9 Şubat 2014 Pazar

127 10 Şubat 2014 Pazartesi 08:57 KÜÇÜK/BÜYÜK ŞEYLER............Haydi Susurluk !

Haydi Susurluk !


Susurluk küçük, yeşil, yol üzeri ayranıyla meşhur bir belde. Şimdi düşünüyorum da yatılı okurken, üniversitedeyken, memuriyet dolayısıyla gurbetlerde dolaşırken orası benim için hep bir "memleket"ti. 

Böyle söz ederdim ondan. Memlekete gidiyorum, memleketten geldim. 

Tuhafıma giderdi ama neden bilmiyorum yine de ağzımdan böyle çıkardı işte oraya ait sözcükler.

Baudelaire'e atfedilen bir söz var;  "Her nerede değilsem, orada mutlu olacakmışım gibi gelir…" Bana da Susurluk hep öyle geldi. Belki de çocuk yaşta oradan çıkıp, hep sıla özlemi içinde yaşamış olmamdı sebep. Yaşadığım yerler de benim memleketimdi elbet, yurdumdu, vatanımdı. Ama oralarda sürekli hayatla başetme, ayakta kalma, dahası başarılı olma mücadelesi verdim. Bayramlarda, tatillerde döndüğüm limandı Susurluk. Köklerimin hala orada olduğu, özlendiğim, sevildiğim, sayıldığım yerdi. 

Manisa'dan trenle gelirken Ömerköy'den sonra ayaklanıp, hatap deresiyle birlikte küçük, aydınlık istasyonuna kavuşurduk. Otobüsle İstanbul tarafından ya da Ankara'dan Karapürçek düzüne indiğimizde, Bandırma kavşağını geçip Şeker fabrikasını gördüğümüzde Susurluğa gelişimize sevinirdik. Yıllar geçti, çocuklarımız büyüdü, hatta torunlarımız var, fakat yine aynı duyguları yaşıyoruz. Biliyoruz ki, hayatta olan büyüklerimiz her yıl biraz daha azalsa da çok şükür köklerimiz hala o topraklarda. 

Susurluk pek büyümedi. İyi mi kötü mü bilmem ama küçülmedi de. On on iki bin nüfuslu bir ilçe iken elli yıl sonra şimdi ancak iki katı olabildi. Ülke nüfusunun büyüme hızına göre bu oldukça yavaş bir büyüme sayılır. Bu durumu ben şahsen hep iki sebebe bağladım. Birincisi İstanbul-Bursa-Bandırma-Balıkesir arasında adeta kör bir nokta olarak kalması. Diğeri de içinden yol ve nehir geçen dar bir boğazda iki çıkış kapısının da kilitli olması. Bu kapılardan biri Şeker fabrikası tarafından öbürü askeriye tarafından tutulmuştu. Genişleyecek konut alanları yoktu.

Aslında konut yapacak, gelişecek bir potansiyeli de yoktu. Çünkü hem gelir hem de genç nüfus açısından Şeker fabrikasıyla sınırlıydı. Yıllarca oranın ekmeğini yedi. 1954'den son on yıla kadar Susurluğun işçisi, memuru, esnafı, çiftçisi, emeklisi her kesim bu kaynaktan beslendi. Sadece bu kurum can verdi Susurluğun ekonomik ve sosyal hayatına. Pancar kokusu hayattı, refahtı, canlılıktı o topraklar için.

Ama göremedi Susurluk geleceğini, hep böyle gitmeyeceğini. Fabrikadan aldığı bol maaşı, yeni model arabalara, yazlıklara harcadı. Çocuğunu, yeğenini fabrikaya sokmak için yarıştı yıllar boyu, ama, bir ikinci fabrika, bir üçüncü tesis için çalışmadı. Sonraları kurulan Yörsan'ı bile değerlendiremedi, geçinemedi nedense. O yüzden gençleri benim gibi hep dışarıya, gurbete çıktı. Kalanlarsa yol boyu mola tesislerinde çalışmaya mahkum oldular. İzmit-İzmir otoyolu yapıldığında bu seçeneğin de ömrü tamamlanmış olacak maalesef.

Artık çocukluğumun Susurluğu yok. Pazar günleri şeker fabrikası otobüsü ile sinemasından dünyayı gördüğümüz fabrika bitmiş. Lojmanlarıyla, şeker mahallesiyle bir zamanların canlı, renkli sosyal hayat merkezi Şeker fabrikası adeta terk edilmiş. Makyajı gitmiş, yüzündeki kırışıkları gizleyemeyen eski bir film yıldızı gibi. Duydum ki bu yıl 400.000 ton pancar olursa çalışacakmış. Zannetmiyorum, taşıma suyla değirmen dönmez. Bu sene çalışsa seneye ne olacak ? Yörsan da sahip değiştirmiş, inşallah Susurluk için yararlı olur. Ancak, Susurluk halkının böyle "umut" lardan çok daha fazlasına ihtiyacı var. Hatta sorumlulukları.

Bu imkanın hala var olduğuna inanıyorum. Susurluğun ileri gelenlerinin, yöneticilerinin hiç değilse kendi çocuklarına, gençlerine bakıp artık geleceği düşünme saati geldi diye düşünüyorum. Bakarlarsa, ararlarsa görürler. İnanırlarsa yaparlar, Susurlukta bu gücün derinlerde, biryerlerde beklediğini biliyorum. Çünkü gördüm.

Bundan onbeş yıl önceydi. Yine böyle bir seçim zamanı Şeker fabrikasının kuzey batısını inceliyordum. Balıklıdere'den bir traktörle köyün yaslandığı tepeye çıktık. Amacım yüksek bir noktadan o araziyi görmekti. Düşüncem, arayışım şuydu; Acaba Susurlukta bir organize sanayi bölgesi kurulabilir miydi ? Şeker Fabrikasıyla birlikte yolun üst tarafı, Şeker Mahallesinin arkası sanki bu iş için uygun gibiydi. Gerçi orman arazisi olarak kayıtlıydı ama, çoktan bu vasfını yitirmişti. Şeker fabrikasının da geleceği karanlıktı ve Bandırmaya açılan bu bölgenin komple organize sanayi bölgesi olması Susurluğun umudu olacaktı.

Traktör toprak yoldan bir noktaya kadar çıkabildi, sonra indik ve tepeye doğru yürüdük. Derinden bir kazma sesi geliyordu. Biraz sonra önümüzde kazılmış bir toprak seti belirdi. Yaklaştık, tepenin fabrikaya bakan yamacında L biçiminde 5 x 3 metre uzunluğunda, bir metre eninde bir yer kazılıyordu. Hemen hemen de üç metreye yakın derinde hala kazma sallayan sakallı bir yaşlı gördük. Ufak bir su sızıntısını genişletmeye çalışıyordu. Selam verdik, aldı ama dikkati o sudaydı. Merak etmiştim, değil gençlerin, iş makinasıyla bile cesaret edilemeyecek bir işe kalkışmıştı bu yaşlı adam. Ne yapmaya çalışıyordu acaba ?

"Amca, kolay gelsin. Hayrola, ne yapıyorsun bu dağ başında ?" Yaşlı adam kim bu münasebetsizler der gibi mecburen kalktı, yine de ak sakallı yüzüne yakışan bir gülümsemeyle "Sağolun, şuncağız bir su buldum. Nasipse bir çeşme yapacağım. Kurda, kuşa, insana hayrım olsun." dedi. Nutkum tutuldu, bir adama baktım, bir yaptığı işe, bir de bulunduğu yere. "Sen mi yaptın bunca işi, nasıl yaptın ?" diyebildim. Yaşlı adam bu sefer güldü sözlerime "Beğenemedin mi, gücüm soluğum yerinde çok şükür. Ama yarın ne olacağımı Allah bilir. O yüzden acele ediyorum, kimseden de yardım almadım. Rabbim nasip etti, suyu buldum. Şimdi bu suya bir hazne yaparak boruyla çeşmeye indireceğim. Siz nerdensiniz ? Hayrola, ne arıyorsunuz burda ?"

Hacı İsmail'le öyle tanıştım. O anlattı ben düşündüm, ben anlattım o dua etti. İnsanın gücünü, inanmanın coşkusunu, gelecek için çaba göstermeyi bir kez daha yaşadım o tepede. Aşağıya fabrikaya, Susurluğa doğru bakarken artık çok daha fazla inanıyordum memleketime. Bir piri fani, küçücük bir su kaynağı, bir çeşme için onca kazma sallayıp çaba gösteriyorsa benimkisi neydi ki. Bu ibretlik sahneyi Susurluğun rehavet içindeki ileri gelenlerine, politikacılarına, yöneticilerine göstermek isterdim. Ayrıca, insanına güvenmeyi, aradığı gücü onda bulabileceğini.

Aradan zaman geçti sağsa ellerinden öperim, rabbine kavuştuysa mekanı cennet olsun. Dilerim Susurlukta göreve talip olanlar artık böyle bir vizyon sahibi olurlar. Çok zaman kaybedildi, Susurluk patinaj yaptı yıllar boyu, gençlerimiz ziyan edildi. Artık buna bir son vermek gerek. 

Gölet yapıldı, çaylak suyu orada.Gidip almanızı bekliyor. Susurluğun en büyük sorunu su olmamalı.Yıllar boyu önünü tıkadı, başka şeyler düşünemedin. Bak, artık şehrin Batı kilidi de açıldı. Askeriye gitti. Bandırma Bursa sanayisi Susurluğa doğru geliyor. Yapılacak otoyolu da Susurluk için bir tehditten fırsata dönüştürecek projelere ihtiyaç var. Rehavet zamanı değil, büyük düşünmek, çalışmak ve geleceği inşa etmek vakti. Haydi Susurluk !

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder