El-Kerîm/Âyet-el-kürsî
Bugün üç ayların 45.ncisi, Corona günlerinin de 382.ncisi. İnşallah üç
aylar boyunca her gün
bir “esma”yı
anarak ve namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci
değerlendirmeye devam ediyorum.
Sırada Esma ül Hüsna’nın kırkbeşincisi “El-Kerîm’'
var. Yine namazdan çıkıştan
sonra tesbihat öncesinde okuduğumuz “Âyet-el-kürsi"
ile ilerliyoruz.
EL-KERÎM: الكريم Sözlükte “cömert olmak, iyi, ahlâklı, asil ve değerli olmak” anlamındaki
kerem (kerâmet) kökünden sıfat olan kerîm “yaratılıştan cömert olan, insanın
şerefiyle bağdaşmayan her türlü şeyden arınmış bulunan” demekmiş.
Kerem kavramı Allah’a nisbet
edildiğinde “lutuf ve ihsanda bulunma” mânası ağır basıyor. Ebü’l-Kāsım
ez-Zeccâcî kerîm kelimesinin muhtevasını “cömert olan, övgüye lâyık vasıfları
şahsında toplayan, cezayı gerektiren davranışları affedip suçluyu bağışlayan”
şeklinde üç noktada özetlemiş ve bu anlamların Allah için de söz konusu
olduğunu söylemiş (İştiḳāḳu esmâʾillâh, s. 176).
Kerem kavramı, bazı kıraat farklarının göz önünde bulundurulması
şartıyla Kur’ân-ı Kerîm’de on yerde Allah’a nisbet edilmiş. Kerîm ismi iki
âyette rab kelimesiyle bağlantılı olarak kullanılmış, Mü’minûn sûresinde yer
alan (23/116) “rabbü’l-arşi’l-kerîm” ifadesindeki kerîm lafzını rab kelimesinin
sıfatı diye kabul eden kıraate göre bu isim Kur’an’da üç defa Allah’a nisbet
edilmiş (Beyzâvî, III, 182; Bennâ, s. 321).
Bir âyette, “kerîm olanlarla
mukayese edilemeyecek en üst derecede kerîm” anlamındaki ekrem ism-i tafdîli
ile iki âyette yer alan ve “ikram sahibi” mânasına gelen (zü’l-)ikrâm sıfatı da
O’na izâfe edilmiş. Bunlardan başka Allah lafzı ikram ve tekrîm masdarlarından
türeyen dört fiilin fâili olarak da kullanılmış (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem,
“krm” md.).
Kerîm ismi hem İbn Mâce hem Tirmizî’nin esmâ-i hüsnâ listesinde yer almış
(“Duʿâʾ”, 10; “Daʿavât”, 82), diğer hadis rivayetlerinde de zât-ı ilâhiyyeye
izâfe edilmiş (Müsned, II, 72; Tirmizî, “Edeb”, 41). [1]
'O' çok ikram edici, cömert, kerîmi olan kerem
sâhibi, muktedirken affeden, cömertlik duygusunu veren, va’dini yerine getiren,
fazilet türlerinin hepsine sahip, keremi lütfu ve bağışı bol
olan, her çeşit
iyiliği veren, Lütfu
ve keremi çok geniş ve çok bol olan, tüm
erdemleri kullarına bol bol ikram eden dağıtan, hiçbir
karşılık gözetmeksizin onu kullarına ikram ve ihsan eden" demek.
ÂYET-EL-KÜRSÎ: الكرسيآية Namazların sonunda tesbihattan önce okunan Bakara suresi 255.nci ayetidir. Adını, âyetin içinde geçen ve “taht, hükümranlık, ilim, kudret” gibi mânalara gelen kürsî kelimesinden almış. Bu nedenle de “Âyetü’l-kürsî” adıyla anılıyor. Namaz kılarken de zammı sure olarak okunabiliyor. Bu dua niteliğinde olan bu ayet tevhidi ve Allah'ın isimlerini de içinde barındırmasıyla büyük bir öneme sahip.
“Âyetü’l-kürsî” hem muhtevası
hem de üstün özellikleri sebebiyle dikkat çekmiş, hakkında hadisler vârit
olmuş, çok okunmuş, şifa ve korunmaya vesile kılınmış. Kelime-i şehâdet ve
İhlâs sûreleri nasıl İslâm inancının özünü ihtiva ediyor ve insanlara Allah
Teâlâ’yı tanıtıyorsa Âyetü’l-kürsî de –onlardan daha geniş ve detaylı olarak–
bu özelliği taşımakta.
Bir önceki âyette
peygamberlerin getirdiği bunca âyet ve “beyyine”ye (imana götüren işaret ve
delil) rağmen insanların ihtilâfa düştükleri, kiminin küfrü kiminin imanı
tercih ettiği zikredilmişti. İnsanı imana götüren deliller, aklını kullanarak
üzerinde düşüneceği “kendisinde ve yakından uzağa çevresinde (enfüs ve âfâk)”,
peygamberleri desteklemek üzere Allah’ın onlara lutfettiği mûcizelerde ve vahiy
yoluyla yapılan “sağlam delillere dayalı sözlü açıklamalar”da görülmekte. Bu
âyet gerçek mâbudu arayanlar için eşsiz ve başka hiçbir kaynaktan elde edilemez
bir açıklama ve delildir.[2]
Tamamı on cümleden ibaret olan Âyetü’l-kürsî’de Allah Teâlâ’nın birliği, O’nun hay
(daima diri) ve kayyûm (zâtı ile kāim) olduğu, uyuklama ve dalgınlık gibi
beşerî sıfatlardan münezzeh olup kâinatı kendi tasarrufunda bulundurduğu, O’nun
izni olmadan kimsenin şefaat edemeyeceği, bilgisinin ezel ve ebedi kuşattığı,
kudretinin arz ve semaları kapladığı ve zâtının çok yüce olduğu bildirilerek
tevhid inancının esasları açık bir şekilde ifade edilmiş.
Âyetü’l-kürsî’ile ilgili bazı
hadislerde Hz. Peygamber Kur’an’da en büyük âyetin Âyetü’l-kürsî olduğunu
(Müslim, “Müsâfirîn”, 258; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 352, “Ḥurûf”, 1), bu âyetin içinde Allah’ın en yüce isminin
bulunduğunu (Müsned, VI, 461) ve Kur’an âyetlerinin efendisi olduğunu (Tirmizî,
“Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 2) haber vermiş.
Bu hadislerde işaret edilen fazileti sebebiyle Âyetü’l-kürsî namazların
sonunda tesbihat öncesi okunan bir âyet. Aynı inançla namaz dışında da sık sık
okunan âyetler arasında.[3]
"Allâhü lâ ilâhe illâ hüvel hayyül kayyûm, lâ te'huzühu sinetün velâ nevm, lehu mâ fissemâvâti ve ma fil'ard, men zellezi yeşfeu indehu illâ bi'iznih, ya'lemü mâ beyne eydiyhim vemâ halfehüm, velâ yü-hîtûne bi'şey'in min ilmihî illâ bima şâe vesia kürsiyyühüssemâvâti vel'ard, velâ yeûdühû hıfzuhümâ ve hüvel aliyyül azim."
“Allah
kendisinden başka hiçbir ilah olmayandır. Diridir,
kayyumdur. Onu ne bir uyuklama tutabilir, ne de bir uyku. Göklerdeki her şey,
yerdeki her şey onundur. İzni olmaksızın onun katında şefaatte bulunacak
kimdir? O, kulların önlerindekileri ve arkalarındakileri (yaptıklarını ve
yapacaklarını) bilir. Onlar onun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka
bir şey kavrayamazlar. Onun kürsüsü bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır.
(O, göklere, yere, bütün evrene hükmetmektedir.) Gökleri ve yeri koruyup
gözetmek ona güç gelmez. O, yücedir, büyüktür.” [4]
“Allah, O’ndan başka tanrı yoktur; diridir, her şeyin
varlığı O’na bağlı ve dayalıdır. Ne uykusu gelir ne de uyur. Göklerde ve yerde ne varsa
hepsi O’nundur. O’nun izni olmadıkça katında hiçbir kimse şefaat edemez.
Onların önlerinde ve arkalarında olanları O bilir. O’nun ilminden hiçbir şeyi
-dilediği müstesna- kimse bilgisi içine sığdıramaz. O’nun kürsüsü gökleri ve
yeri içine almıştır. Onları korumak kendisine zor gelmez. O yücedir, mutlak
büyüktür.” [5]
"Kendinden başka Tanrı olmayan, hep d,ri ve dimdik ayakta olan Allah'tır. Onu ne uyuklama tutar ne de uyku. Göklerde ve yerdeki her şey O'nundur. İzni olmadan, onun katında kim şefaat edebilir ki! O onların önlerindekini de bilir arkalarındakini de; onlar O'nun ilminden ancak dilediği kadarını öğrenebilirler. Onun hükümranlığı gökleri ve yeri kuşatmıştır! Onları koruyup yönetmek Allah'a asla güç gelmez! O her türlü idrakin üzerinde yücedir, her türlü idrakin üzerinde büyüktür!"[6]
"Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdular: "Her şeyin bir şerefi var. Kur'an-ı Kerim'in şerefesi de Bakara suresidir. Bu surede bir ayet vardır ki, Kur'an ayetlerinin efendisidir."[7]
[4]
Kaynak <https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/bakara-suresi-2/ayet-255/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1>
[6]
Beyânu’l-Hak, Prof.Dr.Zeki Duman, 3.cilt sayfa 124
[7] (Tirmizi, Sevabu'l-Kur'an 2,
(2881)
CORONA NOTLARI:
29 Mart itibariyle
Türkiye'de toplam vaka sayısı 3,5 milyona (3.240.577) yaklaşmış durumda. Vefat
sayısı ise 31 bini (31.230) aşmış bulunuyor. Ölüm oranına baktığımızda yeniden
yüzde birin üstüne çıkmış %1,44 görünüyor.
Öyle görünüyor ki yeni
mutasyonlardan kaynaklı vaka artışı devam ediyor. 28 Şubatta 8.424 olan vaka
sayısı 15 Martta 15.503'a, 26 Marta 29.081'e, 29 Marta da 32.404'e yükselmiş
bulunuyor. Bu bir ay içinde %457, yani 4 kat bir artış demek. Uzmanlar artık
bunu üçüncü dalga olarak nitelendiriyorlar.
Vaka/test oranında da
bir yükseliş gözleniyor. 28 Şubatta %7,7 iken, 15 Martta %10,26'ya 26 Martta
%13,2'ye 29 Martta ise %14,4'e ulaşmış bulunuyor. Yani test olan her 100
kişinin 14'ünden fazlası artık pozitif çıkıyor.
Tablodan da
görülebileceği üzere artış hasta sayılarını da etkilemiş durumda. 28 Şubatta
günlük 610 sayısındaydık, 15 Martta bu rakam 858'e çıkmıştı, 26 Martta 1.253'e,
29 Martta da 1.325 ulaşmış bulunuyoruz. Burada da artış %117 oldu.
Maalesef ağır
hastalarda da artış devam ediyor. 1.191'den 15 Martta 1.425'a yükselmiş, 26
Martta da 1.810'a ulaşmıştı. 29 Martta ise 1.998'e yükselmiş görünüyor. Bu da
%67,8 artış demek.
Vefatlar 15 Marta
kadar ortalama 65 dolayındaydı. 11 gün içinde 26 Martta 153'e yükseldi. 29
Martta da 154'e ulaştığı anlaşılıyor. Bu da günde ortalama neredeyse 150 kişi
demek. Bunun anlamı da vefatlarda da %1,37'nin üstünde bir artış olduğu.
İyileşenlerin oranı
ise 28 Şubatta %95,3 iken 15 Martta %93,9'a, 26 Martta %92,8'ye, nihayet 29
Martta da %91,8'e kadar inmiş
bulunuyor.
Durum ciddi. Bu yüzden
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 29 Mart Kabine Toplantısı sonrası yeni
koronavirüs tedbirleri duyurdu. İllere göre yeni risk haritası da paylaşıldı.
58 il yüksek riskli 'kırmızı' kategoriye dönerken, Türkiye'de düşük riskli tek
il (mavi) Şırnak oldu.
Erdoğan, ''Bilindiği
gibi illerimizi renklere ayırmıştık. Çok yüksek riskli grubu teşkil eden
kırmızı kategorideki illerimizin sayısı, nüfusumuzun yüzde 80'ini teşkil eden
58 şehre ulaşmıştır" dedi.
Sağlık Bakanı
Fahrettin Koca da ''Virüs gücünü kaybetmiş değil. Bu haritayı maviye çevirmek
elimizde. Aşı programı toplum bağışıklığını sağlayana kadar mücadele etmeliyiz.
Zor olanı aştık kolay olanı kaybetmeyelim'' ifadelerini kullandı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan
"Çok yüksek riskli grubu temsil eden kırmızı kategorideki iller
nüfusumuzun % 80'ini temsil eden 58 şehre ulaşmıştır. Türkiye'nin tamamında
sokağa çıkma sınırlaması akşam 21:00 ve 05 olarak her gün devam edecektir.
Kırmızı kategorideki illerde, pazar günü uygulanan kısıtlama artık cumartesi ve
pazar olarak sürecektir" ifadelerini kullandı.
Erdoğan ayrıca Ramazan
ayı ile ilgili 'fedakarlık yapacağız' diyerek "Ülke genelinde hafta sonu
sınırlaması uygulayacağız. Sadece Ramazan boyunca lokanta ve kafe gibi
işletmeler hizmetlerini paket servisle sınırlandıracak. Yine ramazan boyunca
toplu iftar ve sahur gerçekleştirilemeyecektir" dedi.
Çok şükür ki aşının
olumlu etkisi hasta, yoğun bakım ve vefat sayılarına olumlu şekilde yansıyor.
29 Mart saat 23:12 itibariyle TÜRKİYE AŞI TABLOSU'na göre Toplam Yapılan Aşı
Sayısı 15 milyona (15.204.966) yaklaşmış durumda. Bunların 8.547.408'i
1.Doz, 6.657.558'i ise 2.Doz Uygulama.
Er-Rakîb/Tesbihat
Bugün üç ayların 46.ncısı, Corona günlerinin de 383.ncüsü. İnşallah üç
aylar boyunca her gün
bir “esma”yı
anarak ve namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci
değerlendirmeye devam ediyorum.
Sırada Esma ül Hüsna’nın kırkaltıncısı“Er-Rakîb’'
var. Yine namaz sonrası yapılan “Tesbihat"
ile ilerliyoruz.
ER-RAKÎB: الرقيب Sözlükte “gözetlemek, kontrol
etmek; beklemek, intizar etmek” anlamındaki rakb (rukūb, rekābet) kökünden
türeyen rakīb kelimesi “gözetleyip kontrol eden” demekmiş. [1]
Kur’an’da rakīb ismi beş
âyette geçmiş. Bunlardan biri Hz. Şuayb’ın iman etmeyen kavmine hitap ederken
kullandığı, “Gerçekleşecek âkıbeti bekleyin, ben de sizinle birlikte beklemekteyim”
meâlindeki ifadesinde yer alıyor (Hûd 11/93). Biri de “insanın her söylediği şeyi
dinleyip gözetleyen ve yazan melek” mânasında kullanılmış. (Kāf 50/18).
Rakīb isminin zât-ı ilâhiyyeye
nisbet edildiği üç âyetin biri, Hz. Îsâ’nın kendisinden sonra ümmetinin yegâne
gözetleyicisinin Allah olduğunu vurgulayan niyazında geçiyor (el-Mâide 5/117).
Diğer iki âyetin birinde Allah’ın insanları, diğerinde ise her şeyi gözetleyici
olduğu bildirilmekte (en-Nisâ 4/1; el-Ahzâb 33/52).
“Senin rabbin her an gözetleme
yerindedir” meâlindeki âyet
de (el-Fecr 89/14) içerik olarak rakīb ismini açıklıyor.
Rakīb sadece Tirmizî’nin
esmâ-i hüsnâ rivayetinde yer almakta [2] ve İbn
Hacer’in Kur’an’dan derlediği doksan dokuz isim listesinde de bulunmakta.
Âlimler rakīb ismine
genellikle “koruyup gözeten” (hafîz) mânası vermişler. Hiçbir şey bunun kapsamı
dışına çıkmaz, dolayısıyla Allah’tan gizli kalmaz. O’nun bir an bile gaflet
etmesi düşünülemeyeceğinden gözetim ve kontrolü altında bulunan bir mahlûkun
oluşumu, varlığını sürdürmesi veya yok olup ortadan kalkması hususunda herhangi
bir aksaklığın meydana gelmesi söz konusu değildir. Allah kullarının bütün
hallerini bilmekte ve onların nefeslerini saymaktadır. [3]
Âlimler rakīb isminin geniş
içeriğinde hakkıyla bilme, türüne göre bilgiye konu teşkil eden şeyi görme veya
işitme, onu gözetip koruma unsurlarının bulunduğuna dikkat çekmişler. Bu açıdan
rakībin alîm, basîr, semî‘, şehîd, müheymin ve hafîz isimlerinin özü olduğunu
söylemek mümkün.
Rakīb isminin kuldaki
tecellisi, onun bütün davranışlarının sürekli biçimde Allah tarafından
gözetlendiğinin bilincini taşıması oluyor. Bu çizgi üzerinde yürüyen kul
istikametten ayrılmamaya özen gösterir. Rakīb alîm, semî‘, basîr isimlerinin
çizgisinde düşünüldüğü takdirde zâtî, taalluku ve tecelli alanı açısından
bakıldığında ise fiilî isim ve sıfatlar grubuna girmekte. [4]
'O' bütün varlıklar ve bütün
işler murakabesi altında bulunan; her şeyi gözetleyip kontrolü
altında tutan; her işi, her varlığı, her an görüp gözeten,
murakabe eden, denetleyen, bütün işlerini kontrol altında tutan; her şeyi gözetleyen,
kullarını gözeten ve müşahedesi altında tutan"
demek.
TESBİHAT: TESBİH
التسبيح Allah’ın noksan sıfatlardan münezzeh ve yüce olduğuna
inanıp bunu sözleri ve davranışlarıyla belirtme anlamında bir terim. Sözlükte “suda hızla yüzüp
mesafe almak” mânasındaki sebh (sibâha) kökünden türemiş. Terim olarak Cenâb-ı
Hakk’ı ulûhiyyetle bağdaşmayan her türlü eksiklik ve noksanlıktan tenzih etmeyi
ifade ediyor. Aynı kökten sübhâne kelimesine lafza-i celâlin eklenmesiyle
oluşturulan sübhânallah terkibi de tesbihle aynı anlamda. [5]
Tesbihat genellikle namazlardan sonra yapılan bir zikir
ibadeti. Kuran-ı Kerim'den Ayetel Kursi gibi özel ayetler ile Allah'ı yücelten ve ona şükür arz
eden “Sübhanallah,
Elhamdülillah ve Allahu ekber” zikirlerinden ibaret. Tesbihat'dan sonra
da dua ediliyor.
(Kalem-28) ...levlâ tusebbihûn(e) / niçin tesbih etmiyorsunuz?... (niçin
Mutlak-Üstünlüğünü aklınıza getirmiyorsunuz?) ve (Kalem-29)
...Kâlû subhâne rabbinâ... / Rabbimiz Subhan'dır...
dediler. (Sahibimiz Mutlak-Üstün 'dür dediler.) ayetlerinde geçiyor. Hadis'lerde
ise Subhanallah ifadesi; "Allah'ın tüm olumsuz sıfatlardan uzak bilinmesi" şeklinde
açıklanmış.
Tesbihat "Sübhane-L-Bakî Daimen-İl-Hamdü Lillah” (Bakî, ebedi olanı daima tesbih edelim, övgüler Allah içindir” veya "Zülkemâlil Hamdülillâh" ile devam ediyor. “Elhamdülillah (veya Elhamdulillah)”: للهالحَمْد Kısaca Tahmid olarak bilinen ve Şükür Allah'adır, Allah'a şükürler olsun anlamında kullanılan bir söz. O da 33 kere "Elhamdülillah" diyerek yerine getiriliyor. Anlamı: “Hamd daima Allah'adır”manasında.
Elhamdülillah kelimesi, köken itibarıyla dört
kelimeden oluşmakta. Arapçadaki "el" takısı, önüne geldiği kelimeyi
belirli hale getiriyor. Hamdu: Şükredilmeye, büyük övgüye, hamda layık demek. Li:
Aittir, içindir, 'a anlamı veren bir ek. Allah: İslam dinindeki tek ilah
manasında.
Bu bağlamda Elhamdülillah kelimesi Şükür Allah'adır,
Allah'a şükürler olsun, Hamd Allah'adır gibi övgü ve saygı ifade eden bir söz
öbeği. Elhamdülillah sözünün
Kur'an'da en bilinen kullanımı, Fatiha Suresi'nde.
"Rabbil-Alemine Teala Şanühüllahü Ekber” (Alemlerin Rabbi şanı yücedir; Allah en büyüktür) veya "Zül Kudretil Alahü Ekber" denildiğnde de 33 kere "Allahü Ekber" çekiliyor. Onun da manası: “Allah en büyüktür” demek. Tekbir yani Allahu ekber: أكبر الله şeklinde ifade ediliyor. “Allah'ın her şeyden üstün, yüce ve ulu olduğunu” ifade ediyor.
Tesbihat, namazlardan sonra yapılan bir Allah'a zikir örneği. Dayanağı "Namazı kıldıktan sonra; ayaktayken, otururken ve yan yatarken Allâh’ı anın." (Nisa Suresi, 103. ayet) ayeti kerimesi.
Hz. Peygamber (s.a.v.) ve ashabı farz
namaz kılındıktan sonra bazı tekbir, tesbih ve tahmid gibi zikirleri yüksek
sesle okumuşlar. Nitekim İbn Abbas (r.a.); insanların Peygamberin zamanında
farz namazdan çıkınca yüksek sesle zikrettiklerini haber vermiş,“Ben bu sesi işitir işitmez, insanların
namazı bitirdiklerini anlardım” demiştir. İbn Abbas bir başka rivayette de “Ben
Peygamber (s.a.v.)’in namazı bitirdiğini tekbir getirilmesinden anlardım”
demiş. (Buhari, Ezan, 155)
Anlıyoruz ki tesbihatı efendimiz de yapmış
ve biz ümmetine tavsiye etmiş. Bu nedenle İslam dininde tesbihat bireysel
olarak yapılabileceği gibi, camide cemaat halinde de yapılabilmekte. Namaz
tesbihatının cemaat ile yapılması, eskiden bu yana yaygınlık kazanmış. Ancak
namaz kılındıktan sonra tesbihat yapmadan camiden çıkmanın caiz olmadığı
söylenemez. Kişini bir işi var ise veya içinden gelmiyor ise tesbihata
katılmayabilir.
Gerek namazların sonunda gerek başka münasebetlerle yapılan tesbih
ve zikirlerin tesbih taneleri vb. şeylerle sayılması Asr-ı saâdet’te ve ashap
döneminde pek hoş karşılanmamış, bunun yerine parmakla sayılması tavsiye
edilmiş.
Hz. Peygamber, hurma çekirdeği
veya çakıl taşıyla tesbih ve zikirlerini sayan kadınlara bunu yapmaktansa, “Yaratıkları sayısınca Allah’ı yüceltir,
tenzih ederim” demelerini öğütlemiş, [6]bir
defasında, “Ey kadınlar topluluğu!
Tesbihlerinizin hesabını parmaklarınızla tutun, çünkü âhirette onlar da sorguya
çekilecek ve konuşturulacaktır” buyurmuştur. [7] Ancak
bu uygulama daha sonraları âdet haline geldiğinden, riyaya vesile kılınmaması ve dinî bir renge
büründürülmemesi şartıyla kullanılmasında sakınca görülmemiş ve bid‘attan
sayılmamış [8].[9]
Tesbih tevhid inancını pekiştiren bir kavram. Tenzih
ve takdis de aynı mahiyette. Kur’an âyetleriyle hadis rivayetlerinde tesbihe yapılan atıflar bu kavrama daha
geniş bir içerik kazandırmış. Buna göre tesbihin tam anlamıyla
gerçekleşebilmesi için duygu ve düşüncenin yanı sıra davranışların ve dilin de
buna göre bir işlev üstlenmesi gerekir.
Evreni yaratan ve yöneten varlığın
yüce ve münezzeh oluşu bilgisine öncelikle düşüncenin ulaşması, gönlün de buna
katılması tesbih eyleminin birinci aşamasını oluşturur. Ardından kişinin bütün
kötülüklerden süratle kaçıp Allah’a sığınması aşaması gelir. Üçüncü aşamada hem
iç etkilenmeyi sağlamak hem bu psikolojiyi sürdürmek için tesbih lafızlarının
dille tekrarlanması söz konusudur.
Bu kademelerin aşılması sonunda, “Biz, her birimizin sahip bulunduğu makamda saf saf durur ve Allah’ı tesbih ederiz” diyen meleklerin (es-Sâffât 37/164-166) itaat ve tesbih makamına yaklaşmak mümkün olur.[10]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder