Aristo’da sonra Hace-i Sâni (İkinci Üstad) olarak
bilinen İslam'ın Altın Çağı'nda yaşamış ünlü filozof ve alim Farabi “İyi bir insan öldüğünde ona ağlamayın. Asıl onu
kaybeden topluma ağlayın” demiş. Ne
kadar haklı! İşte geçen gün o iyi ve güzel insanlardan biri daha rahmet-i
rahmana kavuştu. O, şair, yazar Sezai Karakoç’tu. Vefat ettiğinde 88
yaşındaydı. (*)
“Evet, elbette bir “insan”ın ölümü yeterince acıdır. Hele de o Türk şiiri ve edebiyatının büyük bir şairiyse. Toplumumuz “Diriliş Neslinin Amentüsü” kitabında "Geldik, çağı gördük ve ürperdik" diyen bir büyük islam düşünürünü kaybetti. “Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine” şiirinde öyle dememiş miydi? “Sevgili/En sevgili/Ey sevgili/Uzatma dünya sürgünümü benim...” http://www.siirparki.com/sezai8.html
“Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs
bardağında/Köle gibi satıldım pazarlar pazarında/Güneşin sarardığını gördüm
Kostantin duvarında/Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında/Gölgendi
yansıyıp duran bengisu pınarında/Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda/Verilmemiş
hesapların korkusuyla/Sana geldim, ayaklarına kapanmaya geldim/Af dilemeye
geldim affa lâyık olmasam da/Sevgili/En sevgili/Ey sevgili!/Uzatma dünya
sürgünümü benim..”
Dileği yerine geldi, kendi deyimiyle “dünya sürgünü”
sona erdi. Ama ölümü varoluşa çeviren, sürgünü ümide dönüştüren onlarca eseri
ardında bırakarak. Aynı şiirin devamında bu bakış açısının izlerini görmek
mümkün:
“Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır/Mezarlardan
bile yükselen bir bahar vardır/Aşk cellâdından ne çıkar mâdem ki yâr
vardır/Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır/Hep suç bende değil, beni yakıp
yıkan bir nazar vardır/O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır/Sakın kader
deme, kaderin üstünde bir kader vardır/Ne yapsalar boş göklerden gelen bir
karar vardır/Gün batsa ne olur, geceyi onaran bir mimar vardır/Yanmışsam,
külümden yapılan bir hisar vardır/Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer
vardır/Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır/Göğsünde sürgününü geri
çağıran bir damar vardır/Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar
vardır/Sevgili/En sevgili/Ey sevgili..”
Fikirleriyle nesillere yol gösteren son devrin büyük
düşünürlerinden üstâd Sezai Karakoç kendisi için şöyle demişti: "Ben
bir diriliş işçisiyim. Allah'ın övdüğü, beğendiği İslâm toplumunu ören,
toplumunun örülen duvarında en küçük bir kum tanesi olmaktan öte öğüncüm
olamaz"
Onun ünlü olmuş bir diğer sözü ise aynen şöyleydi: “İslam'ı öyle bir yaşa ki... Seni öldürmeye gelen sende dirilsin.” O “Kötülükleri bitiremeyiz, ama İyilikleri çoğaltabiliriz” diyen yüce gönüllü bir islam savaşçısıydı. Evet “bir savaşçıydı” ama “Ne antikapitalist, ne antisiyonist; biz hiçbir şeyin ‘anti’si değiliz. BİZ MÜSLÜMANIZ” diyebilecek kadar da akl-ı selim sahibiydi.
Sezai Karakoç İslam düşüncesinin dertli ve asil kalemlerinden biriydi. Ömrü boyunca “Efendiler uyanınız! Müslümanların dünya çapında ölüm kalım kavgası var! Varolmak ya da tarihten silinmek kavgası!” diyen davudi bir sesle milletine seslendi. Ülkesine, inancına, medeniyetine ve toplumuna bağlıydı. Bu yüzden uyarmaya çalışıyordu. Mütefekkirdi ama “İyi ki bilmiyor kalabalıklar/Yağmura bakmayı cam arkasından/İnsandan insana şükür ki fark var/Birine cennetse, birine zindan/İyi ki bilmiyor kalabalıklar” diyecek kadar da merhamet dolu bir şair yüreğine sahipti.
Son neslin önemli şairlerinden İsmet ÖZEL, Sezai KARAKOÇ'a Veda yazısında bakın onu nasıl anlatıyor: “Hiç yüz yüze görüşmedim. Fotoğrafları haricinde yüzünü dahi görmedim. Kendisiyle oturup sohbet etmedim. Ama gördüm, naif kalbini gördüm. Mücadelesini ve ümmete olan sevgisini gördüm. Ben esas Sezai'yi gördüm. Hızırla ettiği kırk saatlik ahbaplığı gördüm. Şiirlerini okudum, bana manevi anlamda abilik etti. Haberi duyduğumda şahsen hiç tanımadığım bir insan için gözlerim doldu. Çünkü ruhlarımız arasındaki ünsiyet bir çok bağın ötesindeydi. Çünkü Sezai Karakoç sadece bir şahıs değildi. Bir fikir, bir ideal ve bir sancaktı. O bana hiç haberi olmadan şiir öğretti, ilham verdi, ve kalbindeki esintiyi kalbime üfledi. Hiç bir makam, hiç bir mevki ummadan, maddi beklenti ve taltif beklemeden yaşadı, savaştı, okudu ve yazdı. Sezai Karakoç, bu dünyaya garip geldi, bu dünyadan garip gitti. Allah taksiratını affetsin ve ona rahmet etsin. Belki bir evlat sahibi olamadı, belki soyu devam etmeyecek. Lakin manevi anlamda binlerce evladın babası oldu. Fikirleri ve ismi ise Allah'ın izniyle kıyamete kadar sürecek inşallah. Dünya sürgünün bitmiştir, hayırlı mübarek olsun.”
Ona atfedilen bir şiirde “Ömrü tükettik bir hiç
uğruna” mısraı geçiyor. Oysa o son devrin üreterek yaşamış, hayra çalışıp
kurtuluşa çağırmış iyi ve güzel adamlarından biriydi. Ömrünü hiç uğruna
tüketenlerden olmadı. Zaten üstad da, bu şiirin kendisine ait olmadığını
açıklamış, “Rüzgâr” şiirinde olduğu gibi bu hayatı zaman zaman uçurtmaları
yırtılmış olsa da umutlarını yitirmemiş bir muhabbet adamı olarak
yaşamıştı.
“Uçurtmamı bir rüzgâr yırttı dostlarım!/Gelin
duvağından kopan bir rüzgâr/Bu rüzgâr yüzünden bulutlar yarım/Bu rüzgâr
yüzünden bana olanlar.../O ceviz dalları, o asma, o dut/Gül gül, mektup mektup
büyüyen umut.../Yangından yangına arta kalmış tut/Muhabbet sürermiş bir rüzgâr
kadar.” https://www.antoloji.com/ruzgar-24-siiri/
Hiç şüphesiz mümin bir insandı. Kendince cihad etmiş,
bir yazısında ❝”İnsan, Allah’a inancını yenilemeli, tazelemelidir. Bir alışkanlık gibi değil. Bir töre gibi bile
değil.
Bir mirastır
bu ama, bir miras gibi de değil. Sanki,
ilk ve son insan kendisiymiş gibi, Allah’a inancını tazelemelidir insan❞ demişti diğerlerine. “Kıyamet aşısı”
kitabında filozofça “Allah'ı
kaybetmiş insan, neyi aramaktadır?/Allah'ı aramayan insan, neyi bulacaktır?” diye sorar. Aslında bu soru insanı tam da bam
telinden vurmaktadır.
Üstad Necip fazıl’ın “Kaldırımlar” şiiri gibi Sezai Karakoç’un da “Monna Rosa” şiiri her çevreden insanın beğenisini kazanmıştır. Şiirdeki Monna Roza bir imgedir, sevgiliye özlemi simgeler.
“Açma pencereni perdeleri çek/Mona Roza seni
görmemeliyim/Bir bakışın ölmem için yetecek” demiş
bir yerinde. “Zambaklar en
ıssız yerlerde açar/Ve vardır her vahşi çiçekte gurur/Bir mumun ardında
bekleyen rüzgar/Işıksız ruhumu sallar da durur/Zambaklar en ıssız yerlerde
açar/Ellerin ellerin ve parmakların/Bir nar çiçeğini eziyor gibi/Ellerinden
belli oluyor bir kadın/Denizin dibinde geziyor gibi/Ellerin ellerin ve
parmakların” dizeleri
insana merak ettirir muhatabını.
Şiirin sonunda açıklar sebebini şair: “Kırgın
kırgın bakma yüzüme Roza/Henüz dinlemedin benden türküler/Benim aşkım sığmaz
öyle her saza/En güzel şarkıyı bir kurşun söyler/Kırgın kırgın bakma yüzüme
Roza/Artık inan bana muhacir kızı/Dinle ve kabul et itirafımı/Bir soğuk, bir
garip, bir mavi sızı/Alev alev sardı her tarafımı/Artık inan bana muhacir
kızı...”
Fikirleriyle nesillere yol gösteren, edebiyatımızın ve
düşünce dünyamızın "Diriliş Şairi" Sezai Karakoç dünya sürgününü
tamamladı. Şahidiz ki o mümin bir şair ve islam mütefekkiri idi. Dini için bir
tür divane olmuştu. Yazdığı eserleriyle gönül dünyamızı aydınlatmış,
Fikirleriyle ufkumuzu açmıştı. O Türkçe’nin en büyük şairlerindendi ama ömrünü
İslam’ın ‘diriliş’ fikrine adamıştı. Her biri başyapıt değerinde onlarca eser,
on milyonlarca seven ve on binlerce okurunu bıraktı ve arzuladığı 'En sevgili'
sine kavuştu.
Belki
de iyi anlaşılmamıştı, ya da öyle düşünüyordu. Yine de geleceğe dair umut
çiçekleri hiç solmadı, tohumları yüzbinlerce “diriliş neslinde” yeşeriyor. “Kar
Şiiri” onlara bırakılmış bir hediye paketi gibi yazılmış. Anlaşılacağını ve her
şeyin aydınlanacağını umarak:
“Karın yağdığını görünce/Kar tutan toprağı
anlayacaksın/Toprakta bir karış karı görünce/Kar içinde yanan karı
anlayacaksın/Allah kar gibi gökten yağınca/Karlar sıcak sıcak saçlarına
değince/Başını önüne eğince/Benim bu şiirimi anlayacaksın/Bu adam o adam
gelip gider/Senin ellerinde rüyam gelip geçer/Her affın içinde bir intikam
gelir gider/Bu şiirimi anlayınca beni anlayacaksın/Ben bu şiiri yazdım
aşık çeşidi/Öyle kar yağdı ki elim üşüdü/Ruhum seni düşününce ışıdı/Her
şeyi beni anlayınca anlayacaksın.” https://www.antoloji.com/kar-siiri-siiri/
Evet, Şair Yazar ve Fikir adamı Sezai Karakoç hakka
yürüdü. Toprak damlı ahşap evlerden çıkıp gelinen kentler vardı
şiirlerde. İstanbul vardı, Ankara vardı. “Son durak İstanbul/İlk durak Ankara” demişti bir
şiir kitabında da. Şehirken, yani yüreklere dokunabilirken şehirler, severdi
onları. Ama bir kentleşiversinler öfkesinin şakaklarını görürdünüz mısralarda.
“Hızırla Kırk Saat” şiirinde bu öfkesini hissetmek mümkün:
“Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu
bana öğretmediniz/Bu kesik dansa karşı bana bir
şey öğretmediniz/Kadının üstün olduğu ama mutlu olmadığı/Günlere geldim
bunu bana öğretmediniz/Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı/Ama yine
de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim/Bunu bana söylemediniz/İnsanlar
havada uçtu ama yerde öldüler/Bunu bana öğretmediniz/Kardeşim İbrahim bana
mermer putları/Nasıl devireceğimi öğretmişti/Ben de gün geçmez ki birini
patlatmayayım/Ama siz kağıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini/nasıl
sileceğimi öğretmediniz”
https://www.antoloji.com/hizirla-kirk-saat-ten-siiri/
Hakk'a yürüyen usta şair, yazar ve düşünce adamı Sezai
Karakoç'un cenazesi 17 Kasımda ikindi namazına müteakip Şehzadebaşı Camii
haziresinde son yolculuğuna uğurlandı. Çünkü, bu onun son arzusuydu.
'Şehzadebaşında Gün Doğmadan' adlı şiiri bu dileğini anlatır:
‘Kızaran ufka selâm/Süleymaniye'den
Beyazıt'tan/Mutlaka olmak isterim/Gün doğmadan Şehzadebaşı'nda/Gün de doğar gün
de doğar/Bir gün mutlaka gün doğar/Gün doğmadan neler doğar/Gün doğmadan
Şehzadebaşı'nda.’ https://www.dirilispostasi.com/haber/8297188/sezai-karakocun-cenaze-programi-belli-oldu-gun-dogmadan
“Ölüm” hali onda öyle yaşlanmadan durmuştur.
Ölüm canlıdır onun zihninde, kalbinde ve dizelerinde. ”Şiirler II - Şahdamar -
Körfez – Sesler” kitabında; “İçimde ölen öldü/kalan kaldı/ben aynı” diye
seslenir derinlerimize. Toprağın altına girmekle ölünmez, der âdeta. “Ben
Kandan Elbise Giydim Hiç Değiştirsinler İstemezdim' şiirinde: “Kendinden
birşeyler kattın/Güzelleştirdin ölümü de/Ellerinin içiyle aydınlattın/Ölüm ne
demektir anladım...” http://siir.me/ben-kandan-elbise-giydim-hic-degistirsinler-istemezdim- der
bize de. Allah rahmet eylesin makamını âlî eylesin. Türkiye’nin ve
Müslüman dünyanın başı sağolsun.
Üzerimizde
emeği çok olan "Çağ ve İlham'ın, Dirilişin, Hızır'ın" sesi Sezai
KARAKOÇ hakka yürüdü. Bizler ondan razıyız Allah da ondan razı olsun. Ondan
bize her biri elmas taneleri gibi pırıltılı, şimşek aydınlığı gibi uyarıcı pek
çok şiir ve söz kaldı.
“Bir aptallık çerçevesi gibi geçmesin ağzına
kelimeler/Nene gerek yer ve gök ötesi velveleler/Ömrünü hayatla doldur boğulma
ölüm ırmağında/Birsam labirentlerinde kaybolma en verimli çağında” (Ayinler/Çeşmeler-
Şiirler VI, Sezai Karakoç)
Hiç şüphesiz Sezai Karakoç, Cumhuriyet Dönemi Türk
Edebiyatı’nın sanatı ve düşüncesiyle önemli sanatçılarından biri. 1950’li
yılların en önemli topluluklarından olan İkinci Yeni Hareketi içerisinde
anılmış topluluğun kurucu isimlerinden sayılmış. Ancak o, ikinci Yeni hareketi
içerisinde yer almakla birlikte dünya görüşü ve sanatını oluşturan temel
unsurlar noktasında diğerlerinden tamamen farklıdır. Çünkü o, İslam inancını
temel almıştı. Hayatını, eserlerini ve düşüncesini çevreleyen temel dinamik
“İslam” inancı ve medeniyetiydi. Dolayısıyla şiirlerinin ve diğer sanat
eserlerinin özünü İslam inancından alır. İşte bu öz onu diğer İkinci Yeni
şairlerinden ayırır. Sezai Karakoç İkinci Yeni hareketine daha çok biçim yani
dış yapı yönü ile bağlı kalmıştı.
Zamana adanmış sözleriyle, diriliş neslinin
yetişmesinde büyük emeği olan, büyük mütefekkir, şair, Üstad Sezai Karakoç
dünya sürgününü bitirerek Hakk'a yürüdü, en sevgiliye vasıl oldu. Onun kendine
özgü derin ve zengin bir imge dünyası vardı. Şiirlerinde diriliş, uygarlık,
metafizik, gelenek, hakikat ve sanat iç içe olan kavramlardı. Hayatıyla ve
yazdığı eserleriyle kendisini diriliş davasına adamıştı. Diriliş ile hakikat
medeniyetini yeniden diriltme davasının adamı olmuştu.
Elbette kendine özgü bir şiir dili meydana getirmiş,
kendine özgü söyleyişiyle ve düşüncesiyle yeni nesiller için yol gösterici bir
sanatçı olmuştu. Monna Rosa, Şahdamar, Körfez, Sesler, Hızırla Kırk Saat,
Taha’nın Kitabı, Gül Muştusu, Zamana Adanmış Sözler, Ayinler, Çeşmeler, Leyla
ile Mecnun, Ateş Dansı, Alınyazısı Saati isimli şiir kitapları ve düşünce
yazılarıyla Türk Edebiyatı’nın en önemli sanatçılarındandı. Sezai Karakoç, bir
taraftan oluşturduğu şiir dünyası ve poetik görüşleri, diğer taraftan şair
duruşu ile Türk şiirinin/şairinin gerçek bir anıtıydı.
Dünya sürgününde “Kanadı kırık kuş merhamet ister” diyen, henüz zamanı gelmemiş, anlaşılamamış bir şairdi Sezai Karakoç. Türkçe’nin en büyük şairlerindendi. Ömrünü İslam’ın ‘diriliş’ fikrine adamış, vefatının ardından da, kitapları gençleri aydınlatmaya devam etmekte. Öyle bir külliyat ki, içinde şiir de var, fikir de hikaye de tiyatro da.. Onun dünya sürgünü bitti, ama anlaşılmasının kapıları hala açık.
Sezai Karakoç, yazdığı eserleriyle diriliş düşüncesini
dile getirmiştir. Bu anlamda “Diriliş”, hayatı tüm yönleri ile değerlendiren
kapsamlı bir hareketti. Çünkü özünü İslam inancından ve medeniyetinden
alıyordu. Hayatın her alanında İslam medeniyetini ayağa kaldırma mücadelesinin
adıydı. Bu eserler ile insanların kalbinde ve fikrinde bir diriliş ufku
oluşturmayı amaçlamıştı.
Büyük şair Allah senden razı olsun ve rahmetiyle muamele eylesin. Mekke, Medine, Kudüs şahidi olsun.
(*)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder