Bir İstanbul gezisi (1)
22-24 Haziran tarihleri arasında üç günlük bir
İstanbul seyahatimiz oldu. Kısa ama dolu dolu bir İstanbul ziyaretiydi.
Zaten
söz konusu olan şehir İstanbul'sa, değil üç gün, üç haftanın bile yetersiz
kalacağını bilenlerdenim. Onun için seyahatimizi sınırlı tutmuş, daha gitmeden
en ince ayrıntısına kadar planlayıp programlamıştım.
Aslında
her şey bir vesile. Bu seyahatimizin de temel nedeni 43 yıllık kadim dostum,
yatılı lise arkadaşım İsmail'in kızının düğününe katılmaktı. Ama ben onu,
sevgili ilkokul öğretmenimi ziyaret ve diğer arkadaşlarımla da buluşma fırsatı
olarak değerlendirdim. Bu arada İstanbul'un iki önemli selatin camisi Fatih ve
Süleymaniye'yi gezebilmek de planlarım arasındaydı.
TBMM Beşiktaş misafirhanesinden telefonla yer ayırtmış, gidiş-dönüş biletlerimizi de internetten alarak hazırlığımızı tamamlamıştım. Yolculuğumuz Bandırma üzerinden feribotla olacaktı. Böylece bağlantılı otobüs firma ve saatlerini de ayarlayabilmiştim.
TBMM Beşiktaş misafirhanesinden telefonla yer ayırtmış, gidiş-dönüş biletlerimizi de internetten alarak hazırlığımızı tamamlamıştım. Yolculuğumuz Bandırma üzerinden feribotla olacaktı. Böylece bağlantılı otobüs firma ve saatlerini de ayarlayabilmiştim.

Susurluk'ta kalınan bir gece sonrasında öğleye
doğru minibüsle Bandırma'ya ulaştık. Yol 40-45 km kadardı ve eski haline göre
bölünmüş yol oldukça rahattı.
Bandırma'da
limana doğru giderken çocukluğumda ve öğrenciliğimde bindiğim
"Etrüsk" adlı eski İstanbul vapuru gelmişti aklıma. Akşam saat altı
gibi biniyor, ancak sabah saat dokuzda eminönü'nde oluyorduk.
Gece
serinliğinde, güvertede serili gazete kağıtları üzerindeki son derece rahatsız
yolculuğumuzu hiç saymıyorum.
Oysa
bindiğimiz Turgut Özal feribotu temiz, modern ve çok rahattı. Hatırlıyorum
R.Tayyip Erdoğan'ın İstanbul Büyükşehir Başkanlığı sırasında diğer eşi Adnan
Menderes feribotuyla birlikte hizmete alınmışlardı.
İsimlerini
aldıkları eski başbakanlar gibi onlar da bölgemizde çok sevildiler. 25 yıla
yakın da hizmete devam ediyorlar. Hem
de onların anılmasının bile pek hoş karşılanmadığı günlerden bu güne, üstelik
iddialı bir hizmette arkalarında son derece başarılı bir iz bırakarak.

Cam
kenarı yerlerimize geçip keyifle etrafı seyrediyor, bir taraftan da iyi
yolculuklar diliyoruz kendimize.
En
son beş yıl önceydi galiba bu gemideki yolculuğumuz. Bu gün de son derece
ışıltılı bir ortam var çevremizde. Yaşlılar, aileler, gençler, çocuklar.
Şartlar herkese uygun. İnsanlar dolaşıyor, yiyip içiyor, sohbet ediyor veya
okuyorlar. Bilgisayarlarıyla internete girenleri de görüyorum.

Saat tam 12.30'da feribot kendisi için inşa edilmiş İDO iskelesinden hareket ediyor. Hızı daha limandan ayrılırken bile fark edilebiliyor. Yolculuğumuz bu hızla iki saat gibi kısa bir sürede tamamlanacak.
Arkamızda
kalan Bandırma'ya bakıyoruz. Bir il değil ama kent irisi bir ilçe. Liman, deniz
ve sanayi burayı emsallerine göre daha hızlı geliştirmiş. Deniz, tren ve
karayolu ile İstanbul, Bursa ve Balıkesir arasında adeta bir kavşak noktası.
Bilhassa İstanbul gibi bir dünya kentine bir buçuk iki saat mesafede olmak
önemli bir kazanım olmalı.
Bunu
eskiden İstanbul'a mal almak için giden, en kısası ancak üç günde geri
dönebilen birçok esnaftan dinlemiştim. Aynı gün içinde sabah gidip akşam
evlerine dönebilmek çok önemli bir gelişmeydi onlar için. Mutluydular ve bu
hizmeti onlara sunan "Tayyip" lerini çok seviyorlardı.

Saat 14.30'da Yenikapı iskelesine yanaşıyoruz. Artık İstanbulda'yız. Ayağımız toprağa değer değmez İstanbul'un o kendine has gürültüsü sarıveriyor etrafımızı.

Saat 14.30'da Yenikapı iskelesine yanaşıyoruz. Artık İstanbulda'yız. Ayağımız toprağa değer değmez İstanbul'un o kendine has gürültüsü sarıveriyor etrafımızı.
Şimdi
programda Marmaray'la Üsküdar’a geçmek var. Hızlı adımlarla Yenikapı
istasyonunu bulmaya çalışıyoruz. Oraya buraya koşuşturan insanlar, homurtuyla
sel gibi akan bir trafik içinde Marmaray istasyonunu arıyoruz.
Nihayet
tarif edilen köprüye vardığımızda "Aaa ! Bu bizim Aksaray-Yenikapı çıkışı”
deyivermişim. Hatta uzun süre Marmaray'ı geciktiren arkeolojik kazı alanı bile
çok tanıdıktı.

Marmaray Yenikapı istasyonu beni şaşırtıyor. Gerçekten de göz alıcı bir yapı. Sadece bir hizmet binası olarak değil, iddialı bir sanat yapısı olarak da tasarlanmış olmalı. Salondaki derinlik, aydınlık ortam, şıkır şıkır bir zemin. Duvarlarındaki orjinal süsleme ve bezemeler, hepsi son derece güzel ve uyumlu.
Fatihin
portresi yüksek bir yerden bu tabloyu adeta mühürlüyor. Çok beğendim. Bir taraftan da pek çok insan
gibi, denizin altında balıklarla komşu olmak nasıl bir şey merak ediyorum.
Keşke tünel saydam olabilseydi de bir akvaryum yolculuğu yapabilseydik diyorum
içimden.

Yürüyen merdivenlerden aşağıya doğru iniyoruz. Ankara'da alışık olduğumuz metro merdivenlerinden daha derin ve hızlı görünüyor.
Demek
Üsküdar'a denizin 60 metre altından geçerek çıkacağız, hem de sadece beş
dakikada öyle mi ? "İlk defa milli olmak" tabiri vardır ya, işte öyle
bir duygu içindeyiz. Sel gibi akan insan
kalabalığının telaşına biz de dahil oluyoruz. Hayırlısı bakalım.
Bu
arada biraz gerildik mi ne ? Çektiğim selfie fotoğrafa bakıyorum da, sanki o
sıradaki duygularımız yüzümüze yansımış gibi geliyor. Hoşlanmıyorum.

Ben görmedim, ama gerçekten bir Ayrılık Çeşmesi varmış. 17. yüzyılın başında Kızlarağası Gazanfer Ağa tarafından bir namazgâh ile birlikte yaptırılmış. Tarihte bir kaç defa da tamir edilmiş. Kimi kaynaklar bu çeşmenin geçmişini Bizans dönemine kadar uzatıyorlarmış.
Fatih
Sultan Mehmet döneminden sonra doğuya sefer düzenleyen Osmanlı padişahlarının
son hazırlıklarının tamamlandığı ve yola koyulmak için toplandığı İbrahimağa
Çayırı denilen yerdeymiş bu çeşme.

Nihayet tren geliyor ve Marmaraya biniyoruz. Başlangıçtaki heyecan yok, istanbul'lular alışmışlar besbelli. Marmarayın yaşamlarına getirdiği hızlı çözümü tercih ederek, günlük koşturmacalarına devam ediyorlar.
Ama
yanımızda dikilen genç hanım bizim heyecanımızın farkında. Arada birkaç
kelimeyle de olsa rehberlik ediyor kendince. "Şu anda boğazın tam
ortasındayız" diyor mesela muzip bir gülümsemeyle. Fotoğraf çekmeye
hazırlanıyorum "yasak" diyor kısaca.

İndikten birkaç dakika sonra Üsküdar'dayız. Bu defa da eminim sevincimiz yüzümüze yansımıştır. Daha bunun tadını çıkaramadan Üsküdar istasyonu hareketli, yoğun ve gürültülü bir meydana çıkarıyor bizi. Şikayet etmeden biz de o kalabalığa karışıyoruz.
Gerçekten
de yollar, meydan, çarşılar oldukça yoğun. Oysa günlerden pazar, Ankara'da
pazarlar genellikle daha sakin olur. Bir yerlere koşuşturan bu insanlar sanki
hiç durup dinlenmiyorlar gibi. Biz de aynı aceleyle çarşıda aradığımız hediyeyi
bulup tekrar sahil boyuna dönüyoruz.

Yıllar önce bir kez daha gittiğim Üsküdar İhsaniye İskele sokaktaki bu evi hatırlıyorum. Sağ olsunlar yazlıkta olmalarına rağmen bugün bizim için İstanbul'da kalmışlar.
Öğretmenimin
evi tam da Topkapı sarayı, Ayasofya ve Sultanahmet camiini içine alan tarihi
yarım adaya bakıyor. O bildik silüet ve yeşil manzara bir harika. Kendisi de
zaten kuş yuvası gibi bir ev. Bu ortamın insana ilham vermemesi mümkün değil.
Her
tarafta birbirinden güzel resimler, zevkli seçimler ve iki olgun insanın kendi
ruh dünyalarını yansıtan bir döşeme. Sanki sahipleriyle bütünleşmiş, kişilik
kazanmış yaşayan canlı bir mekan burası.

Ziyaretimiz iki saate yakın sürüyor. Anlatacak, paylaşacak o kadar çok şey var ki. Ama her şeyin de bir sonu var. Yetişmemiz gereken bir düğünden bahsederek, vedalaşıp ayrılıyoruz.
Bu
kez yürüyerek dönüyoruz. Üsküdar sahilinden tarihi yarımada gerçekten çok güzel
görünüyor. Merak
ediyoruz; acaba orada yaşayıp, sahil yolunda aceleyle dolaşanlar bunun ne kadar
farkındalar ?
Yolda tuhaf kalabalıklarla ve sıra dışı görüntülerle karşılaşıyoruz. İnsanlar orta refüjdeki yeşillikleri bile değerlendirip çöküvermişler üzerine. Böyle piknik yapan, çocuklarıyla oynayan çok sayıda aile görüyoruz. Kimisi oltalarıyla balık tutuyor, kimisi de denize giriyor. Kınayamıyorum, sadece içim acıyor hallerine. Demek İstanbul'da yaşamak böyle birşey.
Zamanının çoğu işe gidip gelmekle geçen, ailesine, dinlenmeye, eğlenmeye, apartman yığınları arasında bir karışlık yeşilliğe hasret insanlar bunlar. Bir pazarları var ne yapsınlar ? Bulabildikleri, yapabildikleri de bu.

Üsküdar meydanında gideceğimiz yere otobüs ararken etrafında dönüp durduğumuz Mimrimah sultan camii yeni restore edilmiş. Pırıl pırıl bir görünüm, yeşil ulu çınarlar ve zarif bir çeşme. Birbiriyle bütünleşen, Üsküdar meydanının simgesi bu tarihi mekan gerçekten çok hoş.
Zamanının çoğu işe gidip gelmekle geçen, ailesine, dinlenmeye, eğlenmeye, apartman yığınları arasında bir karışlık yeşilliğe hasret insanlar bunlar. Bir pazarları var ne yapsınlar ? Bulabildikleri, yapabildikleri de bu.

Üsküdar meydanında gideceğimiz yere otobüs ararken etrafında dönüp durduğumuz Mimrimah sultan camii yeni restore edilmiş. Pırıl pırıl bir görünüm, yeşil ulu çınarlar ve zarif bir çeşme. Birbiriyle bütünleşen, Üsküdar meydanının simgesi bu tarihi mekan gerçekten çok hoş.
Mimrimah
sultan Kanuni'nin kızı. Cami de bir
Mimar Sinan eseri olunca tarihi yapı bir başka anlam kazanıyor bilenlerin
gözünde. Yüzyıllara meydan okuyan bu güzel eser kendisine yönelen ilgiyi de hak
ediyor doğrusu.
Ümraniye
Hekimbaşı sosyal tesislerine otobüs hemen önünden kalkıyormuş. Ancak, biz onu
buluncaya kadar epey bir zaman kaybetmişiz.
Anlaşılan
İstanbul dışardan gelen ziyaretçilerini pek sevmiyor. Kimseden doğru dürüst
bilgi alamıyoruz. Konuştuklarımız da sanki güven vermiyor gibi. Bizde buradaki
herkesin İstanbul trafiğinden bıkıp usandıkları, kalabalığı arttıran bizim gibi
misafirlerden de pek hazzetmedikleri izlenimi uyanıyor.
Demek
çektikleri çile o kadar fazla ki, üzerine daha kimse kimseyi çekecek durumda
değil. Bunu Üsküdar, Beylerbeyi, Çengelköy, Küçüksu ve Ümraniye istikametinde
en çok 20 kilometrelik yolu iki saatte gidince bir kez daha anladık.

Ümraniye'deki düğün saat 19'da başladığında biz daha yola yeni çıkabilmiştik, saat 21.30'da da ancak ulaşabiliyoruz. Ama yine de moralimizi bozmuyoruz. Çünkü düğünümüz var. Yatılı lise arkadaşım, kadim dostum İsmail'in sevgili kızı Zeynep'in en mutlu günü bugün. Onun için İstanbul'a gelmiştik ya.
Bizden
daha kötüsü varmış. Sevgili arkadaşımız Temel ve kızı Setenay düğüne
yetiştiklerinde saat 23'e geliyor.

Dönüşümüz yine Üsküdar iskelesinden Beşiktaş’a olacaktı. Sağ olsun İsmail'in eşi Hatice hanım onca yorgunluğuna rağmen Temel'lerle bizi Üsküdar’a kadar getiriveriyor. Gidişimizdeki macera hatırlanacak olursa, doğrusu şimdi bu iyilik de pek makbule geçti diye düşünüyoruz.
Bir ara dışarıya çıkıp bakıyorum. Denizden ışıklar içindeki Dolmabahçe sarayı muhteşem görünüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder