Yabancılaşma
Yolculuk
yapıyorsunuz. Daha önce bulunmadığınız, yaşamadığınız bir yere geldiniz. Orası
size yabancıdır, sizde oraya. İçinizi bir yalnızlık, dahası bir gurbet duygusu kaplar. Kendinizi bu mekana ait hissetmezsiniz. Bir "garip" olursunuz, orada kendinize bir dayanak, dost ve sıcaklık buluncaya kadar da içiniz burkulur durur.
Yabancılık sadece insanla mekan arasında da değildir. Karşılaştığınız insanla aynı memleketten de olsanız pek ala yabancı olabilirsiniz. Zira, hemşehrilik aynı şehirde hatta aynı köyde doğmuş olmakla değil, daha çok tanış olmayla ilgilidir. Birbirinizi tanımıyorsanız siz o insana
yabancısınız, o da size.
İsterseniz
bulunduğunuz şehirde kalabalık bir caddede ya da alış veriş merkezinde yürüyün. Ya da kalabalıklar arasında oturun. Sağınızdan solunuzdan akıp giden, küme küme insanların hepsi size yabancıdır. Siz de onlara.
Kimsenin kimseye yüzü gülmez. Herkes kendi dünyasında, telaşındadır. Bu yüzden yalnızlık,
yabancılık tek başına olmakla da ilgili değildir. Kalabalıklar arasında da
yalnız olabilirsiniz. O kalabalıklar size, siz de onlara yabancısınızdır.
Akraba
olabilirsiniz, şayet birbirinizi bilmiyorsanız, tanımamışsanız yabancısınız. Öylesine duymuş olsanız, bilseniz bile uzun zamandır görüşmemişseniz yine birbirinize yabancısınızdır. Okul arkadaşı, hatta
sınıf arkadaşı bile olsanız bu ilişki orada kalmış, devam etmemiş ise siz artık
bir yabancısınız. O da sizin için sisler arasında kalmış bir yabancıdır.
Bırakın büyük
şehirleri ilçelerdeki apartmanlarda bile komşu komşuyu tanımıyor. Gelip gitme
yok, selam yok, hal hatır sormak yok…Herkes sabah işine gücüne, akşam da evine
kapanıyor. Zorunlu karşılaşmalar alel usul 'iyi günler', "iyi akşamlar' sözleriyle geçiştiriliyor. Ama,
yeri geliyor basit konular aileler arasında saman alevi gibi parlayabiliyor, gerginliklere,
sorunlara yol açıyor. Neden ? Çünkü yabancısınız. Bir arada yaşayan, ancak
birbirine yabancılaşmış insanlarsınız.

İş hayatınız o yüzden yamalı bohça ilişkiler üzerine kurulu. Çok zaman kendi başınızasınız. Yani çalıştığınız
yerde de aslında yalnız ve yabancısınız.
İnsanın mekana,
mekanın insana yabancılığı var da, insanın zamana, zamanın da insana
yabancılığı yok mu ? Var.
Şöyle düşünün: zaman makinası sizi 300 yıl geriye
götürüp bırakmış. Ne elektrik var, ne otomobil. İnsanların kıyafetleri eski
resimlerden fırlamış gibi. Konuşma dili bile sanki değişik. Levhalar başka,
yazılar geçmiş zamandan kalmış. Siz onlara, onlar size garip garip bakıyor.
Cebinizdeki para geçmiyor. Neredeyse insanlar size uzaydan gelmiş muamelesi
yapıyor. Belki de biraz sonra kolluk güçleri gelip sizi yaka paça götürüp sorgulayacak.
Kimsiniz ? Burada ne arıyorsunuz ? Böyle bir sürü sorgu sual…
Kabus gibi değil mi,
Neden ? Çünkü siz o zamana yabancısınız. Belki okudunuz, biliyorsunuz ama yine
de o zaman ve içindeki herşey size yabancıdır. Olmaz demeyin. Şayet bu olayı hayal
edebilirseniz Kur'anda sözü edilen yedi uyuyanların (Eshab-ı
Kehf) başından geçenleri
de anlayabilirsiniz demektir.
Bilim kurguya meraklıysanız bu örneğin tersini, yani size göre geleceğe yolculuk maceraları tasarlayabilirsiniz.
Karşılaşabileceğiniz şeyler üç aşağı beş yukarı aynıdır. Çünkü
yabancısınız ve yabancılaşmış olanın içinde bulunduğu haleti ruhiye hep aynıdır.
Peki, insanın kendi
kendine yabancılaşması mümkün mü ? Bence evet. Dışımızdaki dünya izlenmesi zor,
sürekli bir değişim dönüşüm içinde. Her şey değişiyor, adeta durmak düşmekle eş
anlamlı. Oyundan çıkıp, olup biteni seyretmek bizi doğal olarak sahnenin dışına
itiyor. Giderek seyrettiğimiz şeyden uzaklaşıyor, yani yabancılaşıyoruz.
Bu
durumu fark edip irkildiğimizde bir an için kendimizi tanıyamıyabiliriz. Çünkü, dalıp
gittiğimiz seyir alemi başka boyutta, biz başka boyutta kalmışızdır. Kısa
süreli de olsa geride kalan bedenimizi hatırlamamız, yeniden içine girmemiz gerekir. Normal yaşama ancak böyle dönebiliriz.
Bu hal hoşumuza
giden, kendimizi kaptırdığımız bir film ya da dizi bittiğinde de başımıza
gelir. Oradaki karakter ve olaylar bizi içine çekmiş, kendimizi onlarla
bütünleştirmişizdir. Anlatımın başarısı ölçüsünde sinirlenir, üzülür ya da
seviniriz. Farkında olmadan kişiliğimiz bir başka zaman, mekan ve boyutta
yaşamıştır. O yüzden film bitince, kendimize gelmemiz biraz zaman
alır.
Dizinin en heyecanlı yerinde biten bölüm bizi adeta boşlukta bırakır,
biraz da kızdırır. Çaresiz, yeniden kendi zamanımıza, mekanımıza ve boyutumuza döneriz.
Biraz da dudak büktüğümüz, yabancılaştığımız kendi benliğimize.
Kendimize
yabancılaştığımız anlar böyle kısa olduğunda pek sorun olmaz. Biraz ilginç,
biraz da renklidir. Kendi içimizde kırılma yaşadığımız, farklı boyutlarda
yolculuk yaptığımız değişik maceralardır bu anlar. Ancak bu farklılaşma
gittikçe uzun süreler alıyorsa tehlikeli olabilir. Zira, ruh sağlığımızı
olumsuz etkileyeceklerdir.
Her insanın içinde
bulunduğu bir konum, hayatına uyumlu bir rolü var. Örneğin bir ev hanımının iş
yöneticisi gibi davranması beklenmez. Ya da bir iş kadınının çalışma hayatında
ev hanımı rolü oynaması da doğrusu hiç hoş olmaz. Bir esnafın, ya da iş adamının politik
bir kişilikle para kazanması zor olur elbette. Herkese hitap edebilmesi ve müşterilerini
arttırması için itici değil çekici bir tavır içinde olması lazımdır. Bu yüzden normalin dışında farklı
davranışlar kişinin konumuna ve rolüne göre yabancılaşma sayılır.
Mesela bazı
insanlara neden 'Sonradan görme' denir ? Çünkü, ondan beklenen normal
davranışın dışına çıkmış ve kendisine yabancılaşmıştır. Bu hali insanlara da
ters geldiğinden bu tepkiyi hak etmiş sayarız.
Bu tip insanlar yabancılaşmayı
kendileri için hayatta bir aşama olarak görebilirler. Davranışlarındaki bu
farklılık aslında bir değişim-dönüşüm-gelişim özleminin ifadesidir. Daha
yükseğe, ileriye sıçrama denemeleridir. Öyle davranarak öyle olmayı
ummaktadırlar. Ama, sonuç olarak hem kendilerine hem de çevrelerine
yabancılaşmıştırlar.
Almanya'dan izinli
olarak köyüne dönen Mustafa'nın düştüğü durum tam da böyledir. Tüylü şapkası,
favorili traşlı yüzü, beyaz ceket pantolon, kısa geniş kravatlı haliyle Mustafa köyüne yabancıdır.
Eşeğe binen, öküz arabasıyla tarlasına gidip
gelen Mustafa şimdi köy meydanına Volkswagen arabasıyla girmiştir. Çocuklar arkasına takışmış, adeta arkasında ayakları çıplak koşturan bir çocuk ordusuyla
meydana ulaşmıştır. Kolunun altında teyp-radyo köy kahvesine yürür. Şimdi kahvedekiler kendisini ağzı açık izlemektedirler…
Bu sahneyi
hatırladınız sanırım. Ünlü bir yeşilçam filminden aktardım. 1960'larda Almanya'ya
giden köy delikanlılarının orada çöpçülük, inşaat ameleliği vs. her işi
yaptıkları bir dönemden bahsediyorum. Onların hepsi hemen hemen benzer
sahnelerle yaz tatillerinde köylerine kasabalarına böyle gelmişlerdi.
Ülkelerinde 'Alamancı', orda 'Türke' idiler. Neticede iki tarafta da 'yabancı' yani arafta değil miydiler ?
Günlük dilde
yabancılaşma, insanlardan ve toplumdan uzaklaşma, ayrı düşme, onlar ile bir
temas noktasına sahip olamama anlamına geliyor. Bir şeyi ya da kimseyi başka bir şeyden ya da kimseden uzaklaştıran, başka bir şeye ya da kimseye yabancı hale getiren eylem ya da gelişme olarak nitelendirilebilir.
Bu anlamda yalnızlık ya da yabancılaşma hissi, insanların toplum norm ve değerlerinden uzaklaşmış ya da kopmuş oldukları, toplumsal ilişkilerde dışlanmışlık duydukları zaman ortaya çıkıyor. Daha özel şekliyle benliğe yabancılaşma ise, benin kendi özünden uzaklaşmasına işaret ediyor. Kendinden uzaklaşma, daha çok kişinin psikolojik bakımdan tatmin edici, ödüllendirici etkinlikler bulamamasıyla ilgili.
Yabancılaşma, kontrol altına alınamayan içgüdüler, tutkular ve yerleşik alışkanlıklar nedeniyle, insanın kendisine, kendi gerçek özüne yabancı hale gelmesi durumu.
Günümüz psikoloji ve sosyoloji teorileri yabancılaşma terimini bir ferdin topluma, doğaya, diğer insanlara veya kendisine karşı yabancılaşma hissi olarak tanımlamakta. Felsefede yabancılaşma, varlıkların özne için yabancı ve ilgisiz görünmesi şeklinde nitelendirilmiş. Önceden ilgi duyulan şeylere, dostlara kayıtsız kalma, ilgi duymama, hatta bıkkınlık ya da tiksinti duyma anlamına geliyor.Psikiatride ise yabancılaşma, genelde normalden uzaklaşma, normalden bir sapış olarak görülüyor. Ki bu daha çok patolojik bir durum.
Öte yandan, hala toplumsal nedenlerin önemini vurgulayan sosyolojik yaklaşımlara göre, yabancılaşmanın kaynağında, modernite öncesi geleneksel toplum biçiminin ortadan kalkarak, onun yerini büyük ölçekli kitlesel toplum yaşamının alması var.
Latincede başkası,
yabancı manasına gelen Alienus kökünden türeyerek batı dillerine alienation
şeklinde geçen yabancılaşma kavramı, hukuki kullanımıyla bir mülkiyetin, satış
veya hediye gibi herhangi bir yolla bir kişiden başka bir kişiye intikali, mülkiyetin
benzer yollarla el değiştirmesi anlamına geliyor.
Yabancılaşma bu çerçevede zaman içinde; belli tarihsel şartlarda insan ve toplum ürünlerinin
(emeğin, paranın, toplumsal ilişki sonuçlarının, insanın özelliklerinin ve
yeteneklerinin) bu etkinliklerden bağımsız ve bunlara egemen ya da özlerinde
olduklarından değişik biçimde kavranması olarak türetilerek gelmiş.
Yabancılaşma düşüncesi Plotinos
ve Aziz Augustinusa kadar geri gidiyor. İlk olarak Hegel tarafından obje-suje ilişkisi açısından sorgulanmış. Hegel bir idealist olarak, özneden bağımsız bir şey olamayacağını ve gerçeğin insana bağlı olduğunu düşünüyordu. Ona göre dünyanın nesnelliği ve bağımsızlık duygusu bir yabancılaşma idi.
Hegel’e göre, yabancılaşma duygusu, aynı insanın, kendini
gerçekleştirmeye çalışan insan ile başkaları tarafından
etkilenip yönlendirilen insan olarak ikiye ayrılışının sonucudur. İnsanın
kendi dilinin, biliminin, sanat vb. nin ona yabancı hale geldiği
zaman ortaya çıkar. Bu nedenle aslında Hegel yabancılaşmış insanı, tarihiyle uzlaştırmak istemiş.
Marks ise iki boyutlu bir yabancılaşmadan söz ediyor. Birincisi
insanın doğaya yabancılaşması, ikincisi de işçinin emeğine yabancılaşması. Ona göre ikinci kullanım daha çok kapitalizm etkisindeki yabancılaşma demek. Çalışanın
çalışmayan tarafından sömürülmesi sonucu ortaya çıkar.
Kirekgaard, Heidegger, Camus ve Sartre gibi düşünürlerin yer aldığı üçüncü bir gelenek ise yabancılaşmayı daha çok bir
insanın başka insanlara olduğu kadar, kendisine, kendi benine aykırı düşmesi
diye tanımlıyor.
Dolayısıyla varoluşçu geleneğe göre, bireyin gerçek beninden, özünden ayrı
düşmesi, başkalarının isteklerine göre hareket etmesi, toplumsal kurumların baskısından kurtulamaması, sorumluluktan
kaçması ve dışarıdan yönlendirilmesi yabancılaşma olarak tezahür ediyor.
Yabancılaşma temelinde kaygı ve endişeyi taşımakta, bu psikolojik halet de varoluşçu sorgulamayı beraberinde getirmektedir. Bu durumda yabancılaşma kavramının varoluşçu felsefenin en temel sorunu olduğu görülebiliyor.
Nitekim bu nedenle aynı gelenek içinde
nesnel bilgi karşısında öznel hakikati vurgulayan Kierkgaard’a göre,
yabancılaşmanın temel problemi, anlamsızlık ve mutsuzluğun hüküm sürdüğü bir
dünyada insanın kendi benine anlam yükleyebilmesi, kendi özüne ilişkin olarak
uygun bir kavrayışa ulaşabilmesi problemidir. Yabancılaşma sorununu aşmak ancak ve ancak Tanrı’ya güvenmek suretiyle mümkün
olabilir.
Buna karşın Sartre ve Camus gibi ateist varoluşçular ise
yabancılaşmanın anlamdan ve amaçtan yoksun bir dünyada söz konusu olan tabi bir
durum olduğunu savunmaktadırlar.
İşte bu ayrışma ve tartışma günümüze kadar gelmiş bulunuyor. Yabancılaşma günümüz toplumu ve gittikçe bireyselleşen insanının en önemli sorunlarından biri. İnsanın kendi özüne, içinde yaşadığı dünyaya,
üyesi olduğu topluma yabancılaşması üzerinde hala tartışılıyor.
Bu problem için ekonomik etkenleri ön plana çıkartan, yabancılaşmanın kaynağında, insanın insana yabancılaşması
sonucunu doğuran mülkiyet ilişkileri ve üretim araçları olduğunu iddia edenler hala var.

Ne olursa olsun, nasıl anlatılırsa anlatılsın, ne şekilde tezahür ederse etsin 'yabancılaşma' normalin dışı, yoldan çıkış olarak görülüyor. Elbette ekonomik, sosyolojik, teknolojik hatta psikolojik sebepleri var. Zararsız olduğu durumlar da var, dikkat edilmesi gereken hastalık sayılabilecek çeşitleri de.
Ancak, insan olmanın muhteşem var oluşunda göz ardı edilmemesi gereken sapma hallerinden özellikle sakınmak gerek.
Ancak, insan olmanın muhteşem var oluşunda göz ardı edilmemesi gereken sapma hallerinden özellikle sakınmak gerek.
Mesela Kur'ân'da "dalle" kavramı, türevleriyle birlikte 191 âyette geçiyor. Arapçada
"dalle" kelimesi, yolunu kaybetmek, bilerek veya bilmeyerek doğru
yoldan çıkmak ve insanın talep ettiği noktadan mahrum kalması, şaşmak,
bocalamak, yok olmak, helak olmak, sapıklığa düşmek manalarını ifade ediyor. Yani iyi ve güzel eylemler sergilemeyen insan, bunların sonucunda dalâlet gibi
karanlık ve çıkmaz bir yola girer.
Kur'an fasıklık hakkında da insanları uyarıyor. "Şanım
hakkı için sana çok açık âyetler; parlak mucizeler
indirdik. Öyle ki, iman sahasından uzaklaşmış fasıklardan başkası onları inkâr
etmez." (2:99) "Artık bundan sonra her kim dönerse, işte onlar yoldan çıkmışların ta kendileridir."(3:82)
İnsan için en sağlıklı, en doğru yol rabbi tarafından Kur'anda gösterilmiş. Yetmemiş, Hz. Peygamber ve arkadaşları da insanlara örnek verilmiş. "Şayet onlar da, sizin inandığınız gibi inanırlarsa, kuşkusuz doğru yolu bulmuş olurlar; yok eğer yüz çevirirlerse, onlar elbette bir (çelişki ve) aykırılık içindedirler. Sana onlara karşı Allah yeter. O, işitendir, bilendir." (Bakara Suresi, 137) Peşinden de bir müjde ile müjdelenmişler. "İşte Allah'a iman edenler ve O'na sarılanlar, onları Kendisi'nden olan bir rahmetin ve bir fazlın içine yerleştirecektir ve onları Kendisi'ne varan dosdoğru bir yola yöneltip-iletecektir." (Nisa Suresi, 175)
Yabancılaşma hiç kuşkusuz hayatın içinde yaşanabilen küçük/büyük dalgalanmalardan birisi. Tarihsel, kültürel, coğrafi ve zamansal yönleri var. Elbette imanla ve küfürle de ilişkili. Unutmamalı ki, başımıza gelebilecek tüm olumsuzluklara karşın bize uzatılmış bir el var. İnanırız ki mü'minler için umutsuzluk yoktur. Dua da sıkıntılarımız ve çaresizliklerimiz için bize verilmiş bir kalkan.
Hatta nasıl dua edeceğimiz de belli. Her gün onlarca kez okuduğumuz Fatiha suresinde bu sözleri tekrar edip duruyoruz. Belki manasını düşünerek daha bilinçli bir şekilde okuyabiliriz:
"Hamd, âlemlerin Rabbi, merhametli olan, merhamet eden ve Din Günü'nün
sahibi olan Allah'a mahsustur. (Allahım!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız
senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba
uğrayanların, sapanların yoluna değil."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder