerine doğru giderken öğrenciler
dağılmış, görevliler hiçbir şey olmamış gibi işlerinin başına dönmüştü bile.
Kayıt işleminden sonra kalacağım 2 numaralı bloğa doğru giderken kantinin
yanından geçtik Gerçekten ürkütücü bir görünümü vardı. Yurt kampüsünün orta
yerinde geniş İki katlı bir binaydı. İçi kadar dışı da kalabalıktı. Duvarlarda
yine defalarca yazılmış silinmiş, yeniden yazılmış, üstünden geçilmiş yazılar
vardı. Dış camların bir çoğunun kırık olduğunu gördüm. Kırılmamış olanlarda da
malum afişler.
Yemekhane ve kantin burası olmalıydı. Büyüklüğü ve içerdeki
kalabalık beni şaşırttı. Dahası, öğrenciler birer sandalye almış gruplar
halinde kantin dışına da taşmışlardı. Bu arada ayakta gruplaşmış parkalı bazı
gençler gördüm. İçlerinde biraz önce yurda girenler de vardı. Belli ki olayla
ilgili konuşuyorlardı.
Odama çıktığımda kafam "Allahım ben nereye geldim. Nasıl bir yer
burası ?" sorusuyla uğraşıyordu.
Blokta da bazı kayıt işlemleri olmuştu.
Can sıkıcı bürokratik şeylerdi işte. Şunu doldur, bunu imzala, git çarşaf,
nevresim al, battaniye için de şuraya gideceksin, memuru bekle, şunu yap, bunu
yapma vb. bir sürü şey.
Ama bu arada memurların hiç birinin mutlu bir hali
olmadığı dikkatimi çekti. Hepsi canından bezmiş, korkmuş ve tedirgin
görünüyorlardı. Gözleri sürekli kapıda, giren çıkanlardaydı.
Ne biçim şey
burada da camlarda kimlik gösterilmesi zorunludur deniliyordu ama buna uyan
muyan yoktu. Etrafta da yine alışıldık görüntüler. Yazılar, kırık camlar,
afişler ve aceleyle girip çıkan gruplar.
Sonunda işlemler bitti. Odam 3 katta
uzun bir koridorun sonunda bir tuvaletin karşısındaydı. 8 kişilikti. İçerde
ikişer kişilik karşılıklı demir ranzalar, girişte de demir elbise dolapları
vardı. Odaya ağır bir koku sinmişti. Elimde yastık nevresim etrafa bakınırken
"Hoş geldin arkadaşım. Ben Mehmet" sesiyle irkildim. Orta boylu,
güleç yüzlü bir genç bana elini uzatıyordu. Birden rahatladığımı
hissettim."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder