
Yol üstü çeşmeler
Yolculuk yaparken bir görünüp bir kaybolan kır çeşmelerine hiç dikkat ettiniz mi ?
Bu çeşmelerin herhangi bir musluk olmaksızın özgür bir şekilde biteviye yaz kış, gece gündüz akıp durduklarını biliyor musunuz ? Biraz mahçup, biraz meraklı duruşlarını, yeşil koyu gölgeler arasına adeta saklanışlarını merak etmez misiniz ?
Ben merak ederim, ayrıca düşünürüm de. Geçmiş zaman aynaları gibi gözümü alırlar. Yalnız, mahzun ve garip halleri yüreğime dokunur. Orada öyle durup boynu bükük geleni geçeni seyredişlerine dayanamam.
İnip suyundan içemesem, elimi yüzümü yıkayamasam da gözden kaybolana kadar bakarım onlara. Böylece hiç değilse sessiz el sallayışlarını karşılıksız bırakmadığımı düşünürüm. Son anda fark edemediğim, gözden kaçırdığım her çeşmenin bende hatırı kalır sanki.

Yapanlar da muhtemelen oraların kendisi fakir gönlü zengin insanlarıdır. Onlar "İnsanın öldükten sonra iyilik defteri kapanır, ancak faydalı ilim, hayırlı evlat ve sadaka-i cariye hariç" müjdesine inanmış olmalılar.
Malum, Sadaka-i cariye; öldükten sonra da hesabımıza sevap yazdıran sadaka demek. Yani, cami, okul, çeşme, yol yapmak, ağaç dikmek, eser bırakmak gibi insanlara faydası dokunan her çeşit iyi işe sadaka-i cariye deniyor. Anadolu'nun hemen her yerinde su getirmek, çeşme yapmak, su yolu tamir etmek sevap bilinmiş. Hacca gidenlerin bir de çeşme yapmaları adetten olmuş yüzyıllarca.

Susuz yolculuk olmaz. Bu yüzden yollar bu çeşmelerin önünden geçermiş eskiden. Çünkü güdülen sürülerin, yolculuk edilen binek hayvanlarının belli duraklarda sulanması, dinlenmesi lazım.
Kuşkusuz insanlar kağnılara, at arabalarına bindiklerinde de bu çeşmeler birer yol menzili olarak değerliydiler. Uzun sıcak yolculuklarda sık sık radyatör kaynatan eski kamyonlar, otobüsler, otomobiller de bu çeşmelerin önünde zorunlu mola verir oldular. Yolcular da buralarda elini yüzünü yıkar, susuzluğunu giderir, abdest alıp namazını kılar, dinlenirlerdi.

Öküz arabaları, at arabaları çoktan tarihe karıştı. Artık kimse at eğerinde, deve hamutunda, katır veya eşek semerinde yolculuk etmiyor. İnsanlar iki adım yere bile traktörleriyle, otomobilleriyle gidiyorlar. Yağ gibi kayan yollarda taşıt araçlarının her çeşidi, en modern, son teknoloji modeller yarışıyor. İnsanlar bugün eskiye göre çok daha rahat, klimalı araçlarda seyahat ediyorlar.
Şişe suları icad oldu. Yolculara otobüslerde çay, kahve, su her türlü ikram yapılıyor. Yol üstü modern mola tesisleri var. Kimsenin aklına "bir çeşme kenarında duralım da su içelim" gelmiyor.

Böyle olunca elbette ki yol üstü çeşmeleri de kaçınılmaz olarak eski önemlerini kaybettiler. Su yolları tıkandı, onarılmadıkları, etrafları temizlenmediği için yıllar onları yavaş yavaş taşın, toprağın, otun içine gömdü.
Adeta güneşin batışı gibi, dönemlerini kapamış, ömrünü tamamlamış arkeolojik eserler gibi bir bir gözden kayboldular. Şayet kırık dökük, yalnız ve mahzun hala ayaktalarsa, azıcık akıyorlarsa inanın susamış birkaç yaban hayvanının, kuşların rızkı için olmalı.

Bugün modern yolların seviyesi çevrelerine göre doğal olarak yüksek. Ayrıca, her istediğiniz yerde durup arabanızı park edemiyorsunuz. Bölünmüş yollarda belirli geçitler dışında karşı tarafa geçişiniz imkansız. Bir otobandaysanız sebepsiz duramazsınız bile. Limitin altına düşmeden güzergahınızda hızla geçip gitmeniz gerekir. Bu arada tabi dışardaki güzellikler de her iki tarafınızdan durmaksızın akıp geçer.

Belki bu çeşme zamanında yolcuların uğrak yeri, canlı bir yerdi. Suyu güzel, bol ve serindi. İnsanlar burada birbirleriyle selamlaşır, ihtiyaçlarını görür, muhabbet eder ve dinlenirdi. Gün geçti, zaman döndü ve işte şimdi yalnız, sessiz bir kenarda duruyor. Tıpkı yaşlanmış insanların kırışmış yüzleri, kısık gözleriyle bir ağaç altında oturup eski günleri andığı gibi.

Elbette su hayattır, her zaman ve her yerde. Bu yüzden eski çeşmeler yok olmayıp zaman içinde farklı şeylere, başka başka hallere dönüşmüş olarak da karşımıza çıkabiliyorlar.


Ancak, her defasında giderek harap olan, kaybolan bu çeşmelere üzülürüm. Neden bu çeşmeleri yaşatamadığımızı, kültürümüzün güçlülüğüne karşın neden böyle değerlerimizi bir bir yitirdiğimizi düşünürüm. Eski çeşmeleri yaşatan, onaran, suyu yeniden akıtan bir hizmet, vakıf ya da gönüllüler var mı diye araştırdım, bulamadım. Belki vardır da bana rasgelmedi, haberdar olsam inanın onlara katılırdım. Zira, şu fotoğraftaki gibi yalnız, mahzun ve susuz kalmış çeşmelere dayanamıyorum.
Yoldan uzak kalmış olması, esasen yolun da araçların da yolcuların da değişmiş olması bu çeşmeleri tarihe gömmeyi gerektirmiyor. İnsanların ona artık eskisi gibi ihtiyaç duymamaları da bunun nedeni olamaz. Bu bir hayır işi, Allah'ın rızasına talip olma işi. Susamış bir kuşun, susuz kalmış bir hayvanın içtiği bir damla suda cennet arayanların işi.
Kaybolup giden her çeşme kültür mozaiğimizden bir pulun daha kayıp düşmesi demek. Anlamıyor musunuz ? Küçük büyük demeyin, böyle böyle o zengin ve renkli dünyamız solup gidiyor işte.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder