31 Ocak 2018 Çarşamba

31 Ocak 2018 Çarşamba 08:59 IŞIK DURAKLARI.........................Mescid-i Haram

Işık durakları

Mescid-i Haram


‘Kabe’ nin arapçada kelime anlamı "dört köşeli ve küp şeklinde bir nesne" demekmiş. 

Zaten batı dillerindeki "Cube" (Küp ) kelimesinin kökeni de Arapça'daki "Kabe" kelimesine dayanmaktaymış. 

Küp şekli geometrik olarak her yüzeyinde 4 eşit kenarlı yüzey (kare) olan ve toplam 6 yüzeyden oluşan üç boyutlu geometrik şekil olarak tanımlanıyor.

Zaten Kâbe`nin kendisi de penceresiz, üstü kapalı, tek kapılı bir bina. Kur`ân`ın verdiği bilgiye göre Kâbe ‘Beytullah’tır, yani Allah`ın evidir.

Ayrıca "kâbe" arapça bir kelime olarak, kalb ile aynı kökten geliyormuş. Şekli hem yuvarlak hem de köşeli olabilen gibi bir anlamı varmış. Bazı Etimolohjik araştırmalar “Kabe, kıble ve Kybele’ kelimelerinin birbiriyle ilişkisi olduğunu iddia etmekteymiş. Belki ‘Habil’ ile ‘Hubal’ın, ‘Kabil’ ile ‘Kybele’ nin de birbirleriyle alakası vardır. Bunda şaşılacak bir şey yok. Nesilden nesile aktarılan bazı kutsal değerlerin nasıl olup da asıl manasından saptığını ‘kulaktan kulağa’ oyunu bile açıklar.

Kabe ile birlikte sözü geçen önemli bir isim de ‘Mescidi haram’dır. Mekke'de Kâbe'nin de içinde bulunduğu alanı çevreleyen büyük mescit demek oluyor. Halk arasında Harem-i Şerif de deniyor. "Harem" denilmesi bu ibadet yerine saygının zorunlu olması sebebiyle. Hürmetli Mescid anlamına gelen bu ifade Kur'an'da tam 16 ayette yer alıyormuş. [1]

Mescid-i Haram, Peygamberimiz (sav) 'in devrinden itibaren zaman zaman tamir edilmiş veya yeniden yapılmış. Kâ'be'nin çevresindeki revaklı, kubbeli kısım Osmanlı Padişahı II. Selim zamanında, mescidin son genişletilmeleri ise Suudlular tarafından yapılmış.

Safta birlikte oturduğum birileri konuşurken kulak misafiri olmuştum: Aralarında daha bilgili, tecrübeli olduğu anlaşılan  zata sordular: 'Hocam eskiye nazaran kabenin bu halini nasıl görüyorsunuz ?' Dedi ki: 'Haremi mahzun, hapsolmuş, esir görüyorum. Etrafındaki yüksek yapılar yokken burayı, minarelerini görürdük. Heybetliydi. Şimdi öyle değil.'

Düşündüm de haklı galiba. Ama bu kadar fazla sayıda insanı burada misafir edebilmek te zor iş doğrusu. Herhalde ihtiyaçlar da zorluyor ki harem bölgesi bu kadar betonlaştı. Şu anda umrenin en tenha zamanıymış. Ancak yine de belki bir milyon insan var. Hem kabenin hem  de çevresindeki dört katta 7/24 durmadan tavaf yapılıyor. Her yer insan seli.

Zaten zemzem kuyusundaki inşaat nedeniyle kabe çevresi daraltılmış durumda. Birkaç gündür ihramlı olmayan erkekleri tavafa almıyorlar. Sadece ihramlı erkekler ve kadınlar kontrollü olarak tavaf yapabiliyor.

Mescid-i Haram'da kılınan namazın diğer mescidlerde kılınan namazlara göre daha sevap [2] olduğu nakledilmiş. Haremde namaz kılacak yer bulmak bile zor. Bu nedenle genişletme, kapasiteyi arttırma, ihtiyaçları ve güvenliği sağlama amaçlı yapılaşmalar haklı gibi duruyor. Yine de aslı muhafaza ve estetik açıdan yapılan eleştiriler de haklı olabilirler.

Anlatıldığına göre kabenin gökte melekut aleminde bir aslı varmış. Adem yeryüzüne indirildiğinde bir benzerini istemiş. Melekler de Allahın izniyle yapıvermişler. Böylece gökte melekler yeryüzünde insanlar sürekli aynı izdüşümde tavaf edip duruyorlar beytullahı.

Sonraları bu bölgeden başta Nuh tufanı olmak üzere bir çok sel suyu kabe’den iz bırakmamış. Ne zaman ki İbrahim cariyesi  Hacer ile oğlu İsmaili buraya yerleştirmiş. Zemzem suyu nedeniyle insanlar artık yollarını buradan geçirir olmuşlar. İlk Yemen tarafından bir kabile gelip yerleşmiş bu ıssız mekana. İsmail de onlardan bir kızla evlenmiş. Böylece araplar bölgede çoğalmışlar.

İbrahim’in Urfa'dan Filistin'e oradan Mısıra geldiği anlaşılıyor. Karısı Sare ile ilgili bir alıkonma olayı sonrasında olağanüstü bazı olaylar cereyan etmiş. Allahın onu bu şekilde yine koruması sonucu, firavun sarayından kendisine Hacer validemiz cariye olarak verilip Mısırdan çıkarılmış.

İsmail işte habeş ya da kıptı olması muhtemel saray cariyesi Hacer annemizden olmuş. Bunun üzerine Sare kıskançlık göstermiş ve Hacer'le oğlunu istememiş. Hz. İbrahim bunun üzerine Allah'ın yönlendirmesi ile daha önce bilmediği bir vadiye, kabenin olduğu yere getirmiş onları.

Mekke'nin bulunduğu yer o zamanlar ıpıssız bir yer. Kadını ve küçük çocuğunu orada bırakmış ve dua etmiş onlara. Bir müddet sonra erzakları tükenmiş tabi. Hacer annemiz su bulmak ya da herhangi bir yardım olur mu diye iki tepe arasında bir süre koşturmuş. Bu sırada İsmail'in topuğunun bulunduğu yerde bir su çıkmış. Hacer annemiz suyun akmasını önlemek için kendi diliyle "Zam zam, zam zam !" (akma ! akma !) diyerek çabalıyormuş. Elleriyle küçük bir gölcük yapmış suyun önüne.

Artık hayatları için en elzem su ve hurmaları varmış. Suyun olduğu yerde kuşlar da olur. Nitekim Yemen tarafından gelen bir kervan kuşları görmüş. Birisini göndermişler. Kuş varsa su da vardır diye. Gerçekten de bakmışlar ki; bir su başında yalnız bir anne ve oğlu. "Biz de burada kalabilir miyiz ?" demişler. Hacer de "Suya sahip çıkmamak şartıyla olur" demiş.

İşte bu yemenli kabilenin kızıyla evlenen İsmail arapların atası olmuş. Bu arada İbrahim de arada onları ziyarete geliyormuş. Bir gelişinde kurban hadisesi yaşanmış. Büyüyüp delikanlı olan İsmail'le bir başka seferinde yıkılıp kaybolmuş kabeyi yeniden yapmışlar. Böylece kabe arapların ve gelip giden kervanların uğrak yeri, ticaret pazarı ve yerleşim alanı olmuş.

İbrahim'in ikinci oğlu, Kur'an da Sare'ye müjdelendiği anlatılan İshak ise belki 40-50 sene sonra doğmuş olmalı. Ondan da Yakup ve İsrail oğulları türemiş. Bu nedenle kurban hadisesinin İshak'la ilgili olmadığı anlaşılıyor.

Hacerül Esvedin Hz.İbrahim ile oğlu İsmail tarafından Allahın emriyle kabenin temellerini bularak onu yeniden inşa ettikleri surada Ebu Kubeys dağından getirilip yerleştirildiği rivayet edilmiş. 

Muhtemelen volkanik bir taş ya da gök taşı parçası. [3]Cennet taşı olduğuna inanılıyor.  Peygamberimiz de ona selam vermiş, öpmüş ve saygı göstermiş. Biz de onun sünnetine uyuyoruz.

Kabenin tavaf başlangıç yönünde Rüknü Yemani köşesi var. Onun da selamlanması gerekiyor. Nedeni şu: Peygamberimiz burada Cebrail’i ve melekleri görmüş, onları selamlamış.  

İnsanlar tavafa başladığında melekler buna şahit olup dua ediyorlarmış. Bu yüzden bizler de 'BismillahiAllahüekber !' diyerek orayı selamlıyoruz. 'Allahım senin isminle başlıyorum. Sen birsin ve teksin' anlamında.

Rüknü yemaniden sonra kabe kapısı var. Biraz yüksekçe yapılmış. Herkes giremiyor. İnsanlar bu bölgeden itibaren hatim bölgesine kadar yoğunlaşıyor. Kabeye yaklaşmak, tutmak, el sürmek, öpmek ve elleriyle yaslanıp öyle dua etmek istiyorlar.

Hemen ilerde makamı İbrahim var. Hz. İbrahimin taş üzerine çıkmış ayak izi burada muhafaza ediliyor. Rivayet şu ki: Hz. İbrahim kabeyi onarırken bu taşı iskele olarak kullanmış. Hz. İbrahim bir taşı nereye koymak isterse bu taş havalanır onu oraya eriştirirmiş. İşte bu sırada ayak izleri taş üzerine çıkmış. Bu bir mucize. Mucizeler ancak Allah resulleri tarafından yapılabilir. Bu yüzden onun hatırasına Allah için iki rekat namaz kılmanın faziletine inanılıyor.

İbrahim makamından sonraki köşede hilal şeklinde bir duvar var. Buraya da 'hatim' deniyor. Tavaf sırasında buraya girilmiyor ama namaz sonrası burada namaz kılmak için büyük bir rağbet var. Çünkü burası kabeden sayılıyor. 

İlk kabe dikdörtgen şeklindeymiş. Sonraki zamanlarda seller nedeniyle yıkılan kabe onarılırken malzeme yetersiz kalmış. O yüzden şimdiki kare şeklinde küçülmüş. Kalan kısım böyle çevrilerek muhafaza edilmiş. Kabeden sayıldığı için içinden geçerek tavaf olmuyor. Ama yine kabeden sayıldığı için içinde namaz kılmaya çalışıyor insanlar.

Bir ara kabeyi seyrederken hacerül esvedin orada kalabalıkta ihramlı bir adamı top gibi 5-6 adam kadar arkaya fırlattıklarını görmüştüm. Adam eller, başlar üzerinden geriye kalabalık arasına düştü. Muhtemelen taşa yapışıp diğerlerini kızdırmış olmalı. Bizim baktığımız yerden oradaki itiş kakış görülebiliyor.

Ben de imkan olsa buralara dokunur, öper, ellerimi dayayıp tövbe istiğfar eder, namaz kılmak isterdim. 

Bu nedenle adeta böyle bir aşkla davranıp yoğunlaşan insanları kınayamam. İnşallah dokundukları, öptükleri, dayandıkları, secde ettikleri binanın sadece ve sadece beytullah yani Allahın evi olduğunun, taşa toprağa secde etmediklerinin bilincindedirler. 

Burada aslolan Allahtır ve onun kutlu davetine icabet edilmiştir. Yani bizzat Allah'tır beytullaha anlam katan. Özünde ‘kıble’ ve ‘secde’ de Allaha dönmek ve yalvarmaktan ibaret değil midir ?

Yazmaya devam ediyorum…

Şimdi Kabe tam karşımda. Burası rüknü yemani köşesinin hizası. Osmanlı revaklarında yeşil avizenin altında Ümmü Hani'nin [4] evinin olduğu yer. Kabeyi ve etrafı seyretmeye çok uygun. Burada vakit geçirmek, seyretmek, dua etmek ve namaz kılmaktan hoşlanıyorum. Klima ve pervane de yok. Yalnızca karşımda kabe, üstümde sonsuz gökyüzü. Bir taraftan defterimi yazıp, bir yandan da etrafımı seyrediyorum…

Kabenin misafiri iken etrafta seyretmeye değer o kadar çok renkli ve değişik manzara var ki. Mesela kabenin etrafında bir gencin sırtında yaşlı babasıyla tavaf ettiğini görebiliyorsun. Farklı ülkelerden rengarenk giysiler ve örtülerle kadınlar oldukça fazla. Bebekleriyle bile gelenler var.

İhramlı küçük oğlan çocukları, uzun giysili başörtülü kız çocukları görülüyor. Aynı ailenin boy boy birkaç çocuğuyla tavaf ettikleri fark edilebiliyor. Engelli ve yaşlılar tekerlekli koltuklarda ya yakınları, ya da görevlilerce dolaştırılıyorlar. 

Mekke'nin kedileri bile buraya uymuş. Bu kadar kalabalık arasında onlar da nasiplerinin peşinde. Ve etrafta kur'an okuyan, dua eden, dinlenen, sohbet eden insanlar... Sade seyretmesi bile insanı irkiltmeye yetiyor.

Yüzlerce farklı takke, fes, başlık. Yüzlerce farklı giysi. Yüzlerce farklı beden. İbretlik muhteşem bir manzara bu. Biraz önümde akan bir nehir gibi insanlar tavafta. Yanımda yöremde kur'an okuyan, namaz kılan, dua eden, sohpet eden, kabeyi seyreden onca insan…

Kur’an okumak isteyenler için etraftaki dolaplarda bol miktarda kur'an var. Küçüğü, orta boyu, büyük boyu. Ancak bu Kur'anlarda cezim ve şedde kullanımı bizden biraz farklı. Yasin okumaya alışkın olunca insan zorlanmıyor. 

Kabe’de en çok da bol bol dua ediliyor. O an akla ve dile ne geldiyse onları: Kendine, ailene, çocuklarına, memleketime, müslümanlara dua..Selam gönderenlerin selamları, dua isteyenlerin duaları iletiliyor. Bazen de bu dualara ıslak gözler eşlik edebiliyor. 

Rabbim yapılan tüm duaları kabul etsin. Zira yalnızca ona güveniyor, ona inanıyor ve ona dayanıyoruz.

Genci yaşlısı, erkeği kadını, çocuğu bebeği, sakatı engellisi hepsi bir arada. Hepsi Allah'ın davetine uyup gelmiş. Burada bir ve bütün olmuşlar. Hepsi rabbin daveti üzerine burada, beytullahın misafirleri. Yüce mevlam parça parça olmuş islam dünyasını esirgesin. Zulüm payidar olmasın. Kan ve gözyaşı dursun. İslam memleketleri selamete çıksın. 

Üzerlerindeki tuzaklar, hesaplar onu kuranların ellerine, ayaklarına dolaşsın. Kazdıkları kuyulara kendileri düşsünler. Müslümanlar izzetlerini yeniden kazansınlar. Yolunda yürüyen idarecilerine de rabbim yar ve yardımcı olsun.

Kaamet ezanı okununca tavaf edenler Kabe’nin etrafında çabucak halkalar hainde saf tutuyorlar. Binlerce kişi birden kalkıp kabe imamının güzel okuyuşu eşliğinde namaz kılıyorlar. Hem de büyük bir lezzet alarak. Muhteşem bir hal bu.

Burada fatiha suresinden sonra daha uzun ve sesli bir 'Amiiinnn !' çekiliyor. Medine'de daha musikili bir 'Aaamiiinnn!' dinlemiştik. Sanırım güney asyalı müslümanların geleneği böyle. Biz de 'Aminn !' deriz ama çok yüksek sesle değil. Kısa ve öz. Kabede sanki biraz orta yol bulunmuş gibi.

Burada namaz kılmak gerçekten de bir başka. Sanırım bir sayfadan az değil imamın okudukları. Çok da etkili okuyorlar. 

Ruku'da, secdede, aralarda oldukça uzun duruyorlar. İster istemez insanın zihninden bir sürü dua geçiyor. Allahın huzurunda, beytullahın karşısında binlerce müslümanla aynı anda yüzbinlerce dua. Müthiş bir şey bu.

Artık gideceğiz. Bu namaz bir bakıma veda demek oluyor. İçimden bütün samimiyetimle "İnşallah yine geliriz, inşallah rabbim haccı da nasip eder" diye düşünüyorum. Mevlama çok şükürler olsun ki bize buralara gelip görmeyi nasip etti. 

Tavaf ettik, say yaptık, namaz kıldık, dua ettik. Bol bol kabeyi ve etrafımızı seyredip tefekkür ettik. Bunlar güzel anlardı. Ama her şey gibi buradaki zamanımız da bitti işte. İnşallah ziyaretimiz makbul, ibadetlerimiz ve dualarımız kabul olur.

Namaz sonrası elveda hatırası birkaç fotoğraf çektim, çektirdim. 

Bu sırada, kabe’yi son bir daha doya doya seyretmeye çalıştım. Tavaf eden insanları, binlerce müslümanın manevi buluşmasını zihnime sabitlemeye uğraştım. 

Kabeyle vedalaştım ve İsmail kapısındaki rampaya yöneldim. Çıkışta ve meydanda etrafıma hep "elveda" nazarıyla baktım. Ejyad yolu ve A.Aziz kapıları önündeki meydan adeta bir insan seli halindeydi. 

Baktığım her şeyde ve yerde sanki başka bir hal varmış gibi dikkatle hep "onu" aradım. Sevdiğim bir şeyi içer gibi, yer gibi, temiz havayı ciğerlerime çeker gibi baktım.

Sadece bir şey aklımda kalmıştı: 'Biz İbrahimin dilinden yapılan ilahi daveti duyup, Allahın beytini ziyarete gelmiştik. Lebbeyk ! sedası onun içindi. Geldik, gördük ve işte dönüyoruz. İnşallah sırtımızdaki kamburları atmışızdır. İnşallah dönüş heybemiz boş değildir.'



[1] Mescid-i Haram, emniyet ve güven yeridir, oraya giren güvendedir (Âl-i İmrân, 3/97) namazda Mescid-i Haram cihetine yönelinmesi (Bakara, 2/144-150), müşriklerin Mescid-i Haram'a sokulmaması (Tevbe, 9/28) emredilmiştir. Mü'minlerin burada savaş, Allâh yoluna engel olmak, Allah'a ve Mescid-i Harâm'a karşı nankörlük etmek ve Fitne'dan men edilmesi (Bakara, 2/217) ve burada savaşılması yasaklanmıştır (Bakara, 2/191). Mü'minlerin Mescid-i Haram'a gelmelerine engel olunmasının zulüm olduğu bildirilmiştir (Hac, 22/25).
[2] ‘Mescid-i Haram'da kılınan namaz diğer mescidlerde kılınan namazlardan yüz bin kat daha fazla sevaptır’ (İbn Mâce, Salat, 195).
[3] Bu konuda şöyle ilginç bir rivayet var. Hz. Ömer şöyle diyor: 'Ey hacerül esved ! Sen bir taşsın, biliyorum. Eğer Allah rasulünün seni öptüğünü, selam verdiğini ve hürmet gösterdiğini görmeseydim vallahi seni kırar parçalardım.'
[4] Ümmü Hâni: Kadın Sahâbîlerden. Ebû Tâlib’in kızı ve Hazreti Ali’nin kızkardeşi.  Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) sekiz yaşından itibâren amcası Ebû Tâlib’in yanında büyüdüğünden O’nu çok iyi tanır ve öz kızkardeşi gibi severmiş. Onun istek ve arzusunu hiç geri çevirmezmiş. Hazreti Ümmü Hâni de, Peygamber efendimizi ( aleyhisselâm ) aynı şekilde sever ve ona hürmette kusur etmezmiş.
Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) Hicretten bir yıl önce Taif dönüşü çok üzgün imiş. Her taraf düşman dolu olduğundan bir gece Ümmü Hânî’nin Ebû Tâlib Mahallesindeki evine gelmiş. “Amcan oğlu Muhammed’im, kabûl edersen, misâfir geldim” buyurmuş. Ümmü Hânî ( radıyallahü anha ): Senin gibi doğru sözlü, emîn, asil, şerefli misâfire can feda olsun. Yalnız teşrîf edeceğinizi önceden bildirseydiniz birşeyler hazırlardım. Şimdi yedirecek bir şeyim yok demiş. Peygamberimiz de( aleyhisselâm ) yiyecek içecek istemem. Rabbime ibâdet etmek, yalvarmak için bir yer bana yetişir, buyurmuşlar.Resûlullah ( aleyhisselâm ) o gün Taifte çok incinmişti. Abdest alıp yalvarmaya, af dilemeğe, kulların imâna gelmesi, se’âdete kavuşmaları için duâya başlamış. Çok yorgun ve üzüntülü imiş. Hasır üzerinde uzanıp uyuyuvermiş. Ümmü Hânî ( radıyallahü anha ) misafirine yer gösterip babasının kılıcını almış ve evin etrâfında dolaşmaya başlamış. İşte o anda Allahü teâlâ Cebrâil aleyhisselâmı gönderip resulünü davet etmiş. Resûlullahın ( aleyhisselâm ) mi’râcı bu gece bu evde olmuş.

30 Ocak 2018 Salı

30 Ocak 2018 Salı 00:14 IŞIK DURAKLARI..................................Mescid-i Nebevi

Işık durakları
Mescid-i Nebevi 


Mescid-i Nebevi ya da Peygamber Mescidi. Hicret’ten sonra Medine’de peygamberimiz Hz. Muhammed (S.a.v) ve arkadaşları tarafından inşa edilen ilk mescid. 

”Mescid-i Nebevi”,”Mescid-i Resul”,”Mescid-i Seadet” ve “Mescid-i Şerif” adları ile de biliniyor. 

Medine’de yapılan bu ilk mescidin duvarları kerpiçten, sütunları ise hurma ağaçlarındanmış. Tavanı ise hurma yaprakları ile örtülmüş.

Yapının şu andaki alanı yaklaşık olarak 100.000 m2. Avlu alanı 235.000 m2. Muhtelif renklerde süsleme ve nakışlarla işlenmiş, sıcağı emen granit taşlardan oluşan toplam alan 45.000 m2.

Çatısı ise kubbeler (ihtiyaç anında açılıp/kapanabilen 27 hareketli kubbe) dahil toplam 67.000 m2 imiş. 6500'den fazla abdest alma yeri, 2500 tuvaleti ve 8. 560 adet fıskiyeli su çeşmesi varmış. 

İkisi Osmanlıdan kalma, dördü eski, altısı yeni olmak üzere toplam on adet minaresi var. 

Kapı adedi 81, giriş yeri sayısı ise 41 miş. 1 nolu kapıya Babü’s Selam kapısı deniyor. 

Ses sisteminin dünyanın en iyi ses sistemlerinden biri olduğu söyleniyor. Mescidin her noktasında aynı tonda işitiliyor ve dışarıdan hiçbir ses karışmıyor.

Kemerlerin sayısı duvarlardakiler dahil olmak üzere toplam 3812 adetmiş. 

Direkler beyaz mermerle, sütun başlıkları bronz, sütun ayakları ise hendesi şekil verilmiş mermerlerle kaplı. Mescidi serinleten soğuk hava, direklerin ayak kısımlarından üfleniyor.

Mescidi Nebevi adeta bir mermer sütun ormanı görünümünde. İçerisi geniş, temiz ve ferah. 

Mermerler kadar kemerler ve kubbeler de çok güzeller. 

Mescidin 170 kubbesi varmış. Sonradan 27 tane de elektirikle çalışan, hareketli ve süslü kubbeler yapılmış. Bunlar zaman zaman açılıp mescid havalandırılıyor.

Mescidi Nebevi Medine'nin kalbi adeta. 7 gün 24 saat canlı. Mescidde aynı anda 600.000'den fazla insan namaz kılabiliyormuş.

Peygamber’mizin kabri, bugün çok büyük bir alana yayılmış olan Peygamber Camii’nin içinde, yeşil kubbeli bölümün altında. 

Zemini de yeşil halı ile kaplı bölüm mescidi nebevinin ilk yapıldığı alan. Ön tarafında odalar (kabirler), sağda minber, müezzin mahfili, solda tövbe direği (*) var. 

Bu kısım peygamberimizin kabrinin bulunduğu yerin önünde, küçük kubbeli, yeşil rengin hakim olduğu halılarla döşenmiş bir yer. Mescidin genel mimarisinden farklı. 

Peygamberimizin evi de mescidin bu kısmındaymış. Vefatı sonrasında bütün peygamberler gibi o da, öldüğü yere defnedilmiş. İki arkadaşı Ebubekir ve Ömer'in de kabri burada.

Peygamber’in kabrinin yanı başında diğer kubbenin altında Hz. Ebubekir ile Hz. Ömerin kabirleri de var. 

Kabirlerin sırası şöyle: Önce Peygamber’in kabri, ardından biraz geride Hz. Ebubekir’in kabri ve ondan da biraz geride Hz. Ömer’in kabri.

Peygamber efendimiz bir hadisi şeriflerinde 'Mihrabımla evimin arısı cennet bahçelerinden bir bahçedir' buyurmuş. 

Burası ravza-i muttahhara diye adlandırılan ve mescidi nebevinin içinde çok sınırlı bir alan olarak medineye gelen hacıların doğal olarak burada namaz kılmak istemeleri sebebiyle her zaman çok kalabalık ve izdihamlı bir yer.

Ziyaretçiler, sadece odanın penceresine yaklaşabiliyor. Arkadan gelenlere yer verilmesi için ziyaretçilerin pencere önünde uzun süre beklemelerine de izin verilmiyor. Peygamber’in kabrinin bulunduğu odanın önüne gelindiğinde, elleriyle selam veren ziyaretçiler “Esselamu Aleyküm Ya Resulullah” diyorlar.

İnsanlar buraya girebilmek için gerçekten büyük çaba sarfediyor. Bölüm günün bazı saatlerinde sadece kadınlar için açık. 

Kapalı alanı 400 bin metrekareye kadar ulaşan Mescid-i Nebevi'nin son genişletme çalışmalarına rağmen her sene ve özellikle ramazan ayında artan ziyaretçi ve umreci sayısı nedeniyle, yoğun dönemlerde caminin kapalı alanlarında namaz kılmak gittikçe zorlaşıyor.

Bu yüzden Suudi Hükümeti, geçtiğimiz yıllarda mescidin avlusuna dünyanın en büyük ve modern şemsiyelerini yaptırmış.

Sonradan Müslüman olan bir Alman'ın fabrikasında özel olarak üretilen söz konusu şemsiyeler, bir taraftan güneşten korurken, diğer taraftan da soğuk buharlı vantilatörler aracılığıyla serinlik de veriyorlar. 

Bu dev şemsiyelerin sadece gölge yapmakta değil suyu toplayıp soğutma merkezlerine aktarma işlevi de varmış. En önemlisi işte bu 270 adet şemsiye sayesinde, mescitte toplam 1 milyona yakın ziyaretçi aynı anda namaz kılabiliyormuş.
-----------------------------
(*) Mescidi nebevinin içinde peygamberimizin namaz kıldırdığı yerin hemen solunda, ümmi seleme annemizin evinin kapısının yanında bir direktir. Sahabiden Ebu Lubabe, Hendek savaşı sonrası hata yaptığını ve Hz. Peygambere ihanet ettiğini anlayınca Mescidi Nebevide kendisini bir direğe bağlayarak Allah tarafından tövbesi kabul edilene kadar hiçbir şey yiyip içmeyeceğine dair yemin etmiş. ALLAH (CC) 7 gün sonra Ebu Lubabenin tövbesini kabul etmiş ve bu konu ile ilgili Enfal Suresi 27. ayet nazil olmuş. Bunun üzerine bizzat Hz. Peygamber Ebu Lubabeye tövbesinin kabul edildiği müjdesini vererek iplerini çözmüş. Bundan dolayı bu sütuna Tevbe Sütunu deniyor.

29 Ocak 2018 Pazartesi

29 Ocak 2018 Çarşamba 20:30 ŞİİR.......................................................Dua

Yüreğimin sesi


HER SABAH YENİDEN

Gün doğdu
İnsana, suya 
ve toprağa
Apaydınlık
sabaha
Önce kuşlar uyandı
sonra diğerleri
Canlandı dünya
Nefes aldı derinden
Sessizce 
Hamd etti
Allaha…
-----
03 Eylül 2018 Pazartesi 23:00

Mahçubum

Mahçubum
Gençtim göremedim, kadrini bilemedim
Ey hayat ! yordun beni, bir seni yenemedim 

Mahçubum
Zalimi yerdim, mazlumu hep sevdim
Ama heyhat ! Bak hakkını veremedim

Mahçubum
Gördüm o biçareyi, halleri per perişan
Rabbim imdat eyle ! Ola o gül huruşan

Mahçubum
Hatam çokmuş, yüzüm yoktur bilirim
El Aman ! Hem rahimsin, hem kerim

Mahçubum
Sanırım ki o benim, her isyanda cüretli
Ne olur affet ! sorma benden şiddetli

Mahçubum
Sen ki El Müheymin'sin gözeten ve koruyan
Rabbim ! Et Tevvap'sın günahımı bağışlayan
----
Ankara/18 Mayıs 2018 Cuma 00:30


Dua

Anıp hissettiklerim
Zaman mekan ötesi
Rabbim bana ilham et
Hüsnü kelam incisi

Öyle bir hal perişan
Gördüm ol biçareyi 
Rabbim imdat eyle 
Nasip eyle vermeyi

Sen ki El Müheymin'sin 
Gözeten ve koruyan
Aman ey ! El Hakîm'sin 
Bütün işlerin hikmetli

Her gün ölüp ölüp de 
Dirildiğimiz an sabaha
Alınan her nefes için
Hamd olsun Rabbim sana

Sağlık sıhhat içinde
Günler işte geçip gitti 
Bilmedik, bilmiyoruz…
Sorma bizden şiddetli
----
24 Nisan 2018 Salı 22:07


Lebbeyk !

Bize de gel dedi rabbim işte; Hamd olsun.
Yolculuk var üç güne, hem mübarek olsun.
Lebbeyk ! Allahümme lebbeyk !
Nasipmiş işte görmek, sana şükürler olsun.

Kalbim helecanlarda, sevinçle gidiyorum.
Sanki şimdiden mis kokular duyuyorum.
Hamd onun, nimet onun, mülk onun !
Kabul eyle halimi rabbim; sana arz ediyorum.

Dostlara elveda, inşallah gider geliriz
Dua buyrun da mebrur olsun umremiz
Salat olsun, selam olsun nebiyullaha
Heybemizde selam dolu, size de dua ederiz.
----
15 Kasım 2017 Çarşamba 20:30

17 Ocak 2018 Çarşamba 17:00 SİNEMA YAZILARI................................Bir onlardan, bir bizden


Bir onlardan, bir bizden

Malcolm X (Malik El Şahbaz)

Filmin adı: Malcolm X
Yapım: 1992 - USA
Yönetmen: Spike Lee
Süre: 202 Dak.
Oyuncular: 
Denzel Washington - Malcolm X rolünde
Angela Bassett - Betty Shabazz rolünde
Albert Hall - Baines rolünde
Al Freeman, Jr. - Elijah Muhammad rolünde
Delroy Lindo - West Indian Archie rölünde
Spike Lee - Shorty rolünde
Theresa Randle - Laura rolünde
Kate Vernon - Sophia rolünde
Lonette McKee - Louise Little rolünde
Tommy Hollis - Earl Little rolünde
James McDaniel - Brother Earl rolünde
Ernest Lee Thomas - Sidney rolünde

Senaryo : Arnold Perl, David Mamet
Hikâye : Alex Haley, The Autobiography of Malcolm X 
Tür: Biyografi , Dram , Tarih

Malcolm X, Spike Lee tarafından yönetilen, Afrikalı-Amerikalı aktivist Malcolm X'in hayatını anlatan 1992 yapımı biyografi filmi. Hikâye Alex Haley'in yazdığı The Autobiography of Malcolm X adlı kitabından. Denzel Washington bu filmle En İyi Erkek Oyuncu Akademi Ödülüne aday oldu.

ABD'nin gelmiş geçmiş en sağlam lider ve en önemli insan hakları savunucularından Malcolm X (Malik El Şahbaz) 'ın biyografik filmi. 

Film bu büyük adamın hangi aşamalardan geçtiğini, ruhani olarak nasıl geliştiğini, en önemlisi bir lider olup nasıl kitleleri peşinden sürüklediğini ve zulme karşı savaşını epik bir dille anlatıyor. Malcolm X rolünün Denzel Washington tarafından oynandığı film yayınladığı dönem dünyada olay yaratmıştı. 

Malcolm X'i canlandıran Denzel Washington’un oyunculuğu o kadar iyi ki film sıradan bir biyografi olmaktan çıkıp bir şahasere dönüşmüş. Filmin 2 Oscar Adaylığı, 18 ödül ve 7 adaylığı bulunuyor.

Küçük Malcolm'un papaz olan babası Ku Klux Klan tarafından öldürülür. Çok zor ve umutsuz bir çocukluk geçiren Malcolm biraz büyüdüğünde günlük yaşayan bir bir hırsız, bir gangster olur ve işlediği bir suç sonucu hapse girer. 

Burada İslamla tanışan Malcolm İslam yeniden hayatı tanımaya başlar. Hapisten çıktığında artık bambaşka bir insandır. 

Artık kendi gibi olan baskı ve diktayla kötü yola düşen siyahi insanların haklarını savunan, yürüyüşler düzenleyen sağlam bir liderdir.

Şu söz ona ait: 'Kimse sana özgürlük vermez.. Kimse sana eşitlik adalet ve başka hiçbir şeyi vermez.. Eğer gerçekten adamsan, kendin alırsın!'

Zamanla ırkçılığın karanlık yüzünü görüp İslamla şereflenen ve kendilerini müslüman gören milliyetçilerin söylemlerinden uzaklaşıp Mekke'de gerçek İslamı bulan Malik El Şahbaz 'ın hayat hikayesi insanın yüreğini derinden etkiliyor.

Birleşen Yollar

Filmin adı: Birleşen Yollar

Yapım: 1970 - Türkiye Elif Film
Yönetmen: Yücel Çakmaklı
Süre: 100 Dak.
Oyuncular: Türkan Şoray, Nubar Terziyan, İzzet Günay, Salih Güney, Funda Postacı
Senaryo : Yücel Çakmaklı, Bülent Oran 
Eser: Huzur Sokağı, Şule Yüksel Şenler
Tür: Romantik 

Filmin Özeti
Şule Yüksel Şenler’in Huzur Sokağı adlı romanından Bülent Oran tarafından yazılan senaryoda farklı yaşam biçimine sahip iki gencin aşkı anlatılıyor. Filmde mütedeyyin bir hayat sürmekte olan üniversite öğrencisi Bilal’le (İzzet Günay), serbest bir hayat tarzı içinde olan Feyza (Türkan Şoray) arasında gelişen ilişki üzerinden 60'lı yıllar toplumundaki belli bir kesit hikâye edilir. 

Renkli bir yaşam süren Feyza (Türkan Şoray) aslında hayatının ne kadar boş olduğunu fark eder. Gerçek huzuru bulmak ve topluma karşı görevlerini yerine getiren bir insan olmak için çalışır.

Birleşen Yollar, Türk insanını kendi değerleri içinde ele alan, yaşama biçimi, gelenek ve görenekleri ile millî kültüre dayalı sinema akımını temel alan bir çalışma. Bu yüzden film ülkemizdeki Milli Sinema akımının ilk örneği olarak kabul ediliyor. Filmde yer alan kimi diyaloglar, adeta iki farklı yaşam anlayışının çatışmasını ortaya dökmekte. 

Bilal: “Evet. (…) Yıllarca geleneğimden ayrılmamaya, kendi kendimden ayrı düşmemeye çalıştım. Beni üç aylık yetim maaşıyla büyüten beyaz başörtülü anamla övünüyorum. Evimizde hala tülbentli küpten su içiliyor. Anam namaz seccadesinde oruçlu, iftar saatlerini bekliyor hala. Benim hayatımı küçümseyen herkes daha önce bizler gibi yaşarken, şimdi inançsız ve taklitçi olmuşlarsa, onlara acımaktan başka ne gelir elimizden?”

Birleşen Yollar Türk sinemasında yerli çizginin en başta gelen yönetmenlerinden Yücel Çakmaklı’nın, Ulusal Sinema’yı bir üst aşamaya taşıma iddiası taşıyan Milli Sinema yaklaşımıyla başlattığı ilk filmdir. Milli sinema ekolü Yücel Çakmaklı’nın birkaç sene sonra gerçekleştirdiği Memleketim (1974) ve daha sonra aynı çizgide 'Yalnız değilsiniz' gibi filmler yapacak olan Mesut Uçakan’ın duruşuyla daha da belirginleşmiş ve bir tez sineması olarak ortaya çıkmıştır.
-----------------------------------------------
Şule Yüksel Şenler'in Huzur Sokağı Türkiye'nin çok satan romanlarından biri. 100'ün üzerinde baskı yapan kitap her yaştan ve kesimden binlerce kişi tarafından hala ilgiyle okunuyor. İlk olarak 1969 yılında gazeteci Mehmet Şevki Eygi'nin başında olduğu Bugün gazetesinde yayımlanmaya başlamış. Birleşen Yollar adıyla filme alınan Huzur Sokağı geçtiğimiz yıllarda dizi olarak da TV'ye uyarlandı. Yazarı olan Şenler, sadece bir yazar olarak değil, İslami kadın hareketi açısından da hapis dahil pek çok şeyi göze almış önemli bir isim. 

Bir gazeteye verdiği mülakatta şöyle diyor: "Huzur Sokağı'nı insanlara hizmet duygusuyla yazdım. Dualarımda hep 'Allahım bu kitabı öyle geniş kitlelere duyur ki bu hakikatler pek çok hidayetlere vesile olsun. İnsanlar İslam'la barışık bir hayat sürsün, ben de bunu görebileyim' dedim." 

"Minyeli Abdullah" filmiyle adını duyuran yönetmen Yücel Çakmaklı, 1937 yılında Afyonkarahisar'ın Bolvadin ilçesinde dünyaya geldi. Lise yıllarında Afyon sinemalarında yer gösterici olarak çalışan yönetmen, 1959 yılında İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü'nden mezun oldu.

"Elif Film" şirketini 1969 yılında kuran yönetmen, "milli sinema" anlayışının gündeme geldiği 70'li yıllarda birçok çalışmaya imza attı. 

"Milli sinema" yaklaşımı, Yücel Çakmaklı'nın "Bir Adam Yaratmak", "Kızım Ayşe", "Diriliş", "Oğlum Osman", "Birleşen Yollar", "Bişr-i Hafi / Bir Zamanlar Sarhoştu", "Minyeli Abdullah 1-2", "Çile" gibi sinema filmleri ile "Cumbadan Rumbaya", "Kurdoğlu / Osmanlı Bedel İster", "Kuruluş / Osmancık", "Aliş ile Zeynep, "Küçük Ağa", "Hacı Arif Bey", "IV. Murat", "Denizin Kanı" gibi birçok televizyon dizisinde karşılığını buldu.

9 Temmuz 2009'da olduğu baypas ve kalp kapakçığı ameliyatı sonrası iyileşemeyerek, 23 Ağustos 2009'da tedavi gördüğü hastanede 72 yaşındayken hayatını kaybetti. Allah rahmet etsin.