“Değerler” tabiatıyla insanın ürettiği ve taşıdığı
kıymetler. Ne insan olmadan bir değerden söz edebiliriz, ne de herhangi bir
değeri olmayan insanın kıymet i harbiyesi vardır. O kadar ki insan belli
değerlerle ancak “eşref i mahlûkat” olabilmiştir diyebiliriz. Bu
yüzden bazen bizatihi bir “insan” da kendi başına bir değer olabiliyor. Tarihte
kahramanlık göstermiş, ardında bir eser ya da kalıcı izler bırakmış şahsiyetler
böyledir. Onlar yaşadığı toplumda öldükten sonra da daima hatırlanır ve yüceltilirler.
Bu insan bazen bir sanatçı, kimi zaman bir idareci, hatta sıradan bir çiftçi
bile olabilir. Onu kıymeti tükenmeyen bir değer yapan şey mesleği, konumu ya da
zenginliği değildir. Hatta adı sanı bilinmediği halde toplum hafızasında hala
büyük bir yeri olan insanlar da vardır.
Yüzyıllar geçtiği halde üzerinden geçip durduğumuz
zarif bir köprü, karşısına geçip ne güzel yapılmış dediğimiz bir ev, kim bilir
kimin dokuduğu belli olmayan bir yün halı ya da kilim bile banisini gözümüzde
ve gönlümüzde büyük yapar. Onlar yazdığı bir şiir, bestelediği bir eser, geriye
bıraktığı bir vakıf, gelip geçen yolculara ikram ettiği bir bardak köpüklü
ayranla unutulmamış, kültürümüzün bir parçası olmuşlardır. Susurluğun belki bu
manada tarihinden gelen ulusal çapta meşhur bir değeri yok. Ancak; biraz
hafızamızı zorlarsak “İğne Bey, Katrancı Mehmet Pehlivan, Ayrancı Şükrü
ve Selahattin Altınbaş” ilçemiz için belki böyle değerlere
örnek gösterilebilir.
Hiç kuşkusuz insanı değerli kılan manevi hasletler
büyük ölçüde yaradılıştan geliyor ve dini inançlardan besleniyorlar. Ortak
değerler de böylece toplum halinde yaşayan insanların kültürü haline gelmişler.
İnsanı başkalarından ayırdığı gibi, toplulukları da diğerlerinden
farklılaştırmışlar. Ancak bu farklılıklar ayrıştırıcı değil. Zannedildiğinin
aksine insanları birbirine yakınlaştırıyorlar. Birbirlerini farklılıklarıyla
tanıyıp kabul ederek sosyal ilişkileri kolaylaştırıyorlar.
“Doğruluk”, “Dürüstlük”, “Çalışkanlık”, “Adalet”,
“Emanete sadakat” ve “Güzel ahlak sahibi olmak” kişiyi değerli
ve farklı kılan insanî vasıflar. Ancak bu değerler benimsenip yaygınlaştıkça;
“Güvenli toplum”, “İyi insanlar yurdu”, “Girişimcilik ruhu”, “Birlik
ve beraberlik şuuru”, “Dayanışma ve yardımseverlik”, “Hoşgörü ve farklılıklara
saygı duyma”, “Misafirperverlik”, “Sorumluluk ve sahip olunan Kültürel mirası
yaşatmaya duyarlılık” ve “Çevreye saygı” gibi toplumsal değerlere dönüşüyorlar.
Susurluğumuzun başka bazı yerler gibi hemen akla geliveren tarihi, arkeolojik ve kültürel zenginlikleri yok. Bu anlamda ziyaret edilebilecek ören yeri ve eserlere de sahip değil maalesef. Ancak bir yol üstü kasabası olarak çeşitli adlarla da olsa geçmişten bu yana bilinen kadim bir geçiş güzergâhı. Denizden Bandırma-Balıkesir yolu ile karadan İstanbul-Bursa yolu ile İzmir'e ulaşım hep bu noktadan geçmiş. Bu yüzden Egeyi Marmara’ya, Marmara’yı da İç Anadolu’ya bağlayan tarihi “Ulaşım güzergâhları üzerindeki Coğrafi konumu” buraya belli bir değer kazandırıyor.
Susurluğu düşündüğümüzde bu gibi değerlere benzer bazı vasıfların halen yaşadığını görebiliyoruz. Meselâ bu yörenin insanı her şeyden önce “iyi” olarak bilinir ve hatırlanır. Halkımız kendi halinde, işinde gücünde insanlardır. İddiasız, hilesiz, yalansız, sessiz sedasız çalışırlar. Genellikle geleneklerine bağlı ve inançlı olduklarını söyleyebilirim. Aileyi yaşatan, evlatlarını yuvadan uçup gitme pahasına okutup adam etmeye çalışan bir fedakârlığa sahiptirler. Hele de konu vatansa her birinin birer arslana dönüşeceğinden de hiç kuşku yoktur. Çünkü geçmişten bu yana insanımızda mevcut olan “Vatana sadakat” gibi daha birçok değerimiz toplumumuz içinde güçlü bir şekilde yaşıyor.
Susurluk insanı kapısı gibi gönlü de açık “Misafirperver” insanlardır. Yüreği cebinden daha cömert; “Yardımsever” ve hamiyet sahibidirler. Bu vasıflara ister merkezde ister herhangi bir köyüne gidin yakından şahit olursunuz. “Susurluk vakfı aşevi”, “Susurluk ateşi” ya da “Üniversite öğrencilerini destekleme derneği” gibi sivil toplum kuruluşları böyle güçlü yardımlaşma duygularına örnek verilebilecek değerler. Günümüzde tek başına bir vakıf gibi çalışıp genç sporcular yetiştiren “Fehim hoca” kıymeti takdir edilmesi gereken ve hafızalarımızdan silinmeyecek bir başka değerimiz. Öte yandan Göbel’in “Katrancı Mehmet Pehlivan yağlı güreşleri”, Karapürçeğin “Rahvan at yarışları”, Çaylak mesire yeri “Motorkros” yarışmaları spor ve alternatif turizm açısından devam ettirilmesi ve yaşatılması gereken değerler.
Meselâ genç kızlarımızın, kadınlarımızın “el işi göz nuru” ürettiği şeyler. Ülkemizin her yöresinde vardır da bizde yok mudur; vardır elbette.
|
|
Teşvik edilirse başka yerlerde rastladığımız pek çok el sanatının gün yüzüne çıkması mümkün olacaktır. “Marifet iltifata tabidir” denmiş; inanıyorum ki kızlarımız ve kadınlarımızın bu konuda diğerlerinden eksik kalır hiç bir yanı yoktur. Sadece imkân verilmesi gerekiyor.
Hiçbir değerimizi göz ardı etmeye, küçük görmeye hakkımız yok. Bana göre Susurluk için “süpürgecilik” bir markadır. Neredeyse hala süpürge kullanan bütün beldelere ulaşabiliyorlar. Yine, ilçemizden yetişen pek çok kıymetli “müzisyen” var. Onlar da büyük kentlerde ekmeklerinin peşinde icra i sanat ediyorlar. Selahattin Altınbaş gibi büyük bir bestekâr onların içinden çıkmadı mı? Kim ne derse desin, bunlar da Susurluğun değerleridir ve gelecekte de var olacaklar. Susurluğumuzun başka bazı yerler gibi hemen akla geliveren tarihi, arkeolojik ve kültürel zenginlikleri yok. Bu anlamda ziyaret edilebilecek ören yeri ve eserlere de sahip değil maalesef. Ancak bir yol üstü kasabası olarak çeşitli adlarla da olsa geçmişten bu yana bilinen kadim bir geçiş güzergâhı. Denizden Bandırma-Balıkesir yolu ile karadan İstanbul-Bursa yolu ile İzmir'e ulaşım hep bu noktadan geçmiş. Bu yüzden Egeyi Marmara’ya, Marmara’yı da İç Anadolu’ya bağlayan tarihi “Ulaşım güzergâhları üzerindeki Coğrafi konumu” buraya belli bir değer kazandırıyor.
Ayrıca adı ‘Fırt’ da olsa, ‘Susığırlık’ da olsa,
Susurluk geçmişten bu yana hemen herkesin yolunun düştüğü, soğuk ayranını
içtiği bir nokta. Gelip geçen her yolcuda bıraktığı bir tat, bir iz mutlaka
var. Bu bağlamda Susurluğa özgü bir süt ürünü ve markası olarak “Köpüklü
Ayranı” artık bizimle bütünleşmiş, tarihi geçmişi olan önemli bir
değerimiz. Ayran gibi, “Yörsan tava yoğurdu da kahvaltılık loru, peynir
çeşitleri” de Susurluğun lezzetli ürünleri.
Aynı şekilde gerek “kuzu etinde, gerekse sığır etinde”
İstanbul pazarının başat tedarikçisi konumunda. Demek ki genel olarak
hayvancılık ve bunun doğal sonucu olan “et ve süt ürünlerimiz” önemli
bir zenginlik kaynağımız. Meyvecilik, yaş sebze ve zengin tarım ürünleri
çeşitliliğini görebilmek için Çarşamba pazarını gelip gezmek yeter. Örneğin
Dereköy’ün, Gürece’nin, Kurucaoluk’un “kuru fasulye”si ancak birbirlerine
rakiptirler.
“Çaylak suyu”nun tadını lezzetini ancak içenler bilebilir. Son
yıllarda adı köpüklü ayranla birlikte anılan tava ekmek ve özel peynirli “tostunu” da
unutmamak gerekiyor. Kısaca Susurluk bulunduğu yol üstü konumda; suyu, eti,
sütü, ayranı, meyvesi, sebzesi ve zengin ürün çeşitliliği ile misafirleriyle
yeniden kucaklaşmayı bekliyor.
Bu güne kadar Susurluk halkı
ailesini geçindirmiş ama kendini aşıp ta büyüyememiş. Büyümeli miydi?
Böyle “doğal” kalması daha mı iyi oldu? Elbette ki bir
taraftan farklı ekonomik faaliyetler, ticari yatırımlar, Üniversite kurulması ve
yeni konut alanları gibi konularda çabalar devam edecek. Bunlar önemli ve ihmal
edilmemeli. Fakat 2020'lerin Türkiye'sinde Susurluğun da kendine özgü yaşayan
değerlerini öne çıkarıp parlatmayı başarabilmesi gerekiyor.
Susurluğun ne yazık ki bir Göynük, bir Taraklı, bir
Nallıhan, bir Beypazarı, bir Ayaş ya da Foça gibi tarihi ve kültürel açıdan öne
çıkarılabilecek mukayeseli bir üstünlüğü bulunmuyor. Bir ‘Cittaslow’ olarak
değerlendirilebilecek yavaşlığı da yok. Elbette ki yaşanmış, halen varlığını
sürdüren ve gelecekte de hatırlanacak bazı değerleri var. Bu değerlerin
bazıları ulusal düzeyde biliniyor. Ama çoğu burada yaşamış ve yaşamakta
olanların hayatında bir tür kimlik çizgileri gibi duruyor. Başkaları için bir
kıymet ifade edebilmesi için üzerinde çalışılması, bir bakıma restore
edilmeleri gerekiyor.
Örneğin Susurluk’ta eski İnebey İlkokulu bir “etnografya
müzesi” haline getirilebilir. Yörenin tarihi, kültürü, otantik
objeleri burada toplanıp sergilenebilir. İnanıyorum ki böylece Susurluğa farklı
ve kalıcı bir eser kazandırılmış olacaktır. Zira bugün Susurluk deyince
birilerinin aklına başka şeyler geliyor. Bu algı, zihinlerimizi işgal eden
medyatik kirlilikle ilgili bir durum. Oysaki bir zamanlar Susurluk denince ilk
akla gelen şeyler; “tahta sandalye ve at arabası” üretimiydi.
Susurluk bir dönem ülkemizin tahta sandalye üretim
merkeziydi. Yine, motorlu taşıt araçlarının çıkmasıyla giderek önemini kaybeden
at arabası yapımı eskiden yörede yalnızca Susurluk'ta yapılmaktaydı. Bitti mi?
Bence bitmedi; şimdilerde Bozcaada gibi turistik yerlerde gittikçe artan bir
trend var. Lokantalarda, çay bahçelerinde sadece ahşap masa ve sandalye
kullanıyorlar. Büyük oteller, rezidanslar bahçelerinde çiçeklendirilmiş küçük
at arabaları bulunduruyorlar. Susurluk bu değerini yeniden canlandırabilir mi?
Evet, neden olmasın?
Günümüzde “Susurluk Şeker Fabrikası”,
“Yörsan”, “Dört Mevsim Entegre et”, “Fide” ve “Has tavuk” gibi tesis
ve markalar Susurluk için birer değer durumundalar. Bazıları konjonktürel olarak
sarsılmış gibi olsa da marka değerleri hala yüksek. “İstanbul’a ve
limanlara yakınlık, güçlü ulaşım ağları” ile “nispeten bakir
kalmış bir bölge“ olarak Susurluk orta vadede kendisine yer arayan
Sanayi ve lojistik yatırımcıları için oldukça cazip fırsatlar sunuyor. Ayrıca
ilçemizin sahip olduğu “Rüzgâr”, “Güneş” ve “Jeotermal” kaynaklar
de başlı başına önemli bir potansiyel. Hem enerji sektörü hem de termal turizm
için değerliler.
Susurluğun bulunduğu “bozulmamış doğal
çevre” başlı başına bir değer. Bir tarafında “Çataldağ” diğer
yanda Keltepe yükseltileri arasında kıvrılıp giden “Susurluk ırmağı”nın
geçtiği yemyeşil bir vadide yer alıyor. “Çaylak mesire yeri” gibi
güzel bir dinlenme yerine sahip. Ki, bu doğallık, güzellik ve yeşillik her
yerde bulunabilen şeyler değil. Bunlar Susurluk için aklıma geliveren, zihin
açma kabilinden bazı örnekler.
Bugün için aklımızda kalması
gereken şey şu: ‘Değerler önemlidir. Değerler ilkeler ve gelecek vizyonu
için sağlam bir temel oluştururlar. Hareket stratejileri için de dayanak
noktasıdırlar.’ Onları yeniden keşfetmek, seçip ayıklamak ve
gelecek için kazanmak zorundayız. Bu zamanda mukayeseli üstünlüklerimizi
bilmeden, onları öne çıkarmadan fark edilemeyiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder