10 Nisan 2014 Perşembe

144 10 Nisan 2014 Perşembe 17:25 KAYIP DEFTER'den......................Ramazana doğru

Ramazana doğru


Günler geçiyor
Bu yılın da yarısı geçti bile. Geçen hafta sömestr tatilinden döndük. Eve gitmesi güzel de, dönünce biraz kötü oluyorum. Ama, burada da arkadaşlarım var. Birkaç gün içinde yine kaptırıveriyoruz kendimizi yurdun hay huyuna. 

Doğrusu bu yıl pek de renksiz sayılmaz burası. Geçen yıl olaylardan kroki vaziyetteydik, bu sene de yurttaki değişimden başımız döndü. Yeniliklerin ardı arkası kesilmiyor. Her gün bir yenisiyle daha karşılaşıyoruz.
 
Derslerde sıkıntı yok. Sınavlar çok iyi geçti. Mehmet'le yarışıyoruz. Bir o geçiyor bir ben. Böyle giderse sınıfın en iyileri gene biz olacağız. Mehmet'e bir de burs bulduk. Öğrenim kredimiz var zaten. 

Bu arada ders notu çoğaltıp satma işi de devam ediyor. Ön planda o var, ben sadece ona yardım ediyorum. Böylece, dersleri aksatmadan takip etme, düzenli not alma, hocalarla aktif iletişim ve ekstradan çalışmaya zorluyorum kendimi.

Arkadaş ve çevre sorunumuz yok. Bayağı popüleriz yani. Sadece bizim değil öbür sınıflardan, hatta alttan dersi kalmış yaylacılardan bile çok müşterimiz var. Böylece Mehmed'in maddi sıkıntısı da artık kalmadı. Kendisi zaten hayatta lüzumsuz harcama yapmaz. Hatta biraz biriktirdiğinden bile şüpheleniyorum.
 
Bu yılın renkli simaları yabancı öğrenciler. Doğrusu başta ürkmüştük ama, buradaki hayata çok çabuk adapte oldular sanki. Varlıkları yurda yeni bir renk ve canlılık getirdi. Henüz üniversitede değiller, türkçe kursu görüyorlar. Ama yurtta hep birlikteyiz, nereye baksak onlar var.

Hani olur ya, evde hırgür varsa bile misafir geldiğinde sükut olunur. Onun gibi, sanki ayıp olur gibisinden herkes de biraz kendini topladı galiba. Bazen ufak tefek sürtüşmeler yok değil, ancak genelde misafirperverlik damarımız kabarmış durumda. Yardımcı olabilmek için herkes elinden geleni yapıyor.

Bu arada onlarla ufkumuz da epey açıldı denilebilir. Daha önce ne Kazakistan bilirdik, ne Moldavya. Ne Kırgız şapkası görmüştük, ne de Özbek takkesi. Şimdi onlar bizi merak ediyor, biz de onları. Her fırsatta memleketlerini, ailelerini, günlük yaşamlarını merak edip soruyoruz. Neden öyle giyindiklerini, Türkiye hakkında ne bildiklerini, burada okuyup ne yapmak istediklerini…Tabi onlar da bize soruyorlar benzer şeyleri.

O kadar ilginç şeyler öğrendik ki. Mesela; Kazak, Kırgız ve Moğolların at eti yediklerini, at sütünden yapılmış kımız adlı bir tür içecek yapıp içtiklerini. Dini konularda ne kadar eksik olduklarını. Evlerine gelen misafirlere Allah rızası için içki ikram ettiklerini duyunca çok şaşırmıştık. Dillerinde hep şu vardı "Biz 70 yıl komünizm esaretinde yaşadık. Ancak, hürriyeti gördük, anladık.  Siz cennette yaşıyorsunuz." Biz ülkemizin kıymetini bilmiyoruz. Başkası söyleyince de bir tuhaf oluyoruz.

Bu hafta yurtta öğrenci temsilciliği seçimi var. Şaşılacak şey ! Böyle şeylerin olabileceği Kemal abinin bile aklından geçmiyormuş. Ama oluyor işte, adaylar hareketli. Onları destekleyen gruplar da öyle. Ama herhangi bir gerginlik yaşanmıyor. Sanki gruplar arasında görülmeyen bir anlaşma olmuş gibi. 

Biz Selim abiyi destekliyoruz. Hatta bunun için afiş astık, el ilanı dağıttık, oda ziyaretlerine katıldık. Kemal abi çok etkili bu konuda. Yurtta Selim abinin kazanacağı yönünde genel bir hava var. E Blok adayı çekilmiş diyorlar. Onlar da desteklerse zaten sonuç kesin gibi.

Ramazan geldi
Ramazan öncesi yurtta bazı hazırlıkların olduğunu görüyorduk. Öncelikle kantinde bazı önlemler alınmış. Geçen yıllarda iftar kuyruğunda yaşanan kavgalar hatırlandığı için hepimiz tedirgindik aslında. Bu yüzden kepçeci sayısının arttırılması herkesi memnun etmişti. 

Bir sıra sadece iftarlık tabldot uygulamasına ayrılmıştı. Ayrıca merdiven başına da ayaklı bir menü tahtası yerleştirmişler. O akşam tabldotta ne yemek var önceden görebiliyorduk.

Bu yeniliklerin en ilginci de bloklara çay makinaları yerleştirilmesiydi. Aslında her blokta kantin vardı ama işlevsizdi. Sadece masa, sandalyeler ve televizyon. Çayı olmayan, en basit bir ihtiyaç için bile büyük ana kantine gitmeyi  gerektiren bu yerler sürekli şikayet konusu oluyordu. Bana göre de bilhassa odalarda çay yapılmasının yasaklanmasına karşılık öğrencilerin dile getirdiği haklı bir istekti bu.

Bu yıl iftar sonrası ve sahur zamanı birer eleman koymuşlar buralara. Çay makinasıyla çay veriliyor. Bisküvi çeşitleri, sandviç, ayran ve meşrubat da satılıyor. Özellikle kız bloklarında çok tutmuş bu uygulama. Oruç tutmak isteyen, ama sahur saati serinliğinde bloğundan çıkıp kantine gidemeyenler için büyük kolaylık. İsteyenler iftarı bile artık odalarında değil de aşağıda blok kantinlerinde kendi aralarında yapabiliyorlar. İnsanlar böylece odalarda kaçak elektrikli ocak kullanmaktan kurtulmuş oldular. En azından bu konuda haklı bir mazeretleri kalmadı.

Ramazan başında ilginç bir şey daha yaşandı yurtta. Kız öğrenciler kültür merkezinde mevlid düzenlemişler. Bizim de Orhan vasıtasıyla haberimiz oldu. Oda olarak hep birlikte dinlemeye gittik. Kültür merkezi ağzına kadar dolmuş. Erkek öğrenciler de dışarlara oturmuşlar. Kimisi sandalye, kimi tretuvarlar üzerinde. Kimi de gruplar halinde çimlere yayılmışlar.  Vakit ikindi üzeri. İftara birbuçuk saat var. Hava soğuk değil, güzel ve sakin. Mevlid okuyanların sesi dışarıdan rahatça duyuluyor. Biz sağlık odasının önünde yönetim memurlarıyla birlikteyiz.

Dalmışız, bir ara bir hareketlenme oldu, baktık müdür bey yanında birkaç idareci, merdivenlere gelmiş mevlid dinliyorlar. Sandalye verdiler kabul etmedi. İçerden minder gibi bir şeyler buldular galiba. Hemen oldukları yere, öyle merdivenlere oturdular.  Çok değişik bir atmosferdi. Bizim Mehmet zaten çok hassas kalplidir, hemen gözleri sulanıverir. Baktım yine sessiz sessiz ağlamakta. Nişanlısı aklına geldi herhalde dedim içimden. Söylemişti, o da hafızmış.

Sonradan Orhan anlattı. Meğer bu mevlidi müdür beyden ilahiyatta okuyan bir grup genç kız istemiş. O da olur demiş. Kemal abi "Olamaz böyle bir şey" deyip durdu hayretle. "Bir yanda pop konseri, öbür yanda Nazım Hikmet sergisi. Yurtta ezan, teravih, mevlid.." yok yok, biz rüya mı görüyoruz, nasıl oluyor bütün bunlar ?" Şaşırmakta haklıydı da. Zira, o bizden çok daha eskiydi. Geçen senelerde neler olduğunu en iyi hatırlayanlardandı. 

Yurtta ezan
Ne var ki, bütün bunlar rüya değil, gerçekti. Bu yıl Ramazan 23 Şubat Salı günü başlamıştı. O ilk gün iftar saatinde kuyruktayken ilk ezanı duymuştuk. Önce televizyondan geldiğini zannettik. Ama bu öyle bir şey değildi. Bayağı yüksek sesle ve bir hoparlörden geliyordu. İftardan sonra merakla sesin geldiği idare tarafına gidip baktık.

Gerçekten idare binasının kuzey doğu köşesinde kantine ve bloklara dönük iki yeni hoparlör konulmuştu. Üst katta bütün ışıklar yanıyordu, merak edip çıktık. Gözlerimize inanamıyorduk salon boydan boya halılarla kaplanmış, mescid haline getirilmişti. Teravih için son hazırlıklar yapılıyordu. O akşam ilk teravihimizi çok kalabalık bir şekilde kıldık.

Duadan sonra yapılan duyuruya göre bütün ramazan boyunca teravih öncesinde İlahiyat fakültesinden görevli hocalar vaaz edeceklerdi. Hakikaten öyle de oldu. Ramazan ayı süresince sahurlara kalktık, oruç tuttuk. Kavgasız dövüşsüz ezanla birlikte iftarlarımızı ettik. Değişik hocalardan sohpetler dinledik ve teravih namazlarını da kaçırmadan kıldık.

Hele 20 Mart Cumartesi gününe denk gelen kadir gecesi gerçekten muhteşemdi. Aramızda epey yabancı öğrenci de vardı. Özellikle onlarla birlikte olmak, bildiğimiz yarım yamalak şeyleri tarzanca anlatmaya çalışmak çok hoştu. Bu yüzden konuştuğum bütün arkadaşlar hep aynı şeyi söylüyordu; bu ramazan ne güzel geçmişti öyle.

Bayram Mart ayının son haftası 24-25-26 mart tarihleri arasında Çarşambadan Cumaya kadardı. Bizim için dokuz günlük bir tatil fırsatıydı. Onun için çoğu öğrenci gibi biz de Mehmet'le kadir gecesinin hemen ertesi günü yurttan ayrıldık. Gelen bayramdı, elimecbur memlekete gidecektik. Ama bu defa gerçekten gönlümüz arkamızda kalmıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder