29 Mart 2018 Perşembe

29 Mart 2018 Perşembe 20:02 İİTİAksaray'da.........................................İşgal-boykot günleri

İşgal-boykot günleri

24-25.1.1975, Cuma

Bugün İstanbul Üniversitesi işgal edildi !..

Üniversitenin işgali geçen gün Vatan Mühendislikte çıkan bir olayda Hukuk talebesi öğrencisi bir militanın öldürülmesi yüzünden oldu.

Yarına kadar üniversitede cenazeyi bekleyip, sabah protesto yürüyüşü yapacaklar. Duyduğuma göre yaralananlardan birisi de ölmüş. Oldu iki. Yarın istanbul epey hareketli olacak.

Yeri gelmişken talebe hadiseleri hakkında biraz bahsedeyim.

Bugün ortalıkta talebe olarak dört grup var. Bu gurupların üçünün teşkilatları var. Geriye kalanlar ortada olanlar. Aslında üniversitede sayıları oldukça fazla, her gelen güçlü dalga onları önüne katıp götürmeye çalışıyor. Bunun için birkaç militan da yetiyor doğrusu. Karşı koyamıyorlar.

Hadiselerde esas ezilen, huzursuz olan bu grup. Çünkü teşkilatı olan her grup bu kitleye yönelik propaganda ve eylem yapıyor. 

Sol grup bugün itibariyle hadislerin odak noktası durumunda. Kendilerini var eden sebepler Türkiye'deki düzenin bozukluğu, sosyal ve ekonomik problemler. 

Tanzimattan bu yana meydana gelen gelişmelerin doğal bir sonucu. Bir birikimin kabından taşması adeta. Bir takım dış güçlerin etkisi ya da yönlendirmeleriyle iç içe olduklarını düşünüyorum.

Özellikle 1960'ta sahneye çıkmışlar. 68, 69 ve 12 Mart olayları ile palazlanıp, örgütlü aktif eylem yapmaya başlamışlar. 

Ordunun müdahalesiyle sarsılan, en güçlü olduklarını sandıkları bir anda ummadıkları bir darbe yiyen bu grup önde gelen liderlerini kaybetmiş. İşte 72-75 yıllarıyla birlikte yeniden toparlandıkları ve faaliyetlerini arttırdıkları görülüyor. 

Önce bazı okullarda boykotlarla işe başladılar, sonra iş diğer üniversitelere de sirayet edince kavgalar başladı. Bugün üç kişi kaybetmiş durumdalar. Ayrıca okul dernekleri yasal olarak MTTB'de olduğu için değişik adlarla yeniden örgütlenmeye çalışıyorlar.

Kendi aralarında birçok gruba bölünmüş olmaları en büyük handikapları. Yalnız böyle popüler işgal, boykot ya da cenaze törenlerinde bir araya gelebiliyor ve oldukça da güçlü görünebiliyorlar. 

Şahsen kendilerini nasıl ölüme atabiliyorlar, neye güveniyorlar, uğrunda öldükleri davaya nasıl böyle bağlanabiliyorlar anlayamıyorum.

Her ne hal ise bugün bu grup en acımasız kavgalara girebilmekte, işgaller, boykotlar düzenlemekte ve Türkiye'de adeta bir ihtilal hazırlığı yapmakta.

Diğer bir grup ise tamamen reaksiyon şeklinde hayatiyetini sürdürüyor. Hem ülke çapında dernek faaliyetleriyle, hem parti çalışmalarında teşkilatlanmış durumdalar. Liderlerine ve davalarına sıkı bir hiyerarşi ile bağlılar. Gözünü budaktan esirgemeyen kavgacı tipler.

Din, iman ve vatan davası güttüklerini söylüyorlar. İslamı savunuyorlar ama tatbikatları zayıf. Buna karşılık şehitliğe ve gaziliğe inançları oldukça güçlü. Şu anda genelde ülkeye, özelde üniversitelere yapılan gizli açık tüm saldırılara karşı duran, devletin yanında duran bir görüntü vermekteler.

Çoğu saf, temiz ve fakir anadolu çocukları. Milli duyguları galeyana getirilerek kolayca kavga ortamına çekilebiliyorlar. Ama her şey kavga ile halledilemez ki. 

Karşı durdukları fikirlerle, bu ülkenin geleceği için tutarlı bir düşünce sistemiyle mücadele etmek gerekiyor. En azından ortadaki sorunlara çözüm önerileri de olması lazım.

Gelelim benim de içinde bulunduğum üçüncü gruba. Bu grup da siyasi olarak bir partide toplanmış durumda. Talebe teşkilatları ise MTTB. Şu anda her iki teşkilat da Anadolu'da büyük ilgi görüyor. Büyük şehirlerde henüz zayıflar.

Üniversitelerdeki varlığı da zaten Anadolu'daki örgütlenmelere dayanıyor. 12 Marttan sonra fikir, sanat ve düşünce alanına yoğunlaşmışlar. Talebe hadiselerine meşru müdafaa dışında mecbur kalmadıkça girmiyorlar. 

Bunlar bir fitne ateşi, ipleri başkalarının elinde kirli oyunlar olarak görülüyor. Fikir ve düşünce alanında, ülkenin geleceği için hazırlanmanın, kendisini yetiştirmenin daha doğru olacağı inancındalar.

Gördüğüm kadarıyla bütün çabaları bir müslüman gibi yaşamak ve ölmek üzerine kurulu. 

İşte bu üç grup ülkenin genelinde aktif durumda ve kendi stratejileriyle hareket halindeler. 

Doğrusu Türkiye bugün hiç te güllük gülistanlık değil. Ayrıca her tarafı fokur fokur kaynayan ihtiyar bir dünya ile karşı karşıyayız. Ülkemizdeki bu hadiseler özellikle de dışımızdaki emperyal güçlerin de müdahalesiyle kaçınılmaz olarak bir gün patlama noktasına gelecek ve işte o zaman gerçek bir kavga yaşanacak maalesef.

Soru şu: O gün Türk milletinin kaderini eline alacak olanlar acaba kim olacak ? Mücadele bunun için.

5.3.1975, Çarşamba

Şu anda okulun tam karşısına isabet eden küçük kahvedeyim. Bir saat kadar önce memleketten geldim. Yurt daha uyanmamıştı bile. Eşyalarımı yerleştirdikten sonra erken olmasına rağmen gömleğimi, pantolonumu değiştirerek okula yollandım. Kahvede birkaç emekliden başka kimse yoktu. Dışarda boş bir masaya oturdum. Gelirken simit almıştım, bir çay söyledim, duble olsun diyerek.

Okulda daha bir hareket yok. Defterimi çıkarıp yazmaya başladım. Bu küçük kahve bizim için kantinden daha sıcak geliyor. Özellikle böyle baharın içimizi ısıtan ılık günlerinde. Kantinin sigara dumanıyla ve öğrenci gruplarıyla tıka basa dolu loş mekanından çok daha iyi. 

Dışardaki bu birkaç masa biraz sonra benim gibi öğrencilerle dolar taşar gün boyu. Burası arkadaşlarımızla bir tür buluşma mekanı aynı zamanda. Okulda bir durum var mı yok mu, hangi hocanın dersi var, bugün ne yapıyoruz sorularımızın cevabını konuşuruz. Birbirimizle şakalaşır, çaylarımızı yudumlarken da bir taraftan kitaplarımıza göz atar, ders notlarımızı takas ederiz. 

Etraf sakin. Geçtiğimiz birkaç ayı düşünüyorum. Ocak ayında İstanbul üniversitesinin işgaliyle başlayan gerginlik tabiatıyla bütün okullara sirayet etti. İstanbul gergin bir ortam yaşadı bu birkaç ay. Öğrenci olayları arttı. Doğal olarak herkes kendini güvenli hissedebileceği gruplara sığındı. Bu da ideolojik gruplaşmaları daha da hızlandırdı.

Biz de daha önce kağıt üstünde mevcut derneği canlandırmaya çalıştık. Aksaray Yüksek okul derneği olarak sık sık toplandık. Hatta her hafta Çarşamba günü önce toplantı sonra da karate çalışması yapar olduk. 

Ocak ayının son günlerinde İstanbul'daki bütün okullarda başlayan boykot ve işgalleri de konuştuk. Okulda olup bitenleri değerlendirdik. Nihayet akşam okula gitmeye ve boykotu fiilen kırmaya karar verdik. Akşam saat beşte dernek olarak topluca kahvede buluştuk. Ben, İbrahim ve Yakup okulun karşı kaldırımında biraz bekleyip ters bir durum olmadığına kanaat getirdikten sonra hep beraber sınıflara çıktık.

Kapıda bir hademe ve birkaç polis kimlik kontrolü yapmaktaydı. Önce ikinci sınıfa girdik, kimseler yoktu. Birinci sınıfta hep birlikte ders dinlemeye karar verdik. Kürsüde Mal teknolojisi hocası Muammer Kocaoğlu vardı. Oturup onu dinledik. Herhangi bir olumsuzluk yaşanmadı. Böylece fiilen boykot sona ermiş oldu.

Şubat ayında eskiye göre zamanımın daha fazlasını ders çalışmaya ayırdım. MTTB'deki kültür müdürlüğünden ayrılmam iyi oldu. Şikayetçi olduğum tek şey fazla uyumaktı. Bunun fena bir şey olduğunu bildiğim halde yine de sabahları o tatlı rehavetten kurtulamıyordum. Havalar da soğumuştu. 

Mali durumum berbattı. Gittikçe de kötüleşiyordu. Alacaklarımı alabilsem mesele kalmayacaktı. Ama çoğu arkadaş şubat tatili sebebiyle ortadan kaybolmuştu. Ben de borçlu olduklarıma görünmemeye çalışıyordum. Şubatın 17 sindeki imtihandan sonra ben de memlekete gidecektim. Umudum o zamana kadar idare edebilmekti. 

Derslerime asıldım. 11 Şubatta Muhasebe, 17 Şubatta Medeni Hukuk imtihanı olduk. Bu arada Akademiye bağlı beş derneğin yayın organı olan Kültür dergisi tamamen Aksaray derneğinin üzerine yıkılmış durumdaydı. Bu nedenle derginin yazı, matbaa ve tevzi işleriyle de uğraşmak zorunda kalmıştık. Hidayet bu işi üzerine almıştı ama derginin merkezi MTTB Kültür müdürlüğü odası olduğu için günlerimizin belli bir zamanı orada geçiyordu. 

Günler birbirini kovaladı. Kış soğuğu bastırmış ama içi gittikçe ısınan İstanbul'da okulun bu dönemini de kazasız belasız geride bırakmıştık. 

Memlekete adeta uçarak gitmiştim. Ama ailemle geçirdiğim iki hafta da çabucak geçivermişti işte. Yeniden kürkçü dükkanındaydım.

Etrafıma bakıyorum. Küçük masada 7 kişiyiz. Ben, Yakup, Kaya, Mehmet, İbrahim, Hidayet ve Tayyip. Okulun önü ve sokak hareketli. Birazdan dersler başlayacak. 

Tayyip her zaman gelmiyor. Zaten akşam okuluna kayıtlı. Ama dernek üyemiz. Özellikle imtihan zamanlarında onu daha çok görüyoruz. Bazen de MTTB'deki toplantılarımıza katılıyor. MSP gençlik kollarındaymış. Bu yüzden oldukça sosyal ve de iyi giyiniyor. 

Bir keresinde arkadaşlar hep birlikte çay içip muhabbet ederken laf okuldan sonra ne yapacağımıza gelmişti. Herkes bir şeyler söyledi. Kimi ticaret, kimi memuriyet, kimi de bilmiyorum dedi. Ben de nereden geldiyse aklıma "Müdür" olacağım demiştim. Sıra ona geldiğinde ise gülerek hepimizi şaşırtan bir cevap vermişti: "Ben siyaset yapacağım." Olur mu canım, siyaset meslek midir ki yapılsın dedik çoğumuz. Güldük hatta. 

O sadece gülümsemeye devam etmişti. Kendine çok güvenliydi. Bayağı da kararlı görünmüştü gözüme. Kim bilir, gelecek bize neler gösterecek. Yaşayarak göreceğiz…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder