11 Aralık 2017 Pazartesi

289 02 Nisan 2017 Pazar 23:30 ANKARA HASTALIKLARI..................Ankara'yı didiklemek (9)

Genç bir entellektül muhalifle konuşma

"Allah aşkına Batı’dan bir şey almayalım artık. Biraz da biz Batı’ya, dünyaya, insanlığa bir şeyler sunalım !

Şu cümledeki kıyama, feverana bakınız ! Kendisine yöneltilen ‘Batı’nın ahlakını da alalım’ mı diyorsunuz ?' sorusunu adeta "Yeter artık !" inlemesiyle cevaplıyor genç yazarımız.

Üstüne üstüne gelen tarafgir sorular artık onu da rahatsız etmiş görünüyor. Zira gazetecinin son hamlesi yenilir yutulur cinsten değil: "İslam ahlakı, Batı’daki seküler ahlakın gerisine mi düştü ? ‘Batı’nın ahlakını da alalım’ mı diyorsunuz ?

Gerçekten de karşı taraf verdikçe daha fazlasını isteyen bir doymazlık içinde. 'Bu kadarı da fazla' dedirtecek bir haddi aşma söz konusu. Ancak, genç yazarımız yine de konu bütünlüğü adına "Batı’nın oyunu deyip geçemezsin. Önce bir aynaya bak, halini gör !" diyerek mevzuyu vur abalıya getirip dayıyor.

Ancak, karşısındaki maden bulmuş gibi kazmaya devam ediyor:"İslam bir kriz mi yaşıyor?" Aklınca islamofobia refleksine benzer bir yaklaşımla günümüzün tüm sorunlarını islama mal edecek. 

Neyse ki aldığı cevap akıllıca: "Hepimiz hacca gitmek isteriz, fakat hiçbirimiz Arabistan’da yaşamayı düşünmüyoruz. Ticari ve siyasal İslam’ın krizi bu. Kalplerde temiz bir inanç olarak yaşayan İslam’ın krizi değil.

Bu özen çok bildik. İslamı, coğrafyaların ve güncel karmaşanın üstünde tutma gayreti bu. Öte yandan, topu tartışılabilecek bir alana, 'Ticari ve siyasal' boyuta çekmek kısmen muhatabının ve onun gibilerin beklediğini de vermek anlamına geliyor.

Nitekim, istediği oluyor, gazeteci "İslam ülkelerinin durumu ne ?" sorusuyla eski 'Atış serbest !' rahatlığını yeniden kazanıyor. 

Cevap 'önce bir aynaya bak' savunmasının açıklaması oluyor: "Katar’da, her Katar vatandaşı başına yıllık gelir 150 bin dolar. Etiyopya’da ise sadece 177 dolar. Yani, birinin bir günde kazandığını, öteki üç yılda bile kazanamıyor! Ayrı gezegenlerdeler sanki ?! 

Dünyanın en kalabalık Müslüman ülkesi olan Endonezya, aynı zamanda emeğin en ucuz olduğu ülke ! İslam, tüm dünyada adaletsizlerin, vicdansızların tahakküm aracı haline getirildi. Müslümanların asıl isyan etmesi gereken budur. ‘Batı’nın oyunu’ deyip geçemezsin. Önce bir aynaya bak, halini gör. Gözünün önünde, İslam adına fırıldak çevirenleri gör."

İslam dünyasındaki ekonomik dengesizlik ve adaletsizliklerden örnek verilerek 'Müslümanların asıl isyan etmesi gereken tahakküm budur' diyor özetle. Yani suçu batıda değil kendimizde ve bu vicdansızlıklarda arayalım diyor. 'Aynaya bak, halini gör !' demesi bundan. 

Ancak, sanırım 'isyan' sözcüğü gazeteciye yeni bir gol atma fırsatı gibi görünmüş olmalı ki soruyu hemen çakıyor. Muhtemelen kendince siyasal islam görüş ve uygulamalarını kasdederek: "İslam kalplerde kalmasın, sokakta da yaşansın fikrine katılmıyor musunuz ?" diyor.

Genç yazarımız bu soruya: "Kalbinde inanç varsa, senin düşüncen, sözün, emeğin, eserin, sözün, tebessümün sokağı da memleketi de, hatta dünyayı aydınlatır. Vicdansız ve akılsız yöneticilerin yalanlarını alkışlamaya varan dindarlık umurumda değil" diye cevap veriyor. Ona göre; "Kalpteki iman doğal olarak etrafına yansır. Karşı olduğum şey hem dindar olup hem de vicdansız ve akılsız yöneticilerin yalanlarını alkışlamaktır" diyor kısaca.

Sizce gelişmişlik nedir ? Gelişmişliğin belli bir kriteri var mıdır ? Bu konuda hangi kriterlerin kullanılacağı ve hangi ülkelerin gelişmiş olarak tanımlanması gerektiği hala tartışmalı. 

Mesela İnsani Gelişme Göstergesi (Human Development Index, HDI), Dünya'daki ülkeler için yaşam uzunluğu, okur yazar oranı, eğitim ve yaşam düzeyi doğrultusunda hazırlanan bir ölçü.

Genel değerlendirmelerde kişi başına düşen milli gelir gibi ekonomik kriterler  baskın olmakla birlikte, sanayileşme düzeyi, ya da bunlarla eğitim ve sağlık düzeyini de kombine eden İnsani Gelişme Endeksi gibi kriterler de konuşuluyor. Buna göre sanayi, milli gelir, eğitim ve sağlık düzeyi yüksek ülkeler daha gelişmiş sayılmakta, bu kriterlere uymayan ülkelerse genel olarak gelişmekte olan ülke olarak sınıflandırılmaktadır.

Ama Birleşmiş Milletler İstatistik Bölümü'ne göre gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ayrımını yapmak için belirlenmiş bir kural yok. Ayrıca gelişmiş ve gelişmekte terimlerinin istatistiksel kolaylık için olduğu ve bir ülkenin gelişmişlik aşaması hakkında bir yargı sağlamadığı da ifade ediliyor.

Birleşmiş Milletler eski genel sekreteri Kofi Annana göre gelişmiş ülke: "bütün vatandaşlarına güvenli bir ortamda özgür ve sağlıklı bir hayat yaşamaya olanak sağlayan ülkedir." Genç yazarımıza göre ise gelişmişlik kriteri: "Ruh hastası olmamaktır, çalışkanlıktır, cazibedir."  Ona göre "Müslümanlar; ahengiyle, sanatıyla, bahçeleriyle, estetiğiyle, tebessümüyle dünyayı büyülemeli, 'Vay canına!' dedirtmeliydi."

Görüyorsunuz konu bir çırpıda gelişmişlikten 'din ve dindarlık' konusuna nasıl geliveriyor ? Doğal olarak Türkiye'de itibari olarak artan dindarlığa karşılık az gelişmişliğin çelişkisi merak ediliyor. "Türkiye dindarlaşmıyor mu peki ?"sorusu bu yüzden.

Cevap yine keskin ve politik: "Düşmanlıkların, ölümlerin, hırsızlıkların, korkunun, yalanların… artmasıyla birlikte yürüyen bir dindarlaşmaya inanmıyorum. Vicdansız ve akılsız yöneticilerin yalanlarını alkışlamaya varan dindarlığa asla itibar etmiyorum. Umurumda değil."

Tabi konuyu getirip İslam'a dayarsanız, sadece Türkiye'de değil bütün İslam Dünyasındaki geri kalmışlığı da yüklerler sırtınıza. Siz öyle söylemeseniz bile 'İslam dünyası çağın gerisinde kaldı diyorsunuz ?' hükmünü dayatırlar. Üstelik 'Bu eski bir tespit değil mi ?' diye de istihza ederek. 

Cevap biraz mahçup, çokça da artistik "Üzgünüm, Dünyanın başrolünde Müslümanlar var diyebilmeyi çok isterdim."

Bir önerisi de var genç yazarımızın: "Sanayi ve bilim çağlarını ıskaladık. Şimdi yeni bir çağın eşiğindeyiz. Gelişmiş toplumlar, tabiatla uyumlu bir teknolojiye yöneliyor. Güneş enerjisini, rüzgar enerjisini depolayıp iletmeyi mümkün kılan sistemler üzerinde çalışıyorlar. Bu yeni çağı da yakalayamazsak, büsbütün köleleşeceğiz."

Eh konu artık en zevkli bölüme, iktidara politik muhalefet kısmına gelmiş durumda. Soru yine gıdıklıyor adeta: "Bu iktidar döneminde, düşünce üretimi azaldı mı ?" El cevap dünden teşne: "Hem de nasıl. Bugün, çoğunluk düşünmüyor, rasyonalizasyon yapıyor. Yani olayları, durumları mantığa bürüyor, tutarlı gösteriyor. Rasyonalizasyon, demagojiyle birlikte yürür.

Al işte ! Böylece genç yazarımız savunma yaparken sadece iktidar değil onları destekleyen, oy veren milyonları da rasyonalizasyon, demogoji ile suçlamış oluyor.

Ona göre: "Düşünmenin bir yolu da, fikrimizin, kanaatimizin aksi yönünde kanıtlar aramaktır. Bu, cesaret gerektirir. Böylece tüm doğruları, tüm iyilikleri, tüm güzellikleri kendimizde; tüm yanlışları, kötülükleri, çirkinlikleri başkasında görme çılgınlığından kurtuluruz." Yani bir çılgınlığımız eksikti.

Genç yazarımızın bu çok taraflı ateşi gazeteciyi de dağıtıyor. Ayakta bir şey kalmadı çünkü. "Çözüm ne peki ? Bilim ve sanat mı ?" sorusu bunun şaşkınlığından dolayı olmalı.

Verilen örnek ilginç: "Son halife Abdülmecit Efendi yetkin bir ressamdı. ‘Sarayda Beethoven’ gibi tabloları çok meşhurdur. Bakın, halife diyorum, ressam diyorum. Bugün ise Tanzimat’ın da gerisine düşüldü." Tabi konu sanata uzandığında tanzimattan bahsedilmesi gazeteciye de garip geliyor. "Tanzimat’ı olumlu mu kabul ediyorsunuz ?"

Cevap yine birikmiş bir öfke seli halinde: "Elbette. Tanzimat aydınını yerden yere vurduk. Onu taklitçi ilan ettik. Hacivat aydın, bopstil, Frenk şebeği diye yaftaladık. Osmanlı nüfusu 13 milyon iken, Paris’e giden diyelim 13 kişiyle alay etmek kolaydı. Halbuki, hepsi de dindar çocuklar olan Tanzimat aydınları, bize çok basit bir şey söylüyorlardı: “Sistem kurmalıyız. Demokratlaşmalıyız. Batı ilerliyor. Bunu görmezden gelemeyiz…

Bugün, 75 milyon nüfusun 10 milyonunda pasaport var. Kıyas, reflekstir. Londra’daki yeşil alanları (bu arada, Londra dünyanın en büyük kent ormanıdır), trafik düzenini, mimari dokuyu gören her vatandaşımız; bizim durumumuzun içler acısı olduğunu söylüyor. Yani artık her evde bir Tanzimat aydını var!"

Tanzimattan bahsetmek, doğal olarak o gün dilimizde bugün zihnimizdeki bir deyişi hatırlatıyor hemen. Belki de biraz geyik olsun diye soruluyor: "Tanzimat Fermanı, halk arasında “Artık gavura gavur denmeyecek” şeklinde yorumlanmıştır. Bu tepkiyi nasıl anlamalı ?"

Cevap bu defa oldukça sağduyulu: "İnsanlara “Gavur” demek bir kazanım mı, iyi bir şey mi ? Tanzimat Fermanı, tek sayfalık bir metindir. İçinde ‘gavur’ kelimesi geçmez. Okumadan nasıl yargılayabiliriz? Ahmet Mithat, Recaizade, Namık Kemal… hepsi de aslan gibi adamlardı. Saygıdeğer münevverlerdi. Okuyan bir toplum olsun, eşitlik olsun, geri kalmayalım derdindeydiler."

Dönüp dönüp her konuda kendimize suçlamalar yöneltmek artık bir alışkanlık olmuş bu entellektüelimizde: "Milyonlarca insan, dönüp bu insanlarla alay etti. 200 yıldır da alay ediliyor. İşte, geldiğimiz yer ortada."

Gazeteci üstüne gidilecek zaafı hemen görüyor tabi: "Her evde bir Tanzimat aydını bulunması neye yol açacak sizce ?

Genç yazarımız cevabına önce oldukça iyimser ve umutlu başlıyor: "Çocuklarımızın dünyası, bizimkinden daha geniş olacak. Onlar, işlerini yaparken, eser verirken dünya standardını tutturacaklar.

Sonrası yine bildiğiniz gibi: "Akılsız, düşüncesiz, asalak olmayacaklar. Dinî inançları da onların hayatına zarafet ve bilgelik katacak. Bugünün dinci talancılarına da, bizzat kendi çocukları en gür şekilde “Yeter !” diyecek."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder