27 Haziran 2014 Cuma

163 27 Haziran 2014 Cuma 20:10 GEZİ REHBERİ ..............................Bir İstanbul gezisi (1)

Bir İstanbul gezisi (1)


22-24 Haziran tarihleri arasında üç günlük bir İstanbul seyahatimiz oldu. Kısa ama dolu dolu bir İstanbul ziyaretiydi.

Zaten söz konusu olan şehir İstanbul'sa, değil üç gün, üç haftanın bile yetersiz kalacağını bilenlerdenim. Onun için seyahatimizi sınırlı tutmuş, daha gitmeden en ince ayrıntısına kadar planlayıp programlamıştım.

Aslında her şey bir vesile. Bu seyahatimizin de temel nedeni 43 yıllık kadim dostum, yatılı lise arkadaşım İsmail'in kızının düğününe katılmaktı. Ama ben onu, sevgili ilkokul öğretmenimi ziyaret ve diğer arkadaşlarımla da buluşma fırsatı olarak değerlendirdim. Bu arada İstanbul'un iki önemli selatin camisi Fatih ve Süleymaniye'yi gezebilmek de planlarım arasındaydı.

TBMM Beşiktaş misafirhanesinden telefonla yer ayırtmış, gidiş-dönüş biletlerimizi de internetten alarak hazırlığımızı tamamlamıştım. Yolculuğumuz Bandırma üzerinden feribotla olacaktı. Böylece bağlantılı otobüs firma ve saatlerini de ayarlayabilmiştim. 


Susurluk'ta kalınan bir gece sonrasında öğleye doğru minibüsle Bandırma'ya ulaştık. Yol 40-45 km kadardı ve eski haline göre bölünmüş yol oldukça rahattı.

Bandırma'da limana doğru giderken çocukluğumda ve öğrenciliğimde bindiğim "Etrüsk" adlı eski İstanbul vapuru gelmişti aklıma. Akşam saat altı gibi biniyor, ancak sabah saat dokuzda eminönü'nde oluyorduk.

Gece serinliğinde, güvertede serili gazete kağıtları üzerindeki son derece rahatsız yolculuğumuzu hiç saymıyorum. 

Oysa bindiğimiz Turgut Özal feribotu temiz, modern ve çok rahattı. Hatırlıyorum R.Tayyip Erdoğan'ın İstanbul Büyükşehir Başkanlığı sırasında diğer eşi Adnan Menderes feribotuyla birlikte hizmete alınmışlardı.

İsimlerini aldıkları eski başbakanlar gibi onlar da bölgemizde çok sevildiler. 25 yıla yakın da hizmete devam ediyorlar. Hem de onların anılmasının bile pek hoş karşılanmadığı günlerden bu güne, üstelik iddialı bir hizmette arkalarında son derece başarılı bir iz bırakarak.


Cam kenarı yerlerimize geçip keyifle etrafı seyrediyor, bir taraftan da iyi yolculuklar diliyoruz kendimize.

En son beş yıl önceydi galiba bu gemideki yolculuğumuz. Bu gün de son derece ışıltılı bir ortam var çevremizde. Yaşlılar, aileler, gençler, çocuklar. Şartlar herkese uygun. İnsanlar dolaşıyor, yiyip içiyor, sohbet ediyor veya okuyorlar. Bilgisayarlarıyla internete girenleri de görüyorum.

Cep telefonumun şarjı bitmişti, hiç endişelenmeme gerek yokmuş. Bunu da düşünmüşler. Telefonumu prize takıyor ve İstanbul'a kadar dolmaya bırakıyorum. Daha yolculuğun başında bu bile mutlu ediyor beni.

Saat tam 12.30'da feribot kendisi için inşa edilmiş İDO iskelesinden hareket ediyor. Hızı daha limandan ayrılırken bile fark edilebiliyor. Yolculuğumuz bu hızla iki saat gibi kısa bir sürede tamamlanacak.

Arkamızda kalan Bandırma'ya bakıyoruz. Bir il değil ama kent irisi bir ilçe. Liman, deniz ve sanayi burayı emsallerine göre daha hızlı geliştirmiş. Deniz, tren ve karayolu ile İstanbul, Bursa ve Balıkesir arasında adeta bir kavşak noktası. Bilhassa İstanbul gibi bir dünya kentine bir buçuk iki saat mesafede olmak önemli bir kazanım olmalı. 

Bunu eskiden İstanbul'a mal almak için giden, en kısası ancak üç günde geri dönebilen birçok esnaftan dinlemiştim. Aynı gün içinde sabah gidip akşam evlerine dönebilmek çok önemli bir gelişmeydi onlar için. Mutluydular ve bu hizmeti onlara sunan "Tayyip" lerini çok seviyorlardı.

Saat 14.30'da Yenikapı iskelesine yanaşıyoruz. Artık İstanbulda'yız. Ayağımız toprağa değer değmez İstanbul'un o kendine has gürültüsü sarıveriyor etrafımızı. 

Şimdi programda Marmaray'la Üsküdar’a geçmek var. Hızlı adımlarla Yenikapı istasyonunu bulmaya çalışıyoruz. Oraya buraya koşuşturan insanlar, homurtuyla sel gibi akan bir trafik içinde Marmaray istasyonunu arıyoruz.

Nihayet tarif edilen köprüye vardığımızda "Aaa ! Bu bizim Aksaray-Yenikapı çıkışı” deyivermişim. Hatta uzun süre Marmaray'ı geciktiren arkeolojik kazı alanı bile çok tanıdıktı.

Eskiden bu alanda Bülent Ersoy'un baş solist olarak sahneye çıktığı meşhur bir Gar gazinosu vardı. Karşısındaki Çakıl gazinosuyla 60'lardan 80'li yıllara kadar sadece İstanbul'un değil tüm ülkenin en popüler eğlence mekanları olarak tanındılar. Şimdi yerlerinde asrın yatırımı Marmaray hizmet veriyor. 

Marmaray Yenikapı istasyonu beni şaşırtıyor. Gerçekten de göz alıcı bir yapı. Sadece bir hizmet binası olarak değil, iddialı bir sanat yapısı olarak da tasarlanmış olmalı. Salondaki derinlik, aydınlık ortam, şıkır şıkır bir zemin. Duvarlarındaki orjinal süsleme ve bezemeler, hepsi son derece güzel ve uyumlu.

Fatihin portresi yüksek bir yerden bu tabloyu adeta mühürlüyor.  Çok beğendim. Bir taraftan da pek çok insan gibi, denizin altında balıklarla komşu olmak nasıl bir şey merak ediyorum. Keşke tünel saydam olabilseydi de bir akvaryum yolculuğu yapabilseydik diyorum içimden.

Hayal bu ya, ama eminim o zaman eşim daha çok korkardı. Bu yüzden hemen vazgeçiyorum bu düşüncelerden. En iyisi gözümüzü kapatıp, şıp diye geçivermek. 


Yürüyen merdivenlerden aşağıya doğru iniyoruz. Ankara'da alışık olduğumuz metro merdivenlerinden daha derin ve hızlı görünüyor.

Demek Üsküdar'a denizin 60 metre altından geçerek çıkacağız, hem de sadece beş dakikada öyle mi ? "İlk defa milli olmak" tabiri vardır ya, işte öyle bir duygu içindeyiz.  Sel gibi akan insan kalabalığının telaşına biz de dahil oluyoruz. Hayırlısı bakalım.

Bu arada biraz gerildik mi ne ? Çektiğim selfie fotoğrafa bakıyorum da, sanki o sıradaki duygularımız yüzümüze yansımış gibi geliyor. Hoşlanmıyorum.

Hedefimiz Üsküdar. Asağıda ilk dikkatimizi çeken şey bir levha oluyor. "Ayrılık Çeşmesi" naif, hoş bir durak ismi. Ama bir o kadar da hüzünlü. 


Ben görmedim, ama gerçekten bir Ayrılık Çeşmesi varmış. 17. yüzyılın başında Kızlarağası Gazanfer Ağa tarafından bir namazgâh ile birlikte yaptırılmış. Tarihte bir kaç defa da tamir edilmiş. Kimi kaynaklar bu çeşmenin geçmişini Bizans dönemine kadar uzatıyorlarmış.

Fatih Sultan Mehmet döneminden sonra doğuya sefer düzenleyen Osmanlı padişahlarının son hazırlıklarının tamamlandığı ve yola koyulmak için toplandığı İbrahimağa Çayırı denilen yerdeymiş bu çeşme.

Ayrıca Mekke'ye gitmek üzere yola çıkan Hacı kafileleri ve Surre Alayları da burada toplaşıp uğurlanırmış. Rivayete göre şehirden ayrılan kafileler son olarak buradan uğurlandığı için çeşmenin adı Ayrılık Çeşmesi olarak kalmış. İşte bu ayrılık çeşmesi Marmarayın da son istasyonu şimdi.

Nihayet tren geliyor ve Marmaraya biniyoruz. Başlangıçtaki heyecan yok, istanbul'lular alışmışlar besbelli. Marmarayın yaşamlarına getirdiği hızlı çözümü tercih ederek, günlük koşturmacalarına devam ediyorlar.

Ama yanımızda dikilen genç hanım bizim heyecanımızın farkında. Arada birkaç kelimeyle de olsa rehberlik ediyor kendince. "Şu anda boğazın tam ortasındayız" diyor mesela muzip bir gülümsemeyle. Fotoğraf çekmeye hazırlanıyorum "yasak" diyor kısaca. 

Niçin anlamadım ama, itiraz etmiyorum uyarısına. Zaten "Üsküdar" anonsu da yolculuğumuzun bittiğini haber veriyor, çıkışa hazırlanıyoruz.


İndikten birkaç dakika sonra Üsküdar'dayız. Bu defa da eminim sevincimiz yüzümüze yansımıştır. Daha bunun tadını çıkaramadan Üsküdar istasyonu hareketli, yoğun ve gürültülü bir meydana çıkarıyor bizi.  Şikayet etmeden biz de o kalabalığa karışıyoruz. 

Gerçekten de yollar, meydan, çarşılar oldukça yoğun. Oysa günlerden pazar, Ankara'da pazarlar genellikle daha sakin olur. Bir yerlere koşuşturan bu insanlar sanki hiç durup dinlenmiyorlar gibi. Biz de aynı aceleyle çarşıda aradığımız hediyeyi bulup tekrar sahil boyuna dönüyoruz.

Fazla vaktimiz yok öğretmenimin evine gitmemiz gerek, bizi bekliyor. Vakit darlığı ve kalabalık bizi bir taksi tutmaya zorluyor. Aslında yürünerek gidilebilecek bir mesafeyi taksici arap saçına çevirince de mecburen yardım istiyoruz. İlkokul öğretmenim ve eşi gelip bizi alıyorlar. 

Yıllar önce bir kez daha gittiğim Üsküdar İhsaniye İskele sokaktaki bu evi hatırlıyorum. Sağ olsunlar yazlıkta olmalarına rağmen bugün bizim için İstanbul'da kalmışlar.

Öğretmenimin evi tam da Topkapı sarayı, Ayasofya ve Sultanahmet camiini içine alan tarihi yarım adaya bakıyor. O bildik silüet ve yeşil manzara bir harika. Kendisi de zaten kuş yuvası gibi bir ev. Bu ortamın insana ilham vermemesi mümkün değil.

Her tarafta birbirinden güzel resimler, zevkli seçimler ve iki olgun insanın kendi ruh dünyalarını yansıtan bir döşeme. Sanki sahipleriyle bütünleşmiş, kişilik kazanmış yaşayan canlı bir mekan burası. 

Allah sağlık versin, seksen üç yaşında Güzel sanatlar Fakültesi resim bölümü üçüncü sınıf talebesi yetenekli ve azimli bir hanımefendiden söz ediyorum. Aynı zamanda her türlü saygıyı ve sevgiyi hak eden idealist, mücadeleci bir "öğretmen" den.


Ziyaretimiz iki saate yakın sürüyor. Anlatacak, paylaşacak o kadar çok şey var ki. Ama her şeyin de bir sonu var. Yetişmemiz gereken bir düğünden bahsederek, vedalaşıp ayrılıyoruz. 

Bu kez yürüyerek dönüyoruz. Üsküdar sahilinden tarihi yarımada gerçekten çok güzel görünüyor. Merak ediyoruz; acaba orada yaşayıp, sahil yolunda aceleyle dolaşanlar bunun ne kadar farkındalar ?

Yolda tuhaf kalabalıklarla ve sıra dışı görüntülerle karşılaşıyoruz. İnsanlar orta refüjdeki yeşillikleri bile değerlendirip çöküvermişler üzerine. Böyle piknik yapan, çocuklarıyla oynayan çok sayıda aile görüyoruz. Kimisi oltalarıyla balık tutuyor, kimisi de denize giriyor. Kınayamıyorum, sadece içim acıyor hallerine. Demek İstanbul'da yaşamak böyle birşey. 

Zamanının çoğu işe gidip gelmekle geçen, ailesine, dinlenmeye, eğlenmeye, apartman yığınları arasında bir karışlık yeşilliğe hasret insanlar bunlar. Bir pazarları var ne yapsınlar ? Bulabildikleri, yapabildikleri de bu.



Üsküdar meydanında gideceğimiz yere otobüs ararken etrafında dönüp durduğumuz Mimrimah sultan camii yeni restore edilmiş. Pırıl pırıl bir görünüm, yeşil ulu çınarlar ve zarif bir çeşme. Birbiriyle bütünleşen, Üsküdar meydanının simgesi bu tarihi mekan gerçekten çok hoş.

Mimrimah sultan Kanuni'nin kızı.  Cami de bir Mimar Sinan eseri olunca tarihi yapı bir başka anlam kazanıyor bilenlerin gözünde. Yüzyıllara meydan okuyan bu güzel eser kendisine yönelen ilgiyi de hak ediyor doğrusu.

Ümraniye Hekimbaşı sosyal tesislerine otobüs hemen önünden kalkıyormuş. Ancak, biz onu buluncaya kadar epey bir zaman kaybetmişiz.

Anlaşılan İstanbul dışardan gelen ziyaretçilerini pek sevmiyor. Kimseden doğru dürüst bilgi alamıyoruz. Konuştuklarımız da sanki güven vermiyor gibi. Bizde buradaki herkesin İstanbul trafiğinden bıkıp usandıkları, kalabalığı arttıran bizim gibi misafirlerden de pek hazzetmedikleri izlenimi uyanıyor.

Demek çektikleri çile o kadar fazla ki, üzerine daha kimse kimseyi çekecek durumda değil. Bunu Üsküdar, Beylerbeyi, Çengelköy, Küçüksu ve Ümraniye istikametinde en çok 20 kilometrelik yolu iki saatte gidince bir kez daha anladık.

Otobüste yol sorduğumuz adam bize "sabahın köründe yollardayız, akşam da işte böyle. Hayatımız otobüslerde geçiyor. Eve gittiğimde çoktan uyumuş oluyorlar, çocuklarımı bile zor görüyorum" dediğinde adeta içim daralıyor.


Ümraniye'deki düğün saat 19'da başladığında biz daha yola yeni çıkabilmiştik, saat 21.30'da da ancak ulaşabiliyoruz. Ama yine de moralimizi bozmuyoruz. Çünkü düğünümüz var. Yatılı lise arkadaşım, kadim dostum İsmail'in sevgili kızı Zeynep'in en mutlu günü bugün. Onun için İstanbul'a gelmiştik ya.

Bizden daha kötüsü varmış. Sevgili arkadaşımız Temel ve kızı Setenay düğüne yetiştiklerinde saat 23'e geliyor.

Zeynep kendi düğününde bize bir sürpriz yapıyor. Sesi çok güzelmiş, istek üzerine davetlilere birkaç şarkı söyleyiveriyor. Gerçekten çok hoş. Allah mesut, bahtiyar etsin. Rabbimden iki cihan saadeti diliyorum.


Dönüşümüz yine Üsküdar iskelesinden Beşiktaş’a olacaktı. Sağ olsun İsmail'in eşi Hatice hanım onca yorgunluğuna rağmen Temel'lerle bizi Üsküdar’a kadar getiriveriyor. Gidişimizdeki macera hatırlanacak olursa, doğrusu şimdi bu iyilik de pek makbule geçti diye düşünüyoruz.

Nihayet saat 01'de Beşiktaş’a giden şehir hatları gemisine binebiliyoruz. Artık günümüzü tamamlamış, ziyaretimizi yapmış ve düğünümüze katılmış durumdayız. Yorgunuz ama biraz sonra Beşiktaş'taki misafirhaneye kendimizi atmış olacağız.

Bir ara dışarıya çıkıp bakıyorum. Denizden ışıklar içindeki Dolmabahçe sarayı muhteşem görünüyor.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder