
"Allah aşkına Batı’dan bir şey almayalım artık. Biraz da biz Batı’ya, dünyaya, insanlığa bir şeyler sunalım !"
Şu cümledeki kıyama, feverana bakınız ! Kendisine yöneltilen ‘Batı’nın ahlakını da alalım’ mı diyorsunuz ?' sorusunu adeta "Yeter artık !" inlemesiyle cevaplıyor genç yazarımız.
Üstüne üstüne gelen tarafgir sorular artık onu da rahatsız etmiş görünüyor. Zira gazetecinin son hamlesi yenilir yutulur cinsten değil: "İslam ahlakı, Batı’daki seküler ahlakın gerisine mi düştü ? ‘Batı’nın ahlakını da alalım’ mı diyorsunuz ?"
Gerçekten de karşı taraf verdikçe daha fazlasını isteyen bir doymazlık içinde. 'Bu kadarı da fazla' dedirtecek bir haddi aşma söz konusu. Ancak, genç yazarımız yine de konu bütünlüğü adına "Batı’nın oyunu deyip geçemezsin. Önce bir aynaya bak, halini gör !" diyerek mevzuyu vur abalıya getirip dayıyor.
Ancak,
karşısındaki maden bulmuş gibi kazmaya devam ediyor:"İslam bir kriz mi
yaşıyor?" Aklınca islamofobia refleksine benzer bir yaklaşımla günümüzün
tüm sorunlarını islama mal edecek.
Neyse ki aldığı cevap akıllıca: "Hepimiz hacca gitmek isteriz, fakat hiçbirimiz Arabistan’da yaşamayı düşünmüyoruz. Ticari ve siyasal İslam’ın krizi bu. Kalplerde temiz bir inanç olarak yaşayan İslam’ın krizi değil."
Bu özen çok bildik. İslamı, coğrafyaların ve güncel karmaşanın üstünde tutma gayreti bu. Öte yandan, topu tartışılabilecek bir alana, 'Ticari ve siyasal' boyuta çekmek kısmen muhatabının ve onun gibilerin beklediğini de vermek anlamına geliyor.
Neyse ki aldığı cevap akıllıca: "Hepimiz hacca gitmek isteriz, fakat hiçbirimiz Arabistan’da yaşamayı düşünmüyoruz. Ticari ve siyasal İslam’ın krizi bu. Kalplerde temiz bir inanç olarak yaşayan İslam’ın krizi değil."
Bu özen çok bildik. İslamı, coğrafyaların ve güncel karmaşanın üstünde tutma gayreti bu. Öte yandan, topu tartışılabilecek bir alana, 'Ticari ve siyasal' boyuta çekmek kısmen muhatabının ve onun gibilerin beklediğini de vermek anlamına geliyor.

Cevap 'önce bir aynaya bak' savunmasının açıklaması oluyor: "Katar’da, her Katar vatandaşı başına yıllık gelir 150 bin dolar. Etiyopya’da ise sadece 177 dolar. Yani, birinin bir günde kazandığını, öteki üç yılda bile kazanamıyor! Ayrı gezegenlerdeler sanki ?!
Dünyanın en kalabalık Müslüman ülkesi olan Endonezya, aynı zamanda emeğin en ucuz olduğu ülke ! İslam, tüm dünyada adaletsizlerin, vicdansızların tahakküm aracı haline getirildi. Müslümanların asıl isyan etmesi gereken budur. ‘Batı’nın oyunu’ deyip geçemezsin. Önce bir aynaya bak, halini gör. Gözünün önünde, İslam adına fırıldak çevirenleri gör."
İslam dünyasındaki ekonomik dengesizlik ve adaletsizliklerden örnek verilerek 'Müslümanların asıl isyan
etmesi gereken tahakküm budur' diyor özetle. Yani suçu
batıda değil kendimizde ve bu vicdansızlıklarda arayalım diyor. 'Aynaya bak, halini gör !' demesi bundan.
Ancak, sanırım 'isyan' sözcüğü gazeteciye yeni bir gol atma fırsatı gibi görünmüş olmalı ki soruyu hemen çakıyor. Muhtemelen kendince siyasal islam görüş ve uygulamalarını kasdederek: "İslam kalplerde kalmasın, sokakta da yaşansın fikrine katılmıyor musunuz ?" diyor.
Ancak, sanırım 'isyan' sözcüğü gazeteciye yeni bir gol atma fırsatı gibi görünmüş olmalı ki soruyu hemen çakıyor. Muhtemelen kendince siyasal islam görüş ve uygulamalarını kasdederek: "İslam kalplerde kalmasın, sokakta da yaşansın fikrine katılmıyor musunuz ?" diyor.
Genç
yazarımız bu soruya: "Kalbinde inanç varsa, senin
düşüncen, sözün, emeğin, eserin, sözün, tebessümün sokağı da memleketi de,
hatta dünyayı aydınlatır. Vicdansız ve akılsız yöneticilerin yalanlarını alkışlamaya varan dindarlık umurumda değil" diye cevap veriyor. Ona göre; "Kalpteki iman doğal olarak
etrafına yansır. Karşı olduğum şey hem dindar olup hem de vicdansız ve akılsız
yöneticilerin yalanlarını alkışlamaktır" diyor kısaca.
Sizce
gelişmişlik nedir ? Gelişmişliğin belli bir kriteri var mıdır ? Bu konuda hangi kriterlerin kullanılacağı ve hangi ülkelerin gelişmiş olarak
tanımlanması gerektiği hala tartışmalı.
Mesela İnsani Gelişme Göstergesi (Human Development Index, HDI), Dünya'daki ülkeler için yaşam uzunluğu, okur yazar oranı, eğitim ve yaşam düzeyi doğrultusunda hazırlanan bir ölçü.
Mesela İnsani Gelişme Göstergesi (Human Development Index, HDI), Dünya'daki ülkeler için yaşam uzunluğu, okur yazar oranı, eğitim ve yaşam düzeyi doğrultusunda hazırlanan bir ölçü.
Genel
değerlendirmelerde kişi başına düşen milli gelir gibi ekonomik kriterler baskın olmakla birlikte, sanayileşme düzeyi, ya da bunlarla eğitim ve sağlık düzeyini de kombine eden İnsani Gelişme Endeksi gibi
kriterler de konuşuluyor. Buna göre sanayi, milli gelir, eğitim ve sağlık
düzeyi yüksek ülkeler daha
gelişmiş sayılmakta, bu kriterlere uymayan ülkelerse genel olarak
gelişmekte olan ülke olarak sınıflandırılmaktadır.
Ama
Birleşmiş Milletler İstatistik Bölümü'ne göre gelişmiş
ve gelişmekte olan ülke ayrımını yapmak için belirlenmiş bir kural yok. Ayrıca
gelişmiş ve gelişmekte terimlerinin istatistiksel kolaylık için olduğu ve bir
ülkenin gelişmişlik aşaması hakkında bir yargı sağlamadığı da ifade ediliyor.
Birleşmiş
Milletler eski genel sekreteri Kofi Annana göre gelişmiş ülke: "bütün vatandaşlarına güvenli bir ortamda özgür ve
sağlıklı bir hayat yaşamaya olanak sağlayan ülkedir." Genç yazarımıza göre ise gelişmişlik
kriteri: "Ruh hastası olmamaktır, çalışkanlıktır, cazibedir." Ona göre "Müslümanlar; ahengiyle,
sanatıyla, bahçeleriyle, estetiğiyle, tebessümüyle dünyayı büyülemeli, 'Vay canına!' dedirtmeliydi."
Görüyorsunuz
konu bir çırpıda gelişmişlikten 'din ve dindarlık' konusuna nasıl
geliveriyor ? Doğal olarak Türkiye'de itibari olarak artan dindarlığa karşılık az
gelişmişliğin çelişkisi merak ediliyor. "Türkiye
dindarlaşmıyor mu peki ?"sorusu bu yüzden.
Cevap
yine keskin ve politik: "Düşmanlıkların,
ölümlerin, hırsızlıkların, korkunun, yalanların… artmasıyla birlikte yürüyen
bir dindarlaşmaya inanmıyorum. Vicdansız ve akılsız yöneticilerin yalanlarını
alkışlamaya varan dindarlığa asla itibar etmiyorum. Umurumda değil."
Tabi
konuyu getirip İslam'a dayarsanız, sadece Türkiye'de değil bütün İslam
Dünyasındaki geri kalmışlığı da yüklerler sırtınıza. Siz öyle söylemeseniz bile 'İslam dünyası çağın gerisinde kaldı diyorsunuz ?' hükmünü dayatırlar. Üstelik 'Bu
eski bir tespit değil mi ?' diye de istihza ederek.
Cevap biraz mahçup, çokça da artistik "Üzgünüm, Dünyanın başrolünde Müslümanlar var diyebilmeyi çok isterdim."
Cevap biraz mahçup, çokça da artistik "Üzgünüm, Dünyanın başrolünde Müslümanlar var diyebilmeyi çok isterdim."
Bir
önerisi de var genç yazarımızın: "Sanayi ve bilim çağlarını
ıskaladık. Şimdi yeni bir çağın eşiğindeyiz. Gelişmiş toplumlar, tabiatla
uyumlu bir teknolojiye yöneliyor. Güneş enerjisini, rüzgar enerjisini depolayıp
iletmeyi mümkün kılan sistemler üzerinde çalışıyorlar. Bu yeni çağı da
yakalayamazsak, büsbütün köleleşeceğiz."
Eh
konu artık en zevkli bölüme, iktidara politik muhalefet kısmına gelmiş durumda.
Soru yine gıdıklıyor adeta: "Bu iktidar döneminde,
düşünce üretimi azaldı mı ?" El cevap dünden teşne:
"Hem de nasıl. Bugün, çoğunluk düşünmüyor,
rasyonalizasyon yapıyor. Yani olayları, durumları mantığa bürüyor, tutarlı
gösteriyor. Rasyonalizasyon, demagojiyle birlikte yürür."
Al işte ! Böylece genç yazarımız savunma yaparken sadece iktidar değil onları destekleyen, oy veren milyonları da rasyonalizasyon, demogoji ile suçlamış oluyor.
Al işte ! Böylece genç yazarımız savunma yaparken sadece iktidar değil onları destekleyen, oy veren milyonları da rasyonalizasyon, demogoji ile suçlamış oluyor.
Ona
göre: "Düşünmenin bir yolu da, fikrimizin,
kanaatimizin aksi yönünde kanıtlar aramaktır. Bu, cesaret gerektirir. Böylece
tüm doğruları, tüm iyilikleri, tüm güzellikleri kendimizde; tüm yanlışları,
kötülükleri, çirkinlikleri başkasında görme çılgınlığından kurtuluruz." Yani bir çılgınlığımız eksikti.
Genç
yazarımızın bu çok taraflı ateşi gazeteciyi de dağıtıyor. Ayakta bir şey
kalmadı çünkü. "Çözüm ne peki ? Bilim ve sanat mı ?" sorusu bunun şaşkınlığından dolayı olmalı.
Verilen
örnek ilginç: "Son halife Abdülmecit Efendi yetkin
bir ressamdı. ‘Sarayda Beethoven’ gibi tabloları çok meşhurdur. Bakın, halife
diyorum, ressam diyorum. Bugün ise Tanzimat’ın da gerisine düşüldü." Tabi konu sanata uzandığında tanzimattan bahsedilmesi gazeteciye
de garip geliyor. "Tanzimat’ı olumlu mu kabul ediyorsunuz ?"

Bugün, 75 milyon nüfusun 10 milyonunda pasaport var. Kıyas, reflekstir. Londra’daki yeşil alanları (bu arada, Londra dünyanın en büyük kent ormanıdır), trafik düzenini, mimari dokuyu gören her vatandaşımız; bizim durumumuzun içler acısı olduğunu söylüyor. Yani artık her evde bir Tanzimat aydını var!"
Tanzimattan
bahsetmek, doğal olarak o gün dilimizde bugün zihnimizdeki bir deyişi
hatırlatıyor hemen. Belki de biraz geyik olsun diye soruluyor: "Tanzimat
Fermanı, halk arasında “Artık gavura gavur denmeyecek” şeklinde yorumlanmıştır.
Bu tepkiyi nasıl anlamalı ?"
Cevap
bu defa oldukça sağduyulu: "İnsanlara “Gavur” demek bir kazanım mı, iyi
bir şey mi ? Tanzimat Fermanı, tek sayfalık bir metindir. İçinde ‘gavur’ kelimesi geçmez. Okumadan nasıl yargılayabiliriz? Ahmet Mithat, Recaizade, Namık Kemal… hepsi de aslan gibi adamlardı.
Saygıdeğer münevverlerdi. Okuyan bir toplum olsun,
eşitlik olsun, geri kalmayalım derdindeydiler."
Dönüp dönüp her konuda kendimize suçlamalar yöneltmek artık bir alışkanlık
olmuş bu entellektüelimizde: "Milyonlarca insan,
dönüp bu insanlarla alay etti. 200 yıldır da alay ediliyor. İşte, geldiğimiz
yer ortada."

Genç yazarımız cevabına önce oldukça iyimser ve umutlu başlıyor: "Çocuklarımızın dünyası, bizimkinden daha geniş olacak. Onlar, işlerini yaparken, eser verirken dünya standardını tutturacaklar."
Sonrası yine bildiğiniz gibi: "Akılsız, düşüncesiz, asalak olmayacaklar. Dinî inançları da onların hayatına zarafet ve bilgelik katacak. Bugünün dinci talancılarına da, bizzat kendi çocukları en gür şekilde “Yeter !” diyecek."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder