7 Ağustos 2015 Cuma

245 7 Ağustos 2015 Cuma 18:30 KÜÇÜK/BÜYÜK ŞEYLER..............Dünyanın en öğrenci babaannesi

Dünyanın en öğrenci babaannesi

O bir öğretmen. Anadolu’da, İstanbul’da yüzlerce öğrenci yetiştirmiş bir ilkokul öğretmeni. Adı Fatma Mihriban Aktarı, 84 yaşında, Üsküdar'da yaşıyor. 

62 yıllık evliliği olan bir eş, iki evladı olan bir anne, torunlarının babaannesi. Yetiştirdiği öğrencileri, onların aileleriyle adeta ulu bir çınar gibi. Ama torununun deyişiyle hala ‘dünyanın en öğrenci babaannesi’.

Dünyanın en öğrenci babaannesi Fatma Mihriban Aktarı, geçtiğimiz haziran ayında 61 yıl sonra afla döndüğü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümü'nden mezun oldu. 80 yaşının üstünde olmasına bakmadan bir ömür gibi 61 yıl aradan sonra üniversiteye dönüp, müthiş bir azim ve çalışkanlıkla resim bölümünü bitirdi. Diplomasını alırken hala “Önüm açık, yaşım uygun olsa üç üniversite daha bitiririm” diyordu.

Mihriban öğretmen 1931 yılında Edremit'te doğdu. İlkokulu burada, ortaokulu ise ailesinin işlerinin bozulması nedeniyle İstanbul’da bitirdi. Daha sonra, Cumhuriyet Kız Lisesi'nden, Çapa Öğretmen Okulu'na geçtiğinde takvimler 1945'i gösteriyordu Okulun enstitüye dönüşmesiyle oradan öğretmen diplomasıyla mezun oldu. Kendi ifadesiyle o zamanlar ‘kara kuru’ ama gözleri ışık saçan bir genç kızdı.

Öğretmen okulundan mezun olduktan sonra Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümü'ne girmek istemişti. Ancak mezun fazlalığı gerekçesiyle Fransızca Bölümü'ne kayıt yaptırmak zorunda kaldı. Kader işte, okula başlayacağı gün babasını kaybedince okulu bıraktı ve çalışmak için 17 yaşında gencecik bir öğretmen olarak Erzincan'ın Refahiye İlçesi'ne atandı.

Burada bir yıl öğretmenlik yaptıktan sonra İstanbul'a döndü ve babasının çalıştığı şirketin matbaasında işe başladı. 1951 yılında matbaadaki müdürlerden birinin tavsiyesiyle hayali olan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'ne başvurdu. Resim bölümüne kabul edilmişti. Hem çalışıp hem de okumaya devam edecekti.

Kendisi o günleri şöyle anlatıyor: Maddi durumumuz çok bozuktu. Öğretmen okulundan mezun olduktan sonra Fransızca bölümüne girdim. Okulun açıldığı gün evden babamın cenazesi çıktı. Ben de öğretmenliğe başladım. Bir yıl Doğu’da görev yaptım. Sonra anneciğimle İstanbul’a döndük. Babamın çalıştığı matbaanın müdürü beni matbaaya yerleştirdi. Orada çalışırken imtihanlara girdim. Resim bölümünü kazandım. Üç-dört ay hem okudum hem çalıştım. Ama sonra okul ve iş arasında tercih yapmak zorunda kaldım. Çünkü okulda devam zorunluluğu vardı.”

Mihriban öğretmen, okula devam mecburiyeti şartı, iş yoğunluğu ve maddi sorunlar nedeniyle okulu tekrar bırakmak zorunda kalınca, eşinin şeker fabrikasında işe girmesiyle birlikte yeniden öğretmenliğe döndü. Anadolu'nun bir çok ilinde çalıştı. Ardından yine İstanbul'a gelip orada da 20 yıl öğretmenlik yaptı.

Okulu bırakmanın onu nasıl etkilediği şeklinde bir soruya şöyle cevap veriyor: “Üzüntüden verem oldum. Sonra öğretmenliğe devam ettim, kendime başka meşgaleler buldum ama okul defterini hiç kapatmadım.”

Bu arada iki erkek çocuk dünyaya getiren dünyanın en öğrenci babaannesi, aynı dönemde de boş durmadı ve Eskişehir Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi'ni de bitirdi.

Ama 1988 yılında emekli olduktan 23 yıl sonra, öğrenci affıyla ilgili bir haber üzerine tekrar okula dönmeyi düşünmeye başladı. Bu arada oğlunun Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi'nde doçent olan bir arkadaşı onun arşiv dosyasını bulmuştu. Böylece Mihriban öğretmen 61 yıl sonra 2011 yılında aftan yararlanarak okuluna bıraktığı yerden yeniden başlamış oldu.

Bakın bu olayı nasıl anlatıyor: Televizyon açık, hem haberleri dinliyorum hem ortalığı topluyorum. ‘Hükümet hiç koşulsuz af çıkardı’ diye bir haber duydum. Ne  yapabilirim diye düşünmeye başladım. Yemek yiyemiyorum, uyuyamıyorum... 15 gün kimseye bahsetmeden bir çözüm aradım. Sonra eşime ‘Sen bu af konusunu duydun mu ?’ dedim. Duymuş. ‘peki, sen hiç düşünmez misin devam etmeyi ?’ diye sordum. Çünkü o da hukuk fakültesini yarıda bırakmıştı. ‘Ben hayatımdan memnunum’ dedi. ‘Ama ben isterim’ dedim. ‘Sen bilirsin ama ben olsam yapmam bu yaştan sonra. Rahat mı batıyor?’ dedi. Oğlumun bu okulda doçent bir arkadaşı var. Ona durumu anlattım. Bir hafta sonra aradı ‘Senin işin oldu’ deyince ben yere oturuvermişim. Okulun açılmasını beklerken çılgın gibiydim. Hep ‘Tanrı bana bir dört sene daha verir de okur, mezun olur muyum ?’ diye düşündüm.” 

Duyanların “Başlasın, yarın bırakır”, “Bu yaşta bu olur mu ?” dedikleri Fatma Mihriban Aktarı, okula başladığı ilk günlerde uyum sorunu yaşamış. Ancak yılmamış.

Öğrenimi süresince de boş durmamış Mihriban öğretmen. Zaten yeteneği olan resim sanatında hayli ilerlemiş. Sergiler açmış, muhtelif tarzda gayet güzel eserler vermiş. 

Yine de her konuda olduğu gibi bu konuda da mütevazi davranıyor. Okulun ilk gününü şöyle anlatıyor mesela: Sınıfa girdim, oturdum. Çocuklar gelmeye başladı. Sonra hocamız geldi, çizmemiz için bize bir konu verdi. Başımın içinde çanlar çalmaya başladı. Tansiyonum kim bilir kaça çıktı ? Kâğıdın neresinden başlayıp o nesneyi kâğıda nasıl yerleştireceğimi katiyen bilemedim. Hocamız baktı, ‘Olmamış’ dedi. Eve gittim. Attım çantayı. Eşime ‘Bugün bu iş bitti. Artık okula gitmeyeceğim' dedim. Eşim kızdı. Ben 'Gitmeyeceğim, o çocuklarla okuyamam' dedim. O ise ‘Ben sana demiştim’ yerine ‘Hayır. Yok öyle vazgeçmek’ dedi. 1 ay daha devam etmemi istedi. Başta karşı çıkmıştı ama sonra çok destekledi. İlk zamanlar başarabilecek miyim endişesinden zona oldum. Yine de okulu bırakmadım. Her gün evden çıkıp üç vesaitle okuluma gittim.”
 
Okula dönmüş ama çocuklarla uyum sağlayamıyormuş. Geçen 61 senede yeteneğinin sıfıra indiğini düşünmüş. Hatta bir hocasının yanına gidip 6. günde okula devam edemeyeceğimi söylemiş. O da “Sen bu okula gelmek için kaç sene bekledin' diye sormuş '61 sene bekledin, 6 günde bırakacaksan bu olamaz, aklından çıkar" demiş.

Daha sonra sınıf arkadaşlarıyla ilişkisinin düzeldiğini belirten Aktarı, "Daha ilerlemeye başladım. Çok çalışıyordum. Başucumda kültür dersleri kitabı, elimde kağıt kalem vardı. Evde yemek dışında başka bir iş yapmıyordum. Bunun dışında bütün günüm resimle geçiyordu. Okula gelmek için 3 vasıta değiştiriyordum. 2. sınıfta tekrar okulu bırakmak istedim, ön lisans diplomasıyla mezun olayım diye. Yine bırakmadılar. 'Siz bu okulda o kadar katkı yaptınız, sizi bırakmayız' dediler. Böylece 4 yıl geçiverdi. Nasıl geçti bilmiyorum" diye anlatmış öğrenciliğini.

Bir gün olsun okulu asmadınız mı, ya kopya ? sorusuna : Çok ciddi bir öğrenciydim. Devamlılığa düşkündüm. Öğrenci dediğin devamlılığından belli olur. Kopya çekmek de aklımın ucundan geçmedi. 40 sene öğrencilerime kopyanın zararını anlattım çünkü. En önemli özelliğim çalışkan olmam. Bir-iki çizim dersi dışında bütün notlarım fevkalade güzeldi. Ama resimde çok sıkıntı çektim. Bir dört sene daha okursam bu sene mezun olacakların seviyesine gelebilirim belki. Öyle görüyorum kendimi.”

Dünyanın en öğrenci babaannesi Mihriban öğretmen 4 yıllık öğrenim sürecinden sonra sınıf arkadaşlarıyla ilişkilerini şöyle anlatıyor: Beni görünce deli divane olurlar. Ben de onları çok severim. Evime çaya geliyorlar, gülüşüyoruz, oynaşıyoruz. Mezun olmanın sevinci var ama onlardan ayrıldığıma çok üzülüyorum. Bu dört yıl ömrümün en güzel yıllarıydı. Okulun kapısından girince cennete girmiş gibi oluyordum.”

O yıllarda her gün okula gidiş gelişlerini kendisinden şöyle dinlemiştim: “Her sabah vapurla Üsküdardan Kabataş’a gidip geliyorum. Okulu bir gün dahi aksatmadım. Beni sürekli vapurda gören bir bey yanıma yaklaştı ve ‘Hanımefendi, dikkat ediyorum her gün aynı saatlerde karşıya gidip geliyorsunuz, merak ettim ?..’ Gülümseyerek ‘Üniversiteye gidiyorum’ dedim kısaca. Yaşıma başıma bakıp bu defa da ‘Hocasınız herhalde’ dedi. ‘Hayır’ dedim ‘Öğrenciyim !..’ Adamın hayretle açılan gözlerini unutamam.”  

İşte azmetti, çalıştı ve 23 Haziranda Üniversitenin Fındıklı'daki yerleşkesinde yapılan mezuniyet töreninde sahneye çağrılan ilk öğrenci oldu Mihriban öğretmen. Mezuniyet belgesini fakültenin dekanı Mahmut Bozkurt'tan aldı ve arkadaşlarıyla beraber kep de fırlattı.
 
Mihriban Aktarı'nın oğlu, gelini ve akrabalarının yanı sıra benim gibi bazı eski öğrencilerinin de katıldığı törende, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yalçın Karayağız tarafından “Dünyanın en öğrenci babaannesi" ne bir de plaket verildi. Çok heyecanlıydı. Tören yaklaştıkça artan duygularını şöyle anlatıyordu:

"Elbisemi daha geçen seneden almıştım. Bakıp bakıp yerine asıyordum bazen. Hele hele son 4 gündür hiç uyuyamadım. Oturma odasında sabaha karşı biraz uykuya dalıyordum hepsi o kadar. Mutluluktan uyuyamıyordum. Çocuklardan, hocalarımdan ayrılacağım için uyuyamıyordum. Onların hepsiyle abla kardeş gibi olduk. Eksiklerimizi birlikte tamamladık, sevinçlerimizi beraber kutladık, üzüntülerimizi birlikte paylaştık. Bu durumda insan ayrılırken strese giriyor. Bir de bitirmiş olmanın verdiği bir sevinç var. Bir de çok atak biri olduğum için ne yapsam ne etsem diye düşünüyorum."

Belli ki dünyanın en öğrenci babaannesi yine durmayacak. Galiba Fotoğrafçılık ve Geleneksel Türk Sanatları Bölümü'nde misafir öğrenci olarak ders almayı planlıyor. Gelecek hakkında oldukça atak,  bir yandan da oldukça gerçekçi: “Bundan sonra ne yapabilirim bilmiyorum. Sanıyorum ki boş oturmam. Çünkü hayatta bir saatim bile boş geçmedi. Önüm açık, yaşım uygun olsa daha üç üniversite bitiririm. Bu okulda öğretim görevlisi olayım isterdim ama gücüm yetmez” diye konuşuyor.

Dünyanın en öğrenci babaannesi 80’li yaşlarda öğrenci olmakla daha erken yaşlarda olmak arasındaki farkı şöyle özetlemiş: “İnsan sanıyor ki 20-25 yaşındaki aklı hep onunla kalacak. Oysa öyle değil, o kadar çok azalıyor ki... Kemik erimesi gibi, nasıl yaşlandıkça kemikleriniz eriyorsa zekânızda da kayıplar oluyor. Öğretmenken öğrencilerimin isimlerini hemen ezberlerdim, burada sınıf arkadaşlarımın isimlerini öğrenmem zaman aldı.”

İşte böyle, Mihriban öğretmen kendi yaşamında azmi, çalışmayı ve öğrenmeyi bir kere daha öğrencilerine göstermiş oldu. Yine de hala “O kadar üzülüyorum ki hanımların bir evde toplanıp oyunlar oynamasına... Çay içsinler, eğlensinler, bu olur. Ama o güzelim vakitlerini boşa harcamasınlar“ diye didinip duruyor.

Gazetelere geçen mülakatlarından birinde gençlere ve kadınlara şu tavsiyelerde bulunmuş: "Çalışacaklar, çok çalışacaklar. Gezsinler, eğlensinler ama her şeyi de zamanında yapsınlar. Metotlu ve disiplinli olsunlar, başladıkları işi bitirsinler. İnsanlara saygı duysunlar ve değer versinler. Kadınların en büyük kusuru, çalışma olayını rayına oturtamamaları. Günde iki kap yemek pişirmekle, evi temizlemekle kadın olunmaz. Okuma imkanları yoksa yardım için o kadar yer var ki, bir çok bakım evi, çocuk yuvası var. Evde oturacaklarına, buralara gidip bir bebeğin yüzünü okşasınlar, bir yaşlıyı yedirsinler."

O benim öğretmenim. Köyden gelen fakir bir çocuğu kazanan, koruyan, değerlendiren ve yönlendiren bir öğretmen. Bana çalışmayı, azmi, mücadeleyi, başarmayı öğreten insan. Ona çok şey borçluyum, ama o hala öğretmeyi sürdürüyor. 

Mihriban öğretmeni tanımış olmaktan, onun öğrencisi olmaktan dolayı onur duyuyorum. Dünyanın en öğrenci babaannesi yüzlerce öğrencisi gibi bir zamanlar benim de öğretmenimdi, bana göre hala öğretmenim...Onunla iftihar ediyorum.

Allah ona istediği dört seneyi verdi. İnşallah kalan ömrünü de sağlıkla, huzurla eşi, çocukları ve torunlarıyla geçirmeyi nasip eder.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder