Yüksek ticaretli

26 Ocak 1974
30 Aralık 1973
Bugün okullar tatil oldu. Gece vapuruyla
Bandırma üzerinden memlekete dönüyorum. Yanımda Temel ve onun köyünden bir
arkadaş daha var.
Önce güverteden talebe bileti almıştık, ama aksi gibi
yağmur yağıyordu ve bu soğukta güvertede durmak imkansızdı. 20'şer lira fark
vererek I.mevki sigara salonuna oturduk.
Geçen gün (26 Aralık 1973) İsmet İnönü
öldü. Tam üç gün radyo ve televizyon matem yayını yaptı.Yapılan cenaze merasimi
iki gün gösterildi.
Rahmetli dedem koyu İnönücü idi. Bu
tarafı CHP'li olmasından baskındı. Ama aynı zamanda beş vakit namaz kılan
dindar bir insandı. Onu devirdiği için de Eceviti hiç sevmezdi.
Karışık duygular içindeydim. Bu
atmosferde aynı masada oturduğumuz uzun saçlı bir gençle tartışmaya girmiştim
bile. Ama bu belki de şimdiye kadar yaptığım en olumlu ve en başarılı bir
tartışma oldu. Yol boyu memleket meselelerine çareler, bunalımlarımızın temel
sebepleri üzerinde konuştuk.
Tabi ki karşımdaki genç her derdin
esasta ekonomi olduğunu iddia ediyordu. Ona hep yumuşak bir ses tonuyla hitap
ettim. İkimiz de samimiydik. Nezaketle ve demokratik bir üslupla konuşmayı
sürdürdük.
Ben kendi görüşümü esas meselenin insan
mutluluğu olduğu ve amacın ancak madde ve mana birlikteliği ile sağlanabileceği
üzerinden savunuyordum. Konu elbette hemen Türkiye üzerine, sorunlarına ve
çözüm yollarına uzayıp gitmişti.
Konuşma bittiğinde solumda bir adam beni
öpmeye çalıştı. Baktım nefesi kokuyordu ve sarhoştu. Etrafıma baktığımda bayağı
kişinin bizi dinlediğini fark ettim. Beni tebrik ve tasdik eden sesler
duyuyordum.
O gece Türkiye'nin ideolojik tartışmalar
girdabına sürüklendiğini fark ettim. Galiba o gayya kuyusu artık beni de içine
çekecek.
Bundan hem ürktüm, hem de bir üniversite
öğrencisi olarak sadece okul ve derslerimle başbaşa olamayacağımı anlamış
oldum.
Sanki biraz daha büyümüştüm.
Sanki biraz daha büyümüştüm.

26 Ocak 1974
Bugün okuldaki ilk
günlerimden, üniversite hayatımdan bahsetmek istiyorum.
Kaydımın üzerinden bir ay geçti. Okuldaki ilk günler, acemiliklerim
ve sisli anlarım geride kaldı. Artık ortamı daha rahat görebiliyorum. Öğrenci
kitlesi zaten çoktan duruma adapte olmuş. Ben yaklaşık bir ay geç kayıt olduğum
için onlara uyum sağlamakta biraz geç kaldım doğal olarak. Ama henüz bir
arkadaşım yok.
Koca Mustafa Paşa Şehremini'de Hacer
halamın evinde kalıyorum. Halam babaannemin kardeşi, üç kız kardeşin en küçüğü.
Aslen Manyaslılar, o evlendikten kısa bir süre sonra İstanbul'a gelmiş, geri
kalan iki kız kardeş iki abi kardeşle evlenip Susurluk'ta kalmış. Okula kayıt
yaptırınca baaannem İstanbul'a halamın yanına geldi, ben de katıldım.
Halamın eşi bir süre önce vefat etmiş.
K.M.Paşa'da torna freze ustası bir oğlu var. Sezai abi, yenge ve iki oğlu bir
apartman katında yaşıyorlar. Halamın evi iki katlı küçük, eski, ahşap bir
gecekondu evi. Rahmetli eşinden sonra yalnız yaşadığı için bizim gelmemiz onu
mutlu etmiş görünüyor.
İki yaşlı ve dul kadın beni el üstünde
tutuyorlar. Kahvaltım, yemeğim, uykum düzenli. Çamaşırım yıkanıyor. Para
sıkıntım yok. Okula da yürüyerek gidip gelebiliyorum.
Sınıfımız okula girişte zemin kat sol
tarafta. Oldukça geniş bir salon. Sıralarla bir tür amfi haline getirilmiş.
Dersler yaklaşık 100-150 kişi ile yapılıyor. Hocalar biraz yükseltilmiş bir
platform üzerinde, sade bir masa ve kara tahta yardımıyla ders veriyorlar.
İsmi aklımda kalan ilk hocalar Nevzat
Esen ve Ord.Prof.Sulhi Dönmezer. Nevzat hoca öğrenciye yakın, olgun bir
kişilik. Sulhi hoca ise oldukça ciddi ve disiplinli. Konuşurken sürekli
çenesine dokunuyor. Baskın bir karakter, haliyle tavrıyla onca kalabalık sınıfa
hakim durumda. Zaten gürültü edeni, sululuğu da anında haşlıyor.
Bir de muhasebe hocamız var. Ufak tefek
bir adam. Siz bilirsiniz ister dinleyin öğrenin, ister dinlemeyin hava alın
modunda. Bu dersi pek sevmedim, ama bu okuldan mezun olacaksam öğrenmeliyim
diye düşünüyorum. Bu arada geçen hafta çok ilginç bir şey oldu. Onu
anlatmalıyım.
Hoca derste sürekli; fatura, bordo,
yevmiye-defteri kebir, çek, senet deyip duruyor. O çok doğalmış gibi anlatıyor
ama ben bunları hayatımda görmemişim. Düşündüm ki, kırtasiyeye gidip bunların
birer nüshasını edinmeliyim. Nasıl bir şey olduğunu görerek ve dokunarak daha
iyi anlayabilirim. Tabi nereden bilebilirim bunların öyle tek tek
satılmayacağını.
Fındıkzade ve şehreminide bulamayınca
sirkeciye kadar yürüdüm. Birkaç yere sorduktan sonra anladım ki bu şeyler öyle
tek tek satılmıyor. Adamın biri dedi ki; cilt, koçan ya da defter olarak toptan
fiyatına verelim. Sayfa sayfa yırtıp arkadaşlarına da verebilirsin. Aniden
zihnimde bir şimşek çaktı. Doğru ya sınıftan da bu yönde tepkiler gelmiyor
muydu ? Belki para bile kazanabilirim.
Bir cilt fatura, bir koçan senet, ücret
bordrosu, 100 yapraklık Yevmiye ve defteri kebir, ssk bildirgesi vs. param
yettiği kadar aldım. Evde onları itina ile yırtıp, kesip yüz adet takımlar
haline getirdim. Babaannemler şaşkındı, 'ev ödevim' dedim onlara. 'Ha, iyi o
zaman' dediler. Pazartesi sabah okula böyle yüklü gittim. Hesabımı yapmıştım
her bir takım bana 75 kuruşa gelmişti. Nakliyem, işçiliğim filan satış fiyatım
2 lira olacaktı.
Muhasebe dersi öncesinde meydana çıktım
ve onlar için hocanın bahsettiği evrakı getirdiğimi, isteyenlere adedi 2
liradan verebileceğimi duyurdum. Bir anda etrafım sarıldı, insanlar kapış kapış
aldılar yaptığım takımları. Bütün ceplerim para dolmuştu. En çok para üstü
vermekte zorlanmıştım. Ama daha da alamayan, yine getirecek misin diye soranlar
vardı etrafımda. 'Olur, getiririm' deyiverdim o heyecanla.
O gün hem para kazanmanın, hem de
sınıfla bir şekilde iletişim kurmanın tatlı sevinciyle bir solukta yeniden
sirkeciye vardım. Bu sefer hem küçücük sermayemi geri koymuş, hem de yeniden
mal satın alacak kadar kazanmıştım.
Haftaya yine yüklü gittim okula. Bu
sefer insanlara para üstü verecek hazırlığım da vardı. Aynı sahne yine
tekrarlandı. Bu sefer sadece 12 takım elimde kalmıştı. Aslında akşam sınıfına
da satabileceğimi söyleyenler oldu, ama bu kadar heyecan yeterdi bana. Elimde
kalanları kendim için bir tane bırakarak akşam sınıfının boş sıralarına
bırakıverdim. O da benim hayrım olsundu artık.
Eve giderken hem cebimde şıngırdayan
bozuklukları hissediyor, hem de etrafımı çeviren sınıf arkadaşlarımın yüzlerini
geçiriyordum gözlerimin önünden.
Mahalle kasabına uğrayıp bir kilo et
aldım eve gitmeden. Migrostan biraz da meyva. Babaannemin yüzü hala aklımda.
'Ne bunlar oğlum ?.. nerden buldun ?..nasıl aldın ?..' soruları peşpeşe
sıralanıyordu. Bense zafer kazanmış edasıyla şişinerek 'biraz biriktirmiştim,
sizi sevindirmek istedim' diye cevaplıyordum.
O gün yüksek ticaretli olmanın nasıl bir
şey olduğunu keşfetmiştim. O akşam para kazanmanın, ilgi odağı olmanın ve
iltifat görmenin doyumsuz lezzetiyle doldum taştım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder