Sevgili torunlarım,
Elbette her yüzyıl bir öncekinden daha farklı ve gelişmiştir. Bu yüzden her nesil bir öncekini artık eskilerde kalmış bulmuyor mu? Ancak benim doğduğum 20.nci yüzyıl gerçekten dünyada dev adımların atıldığı, çok sayıda değişim ve dönüşümün sığdığı bir zaman oldu. Dünya adeta füze hızıyla farklı bir hale dönüştü. Sizler 21.nci yüzyıl çocuklarısınız. Bizim nesil anlatırken bile yaşadıklarını tasvirde zorlanıyor. Kim bilir sizler neler yaşayacak, torunlarınıza nasıl anlatacaksınız.
1900’lerin başlarına kadar herkes ata biniyormuş. Tekerlek icad edilmiş ama bize kadar sadece at arabaları, el arabaları ya da kağnı arabalarında kullanılıyormuş. Ortalıkta ne bir motorlu araç ne de uçak varmış. Ben yüzyılın ortalarında doğduğumda uçak da araba da vardı ama ülkemizde yaygınlaşması biraz zaman aldı. Çocukluğumda TV yoktu, telefon ise ancak sınırlı sayıda evlerde bulunuyordu. Bilgisayar ve cep telefonları ise daha icat edilmemişti.
Genç bir adamken, oda büyüklüğünde bilgisayarlarla tanıştım. İşimde kullanımını teşvik edip destekledim. Gelecekte bu aletlerin küçüleceğine ve hayatımıza fazlasıyla gireceğine inanıyordum. Çok iyi anlaşıldığım söylenemez. Aradan 20-25 yıl gibi kısa sayılabilecek bir süre içinde söylediklerim gerçekleşti. Teknoloji öyle bir hızla ilerlediki kullanımını bırakın, takip edilmesi bile zorlaştı. Bu yüzden artık "Bana bu kadarı kafi" noktasındayım. Sizlerse belki süregiden yenilikler için bizim kadar heyecanlanmayacaksınız bile. Sizin için onlar çok normal şeyler olacak. Kendi hesabıma bilgisayar kullanmaya başladığımdan bu yana farklı bir çağa girildiğini anlamıştım. O güne kadar kalem, kağıt ve hesap makinesi elimden düşmüyordu. Bugün nadiren kaleme ihtiyacım oluyor. Ajandalarım, not defterlerim mazide kaldı. Kağıtlar, müsveddeler, daktilolar, hatta bir dönemin müthiş icadı fotokopilerin bile pabucu dama atıldı. Hesaplarımı, tablolarımı, grafiklerimi uzun zamandır excelde yapıyorum. Bilgisayarım ve cep telefonum bütün o işlerim için artık yeterli. Yazdıklarım bile kağıtta, dosyalarda değil, cigabaytlık hafızalarda kayıtlı. Paylaştıklarıma internet üzerinden rahatlıkla ulaşılıp okunabiliyor.
Gelişme sadece hayatı kolaylaştıran teknolojilerde mi oldu sanıyorsunuz? Benim doğduğum yüzyılda iki dünya savaşı, sayısız bölgesel çatışma da yaşandı. Bugün bile çatışmalar hemen hemen dünyanın her köşesinde var. Elbette bunlar insanlık için güzel değişimlere sebep olmadı. Teknoloji aynı zamanda ölümcül silahların gelişmesine de yaradı. Onca ülke, şehir ve çevre tahrip oldu. Milyonlarca insan yok edildi. Bu arada terör ve sahtekarlığın da envai türü çoğalıp yaygınlaştı.
Ama, vahşet, şiddet ve dehşetle bir yere varılamayacağını dünya hala anlayabilmiş değil. Çünkü hak ve hakikat asla güç kullanımında değildir. Hiç bir savaşın galibi olmadığı gibi, savaşların dünyadaki haklı haksız, güçlü güçsüz dengesini daha da bozduğu ortada. Umarım sizin yaşadığınız bu yüzyıl gücün değil, hakkın ve haklının üstün tutulduğu bir zaman olur.
Coğrafyada, yollarda olduğu gibi zamanda da bazı işaret taşları oluyor. Bazıları çağ açıp çağ kapatıyor, bazıları tarihin önemli dönüm noktalarını temsil ediyor. Meydana gelen bir olay ya da gelişme geçmişi bitiriyor, içinde bulunan halin simgesi olarak hatırlanıyor. Ayrıca geleceğin belirleyicilerinden de biri oluyor
zaman çizgisi üzerinde. Meselâ bizim için kurtuluş savaşını başlatan 19 Mayıs ile 29 Ekim Cumhuriyetin kuruluşu böyle olaylar. Bu anlamda 2023 yılının Cumhuriyetin 100.ncü yılı olmasındaki önem ve değer çok daha bariz anlaşılabilir.
İnsan hayatı içinde de böyle kilometre taşları var. Hayatın içinde gerçekleşen her bir doğum ve ölüm başlı başına bu tip olaylar zaten. Kendisi ve sevenleri için zamanı adeta ondan önce ve ondan sonra diye ikiye ayırıyorlar. Rahmetli annem içme suyunun evlere gelmesini; "duvardan su aktığı zaman" diye anlatırdı. Özellikle genç kız ve kadınların her gün yaklaşık 2-3 kilometrelik bir mesafeden omuzunda güğüm, desti ve bakraçlarla su getirme zorluğunu düşünecek olursanız çeşmelerin evlere gelmesinin onlar için ne kadar büyük bir olay olduğunu anlayabilirsiniz.
Yakın zamanda yaşadığımız pandemi de böyle bir kırılma dönemiydi. Hayatımızdaki etkisi o kadar derin ve geniş oldu ki, konuşurken gayrı ihtiyari "pandemiden önce-sonra" diye zamanı ikiye ayırır olduk. Bu süreç zarfında hemen her gün yazdım. 04 Temmuz 2022 de 2,5 yıl süren CORONA GÜNLERİ yazı dizimi "Pandemi değerlendirmesi" başlıklı yazımla sonlandırmıştım. Nihayet 800 küsur sayfalık yazdıklarımı 4 kitapta topladım ve damatlarım ile gelinlerime ithaf ettim. Şu anda ciltçiye verdim hazırlanıyor. Umarım bir gün anne babalarınızdan sizler de alıp okursunuz.
04 Temmuz itibariyle dünyada
Corona pandemisi başlayalı 917 gün, ülkemizde de 838 gün geçmişti. Dünya 2019'un Aralık
ayından başlayarak son 2,5 yılı
onunla geçirmiş, neredeyse 28 aydan fazla bir zaman biz de bu salgınla yaşamıştık. Resmi otoriteler ilan etmeseler de hamdolsun bu
hastalığın artık geride kaldığını düşünüyorum. Vaka sayılarında
zaman zaman yeniden kıpırdanışlar olsa da hem dünyada hem ülkemizde
günlük ölüm
sayıları minimum seviyelerde. Fakat, şunu
anladık ki; bu pandemi bitse de dünyanın
farklı virüs ve salgınlarla imtihanı
hiç bitmeyecek.
Sevgili torunlarım,
Ülkemiz
için
2022'ye girerken 2021 yılının günlük ortalaması 165 iken, 2,5 yılın
sonunda yıllık 109, aylık 3 vefat ortalamasına
inmek azımsanacak bir sonuç değil. Kaybettiğimiz
her hastaya Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum. Salgında
yaşadığımız çizgiyi hatırlayacak olursak; Ülkemizde
covid sebebiyle o güne kadar 15 milyondan fazla (15.180.444) insan bu
hastalığa yakalandı. Yine 3 Temmuz itibariyle ölenlerin
sayısı ise ne yazık 100 bine (99.057) yaklaşmıştı. Ölüm
oranı her ne kadar %1'in altında (0,0652) ise de maalesef her bin
kişiden 6 ila 7'si kurtulamadı
bu hastalıktan.
Ölümlerin
toplam vakalara olan oranına baktığımızda bunun 2020 yılı
Aralık ayı sonunda %1,63
yani bin kişide 16'nın biraz üstünde
idi. 2021 yılı sonunda bu oran %0,96'ya yani bin kişide
9,6'ya düşmüştü. 2022 Haziran sonu itibariyle 2,5 yıllık
salgın sürecinin sonucu ise toplam ölüm/toplam
vaka oranı %0,65 olarak gerçekleşmiş bulunuyor. Yani bu pandemide bu mel'un hastalığa yakalanan bin kişiden 6,5'nu maalesef kaybetmiş
olduk.
İyileşmelerin
toplam vakalara olan oranına baktığımızda ise; bunun 2020 yılı
Aralık ayı sonunda
%78,05, 2021 yılı sonunda %93,1, 2022 Haziran sonu itibariyle da %98,63 olarak gerçekleştiğini görüyoruz. Demek oluyor ki 2,5 yıllık
pandemide her yüz kişiden 99'a yakını bu hastalıktan
kurtulmuş oldu.
Bu sonuçta
elbette sağlık sistemimizin ve aşı kampanyalarının
büyük
rolü var. 03 Temmuz 2022, pazar 19:00 itibariyle en az iki
doz aşı olmuş 18 yaş ve üstü nüfusta 1.doz aşı yapılma oranı %
93'ü aşmıştı. 2.doz aşı yapılma oranı
ise % 85,5'un % 85,53'in üstündeydi. 3.doz uygulaması bile %45'e yakın
görünüyordu.
Toplam uygulanan doz miktarı ise 147.839.557 olmuştu. Bu yüzden
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Türkiye'nin
14-20 Haziran'da Çin ve Almanya'yı geride bırakarak,
Kovid-19 aşılama hızıyla dünyanın en yüksek performansını gösteren ülkesi
olduğunu açıkladı.
2,5 yıllık salgın süreci sonunda vaka sayısı açısından
dünyanın
ilk beş ülkesi; ABD, Hindistan, Brezilya, Fransa ve Almanya
olarak sıralanmıştı. Türkiye bunların ardından gelen ikinci beşli
grup (Birleşik Krallık, Rusya, Güney
Kore, İtalya ve Türkiye) arasındaydı.
Onların da ardından; İspanya, Vietnam, Arjantin,
Okyanusya, Japonya, Hollanda, Avustralya ve İran geliyordu. Ki bu 18 ülke
dünya
vaka sayısının %71,25'ini yani dörtte üçünü oluşturuyor.
Can kaybı açısından
ilk beş ülke ise; ABD, Brezilya, Hindistan, Rusya ve Birleşik
Krallık oldu. İlk beşi takip eden ikinci beşli
grup da: İtalya, Fransa, İran, Almanya ve Arjantin olarak görünüyordu.
İkinci
ondaki ülkeler bu kez; İspanya, Türkiye,
Vietnam, Japonya, Güney Kore, Hollanda, Okyanusya ve Avustralya olmuştu.
Bu ilk 18 ülke dünyada salgın nedeniyle ölenlerin
%61,02'sini oluşturdu. Yani dünyadaki salgın
nedeniyle her yüz kişiden 61'i bu ülkelerde ölmüştü.
Vaka ve vefat sayıları ülke
nüfuslarının
farklı olması sebebiyle çok doğru bir ölçüt
olmayabilir. Zira ölüm oranı diye nitelendirilebilecek can kaybı/vaka
kriterine baktığımızda çok daha farklı bir sıralama ortaya çıkıyor:
Brezilya, Rusya, İran, Arjantin, Hindistan, ABD, İtalya,
İspanya,
Birleşik Krallık, Türkiye, Almanya, Fransa, Vietnam,
Japonya, Hollanda, Okyanusya, Güney Kore ve Avustralya gibi. Ama bu listede de Türkiye
10.ncu sırada.
Özetle;
Türkiye
vaka sıralamasında ve ölüm
oranında 10.ncu, can kayıplarında 12.nci ve iyileşmelerde
de 1.nci sırada yer aldı. Almanya için
bu sıralama 5-11-9 ve 12.nci şeklinde. Yakın
nüfusa
sahip doğu komşumuz İran ise vaka sıralamasında
18.nci, ölüm oranında 3.ncü, can kayıplarında
8.nci ve iyileşmelerde de 7.nci sırada bulunuyordu.
Salgın elbette sadece virüs
açısından
hayatımızı etkilemedi, psikolojimizi, ekonomimizi, siyasetimizi
ve sosyal hayatımızı da etkiledi. Çünkü Dünyayı etkisi altına
alan Kovid-19 salgını insanlarda stres ve kaygıya
da neden oldu. Ayrıca koronavirüs salgını modern dünyada daha önce
eşi
benzeri görülmemiş şiddette ve büyüklükte bir krize daha yol açtı.
Bu krizde ekonominin hem arz hem de talep cephesi farklı
boyutlarda çok ciddi darbelere maruz kaldı.
Ayrıca finansal piyasalar da ciddi bir çöküş
yaşadı. Koronavirüs salgını, ülkelerin sağlık
sistemlerini zorlarken ekonomilerine de büyük
zararlar verdi. Sadece bizim değil dünya ekonomisi üzerindeki bu ağır
tahribat da henüz onarılmış değil. Muhtemelen daha birkaç
sene sürecek.
Koronavirüs
kriziyle mücadele kapsamında hükümetler devasa mali destek paketleri
açıklarken
merkez bankaları da bol sıfırlı yeni likidite imkânları
sunarak ekonomiyi ayakta tutmaya çalıştı. Ülkeler bir taraftan karantina önlemleriyle
halkın sağlığını korumaya uğraşırken diğer
taraftan ekonomik aktivitenin mümkün olduğunca devam etmesi için yoğun bir mücadele verdiler. Öyle ki küresel ölçekte açıklanan ekonomik paketlerin toplam değeri
8 trilyon dolara yaklaştı. Sadece Türkiye’de bile açıklanan kurtarma paketlerinin büyüklüğü
240 milyar TL’ye ulaştı. Bu da bütçenin yüzde 21,9’una
karşılık geliyordu.
Şu
anda dünyada bu salgınla ilgili olarak “virüsün
yayılmasını geciktirme ve zamana yayma”
stratejisi uygulanıyor. Bu kapsamda; sağlık sistemlerinin salgın
nedeniyle çökmesinin önüne geçmek ve gereken tıbbi
adımları atma kapasitesini korumak, bu arada virüsün
aşısı
(ve antiviral ilaçları) bulunana veya virüs yeterince mutasyon geçirerek
görece
zararsız hale gelene kadar zaman kazanılmaya
çalışılıyor.
Şu
halde, hastalık düşük bir yayılma hızıyla bir-iki yıllık
süreçte
muhtemelen nüfusun ciddi bir kısmına bulaşmış
olacak. Ki bu da ciddi düzeyde bir “kitlesel bağışıklık”
anlamına geliyor. Öte yandan bu süreçte
tam bir kitlesel bağışıklığın kazanılamaması
veya koronavirüse yönelik aşının (ve güçlü
antiviral ilaçların) bulunamaması durumunda ise salgının üçüncü yıl
ve sonrasında da hayatlarımız üzerinde –ilk biriki yılki
kadar olmasa da–önemli ölçüde etkili olacağı bekleniyor.
En iyimser senaryoda bile küresel
ekonominin kısa vadede “V” şeklinde
bir toparlanma yaşaması çok mümkün gözükmüyor. Kendine gelme için en az 1,5-2 yıl
gerekebilir. Salgının büyük ölçüde ortadan kalkması şartıyla 2023 yılı çok
büyük
oranda bir toparlanma ve telafi yılı olacak. Fakat ne toparlanma/telafi
eksiksiz bir şekilde gerçekleşecek ne de ekonomi “eski
haline” dönecek. Bu durumun arka planında
ise temel olarak bir taraftan şirketlerin/yatırımcıların risk algılarında
ve stratejik anlayışlarında yaşanacak dönüşüm, diğer taraftan da tüketicilerin
satın alma davranışlarında görülecek değişim
bulunuyor.
Neticede dünya
ekonomisi yatırımcı ve tüketici davranışında/psikolojisinde yaşanacak
dönüşüm
karşısında kendisini belirli ölçüde “yeniden üretmek”
zorunda kalacak. Bu dönüşümün büyük kısmı orta vadede tamamlanmış olacak ancak “yeni
normale” tam geçiş için muhtemelen birkaç yıl
daha beklemek gerekebilecek.
Bu arada devletlerin kısa
ve orta vadeye yönelik en önemli amaçları;
sağlık sisteminin direncini korumak, şirketleri
ayakta tutmak ve işsizliği önlemek olacak. Uzun vadede ise bu yaşananların
küresel
sistemdeki muhtemel etkilerini iyi analiz edip akıllı ve kapsamlı
politikaları hayata geçirmek, ülkelerin
politika ajandasının bir numaralı gündem maddesi durumunda. Bunları
başarabilen ülkelerin ilerleyen yıllarda
küresel
ekonomideki ağırlıklarını kayda değer oranda artırmaları
beklenebilir.
Bu bağlamda koronavirüs
krizi Türkiye ekonomisi açısından bazı
tehditlere gebe olabilir; ancak akıllı stratejilerin uygulanması,
seçici ve koordineli politik adımların
atılması ve bu krizin ortaya çıkarabileceği
fırsatların
değerlendirilmesi durumunda, Türkiye
ekonomisinin orta gelir tuzağından kurtulup küresel ekonomideki ağırlığını
arttırması mümkün.
Zira küresel tedarik zincirlerinde yaşanan
kırılmalar,
gelişmiş ülkelerin başta Çin olmak üzere
Doğu Asya’daki üretim üslerini yakın coğrafyalara ve kendi ülkelerine
taşımalarına yol açabilir. Türkiye
de sahip olduğu coğrafi avantaj nedeniyle üretim üslerinde yaşanması
muhtemel bu dönüşümden orta vadede önemli ölçüde faydalanabilir ve küresel
tedarik zincirlerine daha iyi bağlanabilir.
Keza salgın
sırasında
hem sağlanan hizmetin hem de üretilen tıbbi
ekipmanların/cihazların yeterliliği
ve kalitesi boyutlarında iyi bir performans gösteren ve dünyaya
örnek
olan Türk sağlık sektörü, “sağlık turizmi” ve “sağlık ihracatı”
boyutlarında ilerleyen yıllarda önemli
bir atılım gerçekleştirebilir. Genel olarak ise genç
ve dinamik bir nüfusa ve canlı bir reel ekonomiye sahip olan Türkiye’nin
koronavirüs krizinin yaralarını da görece hızlı bir şekilde sarma potansiyeli var.
Covid-19, SARS2 pandemisi gibi hakikaten
eski şiddetini kaybetti, ölümler eskisi gibi fazla değil.
Hasta olanların sayılarında verilen rakamlara göre oldukça
düşüş
var. Toplumların büyük kısmının aşılanması, hastalık yapan virüsün
varyantları nedeniyle hastalığın bulaşma hızında yükselme olmakla birlikte, daha katlanılabilir
semptomlarına bakarak insanoğlunu aldatsa bile pandemi özelliklerini
henüz kaybetmedi. Ancak şunu biliyoruz ki önümüzdeki dönemde
dünyanın
hiçbir yerinde artık ilk baştaki kısıtlama ve kapanmalar olmayacak.
Zira, pek çok uzman, pandeminin giderek endemik
hale geleceğini belirtiyor. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından
yapılan açıklamada, Covid-19 virüsünün HIV, sıtma,
tüberküloz
gibi endemik olabileceği ancak virüsün ne kadar süre
daha dolaşımda kalacağını tahmin etmenin hala zor olduğu
ifade ediliyor.
Gördüğünüz gibi pandemi dünyayı ve tabi ki de bizi
fena salladı. Hafızalarımızda derin izler bıraktı ve sonuçları hala hayatımızı
etkilemeye devam ediyor. Sizler çoğunlukla
bu sürecin çocukları oldunuz. Nazlı bile ilk gençliğini, Yağız da ergenliğe geçişini bu süreçte yaşadı. Ece ve Tuna belki ilerde maskeli günleri hatırlayacaklardır.
Ancak Selim ve İnci’nin olup bitenleri
hatırlamaları mümkün değil. Dilerim ve dua ederim ki böyle musibetler bir
daha hiç mi hiç hayatınızı gölgelemesin.
Dedeniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder