17 Mart 1974
Bugünlerde beni
rahatsız eden bir duygunun baskısı altındayım.
Bahar mı geldi ne, karşı cins
beni fena etkiliyor. Etraf güzel, cıvıl cıvıl cins-i latifle dolu. Gözlerimi
birinden çevirsem öbürüne, ondan kaçsam diğerine takılıyor. Böyle şeylere
alışık değilim neler oluyor bana ?
Zaten yatılı okuldan çıkıp gelmişim. Susurluk'ta bir Allahın kuluna
alıcı gözle bakmamışım. Okumak, başarmak için çalışmaktan öte
ihtirasım olmamış. Lisede ön sıradaki kızların meliklerini birbirine bağlayarak
şakalaşmanın dışında onlara yaklaşmamışım. Şimdi etraf güzel kız kaynıyor. Ne
yapacağım ?
Çiftler halinde okula gelip giden
öğrenciler var. Evli ya da nişanlı gibiler. Memleketteki kumru kuşlarına
benziyorlar. Onları öyle görünce imreniyorum, içimde bir şeyler göçüyor.
Yüreğim pirzola eti gibi cızz ediyor. Allah birbirlerine bağışlasın. Sözlü ya
da nişanlı iseler tez zamanda muratlarına ersinler. Benim için çok çok uzak
böyle şeyler.
Bir de birbirleriyle eğlenen, hoşça
zaman geçirenler var. Çoğu vakit gruplar halindeler. Birbirlerine sahiden bağlı
olduklarını sanmıyorum. Memlekette böyle kızlara 'manita', böyle ilişkilere de
'dalga geçme' diyorlar galiba. Ben bu tür bir şeyi asla yapmam, düşünmem bile.
Bu işlerin başı hoş, gerisi boştur muhakkak. Şimdi gülüyor ama sonunda elin
kızı niye ağlasın. O da bir ciğer pare, babasının gülü, annesinin güzeli. Niye
solsun ki ? Zaten buna inancım da engel.
Hem ben kendimi bile daha taşıyamazken
bir canı daha nasıl taşıyabilirim ? Sevgili olmak aynı zamanda sorumluluk
üstlenmek demek değil mi ? Bir heves uğruna kime nasıl umut verebilirim ? Sevda
o kadar kolay mı ? Elini verdiğin kişi, elini aldığın kişi de bir can.
Bir çay içmeye bile bazen param
olmazken, kimi nereye götüreceğim. Daha bunun hediyesi var, kıyafeti var…Elin
kızı seni yeni giysilerle, bakımlı görmek ister tabii ki. Yok, hayır !.. Oruç
tutmaya devam. Yeni dertlerin sırası değil.
Hele şu deli oğlana bak ! Sanki bir kıza
arkadaşlık teklif edebilmiş de ne hayaller kuruyor. Birine gönlün kayıp ta
yanına yaklaştığında canın boğazına gelmiyor mu ? Yüreğin göğüs kafesinden
çıkıverecekmiş gibi olmuyor mu ? Eee..öyleyse vur yüzüne soğuk suyu, söndür
içindeki ateşi. Çünkü benim için en sağ salim yol sevginin, arzunun orucunu
tutmak. Seveceğim kızı, tatlı muhabbet dolu yuvamı beklemek…beklemek…
Üniversite gençliğine tahsis edilen gemiyle
İstanbul'a dönüyoruz.
1915 deniz zaferinin yıl dönümünde
Çanakkale'deydik. Şehitlerimizi ziyaret ettik, şehir meydanında ve anıttaki
törenlere katıldık.
Duygulandık, dua ettik, göğsümüz kabardı
ve yüreğimizi orada bırakarak dönüyoruz.
Yeni hükümetin genç İçişleri Bakanı
Oğuzhan Asiltürk'ün tahsis ettiği gemi bir gün önceden Üniversite öğrencilerini
18 Mart törenlerine götürmek üzere İstanbul'dan hareket etmişti. Ben de
aralarındaydım.
Yolculuğumuz bütün gece sürdü. Benim
bulunduğum bölüm gazilere ayrılmıştı. Oturacak bir kıyıcık bulmuşken kaybetmek
istemedim. Ayrıca sohbet, muhabbet de güzeldi doğrusu. O yüzden sabaha kadar
oradan ayrılmadım. Zaten o kadar kalabalıktı ki geminin içinde dolaşmak da
mümkün değildi.
Sabahın ilk ışıklarıyla gemimiz
Çanakkale'ye yanaştı. Sahilde verilen kumanyalarla kahvaltı ettik. Tören hemen
iskeleye bitişik meydanda yapılacaktı. Sıra olduk, gösterişli bir yürüyüşle
törene katıldık.
İçişleri bakanı da gelmişti. Konuşmalar
yapıldı. Akabinde yakında bulunan Nusret gemisi ve civarı dolaşıldı. Ardından
Hasan Mevsuf şehitliğine gidildi.
Bu şehitlik aslında bir batarya.
Çanakkale Boğazı’nın Anadolu yakasında, Dardanos mevkiinde. Gösterdikleri
yararlılık sebebiyle Gümüş liyakat madalyasıyla taltif edilmişler ve bataryaya
adları verilmiş.
18 Mart 1915 Günü düşman donanmasına
karşı burada görev yapan Topçu Bataryasının Kahraman Subay ve erleri büyük bir
cesaret ve ateş gücü ile Vatan toprağını savunurken İngiliz gemilerinin açtığı
ateşle şehit düşmüşler.
Batarya Komutanı Kale-i
Sultaniyeli(Çanakkale ) Üsteğmen İsmail Oğlu Hasan Hulusi, Takım Zabiti Teğmen
Trablusgarplı Mehmet Mevsuf Efendi, subay namzeti Halim ve erler İsmail,
Mustafa, Mehmet şehit düştükleri yerde birlikte yatıyorlar.
Genç içişleri bakanı resmi saygı
duruşundan sonra 'bir fatiha okuyalım' deyince beraberinde bulunan vali,
garnizon komutanı ve diğer erkan kısa bir şaşkınlık yaşadı. Gençler olarak biz
hep birlikte bu davete icabet ettik tabi. Sessiz, göz yaşartıcı bir kaç
dakikaydı yaşadığımız.
Daha sonra Eceabat'a geçildi. Anıta
gidene kadar bir kaç şehitliğe daha gittik. İngiliz ve Fransızlarınkine nazaran
pek bakımlı sayılmazlardı. Ama toprağın altında yatanlar neredeyse bizi parmak
uçlarımızla yürütüyordu. Adeta her adımda bir fatiha okuyorduk.
Beni en çok etkileyen yerlerden birisi
Havran'lı Seyit onbaşının bataryası, diğeri de Ezineli Yahya Çavuş'un bir avuç
arkadaşıyla koca bir orduyu durdurduğu Ertuğrul koyu oldu.
25 Nisan 1915 sabahı düşman savaş
gemileri Ertuğrul Koyu'na tonlarca bomba yağdırmış ve bir çıkarma başlatmış.
Tabur Komutanlarının şehadeti üzerine Ezineli Yahya Çavuş sağ kalan 67 arkadaşı
ile siperlerde mevzilenmişler.
Şafakla beraber karaya çıkmaya başlayan
3000 düşman askerini Ertuğrul Koyu'nun sularına gömmüşler. Deniz düşman kanıyla
kızıla boyanmış. 48 saat boyunca düşmanın binlerce top mermisi ve askerine
karşı kıyı ve siperleri koruyan bu bir avuç kahraman düşman tarafından bir
tümen sanılmış.
Akşama doğru siperlerde 62 kahraman
şehidin cesedi ile karşılaşınca da hayretler içinde kalmışlar.
Yahya Çavuş ise kopan diğer bacağını,
tüfeğinin kayışı ile bağlamış olarak diğer beş arkadaşı ile birlikte Alçı
Tepesi eteklerinde 27 Nisan günü şehadet mertebesine ermiş.
Rivayet odur ki bir vali yardımcısı
seneler sonra orada bir ağacın altında oturup bu kahramanlık karşısında şu
satırları yazmış:
Bir kahraman takım ve de Yahya
Çavuş'tular / Tam üç alayla burada gönülden vuruştular
Düşman tümen sanırdı bu şahane erleri / Allah'ı arzu ettiler, akşama kavuştular
Anıtın bulunduğu yerde de törene benzer
bir şey oldu. Dönerken bir köyün küçük bir camisinde mola verdik. Uykusuz,
yorgun ve acıkmıştık. Orada köylünün ikramı pilav ayran çok makbule geçti.
Gönlümüz de karnımız da doydu.
Akşam olmadan yine gemide toplandık.
Uykusuz bir gece yolculuğu daha...
Aklımda; Seyit Onbaşının 275 kiloluk
mermiyi kemikleri çatırdayarak kaldırdığı an, havada çarpışıp birbirine
kaynayan mermiler, dünyanın dört bir yanından gelmiş yarım milyon insanın
birbirini boğazladığı sahneler, bir metrekarelik toprağa onlarca bombanın
düştüğü kıyamet, nihayet koyun koyuna yatan Diyarıbekirli, Bursalı, Bağdatlı,
Trablusgarplı, Kastamonulu, Karesili, İstanbullu, Çanakkaleli, Halepli,
Edirneli Mehmetler, Hasanlar, Aliler...
Çanakkale'yi görmüş biri olarak bu
milleti ve bu ülkeyi çok daha iyi anlıyorum. Çok daha seviyorum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder