14 Eylül 2022 Çarşamba 23:00
Dün doğduğum
köye gittik. Zamanında iki mahalle, canlı bir köyken neredeyse 8-10 evde insan
kalmış. Gençler zaten yok gibi. Kalan yaşlılar da kışı ilçede geçirmenin
gayretinde. İki caminin biri kapanmış. Diğerinin sadece üç beş cemaati var. Köy
kahvesini de kapalı gördüm. Mezar ziyareti yaptık ayrıca bulabildiğimiz üç
akraba evine girdik.
Evlerdeki
konuşmalar daha ziyade yaşlılık, hastalık, çocuklar ve torunlar üzerine.
Yaşlılık nedeniyle artık hayvan bakamıyorlar. Tavuk bile görmedim etrafta. Köy
yerinde şaşırtıcı bir durum bu ama gerçek. Tarlalarını ekip biçmeyi çoktan
bırakmışlar. Yapabilenler icara vermiş. Bazıları da satıp ilçede doğalgazlı
daire almış. Baharda gelip bahçe yapanlar gerek gelen su parasının
fazlalığından, gerek artık güçleri yetmediğini anlatarak "yapamayacağız
galiba" dediler.
Zamanında
köyün ileri gelenlerinden Çakırağa'nın yaptığı ev yalnızlığa ve geçen yıllara
dayanamamış. Neredeyse tamamen çökmüş. Daha 8 yıl önce çekilmiş bir fotoğrafını
görmüştüm, sanki zamana direnir gibiydi. Artık takati kalmamış, bir asırdan
fazla süren hayatı sona ermek üzere. Eski ustaların kiminkisi daha güzel
olacak, kim daha önce bitirecek rekabetine sahne olan Muratağa'ya ait diğer ev
zaten çoktan yitip gitmiş.
Köyün güney doğusunda ve batısında iki çeşme bulunuyor. Oluklarından az da olsa hala soğuk su akıyor. Artık suyu yukarıya depoya basıyorlarmış. Akmasına izin verilen su fazlalık.
Adı muselim çeşmesi. Asırlık bir çınar ağacı ile karşı karşıya. Zamanında köyün gençlerinin birbirini görme mekânıymış. Akşamüstü çeşmeden su taşıyan kızlar ve onlara bakan oğlanlar burada sosyalleşirlermiş. Bir tür o günün face'i canlı olarak yaşanırmış. Orada bir iki saat geçirdik.
Yaşlanan çeşmeye baktık, suyundan içtik. Artık çok eski zamanlarda kalmış o
renkli yaşanmışlıklar gözümüzün önüne geldi.
Eskiden köyün her iki çeşmesinden gürül gürül akan suların hayat verdiği vadilerde köylünün küçük küçük bahçeleri varmış. Çok canlı bir yoğunluk olurmuş buralarda. Bazıları hala devam ediyormuş ama çoğu artık viran durumdaymış.
Köyümüzü, köklerimizin olduğu yerleri bir kere daha görmekten mutlu olduk ama gittikçe yalnızlaşan hali de doğrusu gönlümüze dokundu.
Ne ki her şey değişiyor. İnsanlar yaşlanıp ölüyor. O insanların elinden çıkmış, onlarla hayat bulmuş pek çok eser de öyle. Geçmişe anlam, renk ve lezzet katan kültürel öğeler de ya değişiyor, ya da kaybolup gidiyor.
Bu anlattıklarım “küçük şeyler” olarak görülebilir. Ancak o ufak tefek ayrıntılar aslında bizim için hayati önemde “büyük” bir resmin parçaları. Bugünü yaşarken, geleceğe bakarken geçmişi yavaş yavaş unutuyoruz.
Hatırlanmalı, anlatılmalı ki hiç değilse o değerleri gençler de bilsinler.
Her koyun kendi bacağından asılır
04 Ekim 2022 Salı 13:30
Hayatın sürekliliği içinde deryalara doğru biteviye akan küçük dereler gibiyiz. Hepimiz önümüze çıkan devasa su değirmenlerini çalıştırıyor, ağır taşları döndürüyoruz. Neticede oluklardan akan un değil sanki yapıp ettiklerimiz. Artık ne akan su aynı, ne de değirmene giren tahıl. Zaman değirmeni her şeyi öğütüp başkalaştırıyor. Hatta o değirmenler bile geçmişte kaldı, yerine başka başka setler, çarklar ve sürekli değişen dönüşen bir dünya kaldı. İçine aldığı insanı, yaşam tarzlarını, alışılagelmiş gelenek ve görenekleri bıkmadan usanmadan farklılaştırmaya devam ediyor.
İnsanoğlunun dünyaya ve hayata bakışı kendi yaradılışıyla sınırlı. Gördüklerimiz, bildiklerimiz, düşünebildiklerimiz ve yapabildiklerimiz ancak geçmişimizle ufkumuz arasına sığacak kadar. Bu yüzden tarihin herhangi bir kesitinde herhangi bir insanın dünyası ile bir başka zaman ve mekânın insanı kesinlikle aynı değil. Zaten gerçek anlamda aynel yakîn karşılaştırılması da mümkün olamıyor. Sonunda her insan kendi hayatının iyi kötü bütün farklılıklarıyla göçüp gidiyor bu dünyadan. Ne geçmişi geri getirmek, ne de erişemediği, göremediği, yaşayamadığı hayatları bilme şansı yok.
Öyle olunca da her zamanın, her mekânın, her insanın ve her topluluğun yaşadıkları sadece kendine özgü. Mesela biz çocukluğumuzu, gençliğimizi, kendi zamanlarımızı özlüyoruz. Hiç kuşkunuz olmasın ki çocuklarımız ve torunlarımız da kendilerinkini hatırlayıp anacak. Sonraki nesiller de öyle. Onların yaşadıkları da öncekilerin hiçbirine benzemeyecek. İnsanla ilgili her şey de nesiller boyu değişmeye başka başka hallere dönüşmeye devam edecek. Dünya suyunun akışı, zaman değirmeninin kaçınılmaz döngüsü böyle.
50-60 yıllık sağlıklı bir ömür içinde bile nice farklı şeyler, nice renkler ve dokular gördük. Çocukluğumuzdaki bayramlar yok, onun yerini tatiller aldı. Komşuluklar kayboluyor. Günümüzde apartmanlara istif edilmiş birbirine müdanesi olmayan onca kalabalık sadece "günaydın-iyi akşamlar" arasına sıkışmış bir ilişki yaşıyorlar. Çekirdek aile çınar ağacı gibi büyük aileleri bitirdi. Hatta boşanmaların artmasıyla kendi varlığı bile tehlikeye girdi. Böyle bir ortamda doğal olarak akrabalık ilişkileri de gittikçe silikleşmekte. Orta yaşlılar henüz "memlekete gitmeyi" unutmadı ama gençlerde sıla-i rahim nedir bilen var mı acaba?
Mertlik, cömertlik kalmadı gibi. Yerine "bireysellik", "bencillik" ve "menfaatperestlik" gittikçe yaygınlaşıyor. Arkadaşlık, dostluk pek nadir görülüyor. İlişkiler iş gereği, gelir geçer, renksiz ve lezzetsiz birlikteliklere dönüştü. Vefa artık gerçekten insanlarda sadece bir semt adını çağrıştırıyor. Sevgiden çok aşkı konuşuyoruz. Aşk olmadan da sevgiye ulaşabilmiş onca insana rağmen, aşktan kolayca nefrete kayabilen insanlar çağındayız. Bedensel duygular sevgiye eremiyor, aşkın "sevda" olduğu haller ne yazık ki şiirlerde, şarkılarda, türkülerde kaldı.
Memleketimde geçirdiğim kısa bir süre nispeten küçük yerlerde bile değişimin çarpıcı sonuçlarını görmemi sağladı. Terzi, ayakkabı tamircisi, bakkal gibi küçük esnaf çok çok azalmış. Berberler kuaförlere dönüşmüş. Eskiden neredeyse her köşede bulunan ayakkabı boyacıları yok olmuş. Ayakta kalabilen esnaf kendisiyle birlikte kepenk kapatacağını, yerine yetiştirecek çırak kalfa bulamadıklarını söylediler. Sadece o değil, bahçe, temizlik, taşıma ve onarım bakım gibi vasıfsız işlerde çalıştıracak adam bulmakta zorluk çektim.
Tesisatçı, elektrikçi, boyacı gibi bazı esnaf iş görürken verdiği sözü tutmuyor. İşçi yevmiyesi 300 lirayı geçmiş, usta bulmak 500 liraya bile zor. Pek çok konuda karşıma Suriyeliler çıktı. Haklarındaki onca tepkiye rağmen günümüzün bir sorununa çare olduklarının farkındalar. Elbette ilk fırsatta ülkelerine dönmek istediklerini söylüyorlar. Ama henüz dönebilecek durumda değiller. Onları ve şu anda üstlendikleri misyonu daha iyi anladım.
Eski geleneklerin giderek kaybolması, kültürel ögelerin farklılaşması sadece bizim sorunumuz değil. Dünya küreselleşme etkisine girdiğinden beri bireysel, toplumsal her varlık dış dalgalara açık hale geldi. Genellikle de başarılı oldu. Buna karşı çıkan yerelleşme hareketleri de mevzi kaldı. Dinî reaksiyonlar arttı. Bütün bunlar yer yer ideolojik sivrilik nedeni bile oldular.
Kendi değerlerimi ve çevremi saran kültürün ipi kopan tespih daneleri gibi dağıldığını görüyorum. Görüyorum, anlıyorum ama mani olmak elimde değil. Akan suyun içinde biteviye sürükleniyoruz. Bu arada kendimiz de çevremiz de sürekli değişiyor. Bana göre kazandıklarımız kaybettiklerimizi karşılamadı. Ancak teknolojinin imkânlarıyla büyüyen gençler geçmişi bilmedikleri için böyle düşünmüyor olabilirler. Benim de onların nasıl bir akıbete doğru gittiklerini kestirebilmem imkânsız. Her neslin dünyası ve hayatı kendine göre.
Bir mesel olarak "Her koyun kendi bacağından asılır" sözü bu durumu gayet iyi anlatıyor sanırım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder