Gazeteci
Yusuf
Hizmet aracım Bursa'dan Görükle kampüsüne giden düz, uzun
yolda hızla ilerliyor. Gözlerim dışarda, akıp giden binalar, bahçeler ve
ağaçlar arasında, düşünüyorum.
Saat
09.25, biraz sonra makamımda genç misafirlerimi bekliyor olacağım. Dünkü olay
sırasında bu davetimi herkes duydu. Gelmemeleri mümkün değil. Gelecekler, hem
de dünün rövanşını almak üzere. Ama, bu sefer ben de hazırlıksız değilim.
Yapabileceğim herşeyi yaptım, her ihtimali düşündüm. Yine de huzursuz ve
tedirginim.
"Müdürüm kantine girebilecek miyim. Fotoğraf
çekmem ve bazı öğrencilerle görüşmem gerek." Arabanın arka koltuğunda sol
yanımdan gelen bu sesle irkiliyorum. Bursa'nın mahalli gazetesi Olay'dan bir
muhabirdi. Yanımda götürüyordum. Sabah erkenden Bursa Jandarma Alay Komutanlığına
ve Valiliğe gitmiş, dünkü olayın değerlendirmesini yapıp, gereken desteği
aldıktan sonra Olay gazetesini ziyaret etmiştim. Ne zamandır yurtla ilgili bir
haber yapmak istiyorlar, ama yurda girmelerine izin verilmediği için olmuyordu.
Bu sefer ben onları davet etmiştim.
Genç bir muhabirdi Yusuf. Aynı zamanda gazetede
yazıyordu. Zaman zaman telefonla beni arıyor, ısrarla haber yapmak istediğini
söylüyordu. Davetimi sevinerek kabul etti. "Tabi, önce odamda bir çay
içeriz. Kısa bir görüşmem var, sonra da seni görevli arkadaşlarla kantine
gönderirim" dedim. Dünkü pankart olayından hiç bahsetmemiştim. Nasıl olsa
öğrenecekti.
Amacım görüşme sırasında elinde fotoğraf makinesi
olan bir gazeteci şahidim olmasıydı. Böylece görüşmenin kontrolden çıkmasını
önleyebileceğimi düşünüyordum. "Ne görüşmesi bu ?" diye sordu genç
muhabir. Konuyu onun için ilginç hale getirmeliydim. "Yurttaki sol
gruplardan biri" diye imalı bir bakışla cevapladım sorusunu. Birdenbire
canlanmıştı "Fotoğraf da çekebilir miyim ?" diye sordu ilgiyle.
"Elbette" dedim gülerek. Bir elimle de sağ omzuna vuruverdim hafifçe.
Araba süratle kampüse girdi, şoföre “Mustafa sağ
taraftan gidelim“ dedim. Burası toprak,
etrafı koru ormanı yeşillik bir yoldu. Üniversite binaları arasından geçen ana
yoldan gitmek istememiştim. Çünkü riske girmemeliydim, o yolda beklenmedik
sürprizler olabilirdi. Bu yol biraz daha dolambaçlı, uzun, tenha bir yoldu.
Bekleyen varsa ana yolda beklerdi, böyle bir tali yolda değil.
Araba son tümseği aşıp, sola doğru virajı
döndüğünde yurdun giriş kapısı tam karşımızdaydı. Etrafta bir anormallik de
görünmüyordu. Kapı açılıp içeri girdiğimizde, telefon kulübelerinin önünde bir
anne baba görüp şoförü durdurdum. "Hadi gel Yusuf, burda inelim."
Birlikte indik, kızlarıyla ayakta konuşmakta olan anne babanın ilgisini
çekmiştik. Gülümseyerek onlara doğru yürüdüm, "Hoşgeldiniz, neden burda
bekliyorsunuz ? İçerde bir çay ocağımız var, orda oturabilirdiniz."
Adam uzattığım eli sıkarken yüzüme merakla
bakıyordu: "Müdür beyi bekliyoruz, görüşmek istedik de…" Güldüm,
"Beyini bilmem de Müdür benim. Buyrun o zaman odama geçelim, burada
ayakta kalmayın, buyrun hanımefendi." Yusufu da sağ yanıma aldım, birlikte
idare binasına yürümeye başladık. Bir yandan birşeyler konuşuyor, diğer yandan
etrafı kolaçan ediyordum.
Evet, oradaydılar. Kültür merkezinin köşesinde bir
grup genç toplaşmış konuşuyorlardı. İçlerinden bazılarını tanıdım. Pankart açan
gruptandılar. Bizi görmüş, birbirlerine işaret ediyorlardı. Onları fark etmemiş
gibi yaptım. Neşe içinde misafirlerimle ilgilenmeye ve yürümeye devam ettim.
Beklenen
görüşme
Hala düşünüyordum, görüşmeye yeterince hazır mıydım
? Sanki hala birşeyler eksik gibiydi. Artık merdivenlere yaklaşmıştık. Beklediğim
cevap solumdan geldi "Günaydın hocam ! Nasılsınız ?" Geçen seneki Blok
toplantılarından tanıdığım iki kız öğrenciydi. Döndüm ellerini sıktım
"Günaydın hanımlar, iyiyim, ya siz ?"
Yüzü güleç, konuşkan kızlardı, hemen yanımıza
sokuldular. O anda karar verdim görüşmede onlar da olmalıydı; "Haydi gelin
size sıcak bir çay ısmarlayayım, üşümüşsünüzdür." Yedi kişi birlikte
merdivenlere yöneldik. Makam odamın bulunduğu katta alışılmadık bir sessizlik
vardı. Memurlar ve iki Müdür yardımcısı odalarına çekilmiş, adeta biraz sonra
olacak fırtınadan gizlenmeye çalışıyorlardı. Ya da bana öyle geldi.
Misafirlerimle odaya girdik, gazeteci hemen sağda
ilk koltukta, aile ve kızları onun yanında sıralanmış, sol tarafa da iki kız öğrenci
oturmuşlardı. Olabildiğince neşeli olmaya çalışıyordum. Hoşbeş, selam kelam, ne
var ne yok gibisinden konuşmalar su gibi aktı. Ortamda ılık bir hava oluşmuş, benim
de keyfim düzelmişti.
Bu arada çaylar da geldi, servis yapıldı. Kaşık
sesleri arasında kızlardan biri duramayıp, fıkırdadı "Hocam, dün çok
korktuk. Size zarar verecekler sandık. Ama bravo valla, çok cesur
muşsunuz." Güldüm sadece, cevap verip ilgiyi dağıtmak istemiyordum. Şimdi
sırası değildi. Saatime baktım, 10,05'i gösteriyordu, yani vakit tamamdı.
Yanılmamıştım, bir yönetim memuru kapıda belirdi: "Müdürüm, geldiler"
Masamdan kalkarken "Tamam alın içeri" dedim, bir taraftan da
misafirlerime açıklama yapıyordum: "Bir öğrenci grubuyla görüşmem var,
uzun sürmez, siz rahatınıza bakın."
Ben kapıya doğru ilerlediğimde grup içeri girmişti.
"Hoşgeldiniz" deyip birer birer ellerini sıktım. Beş kişiydiler,
oturmaları için kapının hemen yanında, makam masamın tam karşısındaki toplantı
masasını göstermiştim. İçerdeki kalabalığı görünce şaşırmışlardı, gözlerinden
tereddüt ettiklerini anladım. "Lütfen oturun, misafirler yabancı değil, bu
arkadaşlarınızı tanırsınız D Bloktan, bu öğrencimizin de adı Özlem, bu yıl yeni
kayıt oldu.” Bu sefer diğerlerine dönüp açıkladım, "Bu gençlerle dünden
verilmiş bir sözümüz vardı, benimle görüşmek için geldiler."
İki kız öğrencinin gülümsemeleri yüzlerinde
donmuştu. Devam ettim "Bu da Bursa Olay gazetesinden Yusuf Tahiroğlu,
yurdumuzla ilgili bir haber yapacak." Yusuf'u en sona bırakmış, ses
tonumla tane tane ama olabildiğince vurgulu biçimde tanıtmıştım. Yusuf tam da
istediğim etkiyi yapmıştı. Grubun gözlerindeki ışığı gördüm, geçip masaya
oturdular. Bir gazeteci onlar için ala bir propaganda vesilesi olacaktı. Yine
de gergin ve heyecanlıydılar. Bu her hallerinden belliydi.
Geçip masama oturdum. Bu arada biri hanım üç müdür
yardımcım da içeri girdiler. Biri gelip kulağıma eğildi "Müdür bey,
Jandarma geldi, dışarda tertibat aldılar, komutanı benim odaya aldık."
Gözümle ve baş hareketlerimle "Tamam, sen onunla ilgilen" dedim, odadan
çıktı. Kalan iki müdür yardımcıma kız öğrencilerin yanında yer gösterdim.
Durum hala bir garipti. Gençler tam karşımızdaki
toplantı masasına sıralanmış, aile daha ne olup bittiğini anlamamış, iki kız
öğrenci bir bana bir gruba bakıp kalksak mı kalkmasak mı kararsızlığı yaşıyor,
Yusuf'sa sanki haberin kokusunu almış gibi, gözünü kulağını dikmiş olup biteni
dikkatle izliyordu. Ortamı yumuşatmam lazımdı, kapıdan bakan görevliye
"Gençler içinde çay getir Bekir, bak değerli müdür yardımcılarım da
burada, bizimkileri de tazeleyebilirsin" diye seslendim.
Gençlerden lider pozisyonunda olan Uğur'u geçen
seneden tanıyordum. Üçü dünkü gruptandı. Birini ise tanımıyordum. Uğur'a hitap
ederek "Nasılsın Uğur? Epeydir görüşmemiştik. Dün de yoktun, demek bu
gençler senin arkadaşların." Uğur
yine çatık kaşlı ve gergin bir yüzle "İyi değilim, dün arkadaşlarımıza
antidemokratik bir baskı uygulayarak, pankartımızı engellemişsiniz."
Odada gergin bir elektrik dolaştı. Aileye dönerek
bir açıklama yapmak iyi olacaktı "Bu gençler dün kantinde açılan yasadışı
bir pankartla ilgili olarak, davetim üzerine benimle görüşmeye geldiler."
Gruptan itiraz sesleri yükseldi "Ne demek yasa dışı", "Asıl
sizin tavırlarınız faşistçe", "Pankart devrim şehitlerimizi anmak
içindi", "Devrimci mücadelemiz yine sürecek." Baktım Yusuf küçük
bir defter çıkarmış konuşmaları atlamadan not etmeye çalışıyordu. Aile bir bana
bir gruba bakıyordu. Kızlar iyice tedirgin olmuşlardı. Kontrollü gerginlik
iyiydi ama, daha net bir tablo olmalıydı ortada.
"Tamam arkadaşlar, burası sizlere daima açık,
gelip benimle konuşabilir, taleplerinizi rahatlıkla iletebilirsiniz. En azından
o pankart bizden izin alınmadan asılmıştı, kabul edin." Yine sözümü kesip
itiraza hazırlanıyorlardı ki "Gençler sizden bir ricam var, bakın burda
bir basın mensubu da var. Birbirimizle uygarca konuşalım. Mesela o pankartı
bize gösterebilir misiniz. Neyin üzerinde konuştuğumuzu bilelim."
Böyle bir şey beklemiyorlardı, birbirlerine
baktılar. Sonra Uğur eğilip sağındaki gence birşeyler söyledi, o genç de ayağa
kalkıp odadan çıktı. Uğur Yusufa bakarak konuştu, olabildiğince sakin ve ikna
edici olmaya çalışıyordu "Arkadaş pankartı getirecek, gazeteci arkadaşımız
da görsün. O pankartta yasa dışı bir şey yok. Bize göre izin almamız da
gerekmiyor."
Çaylar gelmişti "Teşekkür ederim Uğur'cum, neden çayını
İçmiyorsun ?"
Uğur konunun değişmesine sinirlenmişti. Yüzü
ekşimiş, kaşlarını çatmıştı "Midem rahatsız, çay içmiyorum" dedi
tepkiyle. "Ne var ki midende ? daha çok gençsin" dedim üstüne
giderek. "Gastritmiş" dedi kısaca. "Geçmiş olsun, dikkat et
kendine genç yaşta ülser olmayasın" dedim vurgulayarak. Anne acıyarak
bakıyordu Uğur'a, Baba da "Geçmiş olsun" dedi hayretle.
Kapı açıldı, bir yönetim memuru, arkasında biraz
önce çıkan gençle göründüler. Elinde rulo edilmiş bir pankart vardı. Yönetim
memuru merakla yüzüme bakıyordu. "Tamam gelsin, sen çıkabilirsin
Tahsin" dedim ona. Ayağa kalktım gence "Pankartı şöyle yere serer
misin, misafirlerimiz de görsün" dedim. Genç aklınca gurur duyduğu pankartı
anında açıverdi masanın önünde. Sarı zemin üzerine kırmızı boya ile yazılmış
orta kısmında Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının resimleri bulunan ve bildik
sloganları içeren ürkütücü bir tabloydu karşımızdaki.
Yusuf hemen fotoğraf makinesine el atmış arka
arkaya çekiyordu. Babaya dikkat ettim, bayağı huzursuz olmuştu, anne
gayriihtiyari kızının koluna yapışmış korkuyla pankarta bakıyordu. Kızlardan
biri dayanamadı "Ya biz böyle şeyler istemiyoruz yurtta, huzursuz oluyoruz
böyle şeylerden. Her an bir olay çıkacak korkusuyla yaşamak istemiyoruz."
Baba da ayağa kalkmıştı "Müdür bey, lütfen bu gibi eylemlere mani olunuz, nasıl
bir yurt bu böyle ? Devletin resmi yurdu değil mi burası ? Çocuklarımızı nasıl
emanet edeceğiz size ?" Müdür yardımcısı varlığını hatırlatmak istercesine
“Size daha önce de defalarca bu tür eylemlere müsaade etmeyeceğimizi
söylemiştik” diye araya girdi. Yusuf fırsatı kaçırmıyordu, hemen gençlere
sorusunu sordu "Arkadaşlar, sizce bu tür pankartlar yurtta izinsiz
asılabilir mi ? O zaman bu bir yasa dışı pankart asma eylemi olmaz mı ?"
Gençler her yandan gelen bu sözlere cevap verme
telaşıyla kontrolü iyice kaybetmiş durumdaydılar. Artık söyledikleri hep tekrar
edip durdukları bildik sloganlardan başka bir şey değildi. Yusuf bir taraftan
not alıyor, bir taraftan da her açıdan bol bol fotoğraf çekiyordu. O bile
aldığı cevaplardan memnun olmamış, artık soru sormayı bırakmıştı. Zaten aile ve
kızlar da üzerlerinden tedirginliği atmışlar, artık doğrudan Yusuf'a
yönelmişlerdi. Grup ikinci planda kalmıştı.
Tam da bu esnada Jandarma Bölük komutanı ile Müdür
yardımcısı kapıyı açıp başlarını içeriye uzattılar. Komutan "Müdür bey,
bir sorun mu var ?" Grup iyiden köşeye sıkışmış durumda, bunalmış, ne
yapacaklarını bilemez haldeydi. Ayağa kalkıp "Teşekkür ederim komutan, biz
konuşuyoruz. Herhangi bir sorun yok. Değil mi gençler ?" dedim. Gruptan
tek kelime çıkmıyordu, önlerine bakıyor, parmaklarıyla oynuyor, parkalarının
düğmelerini, boyun atkılarını çekiştirip duruyorlardı. Komutan vurgulu bir şekilde dik dik pankarta bakıyordu. Ayağa kalkıp "Tamam komutan, siz istirahat edin biz konuşuyoruz."
Son perde
Kapıyı kapatarak tekrar masama geçtim. Artık sıra
son perdeye gelmişti. Herkesin yüzüne bakarak, kelimelerin üstüne basa basa
konuştum:
"Burası 5000 kişilik bir yer. Türkiye'nin en
büyük yurdu. Hepinizin, hepimizin evi, ocağı. Ancak, son yıllarda burada huzur
ve güven kaybolmuş. Özellikle geçtiğimiz birkaç yıl boyunca acı olaylar
yaşanmış.
Fikirler, görüşler farklı olabilir. İnancı, kökeni ayrı olabilir.
Buna saygı duymak lazım. Kimse görüşünden, inancından ötürü kınanmamalı, düşman
ilan edilmemeli. Kimse kimsenin üzerinde zorbalık hakkına da sahip değil. Var
olan farklılıklar da kavgayı değil, tam aksine kaynaşmayı sağlayacak şeyler
olarak görülmeli.
Bu yüzden bu gibi toplu yaşanan yerlerde belli kurallara
uymak mecburiyeti var. Neden ? Çünkü, burada hep birlikte yaşama ihtiyacı
içindeyiz. Bu doğrudan yaşam hakkıyla ilgili bir şey. Bu yüzden geçen yıl sizlerin
de desteğiyle, hep birlikte buranın huzur ve güveni için bazı adımlar attık. Bir
taraftan hizmetimizi iyileştirip geliştirmeye çalışırken, bir taraftan da
sizlerle diyalog içinde olmaya özen gösterdik.
Etrafınıza bakın, geçen yıldan
farklı çok daha yaşanabilir bir yurt göreceksiniz. Ama bu çabalarımızın devamı
sizlerin desteği ve katkısına bağlı. Bindiğiniz dalı kesmemelisiniz. Sizin önem
verdiğiniz fikirler ve değerler de buradaki ortamın iyileşmesiyle yaşayacak.
Diğerininki de, öbürününki de…Herkesin özgürlüğü diğerinin saygısıyla mümkün,
sizin özgürlüğünüz öteki saydığınız kişilerin de özgür olmasına bağlı.
Demokratik yaşam biçimi de bu değil midir zaten?"
Uğur sinirli bir şekilde sözümü kesti "Biz
devrimci demokrat bir örgütüz. Öncelikle bu yurtta, faşist ve gerici
anlayışları istemiyoruz. Jandarma ve polisin üniversiteye girmesine de karşıyız.
Eylemlerimiz için sizden izin almak zorunda değiliz. Bu bizim özgürlüğümüz için
bir tehdittir. Elbette bu tür faşist uygulamalara karşı tepkimizi göstereceğiz.
Kendimizi, görüşlerimizi özgürce ifade edebilmek bizim en temel hakkımızdır.
Kimse bu mücadelemizi engelleyemeyecektir. "
Bu defa baba girdi araya "Evladım, ülkemizde
demokrasi var. Elbette görüşlerinizi açıklayacak, inançlarınızı yaşayacaksınız.
Ancak bu hakkınız diğerlerinin haklarını kısıtlamamalı. Kendinizi ifade etmek
isterken, başkalarına zarar vermeyeceksiniz. Ben evladımı buraya bırakıp
gideceğim, aklım burada kalacak. Acaba ne oldu, ne olacak diye ? Sizlerin de
anne babası var. Onların da üzülmesini istemezsiniz değil mi ? Bence yaptığınız
çok yanlış. Bak Müdür bey ne güzel söylüyor. Dersinizi çalışın, güzel güzel
okuyun, varsa bir ihtiyacınız gelin Müdür beye anlatın. Yapmayın böyle
şeyler…"
Uğur'un sağındaki iki genç adamla alay eder bir eda
ile güldüler. Uğur onları bir el hareketiyle susturdu.
Devam edip
toparlamalıydım. "Beyefendi doğru söylüyor, biz burada her görüşten, her
inançtan, her kökenden gençlerimizin birlikte yaşayabilmeleri için varız. Toplu
yaşamın gereklerini, ihtiyaçlarını karşılayabilmek için görevdeyiz.
Bu pankart
yasa dışı, hadi öyle demeyelim ama izinsiz. Huzur ve güveni olumsuz etkiliyor,
ortamı geriyor. Farklı görüşteki arkadaşlarınızın tepki göstermesine neden
oluyor. Oysa kantin gibi toplu alanlar
hepinizin. Orada en az sizin kadar diğerlerinin de güven içinde yemeğini
yemesi, çayını içip sohpet etmeye hakkı var.
Bakın bu yıl orada sizlerin
ihtiyaçlarını karşılayacak bir çok işletme açtık. Huzur ve güven ortamı devam
ederse pastane, kafeterya gibi yenilerini de düşünüyoruz. Ancak böyle izinsiz
korsan eylemler haklı bile olsanız sizi haksız konumuna düşürüyor. O zaman konu
masum bir anma etkinliği olmaktan çıkıyor, diğerlerinin özgürlüğünü de tehdit
eden bir güvenlik sorunu haline geliyor.
Çünkü bu eyleme karşı birileri size
saldıracak olsa durum ne hale gelir biliyorsunuz. Bu defalarca yaşanmış burada,
hatırlayın. Sizler üniversite öğrencilerisiniz, aydın, vatansever gençlersiniz.
Gelin bu ortamın huzurunu bozmayalım. Birlikte yaşam ilke ve kurallarına riayet
edelim. Biz sizin için varız, kapımız da her zaman açık. "
Uğur'un yüzünde seyirmeler görüyordum, bir eli
sürekli midesindeydi. Eminim o da artık
sıkıştıkları bu cendereden bir an evvel kurtulmak istiyordu. Bir an onun için
üzüldüm, nihayet o bir liderdi. İtibarını korumalıydım.
Son sözlerimi ona hitap ederek tamamladım "Bak
Uğur, seni takdir ediyorum. Benimsemesem de mücadelene saygı duyuyorum. Diyalog
istediğimi, benimle her zaman konuşabileceğini biliyorsun. Bu pankart işi
yanlış. Artık böyle şeyleri bu yurtta görmek istemiyorum.
Hepinizin bu ortamda
hem de kılınıza zarar gelmeden, huzur ve güven içinde yaşaması en temel hak.
Benim de vazifem bunu sağlamak. Kendinizce önemsediğiniz insanları anmak mı
istiyorsunuz ? Size söz veriyorum, benden izin isteyin size salon tahsis
edeyim, orada rahat rahat programınızı yapın. Hatta davet ederseniz ben de seve
seve aranızda olurum.
Şimdi, pankartınızı toplayın ve gidin. Müdür Yardımcım
size çıkışa kadar eşlik etsin. Herhangi bir zarar görmeden emniyet içinde yurdu
terk edin. Bu mesele de burada kapansın, tamam mı ? Hadi bakalım !"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder