12 Ağustos 2022 Cuma

12 Ağustos 2022 Cuma 23:00 YAŞADIKÇA...........................................Doğum günü üzerine

Doğum günü üzerine 

Hayatın iki yüzü değil binbir yüzü var aslında. Bakana göre, içinde bulunulan hale göre, zamana ve mekana göre farklı açıklanır hayat. Bir uzak doğu hikayesinde geçen "fil ve 12 kör adama" benzer bu durum. Çocuğa göre başkadır, gence göre daha başka, yaşlıya göre ise bambaşkadır. 


Genç bir insana yaşlılığı anlatamazsınız, bilemez anlayamaz. Yaşlı olansa artık çocukluğun, gençliğin nasıl bir şey olduğunu çoktan gerilerde bırakmıştır. Neticeyi kelam insan ömrünün her döneminde farklı yaşar hayatı.

 

Çok gariptir ki bazı gerçekler hatırlatmasa insan ömrünün neresinde olduğunu bile unutur çoğu zaman. Hali yaşamak o kadar baskındır ki fotoğrafın tümünü göremez. Çocuksa çocukluğunu, gençse delikanlılığını, olgunsa çağını yaşar önünü ardını düşünmeden. Onun için meselâ yaşamın içindeyken yazamaz insan olup biteni. Anı birebir yazan hiçbir yazar görülmemiştir bugüne kadar. Yazılmış olsa edebi bir değeri olmaz, inanın herbir hayat ciltlere sığmazdı

 

Olup biten herşey bir matruşka bebeği gibi peşpeşe yaşanır ömrümüzde. Değil geleceğini, yarınını hatta bir saniye sonrasını da bilemez insan. Nasıl yazsın ki hayatın tamamen kendi elinden çıkan bir kurgusu yoktur, olamaz da. İnsan hiçbir zaman emin değildir, olamayacaktır eserinin finalinden. O ancak ahirette görüp "Aaa bu benim kitabım mı? Herşeyi yazıp dökmüş, yazılmadık hiç birşey bırakmamış!"dediğimizde mümkün olacak. 


Kolay olan aradan belli bir zaman geçtikten sonra yaşananları anlamaya çalışmaktır. Ya da oturup tamamen hayallerden oluşan sanal bir gelecek kurgusu yapmak. Dünyada yaşam üzerine bütün yazılanları işte bu iki cümleyle özetlemek mümkün.

 

Üç gün sonra nasip olursa 66 yaşında olacağım. Rahmetli annem babam 1955'te evlenmişler. 1956'nın Ağustos ayında ben doğmuşum. Köyde harman zamanıymış. Annem rahmetli gününü bilmiyordu, yalnız öğle vaktiydi dediğini hatırlıyorum. Epey bir zaman 1 Ağustosla 15 Ağustos arasında mütereddittim. Ne ki Ağustosun 15'i doğum tarihi olarak bizim ailede ortak kabul görünce sorun çözülmüş oldu. Yani tamamen itibari bir şey. Ama başka bir şey var ki olayı daha da karıştırıyor. Çünkü nüfus cüzdanımdaki doğum tarihi 1957 yılının 26 Şubatını gösteriyor.

 

Peki bu nasıl olmuş? Köy yerinde harman zamanı demek iş çok demek. Ürünler toplanacak, fazlası satılacak, gerekli tohum ve kışlıklar ayrılacak. Güzün de tarlalar yeniden ekilecek. İşte bu iş güç benim nüfusa kaydımı geciktirmiş. Bu yüzden rahmetli dedem ilçeye gidip o zamana göre ciddi bir bürokratik işlem olan nüfus cüzdanımı çıkartmayı ancak 6 ay sonra kışın yapabilmiş. Bunda köy yerinde "hele bakalım sağ kalır mı, belki ölür boşuna kafa kağıdı çıkarmayalım" düşüncesinin payı var mı bilmiyorum. Bazen de erkek çocuklar askere geç gitsin diye doğum bildirimini bilhassa geciktirirlermiş.

 

Her neyse, ben zaten bu kaydî doğum günümü önemsemiyorum. 26 Şubatta bankalar, müşteri ilişkisini sürdürmek isteyen şirketler, ya da gerçeği bilmeyen işyeri çalışanlarından doğum günü kutlaması aldığımda ben  de şaşırıyorum. Benim için doğum tarihim yalnızca aile ortamında kabul gören 15 Ağustos. Tabi ki nüfus cüzdanıma göre şu an resmen 65 yaşındayım. Fakat gerçekte üç gün sonra 66 yaşımı geride bırakmış olacağım. Ama her doğum günümde bu karışıklığı hatırlamak, az veya çok açıklamaya çalışmak oldukça tuhaf bir durum.

 

Daha da tuhaf olanı bu "65 yaş" barajını geçmiş olmak. Ne ara altmışı geçtim, ne zaman altmışbeş yaş oldum? "O olsun, bu olsun, şunu da yapalım, bu da geçsin" derken 65'i geçmişiz de haberimiz yok. Geçen Mart ayında bir tren bileti almak için DDY'nı aramıştım. Yardımcı olan genç kız sağ olsun gidiş dönüş bilet işimizi hallediverdi ama bir de sürpriz yaptı. Eşime 56 lira bana 31 liralık bilet kesince "Neden?" diye sordum: "Siz 65 yaşındasınız!" dedi "65 yaş üstü müşterilerimiz %50 indirimden yararlanıyor." Birdenbire karşıma çıkan bu gerçek beni bir hayli şaşırtmıştı doğrusu. Sevineyim mi üzüleyim mi bilememiştim.

 

Halbuki yaşımı en iyi bilecek kişi benim değil mi? Neden başkasından duyunca şaşırdım? İşte hayatı yaşarken bazı şeylerin farkında olamamak böyle bir şey. Çocuklukta, gençlikte doğum günü nedir hiç bilmedim. Çocuklarım hepsi erişkin olduktan sonra belki 40'lı yıllarda benim de doğum günüm kutlanır oldu. Yok öyle pastalı mumlu filan değil ama daha çok birlikte dışarda yemek yiyerek. Ailemizin birlikte olma vesilesiydi sadece. Hediyeler nedense 60'lı yıllarda geldi. Sonrasında yılın içine yayılmış çocukların, torunların doğum günleri arasında "Al gülüm ver gülüm" seremonisi olarak hediyeler de alınır verilir oldu. 

 

Evet, torunlarımın, çocuklarımın doğum günlerini takip eder, katılırım. Ama kendim için doğum günü olmasa aramam. Ayrıca işin kökeninde de beni rahatsız eden bir şeyler var. Doğum günü kutlamaları bize başka kültürlerden geçmiş bir uygulama. Çünkü günümüz bu kutlamalar başlangıç ve gelişim süreci itibariyle İslam inanç, uygarlık ve kültürünün  tamamen dışında. Ne eski türklerde ne araplarda ne de İslam medeniyetinde bu tarz bir doğum günü kutlaması görülmemiş.

 

Günümüz hali veya benzer biçimde bir doğum günü kutlaması Türklerde de asla yok. Eski Türklerde “Ad Günü” diye nitelendirilen gün doğum günü mantığı ve özelliğinden çok, bir ad koyma kutlaması. Çocuğun doğumundan birkaç yıl sonra büyük törenle yapılıyor ve her yıl kutlama, pasta kesme gibi adetler asla yok.

 

Doğum günü kutlamanın insanlık tarihinde bilinen ilk örneği Eski Mısır döneminde Firavunların taç giyme törenleri. Bu törenler onların doğum günü olarak kabul ediliyormuş. Pers kültüründe de doğum günü kutlamaları yılın en kıymetli günü sayılır, sofralar donatılırmış.

 

Antik Yunanlılar, her ayın altısında ve yalnızca erkekler için doğum günü kutlarlarmış. O gün pasta üzerine mumlar diker, dumanın Tanrı Artemis’in dileklerini duymasına yardımcı olacağına inanırlarmış. Bu anlamda mum, pasta ve tanrıya dilekte bulunma âdeti Eski Yunandan süregelen bir gelenek.

 

Antik Romada doğum günü kutlama geleneği ayrıcalıklı ve yalnızca soylulara hasbir etkinlik olarak yapılıyormuş. Bu bağlamda soylulardan birinin 50. yaşına girmesiyle arkadaş ve ailesi tarafından sürpriz partiler tertiplenir ve kutlama yapılırmış. Yine eski Yunan âdetinden süregelen şekliyle bir pasta kesilir ancak pasta üzerine herhangi bir mum dikme adeti bulunmazmış. İlginç olan bütün bu doğum günü kutlama âdeti Hristiyanlığın Roma Uygarlığında yaygınlaşması ile sona ermiş.

 

Hristiyanlar önceleri “Dünyevi Doğuşu” kutlamak yerine, bu çile yurdundan ayrılma manasına gelen “Ölüm” gününü kutlamayı tercih etmişler. Ayrıca bu tarz kutlamaları  Pagan âdeti olarak ilan ederek, Mısır firavunları ve putperestlere benzemek olarak görmüşler. Fakat eski pagan inanışlardan arınamayan bazı Alman fırıncılar, 15. Yüzyılda çocuklarının 1. Yaş gününü kutlamak isteyen ailelere tek katlı pastalar üretmeye başlamış. Bu uygulamada bile asla mum dikilmesine izin verilmemiş.

 

İlk etapta kutlanmayan ve kutlanması günah sayılan doğum günü, bir süre sonra Hz. İsa’nın doğum günü olarak kabul edilen 25 Aralık’ta “Christmas (Noel)” olarak kutlanmaya başlanmış. Ancak kadın ve çocuklar dâhil tüm aile üyelerinde kutlanır bir hal alması için daha 800 yıl geçmesi gerekmiş. Böylece günümüz şekliyle Avrupa’da doğum günü kutlamaları 12. Yüzyıldan sonra yaygınlaşmış.


İşin doğrusu doğum gününün bu serencamını bu şekliyle ben de bilmiyordum. Ama arayan buluyor, 65 yaşımdan sonra öğrenmiş oldum. Daha da bundan sonra doğum günümü pastalı mumlu kutlamam. Zaten 65 yaşından sonra doğum günü kutlanacak, sevinilecek ne var? Hediye de istemem. Ama ömrüme, sağlığıma, hayrıma dua edecek güzel temenniler başımın üstüne. Çocuklarımın ilgisi, araması, gülümsemeleri ve güzel sözleri bu saatten sonra beni en çok mutlu edecek şey.  


İnsan yaşadıkça değişiyor, öğreniyor ve hayatın farklı yüzlerine tanık oluyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder