24-25.1.1975, Cuma
Bugün İstanbul
Üniversitesi işgal edildi !..
Üniversitenin işgali
geçen gün Vatan Mühendislikte çıkan bir olayda Hukuk talebesi öğrencisi bir
militanın öldürülmesi yüzünden oldu.
Yarına kadar üniversitede cenazeyi
bekleyip, sabah protesto yürüyüşü yapacaklar. Duyduğuma göre yaralananlardan
birisi de ölmüş. Oldu iki. Yarın istanbul epey hareketli olacak.
Yeri gelmişken talebe hadiseleri
hakkında biraz bahsedeyim.
Bugün ortalıkta talebe olarak dört grup
var. Bu gurupların üçünün teşkilatları var. Geriye kalanlar ortada olanlar.
Aslında üniversitede sayıları oldukça fazla, her gelen güçlü dalga onları önüne
katıp götürmeye çalışıyor. Bunun için birkaç militan da yetiyor doğrusu. Karşı
koyamıyorlar.
Hadiselerde esas ezilen, huzursuz olan
bu grup. Çünkü teşkilatı olan her grup bu kitleye yönelik propaganda ve eylem
yapıyor.
Sol grup bugün itibariyle hadislerin
odak noktası durumunda. Kendilerini var eden sebepler Türkiye'deki düzenin
bozukluğu, sosyal ve ekonomik problemler.
Tanzimattan bu yana meydana gelen
gelişmelerin doğal bir sonucu. Bir birikimin kabından taşması adeta. Bir takım
dış güçlerin etkisi ya da yönlendirmeleriyle iç içe olduklarını düşünüyorum.
Özellikle 1960'ta sahneye çıkmışlar. 68,
69 ve 12 Mart olayları ile palazlanıp, örgütlü aktif eylem yapmaya
başlamışlar.
Ordunun müdahalesiyle sarsılan, en güçlü
olduklarını sandıkları bir anda ummadıkları bir darbe yiyen bu grup önde gelen
liderlerini kaybetmiş. İşte 72-75 yıllarıyla birlikte yeniden toparlandıkları
ve faaliyetlerini arttırdıkları görülüyor.
Önce bazı okullarda boykotlarla işe
başladılar, sonra iş diğer üniversitelere de sirayet edince kavgalar başladı.
Bugün üç kişi kaybetmiş durumdalar. Ayrıca okul dernekleri yasal olarak MTTB'de
olduğu için değişik adlarla yeniden örgütlenmeye çalışıyorlar.
Kendi aralarında birçok gruba bölünmüş
olmaları en büyük handikapları. Yalnız böyle popüler işgal, boykot ya da cenaze
törenlerinde bir araya gelebiliyor ve oldukça da güçlü görünebiliyorlar.
Şahsen kendilerini nasıl ölüme
atabiliyorlar, neye güveniyorlar, uğrunda öldükleri davaya nasıl böyle
bağlanabiliyorlar anlayamıyorum.
Her ne hal ise bugün bu grup en acımasız
kavgalara girebilmekte, işgaller, boykotlar düzenlemekte ve Türkiye'de adeta
bir ihtilal hazırlığı yapmakta.
Diğer bir grup ise tamamen reaksiyon
şeklinde hayatiyetini sürdürüyor. Hem ülke çapında dernek faaliyetleriyle, hem
parti çalışmalarında teşkilatlanmış durumdalar. Liderlerine ve davalarına sıkı
bir hiyerarşi ile bağlılar. Gözünü budaktan esirgemeyen kavgacı tipler.
Din, iman ve vatan davası güttüklerini
söylüyorlar. İslamı savunuyorlar ama tatbikatları zayıf. Buna karşılık
şehitliğe ve gaziliğe inançları oldukça güçlü. Şu anda genelde ülkeye, özelde
üniversitelere yapılan gizli açık tüm saldırılara karşı duran, devletin yanında
duran bir görüntü vermekteler.
Çoğu saf, temiz ve fakir anadolu
çocukları. Milli duyguları galeyana getirilerek kolayca kavga ortamına
çekilebiliyorlar. Ama her şey kavga ile halledilemez ki.
Karşı durdukları fikirlerle, bu ülkenin
geleceği için tutarlı bir düşünce sistemiyle mücadele etmek gerekiyor. En
azından ortadaki sorunlara çözüm önerileri de olması lazım.
Gelelim benim de içinde bulunduğum
üçüncü gruba. Bu grup da siyasi olarak bir partide toplanmış durumda. Talebe
teşkilatları ise MTTB. Şu anda her iki teşkilat da Anadolu'da büyük ilgi
görüyor. Büyük şehirlerde henüz zayıflar.
Üniversitelerdeki varlığı da zaten
Anadolu'daki örgütlenmelere dayanıyor. 12 Marttan sonra fikir, sanat ve düşünce
alanına yoğunlaşmışlar. Talebe hadiselerine meşru müdafaa dışında mecbur
kalmadıkça girmiyorlar.
Bunlar bir fitne ateşi, ipleri
başkalarının elinde kirli oyunlar olarak görülüyor. Fikir ve düşünce alanında,
ülkenin geleceği için hazırlanmanın, kendisini yetiştirmenin daha doğru olacağı
inancındalar.
Gördüğüm kadarıyla bütün çabaları bir
müslüman gibi yaşamak ve ölmek üzerine kurulu.
İşte bu üç grup ülkenin genelinde aktif
durumda ve kendi stratejileriyle hareket halindeler.
Doğrusu Türkiye bugün hiç te güllük
gülistanlık değil. Ayrıca her tarafı fokur fokur kaynayan ihtiyar bir dünya ile
karşı karşıyayız. Ülkemizdeki bu hadiseler özellikle de dışımızdaki emperyal
güçlerin de müdahalesiyle kaçınılmaz olarak bir gün patlama noktasına gelecek
ve işte o zaman gerçek bir kavga yaşanacak maalesef.
Şu anda okulun tam
karşısına isabet eden küçük kahvedeyim. Bir saat kadar önce memleketten geldim.
Yurt daha uyanmamıştı bile. Eşyalarımı yerleştirdikten sonra erken olmasına
rağmen gömleğimi, pantolonumu değiştirerek okula yollandım. Kahvede birkaç emekliden
başka kimse yoktu. Dışarda boş bir masaya oturdum. Gelirken simit almıştım, bir
çay söyledim, duble olsun diyerek.
Okulda daha bir hareket yok. Defterimi
çıkarıp yazmaya başladım. Bu küçük kahve bizim için kantinden daha sıcak
geliyor. Özellikle böyle baharın içimizi ısıtan ılık günlerinde. Kantinin
sigara dumanıyla ve öğrenci gruplarıyla tıka basa dolu loş mekanından çok daha
iyi.
Dışardaki bu birkaç masa biraz sonra
benim gibi öğrencilerle dolar taşar gün boyu. Burası arkadaşlarımızla bir tür
buluşma mekanı aynı zamanda. Okulda bir durum var mı yok mu, hangi hocanın
dersi var, bugün ne yapıyoruz sorularımızın cevabını konuşuruz. Birbirimizle
şakalaşır, çaylarımızı yudumlarken da bir taraftan kitaplarımıza göz atar, ders
notlarımızı takas ederiz.
Etraf sakin. Geçtiğimiz birkaç ayı
düşünüyorum. Ocak ayında İstanbul üniversitesinin işgaliyle başlayan gerginlik
tabiatıyla bütün okullara sirayet etti. İstanbul gergin bir ortam yaşadı bu
birkaç ay. Öğrenci olayları arttı. Doğal olarak herkes kendini güvenli
hissedebileceği gruplara sığındı. Bu da ideolojik gruplaşmaları daha da
hızlandırdı.
Biz de daha önce kağıt üstünde mevcut
derneği canlandırmaya çalıştık. Aksaray Yüksek okul derneği olarak sık sık
toplandık. Hatta her hafta Çarşamba günü önce toplantı sonra da karate
çalışması yapar olduk.
Ocak ayının son günlerinde İstanbul'daki
bütün okullarda başlayan boykot ve işgalleri de konuştuk. Okulda olup bitenleri
değerlendirdik. Nihayet akşam okula gitmeye ve boykotu fiilen kırmaya karar
verdik. Akşam saat beşte dernek olarak topluca kahvede buluştuk. Ben, İbrahim
ve Yakup okulun karşı kaldırımında biraz bekleyip ters bir durum olmadığına
kanaat getirdikten sonra hep beraber sınıflara çıktık.
Kapıda bir hademe ve birkaç polis kimlik
kontrolü yapmaktaydı. Önce ikinci sınıfa girdik, kimseler yoktu. Birinci
sınıfta hep birlikte ders dinlemeye karar verdik. Kürsüde Mal teknolojisi
hocası Muammer Kocaoğlu vardı. Oturup onu dinledik. Herhangi bir olumsuzluk
yaşanmadı. Böylece fiilen boykot sona ermiş oldu.
Şubat ayında eskiye göre zamanımın daha
fazlasını ders çalışmaya ayırdım. MTTB'deki kültür müdürlüğünden ayrılmam iyi
oldu. Şikayetçi olduğum tek şey fazla uyumaktı. Bunun fena bir şey olduğunu
bildiğim halde yine de sabahları o tatlı rehavetten kurtulamıyordum. Havalar da
soğumuştu.
Mali durumum berbattı. Gittikçe de
kötüleşiyordu. Alacaklarımı alabilsem mesele kalmayacaktı. Ama çoğu arkadaş
şubat tatili sebebiyle ortadan kaybolmuştu. Ben de borçlu olduklarıma
görünmemeye çalışıyordum. Şubatın 17 sindeki imtihandan sonra ben de memlekete
gidecektim. Umudum o zamana kadar idare edebilmekti.
Derslerime asıldım. 11 Şubatta Muhasebe,
17 Şubatta Medeni Hukuk imtihanı olduk. Bu arada Akademiye bağlı beş derneğin
yayın organı olan Kültür dergisi tamamen Aksaray derneğinin üzerine yıkılmış
durumdaydı. Bu nedenle derginin yazı, matbaa ve tevzi işleriyle de uğraşmak
zorunda kalmıştık. Hidayet bu işi üzerine almıştı ama derginin merkezi MTTB
Kültür müdürlüğü odası olduğu için günlerimizin belli bir zamanı orada
geçiyordu.
Günler birbirini kovaladı. Kış soğuğu
bastırmış ama içi gittikçe ısınan İstanbul'da okulun bu dönemini de kazasız
belasız geride bırakmıştık.
Memlekete adeta uçarak gitmiştim. Ama
ailemle geçirdiğim iki hafta da çabucak geçivermişti işte. Yeniden kürkçü
dükkanındaydım.
Etrafıma bakıyorum. Küçük masada 7
kişiyiz. Ben, Yakup, Kaya, Mehmet, İbrahim, Hidayet ve Tayyip. Okulun önü ve
sokak hareketli. Birazdan dersler başlayacak.
Tayyip her zaman gelmiyor. Zaten akşam
okuluna kayıtlı. Ama dernek üyemiz. Özellikle imtihan zamanlarında onu daha çok
görüyoruz. Bazen de MTTB'deki toplantılarımıza katılıyor. MSP gençlik
kollarındaymış. Bu yüzden oldukça sosyal ve de iyi giyiniyor.
Bir keresinde arkadaşlar hep birlikte
çay içip muhabbet ederken laf okuldan sonra ne yapacağımıza gelmişti. Herkes
bir şeyler söyledi. Kimi ticaret, kimi memuriyet, kimi de bilmiyorum dedi. Ben
de nereden geldiyse aklıma "Müdür" olacağım demiştim. Sıra ona
geldiğinde ise gülerek hepimizi şaşırtan bir cevap vermişti: "Ben siyaset
yapacağım." Olur mu canım, siyaset meslek midir ki yapılsın dedik çoğumuz.
Güldük hatta.
O sadece gülümsemeye devam etmişti.
Kendine çok güvenliydi. Bayağı da kararlı görünmüştü gözüme. Kim bilir, gelecek
bize neler gösterecek. Yaşayarak göreceğiz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder