İnsan kaynağının değeri, inanmanın gücü
Kişiler günlük
yaşamları içinde birden fazla rol üstlenirler.
Sevgili-eş, evlat-ebeveyn,
kardeş-arkadaş, amir-memur, patron-çalışan, yolcu-müşteri rolleri
birbirlerinden farklı niteliktedir. Bu farklılıklar; kişisel faktörler,
toplumsal konumlamalar, çalışma hayatının gerekleri ve ahlaki beklentiler [1] gibi
değişik etkenlere bağlı olarak ortaya çıkarlar.
İş hayatında genel olarak iç
ve dış süreçler, özel olarak da kişiliğimiz ve üstlendiğimiz roller üretilen hizmeti etkiler. Bu yüzden, yönetici ya da çalışanların
kişilikleri, rol davranışları, hangi durum karşısında ne tepki verdikleri
önemlidir. Neden ve nasıl davrandıkları da. Bu hususların bilinmesi ve dikkate
alınması; üretilen mal ve hizmetin kalitesine, organizasyonun verimliliği ve
başarısına direk yansıyacaktır.
Kuşkusuz bilinen klasik üretim
faktörlerinin[2],
bir girişimci ya da kurumsal oluşum önderliğinde bir araya gelmesi üretim için
yeterlidir. Ancak, kaliteli, etkin, etkili ve verimli bir üretim için daha fazlası
gerekir. Zira amaç ister kar olsun, ister hizmet, o yöndeki çizginin olumlu
gelişmesi büyük ölçüde organizasyonda yer ve görev alan “insan” faktörüne
bağlıdır.
Bir üretim faktörü olarak “emek” insanın düşünce
ve beden faaliyetini ifade etmektedir. Çalışan işgücünü temsil eder. Doğal
olarak bu kesim, en alttaki çalışandan en üstteki yöneticiye kadar herkesi
kapsamaktadır. Yani, ister mavi ister beyaz yakalı olsun, emeği karşılığında
ücret alan her birey üretim faktörü içerisinde yer alır.
Bir diğer faktör olan
“girişim” ise, öbürlerini temin edip tüm üretim faaliyetinin organizasyonunu
yapan unsurdur. Ücretli emekten farklı tarafı, bizzat yatırımı yapması, hatta
kaybetme riskini de göze alarak üretimde aktif görev almasıdır.
Ama, sonuçta, üretim süreci içerisinde
yer alan ve emeği karşılığında ücret alan her çalışan gibi, kaybetme riskine rağmen yatırımı yapan ve üretim faaliyetini organize eden kişi de bir “insandır.”
İşte bu yüzden kaliteyi ve başarıyı hedef almış tüm
örgütlerin gerçekleştirilebilir amaçlarını ve alternatif stratejilerini ortaya
koyabilmesi, dış çevrenin ayrıntılı bir şekilde tahlili kadar, kendi insan kaynağını da tanımasına, kapasitesini anlamasına, güçlü ve
zayıf yönlerini bilmesine bağlıdır.
O halde, çalışmaların bütünsellik içinde
ele alınması, sadece klasik üretim faktörleriyle yetinilmemesi gerekiyor.
Sürekli gelişmeye yönelmiş, çalışanların olduğu kadar mal/hizmet alanların da
memnuniyetini de esas alan bir anlayışa [3] ihtiyaç var. Ancak “insan unsurunu”
temel alan böyle bir anlayış “insan merkezli bir kaliteye” yönelebilir. Bu da hiç
kuşkusuz katılımcılığı benimsemiş bir felsefe ve zihniyet değişikliğini
gerektiriyor.
Elbette ki her
yönetici, örgütünün gücü hakkında ve neleri yapabileceği konusunda belirli
bir bilgi ve sezgiye sahiptir. Ancak önerilen yönetim anlayışının bir gereği
olarak başarılı olmak için, bilinçli ve sistematik analizler [4] yapmak daha yerinde bir yönetim
davranışıdır.
Hatta, örgütlerin
sadece güçlü ve zayıf yönlerini tahlil etmeleri de yetmez. Geriye dönüp ortaya
koyduğu güçlü yönlerinin ne kadarını muhafaza ettiğini, ne kadarını
geliştirebildiğini, zayıf yönlerinin ne kadarını iyileştirebildiğini, bunları
iyileştirmek amacıyla neleri yapması gerektiğini planlaması ve bu doğrultuda sağlam adımlar atması gerekir.
Dikkat edilmesi gereken şey şudur: Bu tür bir yönetim felsefesi asla teknik
bir metot değildir. Varılacak bir son nokta da değildir. O hiç bitmeyecek bir
yolculuktur.
Elbette ki böyle bir yönetim yaklaşımının
doğal güçlükleri de olacaktır. Çünkü en başta insana değer verilmesi, insan
kaynağının önemsenmesi, bizzat insanın yapısından gelen risklerle başetmeyi de gerektirir. Dahası en üst yöneticisinden en alt kademede çalışanına kadar
herkesin katılımını, hizmet veren ve alan insanların işbirliğini sağlaması
şarttır.
Tarih, bilgi ve tecrübe şunu gösteriyor: Bu ülkenin insanı “tekeden süt çıkaran”, “olmazları olduran” bir potansiyele sahip. İnanılmaz bir gücü var. Zorluklar, imkansızlıklar onun için önemli değil, yeter ki “insan" olarak saygı görsün, emeğine ve düşüncesine değer verilsin. Ve de inansın !
Bu sebeple, söz konusu olan bizim insanımızsa ve katılımı önemliyse o halde formül şudur; “anlamasını, benimsemesini, desteklemesini ve İNANMASINI sağla !” Gerisini merak etme.
Tarih, bilgi ve tecrübe şunu gösteriyor: Bu ülkenin insanı “tekeden süt çıkaran”, “olmazları olduran” bir potansiyele sahip. İnanılmaz bir gücü var. Zorluklar, imkansızlıklar onun için önemli değil, yeter ki “insan" olarak saygı görsün, emeğine ve düşüncesine değer verilsin. Ve de inansın !
Bu sebeple, söz konusu olan bizim insanımızsa ve katılımı önemliyse o halde formül şudur; “anlamasını, benimsemesini, desteklemesini ve İNANMASINI sağla !” Gerisini merak etme.
Çünkü katılımı kendiliğinden gelecek, işinde harikalar
yaratacaktır. Hem de fazlasıyla.
----------------------
[1] Birçok ülkede bilimsel araştırmalar yaptıktan sonra
ahlak kuramını geliştiren Lawrence Kohlberg, ahlaki gelişim aşamalarını en
aşağıdan yukarıya doğru; bağımlı, bireysel ve çıkara dayalı, beklentiye bağlı,
toplumsal sisteme ve kişisel vicdana yönelik, toplumsal sözleşmeye ve bireysel
haklara dayalı, evrensel ilkelere mutabık ahlak olmak üzere altı aşamaya
ayırmaktadır.
[2] İktisat bilimi klasik üretim faktörlerini; Doğal
Kaynaklar (Hammadde ve Toprak), Emek (İşgücü), Sermaye (Milli Servet) ve
Girişim (Teşebbüs) olarak öngörmüştür. Buna göre firma ya da kurumların mal ve
hizmet üretimi gerçekleştirmek üzere kullanmak zorunda oldukları her unsur
üretim faktörleri olarak adlandırılır.
[3] Bu yaklaşım; “iç ve dış tüm etkenler dikkate
alınarak, işlem ve hizmetlerin katılım yoluyla geliştirilmesi ile insan
tatmininin artırılmasına yönelik alınan sonuçların sürekli iyileştirilmesine
dayanan, insan odaklı, mevcut durum, misyon ve temel ilkelerden hareketle
geleceğe dair bir vizyon oluşturma; bu vizyona uygun amaçlar ile bunlara
ulaşmayı mümkün kılacak hedef ve stratejiler belirleme; ölçülebilir kriterler
geliştirerek performans izleme ve değerlendirme süreçlerini ifade eden
katılımcı, esnek bir yönetim anlayışı” olarak tanımlanabilir.
[4] Bir örgütün analiz edilmesi ve değerlendirilmesi,
aslında o örgütün kimliğini ortaya koyma çalışmasıdır. Örgütün güçlü ve zayıf
yönlerinin bilinmesi ve analiz edilmesi, yönetimin örgütün amaçlarına uygun
stratejiyi seçmesini kolaylaştıracaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder