22 Aralık 2015 Salı

253 22 Aralık 2015 Salı 21:30 ZAMAN DURAKLARI......................Ona selam olsun !

Ona selam olsun !

Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) Kameri aylardan Rebiü'l-evvel ayının 12. gecesi doğmuştu. Yani milâdî takvime göre 571 yılı Nisan ayının yirmisinde. İşte bu geceye islami gelenekte mübarek "Mevlid Kandili" deniyor.

Cenab-ı Hak peygamber efendimiz için Kuran-ı Kerimde "Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." [1] diyor. O yüzden bu gece, islam dünyasında büyük hürmet görüyor, müslümanlar arasında asırlardır büyük bir coşku ile kutlanıyor ve sevgili Peygamberimiz derin bir saygı ile anılıyor.

Bu konuda Süleyman Çelebi tarafından yazılan ve asıl adı "Vesiletün'necat" olan mevlid kitabı O'nun doğumunu, üstünlüğünü ve mucizelerini çok güzel bir şekilde dile getirir.

Böyle gecelerde okunan mevlidleri dinlemek, O'na çok çok salât ve selâm göndermek özellikle bizim milletimize has bir güzellik. Sevgili Peygamberimize olan engin sevgi ve bağlılığının bir ifadesi.

Bununla beraber, böyle her vesileyle O'nun ahlâk ve fazilet dolu hayatını öğrenmek ve örnek alacağımız davranışlarını hayatımıza aktarmak ne kadar güzel olur değil mi ? Belki inşallah asıl o zaman Rabbimizin sevgisini ve hoşnutluğunu kazanmış oluruz.

Onun hayatı ve bize örnek davranışları hayranlık uyandırıcı güzelliklerle dolu. Kuran-ı Kerimde bu hususta "Andolsun, Allah'ın rasûlünde sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar için ve Allah'ı çok ananlar için güzel bir örnek vardır." [2] denmesi boşuna değil. Mesela selam vermek ve musafaha yapmak da bunlardan biri.

İki müslümanın birbiriyle karşılaştığı zaman selâmlaştığında tokalaşması (musafaha yapması) İslâm'ın âdâbı ve ahlakından. Çünkü, birbirleri ile karşılaşan Müslümanların önce selamlaşmaları ardından da musafaha (tokalaşma) yapmaları sünnet. [3]

Zira karsılaşınca musafaha yapmak, kucaklaşmak Peygamberimizin hem sözlü, hem de fiilî bir sünneti. [4]

İki Müslüman karşılaştıkları zaman önce "Esselâmü Aleyküm" "Ve aleykümüsselam" diyerek selâmlaşırlar, musafaha yaparlar ve "Allahümme salli âlâ seyyidinâ Muhammed" diyerek Peygamberimizin üzerine salavat getirir. Bunların hepsi de sünnet.

Müslümanların selâmlaşmaları bir sâlih amel, musâfaha yapmaları ise bir başka güzel davranış. Bunların her ikisi de Resûl-i Ekrem tarafından övülüp teşvik edilmiş. İyi mü’min olmanın da belirtisi olan bu güzel davranışların, inşallah kul hakkının dışında kalan küçük günahların bağışlanmasına vesile teşkil edeceği müjdelenmiş.

Çünkü onlar karşılaşmaları esnasında birbirlerine dua ederler. [5] Kur’ân-ı Kerîm’de [6]ve Resûl-i Ekrem’in bir hadisinde de açıkça belirtildiği gibi, iyilikler çirkinlikleri yok eder. [7]

Mastar olarak “es-selâmu aleyküm” demek, 'selâmet emniyet sizin içindir, sizinle beraberdir' demek. Allah’ın ismi olarak "Selâm" ise, Allah seni korumayı, gözetmeyi üzerine almıştır, kefildir anlamında. Selâm aynı zamanda İtaat ve barış da demek.

Kur’an-ı Kerim’de: "salât ve selam" edin buyuruluyor. [8] Ayette geçen Allah’ın salât etmesi, Peygamberimize rahmet etmesi ve şanını yüceltmesi anlamına geliyor. Meleklerin salât etmesi peygamberin şanını yüceltmesi ve müminlere bağış dilemesi, Müminlerin salâtı ise dua anlamında kullanılmış. Bu âyette geçen selâm kelimesi ise eksikliklerden ve her türlü musibetlerden korunmuş olmayı Allah’tan niyaz etme anlamı taşıyor.

Hz. Peygamber (asv)’a selâm vermek, mü’minlerin birbirine verdiği gibi O’nu selâmlamak, ayrıca zaman zaman ve özellikle ismi anıldığında manevi şahsiyetini selâmlamaktır. Bu selâm aynı zamanda insanların O’na itaat etmek ve yolunu dilemeyi de içeriyor elbette.

Bütün bunları bir arada düşündüğümüz zaman, müslümanların işledikleri her hayırlı işin, selam ve salatlarının bile onların hem dünyada hem de ahirette kendileri için birer kazanç olduğunu anlıyoruz.

Ayrıca, sevgi ve kardeşliğin belirtilerinden biri olan selâmdan sonra el sıkışmak, aralarında var olan sevgi ve kardeşliği, dostluğu, insanların birbirlerine karşı samimiyetini ve değer verişlerini daha da öne çıkarıcı bir unsur.

Peygamberimizin sünnet olan bu hareketini mutlaka erkekler tatbik edecek diye bir kaide de yok. Elbette ki bu sünneti mü'min erkekler yapabildikleri gibi, mü'min kadınlar da yapar.

Tokalaşmanın fazîleti hakkında pek çok kıymetli hadis gelmiş. [9] Bu hadislerin hepsi, musafahada sünnet olanın; sadece bir elle tutmak olduğunu gösteriyor. [10] Bununla birlikte her iki elle birlikte tokalaşmanın da bid'at olduğu söylenemez.[11] Ancak anlaşılıyor ki sünnet olanı sadece bir elle tokalaşmakla yetinmek. [12]

Demek ki tokalaşmak, sahâbe -Allah onlardan râzı olsun- arasında meşhur âdetlerden birisiymiş.[13]

Ancak musâfaha/tokalaşma kendi başına bir sünnet. Ve bu sünnet, iki Müslümanın karşılaştıkları ilk anda uygulanıyor.[14] Eğer bu karşılaşma namazın sonrasına rastlamışsa, tabii ki sünnet burada da uygulanabilecek.

Diğer yandan ne namazdan önce, ne de sonra musafaha edeceksiniz diye herhangi bir dinî emir de yokmuş. O halde böyle bir emir varmış gibi davrananlar, başkalarını da böyle musafahaya zorlayanlar, mahiyetini bilmedikleri bir alışkanlıklarını icra ediyorlar aslında.

Ancak yok demek, yapılırsa günah olur demek de değil elbette. [15] Musafaha, karşılaşan müminlerin sevgi ve saygı işareti olarak el tutuşup sıkışmasından ibaret güzel bir sünnet. Ancak bu da cami içinde ve dışında çok sıkça yapılırsa mânâsını kaybedebilir, lüzumsuz bir alışkanlık halini de alabilir endişesi var.

Elbette bazen halkın aşırı giderek bunu kusurlu halde yapmaları onu sünnet olmaktan çıkarmaz.  Aynı şekilde halkın bazı vakitler işledikleri sünnete bid’at denilemeyeceği gibi, halkın bu sünneti sabah ve ikindi namazlarından sonra müstehab ve meşru olmayan şekliyle yapmalarına da sünnet denilemez. Çünkü sünnet olan musafahanın zamanı, ilk karşılaşma zamanı. Bu sebeple Vakit namazlardan sonra cemaatin cami içinde sıraya girerek birbirlerine “Allah kabul etsin” deyip musafaha etmeleri ve bunu adet haline getirmeleri, bu kapsama girmiyor.

Bundan dolayı Nevevi gibi bazı alimler bunun, bayram namazlarında, bazan da cuma namazlarında yapılabileceğini ifade etmişler. Ancak cuma ve bayram dışında sanki dinin bir emri imiş gibi beş vakitte herkese elini uzatıp da musafahaya zorlamak bidattan başka bir mânâya gelmez. [16] Muhatapları zorlayarak yapılan böyle bir musafaha da maksadına ulaşamayabilir.

Çünkü Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) ve ashab-ı kiram (r.a) zamanında, namazlardan sonra toplu musâfaha yapıldığına dair bir rivayete rastlanmıyor. Bu yüzden, musâfahayı namaza eklemek açık bir sünnet değil. Sünnet olan uygulama; Müslümanların birbirleriyle karşılaştıkları her yerde bunu yapmak. [17]

Ayrıca bunun başka mahzurları da olabiliyor. Uygulana uygulana bu durum, yapılması gerekli bir şeymiş gibi idrak edilmeye, yapmayanlara farklı nazarla bakmaya da sebep olabiliyor.

Bu sebeple 'seyrek yapılırsa hikmetine daha uygun olur, sık yapılırsa zıddına inkılap eder' kanaati var. Karşılıklı sevgi, saygı çoğalmasına değil belki lâubâlileşmeye sebep oluyor.

Zür gıbben, tezded hubben!. buyurulmuş. Yani ‘ziyareti seyrekleştir ki muhabbet çoğalsın.’ Musafaha da öyle olsa gerek. İhtiyaç halinde yapılsın ki muhabbete vesile olsun, alışkanlık halini almasın.

Fıkıhta bir kaide varmış: “Her mubah ki, eğer yapılması/uygulanması yanlış bir inanca götürüyorsa o mekruhtur.”[18] Hatta bu hüküm, diğer amelî-Sünnî mezheplerimizden Şafii ve Malikîler'de de aynıymış. [19]

Bilhassa ehl-i tarik zatların devam ettirdiği namazdan sonra musafaha âdetinin sonradan ihdas edildiği anlaşılıyor. Efdâl olanın cami içindeki bu musafahanın terki olduğu belirtiliyor. Hele imamlar için... Çünkü cemaat imamlardaki hâli zarurî zannedebilir. [20] Şurası da var ki, İbn-i Âbidin’de bazı cuma ve bayramlarda âdet etmeden yapılan musafahanın mübah olduğuna işaret edilmekte. 

Demek âdet etmemek ve ısrarda bulunmamak kaydıyla bâzan yapılabilir. İşin özü, her şey zamanında-zemininde makbul ve güzeldir. Merak edenler için Kütüb-ü Sitte’den “Sünen-i Ebî Davud” un Türkçe tercüme ve şerhinde konuyla ilgili faydalı bilgiler yer alıyor.  [21]

Kaldı ki, cami içi, kalb ve gönlün bütünüyle dış alakalardan kesilip Rabb'a teveccüh etmesi gereken yerdir. Böylesine bir teveccüh sırasında kalbi, gönlü teveccüh ettiği yerden çekip alarak kendine çeviren bir musafaha faydadan ziyade zarar getirebilir.


Bu yüzdendir ki, camiye giren müminler mümkün olduğu kadarıyla sessiz, sakince girmeli, kıbleye yönelerek teveccühünü yapmış kimseleri meşgul etmemeli.  Hatta belki selam vermeyi bile o anda terketmeli ki, kendini dış alakalardan kurtarıp murakabeye varmış, tefekküre dalmış insanlara engel olmasın. Bir hayırlı iş yaparken daha hayırlı bir işe mani olmasın.

Bununla birlikte Kur'ân-ı Kerîm'de, Ahzâb Sûresi 56. ayette de Efendiler Efendisine (s.a.v) salâvat getirmek açıkça emrediliyor.  [22] 

Hiç kuşkusuz salavâtlar efendimiz ile aramızda manevi bir bağ oluşturuyor. "Salâvat çekerek, Efendimiz'e 'Seni tanıyor, Seni seviyor, Sana inanıyor, Seninle yaşıyoruz' demiş oluyoruz.

Salâvatın çeşitleri de oldukça çok. Mesela namazların son oturuşunda okunan salli barikler birer salâvat. Ramazanlarda teravih aralarında segâh makamında okunan bestesi Buhurizade Mustafa Itri’ye ait "Allahümme salli ala seyyidina muhammedini'n-nebiyyi'l-ümmiyyi ve ala alihi ve sahbihi ve sellim" de bir salavat.

Salat-ı Ümmiye adı verilen bu salavatın manası ‘Allah'ım, Efendimiz olan ümmi peygamber Muhammed'e ve onun ailesine ve ashabına salat (rahmet manasında dua) ve selam olsun’ şeklinde.

Güzel olan duadan önce Elhamdülillâhi Rabbil âlemîn diyerek Allaha hamdetmek sonra da peygamber efendimize vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn şeklinde salavat getirmek olmalı.

Aslında Peygamber efendimize salâvat getirmek için “Allahümme salli ala seyyidina Muhammed“ demek de kâfi. En kısa salavat bu.

Zaten “Aleyhisselam” dediğimiz zaman ‘Allah’ın selamı, onun üzerine olsun demiş oluyoruz. “Aleyhissalatu vesselam” ‘Allah’ın salatu selamı onun üzerine olsun’ demek. “Sallallahu aleyhi ve sellem” ‘Allah’u Teala, Ona salatu selam etsin’, “Allahumme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed” ise ‘Allah’ım! (peygamberimiz) Hz.Muhammede ve aline (evladu iyaline) rahmet eyle’ anlamına geliyor.

Aşağıda bilinen salavat-ı şerifelerden bazılarını anlamlarıyla vermeye çalıştım.

Allahumme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim (Ey Allah’ım ! Efendimiz, büyüğümüz Muhammed'e, evladu iyaline, ashabına salatu selam -Rahmet et, selametlik ver- eyle.)

Allah’umme salli ala seyyidina Muhammedin tıbbil'kulubi ve devaiha ve afiyetil, abdani ve şifaiha ve nuril'ebsari ve ziyaiha ve ala alihi ve sahbihi ve sellim. (Ey Allah'ım ! kalblerin doktoru ve devası, vucutların şifası, gözlerin nuru ve ziyası olan Muhammed'e (s.a.v) aline ve ashabına salatu selam eyle.)

Allah’umme salli ve sellim ve barik ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammedin bi'adedi ilmike (Ey Allah'ım ! efendimiz Hz. Muhammed'e (S.A.V.) ve efendimiz Hz.Muhammedin (S.A.V.) aline nihayetsiz olan ilminin adedince salatu selam ve bereketler ihsan eyle.)

Allah’umme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali Muhammedin ve Ademe ve Nuhin ve İbrahime ve Musa ve İsa ve ma beynehum minen'nebiyyine vel'murselin. Salevatullahi ve selamuhu aleyhim ecmain. (Ey Allah’ım ! Hz.Muhammed'e(s.a.v), Hz.Adem, Hz.Nuh, Hz.İbrahim, Hz.İsa(a.s.v) ve bunların arasında (gelip geçmiş bütün) peygamberlere rahmet ihsan eyle.)

Allahumme salli ala seyyidina Muhammedin abdike ve Resulike ve alel'muminine vel'muminati vel'muslimine vel'muslimati. (Ey Allah’ım ! kulun ve Resulun Hz.Muhammed'e salat-Rahmet- et. Mümin olan erkek ve kadınlara, müslüman olan erkek ve kadınlara da merhamet eyle.)

Allah’umme salli [23] (Ey Allah’ım, Hz.Muhammed’e ve O'nun âline salat et. Hz. İbrahim (A.S.)'a ve âline salat ettiğin gibi. Şüphe yok ki, sen Hamidsin,(Öğülmüş yalnız sensin), Mecidsin-Şan ve şeref sahibi yanlız sensin-.

Allah’umme barik [24](Ey Allah’ım, Hz.Muhammed’e ve O'nun âline mübarek eyle. Hz. İbrahim (A.S.)'a ve âline mübarek eylediğin gibi. Şüphe yok ki, sen Hamidsin -Öğülmüş yalnız sensin, Mecidsin -Şan ve şeref sahibi yanlız sensin-.

Salaten Münciye [25] (Ey Allâh’ım! Efendimiz Hz. Muhammed'e (s.a.v) aline ehl-i beytine (ve ümmetine) öyle bir salatu selam eyle ki, O salatu selam ile bizi tüm endişelerden, korkulardan, âfetlerden, felaketlerden, muhafaza eyle. O salatu selam ile tüm hacetlerimizi –ihtiyaçlarımızı- ihsan eyle. O salat ile bizi bütün kötülüklerden ve bütün günahlarımızdan temizle. O salat ile bizi en yüksek derecelere yükselt. Gayelerin en son, en yüksek makamına bizi onunla ulaştır. O salat ile hayat ve ölümümüzden sonra da rahmetinle bizi hayırların nihâyetine kavuştur. Muhakkak sen her şeye kaadirsin. O bize kafidir. O ne güzel vekil, ne güzel koruyucu ve ne güzel yardımcıdır.)

Salât-ı Tefriciyye - Salât-ı Nariye [26] (Allâh’ım, kendisi hürmetine dügümler çözülen, gamlar-kederler açılan, ihtiyaçlar giderilen, isteklere, hüsn-i hâtimelere güzel âkibetlere nâil olunan, kerem (cömertlik) sahibi yüzü-suyu hürmetine bulutların sulandığı, Efendimiz Muhammed Mustafa’ya (s.a.v.) ve onun âl ve ashâbına; her bakış ve her nefeste ve zâtınca mâlum olanların sayısınca, kâmil bir rahmet ve tam bir selâmet ihsan eyle.)

Salavât Efendimiz'e olan saygının bir ifadesi. Ve Allah Kuran-ı keriminde bize bu saygı ifadesini her zaman söylememizi açık açık emrediyor. Bu nedenle Hazreti Peygamber'e salât getirmeyi mü'minlerin bir vazife addetmesi gerekiyor.[27]

Cenab-ı Allah bize, orucu, namazı ve pek çok ibadeti de Kur'ân-ı Kerîm'de emrediyor ama bu ibadetlerin hiç birini kendisi yapmıyor. Ancak, Ahzâb Sûresi 56. ayette Peygamber'e melekleriyle birlikte salât ve selamda bulunduğunu söylüyor. Sonra da kendi yaptığı bir şeyi kullarına da emrediyor. Bu husus oldukça dikkat çekici.

Bu yüzden Hazreti Peygamber'e (s.a.v) salât edip selam vermeyi hayatımızın bir parçası yapmalıyız. [28] İnananların, nefsin bitmek tükenmek bilmeyen isteklerine karşı koyabilmek, Cenâb-ı Allah ile olan irtibatını sağlamlaştırabilmek için salâvatı dilden düşürmeme yolundaki tavsiyelere kulak vermesi gerekiyor.

Çünkü "O'nun adı anıldığında salât göndermenin vacip olduğu, namazda salât okumanın  ise Efendimiz'in (s.a.v) sünneti olduğu konusunda âlimler ittifak etmiş durumda. [29] 

O'na selam olsun. O'na, aline ve ashabına selat ü selam olsun. Geceniz hayırlı, kandiliniz mübarek olsun.


[1] Enbiyâ, 107
[2] Ahzâb, 21
[3] Musafaha (Tokalaşma) Üzerine kütübü sittede 4 kayitli hadis var
Hz. Enes (ra)`a sordum: "Resulullah (sav)`in Ashabı arasında müsafaha var mıydı?" Bana: "Evet!" diye cevap verdi. (Ravi Katade, Hadis No 3390)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "İki müslüman karşılaşıp musafahada bulununca, ayrılmalarından önce (küçük günahları) mutlaka affedilir."(Ravi Bera, Hadis No 3391)
Tirmizi`nin İbnu Mes`ud`dan kaydettiği bir diğer rivayette şöyle buyrulmuştur: "(Müsafaha etmek üzere mü`min kardeşin) elinden tutulması selamlaşma cümlesindendir." (Ravi  İbnu Mes`ud, Hadis No 3392)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Müsafaha edin ki, kalblerdeki kin gitsin, hediyeleşin ki birbirinize sevgi doğsun ve aradaki düşmanlık bitsin." (Ravi Ata el-Horasani, Hadis No 3393)
[4] Enes’in ilk rivayetinden musâfahanın Peygamber Efendimiz zamanında varlığını ve sahâbe arasında yaygınlığını anlıyoruz Bir şeyin Efendimiz zamanında müslümanlar arasında uygulanması aynı zamanda onun meşrûiyetini ortaya koyar. Hadis kitaplarımızın bir çoğunda yer alan rivayetlerden, sahâbe-i kirâmın selâmdan sonra musâfaha yaptıklarını öğreniyoruz.
[5] Ebû Dâvûd’un bir rivayetinde ifade edildiği gibi, iki müslüman karşılaştıkları zaman musâfaha yaparlar, her ikisi Allah’a hamdeder ve bağışlanmalarını dilerlerse, her ikisi mağfiret olunur (Ebû Dâvûd, Edeb 143).
[6] Hud sûresi(11), 114
[7] Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, IX, 160
[8] “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygambere salât ediyorlar. Ey iman edenler! Sizde ona salât edin ve selamedin.” buyurulmuştur. (Ahzab, 33/56)
[9] Musafaha ile ilgili olarak Peygamberimizden nakledilen iki hadis şöyledir:
Berâ radıyallahu anh anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “İki Müslüman karşılaşıp musafahada bulununca ayrılmalarından önce (küçük günahları) mutlaka affedilir.” (Ebû Davud, Edeb, 153; Tirmizi, İsti’zân, 31)
Atâ el-Horasani anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Musafaha edin ki kalplerdeki kin gitsin. Hediyeleşin ki birbirinize sevgi doğsun ve aradaki düşmanlık bitsin.” (Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 16).
[10] Silsiletu'l-Ehâdîsi's-Sahîha"; c: 1, s: 22
[11] Hanifî ve Mâlikîlerden bazı âlimlerin, mü'minin, sol elinin içini (avucunu), mü'min kardeşinin sağ elinin dışına koymak sûretiyle her iki elle tokalaşmasını müstehap görmelerine gelince, bu konuda Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- ve ashâbından -Allah onlardan râzı olsun- alışılagelmiş bir sünnet sâbit olmamıştır/bildirilmemiştir. Bu konuda en fazla gelen şey; bazı hadislerde Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- eğitim ve irşada daha fazla dikkat çekmek için sahâbînin elini iki eliyle tutmuştur. Bunun içindir ki ilim ehlinin çoğunluğu, bir elle tokalaşmanın, sünnetin yerine getirilmesi için yeterli olacağı ve tokalaşmanın, müslümanlar ve sahâbe -Allah onlardan râzı olsun- arasında yaygın olan bir gelenek olduğu görüşüne varmışlardır.
[12] İlmî Araştırmalar ve Dâimî Fetvâ Komitesi'nin fetvâlarında şöyle gelmiştir: "Her iki elle birlikte tokalaşmaya gelince, bu konuda herhangi bir şeyin (delilin) olduğunu bilmiyoruz. Fakat böyle yapılmaması gerekir. Bu konuda daha evlâ ve yerinde olan; sadece bir elle tokalaşmaktır." ("İlmî Araştırmalar ve Dâimî Fetvâ Komitesi Fetvâları"; c: 24, s: 125)  Ayrıca bu konuda şu kaynaklara da bakabilirsiniz: "el-Mevsûatu'l-Fıkhiyye (Kuveyt Fıkıh Ansiklopedisi)"; (Musafaha lafzı bölümü), "Tuhfetu'l-Ahvezî"; c: 7, s: 431-433)
[13] Ebü’l-Hattâb Katâde şöyle dedi: Ben Enes’e: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashâbı arasında el sıkışma âdeti var mıydı diye sordum O da: Evet, diye cevap verdi Buhârî, İsti’zân 27
[14] Bir topluluğun başka bir toplulukla karşılaşıp musâfaha yapmadan konuşmaları, ilim müzâkeresinde bulunmaları veya uzun bir süre bir arada kaldıktan sonra ayrılacaklarında ayağa kalkıp salâvat getirerek el sıkışmaları sünnete uygun bir davranış olmayıp, mekruh kabul edilmiştir Çünkü ilk karşılaşmalarında bu görevi yerine getirmeleri gerekir
[15] Bazı bölgelerde ve camilerde cemaatin âdet haline getirdikleri sabah namazından ve ikindi namazından sonra musâfaha yapmalarının şer’î bir mesnedi yok. Fakat bunda herhangi bir günah veya kerâhet de söz konusu değil. Mesela bir malın alış verişi esnasında el tutuşmanın sünnetle ilgisi olmasa da, karşılıklı hoşnutluk ve rızâyı ifade etmesi açısından bir mahzuru bulunmadığı gibi.
[16] Cami içinde namazı müteâkip sıraya girip de yapılacak bir sünnet musafaha âdeti yoktur. Böyle musafahanın “bid’at” olduğu yolunda hükümler vardır. İmam-ı Nevevî’nin bazı eserlerinde bu musafahanın kendi zamanında sabah ve ikindi namazından sonra başladığı, daha sonraları da bütün namazlardan sonra yapılmaya devam edildiği kaydı vardır. Namaza bağlı toplu musafahanın, zamanla, cemaat namazının bir sünneti biçiminde algılanmasından endişe duyan kimi âlimler, bu toplu uygulamaya bid’at da demişlerdir. “Şemsü’r-Remli” fetvâsında: Bu bir bid’attır. Ancak yapılmasında beis de yoktur, denmektedir.
[17] Peygamber Efendimiz (asm) ve Ashab-ı Kirâm (ra) devrinde namazlardan sonra, törene benzer şekilde toplu tokalaşma yapılmamıştır. Öyleyse, namazın ardından toplu biçimde musafaha yapmak namazın sünneti değildir. Fakat, nerede olursa olsun musafaha yapmak, müstakil olarak sünnet-i seniyyedendir.
[18] Tebyîn-i Mehârim isimli eserin sahibi de şöyle der: “İmam Ziyaeddîn-i Şâmî, Düreru'l-Mültekıta'da, namazları edadan sonra musâfaha yapmak, her hâlukârda mekruhtur. Zira sahabe (r.anhüm), namazları edadan sonra musâfaha yapmamışlardır. Bir de Şunun için ki, namazların arkasından musâfaha yapmak Râfızî’lerin âdetlerindendir.” [el-Âmesî,Yûsuf, Sinânüddîn Halvetî (d.?-v.1000/1592), Tebyînü'l-Mehârim, Süleymâniye Kütüphânesi, Es’ad Efendi kısmı, No: 596]
[19] Şafii ulemasından İbn Hacer (rahimehümüllah) şöyle demiştir: “Zamanımızda beş vakit namazın, cuma ve bayram namazlarının arkasından insanların yaptıkları musâfaha bid’attır, mekruhtur; Şeriat-ı Muhammediyye’de bunun aslı yoktur. Yapanlar önce uyarılır, bid’attır diye. Buna rağmen devam edecek olurlarsa, tazir edilir."
[20] Bağdad’da neşredilen (Et-Terbiyetü’l-İslâm)’ın 27Mayıs 1979 sayısı
[21] İmam Nevevî, “el-Ezkâr” isimli eserinde musafaha konusunda şöyle diyor: “Şunu bil ki her karşılaşmada musafaha yapmak müstehabtır. Halkın sabah ve ikindi namazlarından sonra âdet hâline getirdiği güzel musafahanın ise şeriatla ilgisi yoktur. Ancak bunun zararı da yoktur. Çünkü prensip olarak musafaha sünnettir. Ve halkın çoğu hallerde aşırı giderek bunu kusurlu halde yapmaları onu sünnet olmaktan çıkarmaz. (…) Mubah olan bidatlerden birisi de sabah ve ikindi namazlarından sonra tokalaşmaktır.” (Muhammed İbn Allân, el-Futûhâtü’r-Rabbâniyye, V, 397-399.)
Hanefi ulemasından Aliyyü’l-Kâri, İmam Nevevî’nin bu görüşüne itiraz ederek şöyle demiştir: “İmam Nevevî’nin bir nevi çelişki içinde bulunduğu aşikârdır. Çünkü halkın bazı vakitler işledikleri sünnete bid’at denilemeyeceği gibi, halkın bu sünneti sabah ve ikindi namazlarından sonra müstehab ve meşru olmayan şekliyle yapmalarına da sünnet denilemez. Çünkü meşru olan musafahanın zamanı, ilk karşılaşma zamanıdır. Bazen halk karşılaştıkları halde musafaha yapmadan uzun süre sohbet ve ilim müzakeresi yapıyorlar. Sonra namazı kılınca musafaha ediyorlar. Nerede sünnet, nerede bunların yaptıkları! Onun için bizim Hanefî ulemasından bazıları, İmam Nevevî’nin sözünü ettiği bid’atin mekruh ve mezmûm (kınanmış) bidatlerden olduğunu açıkça ifade etmişlerdir.” (Aliyyü’l-Kârî, Mirkâtü’l-Mefâtîh, IV, 74-575.)
(…) Bu konuda İbn Abidin şöyle diyor: “Sadece namazlardan sonra musafahaya devam etmek, bazı cahillerin bunun sünnet olduğunu ve diğer zamanlarda yapılan musafahalardan daha faziletli olduğunu zannetmelerine yol açar. Oysa seleften hiç bir kimse bu vakitlerde musafaha etmemiştir. Binaenaleyh namazdan sonra musafaha her hâlükârda mekruhtur ve Rafızîlerin sünnetlerindendir.” (İbn Abidin, Reddu’l-Muhtâr, V, 244.) KAYNAK: Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Hüseyin Kayapınar, Necati Yeniel, Necat Akdeniz, Şamil Yayınevi, Edep, 141-142. bâb. 5212. hadisin şerhi)
[22] Yüce Allah bu âyet-i kerime de şöyle buyuruyor: "Allah ve melekleri, peygambere salâvat getirirler. Ey mü'minler! Siz de ona salât edin ve samimiyetle selam verin."
[23] ALLAHumme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed, kema salleyte ala İbrahime ve ala ali ibrahim,. İnneke hamidun mecid.
[24] ALLAHumme barik ala Muhammedin ve ala ali Muhammed, kema barekte ala İbrahime ve ala ali İbrahim, İnneke hamidun mecid.
[25] Allâhumme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âl-i seyyidinâ Muhammedin salâten tuncînâ biha min cemîil'ehvâli vel'âfât. Ve takdîlenâ bihâ cemîal'hâcât. Ve tutahhiruna, bihâ min cemîis'seyyiât. Ve terfeunâ bihâ indeke âledderacât. Ve tubelliğunâ bihâ eksal'ğâyât, min cemî'ilhayrâti fil'hayati ve bâdel'memât. Hasbunallâhu ve nî'mel vekîl, nî'mel mevlâ ve nî'men'nasîr.
[26] Allâhumme salli salâten kâmileten ve sellim selâmen tâmmen alâ seyyidinâ Muhammedinillezi tenhallu bihil'ukadu, ve tenfericu bihil'kurabu, vetukdâ bihil'havâicu, ve tunâlu bihir'regâibu, ve husnul'havâtimi, ve yusteskal'ğamâmu bivechihil'kerimi ve alâ âlihi ve sahbihî fî kulli lemhatin ve nefesin bi adedi kulli mâlûmin lek.
[27] Prof. Dr. Faruk Beşer,
[28] Mehmet Y. Şeker
[29] Konuya dair çeşitli ihtilaflarda söz konusudur. Bazı âlimler, Allah Resulünün adının her anıldığında salâvat getirmenin vacip olduğunu, bazıları da Hz. Peygamber'in (sas) adının kaç defa anılırsa anılsın bir kez salâvat getirmenin vacip olduğunu söyler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder