29 Mart 2018 Perşembe

29 Mart 2018 Perşembe 18:39 İİTİAksaray'da........................................Yüksek ticaretli

Yüksek ticaretli

30 Aralık 1973

Bugün okullar tatil oldu. Gece vapuruyla Bandırma üzerinden memlekete dönüyorum. Yanımda Temel ve onun köyünden bir arkadaş daha var. 

Önce güverteden talebe bileti almıştık, ama aksi gibi yağmur yağıyordu ve bu soğukta güvertede durmak imkansızdı. 20'şer lira fark vererek I.mevki sigara salonuna oturduk.

Geçen gün (26 Aralık 1973) İsmet İnönü öldü. Tam üç gün radyo ve televizyon matem yayını yaptı.Yapılan cenaze merasimi iki gün gösterildi.

Rahmetli dedem koyu İnönücü idi. Bu tarafı CHP'li olmasından baskındı. Ama aynı zamanda beş vakit namaz kılan dindar bir insandı. Onu devirdiği için de Eceviti hiç sevmezdi.

Karışık duygular içindeydim. Bu atmosferde aynı masada oturduğumuz uzun saçlı bir gençle tartışmaya girmiştim bile. Ama bu belki de şimdiye kadar yaptığım en olumlu ve en başarılı bir tartışma oldu. Yol boyu memleket meselelerine çareler, bunalımlarımızın temel sebepleri üzerinde konuştuk. 

Tabi ki karşımdaki genç her derdin esasta ekonomi olduğunu iddia ediyordu. Ona hep yumuşak bir ses tonuyla hitap ettim. İkimiz de samimiydik. Nezaketle ve demokratik bir üslupla konuşmayı sürdürdük.

Ben kendi görüşümü esas meselenin insan mutluluğu olduğu ve amacın ancak madde ve mana birlikteliği ile sağlanabileceği üzerinden savunuyordum. Konu elbette hemen Türkiye üzerine, sorunlarına ve çözüm yollarına uzayıp gitmişti.

Konuşma bittiğinde solumda bir adam beni öpmeye çalıştı. Baktım nefesi kokuyordu ve sarhoştu. Etrafıma baktığımda bayağı kişinin bizi dinlediğini fark ettim. Beni tebrik ve tasdik eden sesler duyuyordum.

O gece Türkiye'nin ideolojik tartışmalar girdabına sürüklendiğini fark ettim. Galiba o gayya kuyusu artık beni de içine çekecek. 

Bundan hem ürktüm, hem de bir üniversite öğrencisi olarak sadece okul ve derslerimle başbaşa olamayacağımı anlamış oldum.

Sanki biraz daha büyümüştüm.


26 Ocak 1974

Bugün okuldaki ilk günlerimden, üniversite hayatımdan bahsetmek istiyorum.

Kaydımın üzerinden bir ay geçti. Okuldaki ilk günler, acemiliklerim ve sisli anlarım geride kaldı. Artık ortamı daha rahat görebiliyorum. Öğrenci kitlesi zaten çoktan duruma adapte olmuş. Ben yaklaşık bir ay geç kayıt olduğum için onlara uyum sağlamakta biraz geç kaldım doğal olarak. Ama henüz bir arkadaşım yok.

Koca Mustafa Paşa Şehremini'de Hacer halamın evinde kalıyorum. Halam babaannemin kardeşi, üç kız kardeşin en küçüğü. Aslen Manyaslılar, o evlendikten kısa bir süre sonra İstanbul'a gelmiş, geri kalan iki kız kardeş iki abi kardeşle evlenip Susurluk'ta kalmış. Okula kayıt yaptırınca baaannem İstanbul'a halamın yanına geldi, ben de katıldım.

Halamın eşi bir süre önce vefat etmiş. K.M.Paşa'da torna freze ustası bir oğlu var. Sezai abi, yenge ve iki oğlu bir apartman katında yaşıyorlar. Halamın evi iki katlı küçük, eski, ahşap bir gecekondu evi. Rahmetli eşinden sonra yalnız yaşadığı için bizim gelmemiz onu mutlu etmiş görünüyor.

İki yaşlı ve dul kadın beni el üstünde tutuyorlar. Kahvaltım, yemeğim, uykum düzenli. Çamaşırım yıkanıyor. Para sıkıntım yok. Okula da yürüyerek gidip gelebiliyorum.

Sınıfımız okula girişte zemin kat sol tarafta. Oldukça geniş bir salon. Sıralarla bir tür amfi haline getirilmiş. Dersler yaklaşık 100-150 kişi ile yapılıyor. Hocalar biraz yükseltilmiş bir platform üzerinde, sade bir masa ve kara tahta yardımıyla ders veriyorlar. 

İsmi aklımda kalan ilk hocalar Nevzat Esen ve Ord.Prof.Sulhi Dönmezer. Nevzat hoca öğrenciye yakın, olgun bir kişilik. Sulhi hoca ise oldukça ciddi ve disiplinli. Konuşurken sürekli çenesine dokunuyor. Baskın bir karakter, haliyle tavrıyla onca kalabalık sınıfa hakim durumda. Zaten gürültü edeni, sululuğu da anında haşlıyor.

Bir de muhasebe hocamız var. Ufak tefek bir adam. Siz bilirsiniz ister dinleyin öğrenin, ister dinlemeyin hava alın modunda. Bu dersi pek sevmedim, ama bu okuldan mezun olacaksam öğrenmeliyim diye düşünüyorum. Bu arada geçen hafta çok ilginç bir şey oldu. Onu anlatmalıyım.

Hoca derste sürekli; fatura, bordo, yevmiye-defteri kebir, çek, senet deyip duruyor. O çok doğalmış gibi anlatıyor ama ben bunları hayatımda görmemişim. Düşündüm ki, kırtasiyeye gidip bunların birer nüshasını edinmeliyim. Nasıl bir şey olduğunu görerek ve dokunarak daha iyi anlayabilirim. Tabi nereden bilebilirim bunların öyle tek tek satılmayacağını. 

Fındıkzade ve şehreminide bulamayınca sirkeciye kadar yürüdüm. Birkaç yere sorduktan sonra anladım ki bu şeyler öyle tek tek satılmıyor. Adamın biri dedi ki; cilt, koçan ya da defter olarak toptan fiyatına verelim. Sayfa sayfa yırtıp arkadaşlarına da verebilirsin. Aniden zihnimde bir şimşek çaktı. Doğru ya sınıftan da bu yönde tepkiler gelmiyor muydu ? Belki para bile kazanabilirim.

Bir cilt fatura, bir koçan senet, ücret bordrosu, 100 yapraklık Yevmiye ve defteri kebir, ssk bildirgesi vs. param yettiği kadar aldım. Evde onları itina ile yırtıp, kesip yüz adet takımlar haline getirdim. Babaannemler şaşkındı, 'ev ödevim' dedim onlara. 'Ha, iyi o zaman' dediler. Pazartesi sabah okula böyle yüklü gittim. Hesabımı yapmıştım her bir takım bana 75 kuruşa gelmişti. Nakliyem, işçiliğim filan satış fiyatım 2 lira olacaktı. 

Muhasebe dersi öncesinde meydana çıktım ve onlar için hocanın bahsettiği evrakı getirdiğimi, isteyenlere adedi 2 liradan verebileceğimi duyurdum. Bir anda etrafım sarıldı, insanlar kapış kapış aldılar yaptığım takımları. Bütün ceplerim para dolmuştu. En çok para üstü vermekte zorlanmıştım. Ama daha da alamayan, yine getirecek misin diye soranlar vardı etrafımda. 'Olur, getiririm' deyiverdim o heyecanla. 

O gün hem para kazanmanın, hem de sınıfla bir şekilde iletişim kurmanın tatlı sevinciyle bir solukta yeniden sirkeciye vardım. Bu sefer hem küçücük sermayemi geri koymuş, hem de yeniden mal satın alacak kadar kazanmıştım.

Haftaya yine yüklü gittim okula. Bu sefer insanlara para üstü verecek hazırlığım da vardı. Aynı sahne yine tekrarlandı. Bu sefer sadece 12 takım elimde kalmıştı. Aslında akşam sınıfına da satabileceğimi söyleyenler oldu, ama bu kadar heyecan yeterdi bana. Elimde kalanları kendim için bir tane bırakarak akşam sınıfının boş sıralarına bırakıverdim. O da benim hayrım olsundu artık.

Eve giderken hem cebimde şıngırdayan bozuklukları hissediyor, hem de etrafımı çeviren sınıf arkadaşlarımın yüzlerini geçiriyordum gözlerimin önünden.

Mahalle kasabına uğrayıp bir kilo et aldım eve gitmeden. Migrostan biraz da meyva. Babaannemin yüzü hala aklımda. 'Ne bunlar oğlum ?.. nerden buldun ?..nasıl aldın ?..' soruları peşpeşe sıralanıyordu. Bense zafer kazanmış edasıyla şişinerek 'biraz biriktirmiştim, sizi sevindirmek istedim' diye cevaplıyordum.

O gün yüksek ticaretli olmanın nasıl bir şey olduğunu keşfetmiştim. O akşam para kazanmanın, ilgi odağı olmanın ve iltifat görmenin doyumsuz lezzetiyle doldum taştım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder