Işık durakları (*)
Konya ve Mevlana
Sabah erken
saatte Ankara’dan Konya'ya doğru yola çıkıyoruz. Niyetimiz Mevlanayı, Şems-i
Tebriziyi ziyaret etmek, Şeb-i Arûs’a katılıp dönmek. Yolda Kur'an okunuyor,
hep birlikte salavat-ı şerife getiriliyor, ilahi ve dualarla gidiyoruz.
Konya'da
gece kar yağmış. Puslu, soğuk, yaşlı bir sabah vakti şehre girdik. Selçuklu
başkenti Konya, şimdi bir milyonun üstünde nüfusu, modern görünümüyle büyük bir
şehir.
İşte Mevlana
! Sadece Türkiye'den değil dünyanın her yerinden akın akın ziyaret edilen
manevi bir kutup noktası. Yanında Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlu II.Selim'in
daha Konya'da şehzadeyken başlattığı, babasının ölümü üzerine padişahlığında
tamamladığı Sultan Selim camii.
Öğle
namazını Sultan Selim camiinde kılıyoruz. Cami, onarıma alınmış, ama bir
kısmında ibadet edilebiliyor. Cami çıkışı meydanda toplaşıyoruz. Daha önce bu
meydan ağaçlarla kaplı imiş, şimdi düz, geniş aydınlık bir alan.
Mevlanayı
ziyaret etmeye hazırlanıyoruz. Rehberimiz bize Horasan erleri, Mevlana ve
Selçuklu başkenti Konya'yı anlatıyor. Böylelikle Konya'da yedisi adı bilinen,
yedisi bilinmiyen ondört peygamber ile üçyüzseksenbeş evliyaullahın yattığını
öğreniyoruz.
Mevlana
avlusunda, türbenin hemen karşısında tarihi derviş hücreleri restore edilmiş.
Geçmiş dönemlerden kalan tarihi kültür mirası birbirinden değerli yüzlerce obje
burada görülebiliyor. Bunlardan birisi de elyazması Mesnevi-i Şerif
nüshası.
Bir başka
hücrede bir Mevlevi dervişinin kaldığı mekan canlandırılmış. Mutbah, yani
Mevlevi dergahının mutfağı da aynı avluda ve yine kendi orjinal tarihi
objeleriyle ziyaretçilerine açık. Mutbahın geniş ve ferah salonunda bir sofra
kurulu. Etrafında Şeyh efendi ve talebeleri. Sanki yemek yeniyor.
Mevlana türbesi içiyle dışıyla aslında bir hazire. Hocalar, talebeler, babalar,
evlatlar hepsi bir arada. Tabi hepsi Mevlana hazretlerinin etrafında
kümelenmişler. Ve işte alimken aşık olan, aşıkken yanan, o ateşle
pervane olup cihanı aydınlatan gönüller sultanı Mevlana Hz.nin sandukası.
Türbenin
(Müzenin) içi bir hayli kalabalık. Yerli yabancı, ayakta duran yürüyen, bir
köşede oturan, okuyan pek çok insan bir arada. Binanın yapısı, havası, sanki
değişik manevi bir iklimde olduğunuzu hissettiriyor. Müzenin her tarafı
tarihi yadigarlarla dolu. Çıkışa doğru bir bölümde sakal-ı şerif var.
Abartmıyorum, kokusu hala burnumda. Ayrıca el yazması eserler ve hat sanatında
kullanılan kalem ve kalemlikler gördük. Mesela el yazması bir Kur'an-ı Kerim
var. Yazanın bir hanım olduğunu öğrendik. Ancak sadece bir harekesi yanlış
olduğu için yazan yazdığı bu esere ismini koymaktan imtina etmiş. Hassasiyete,
zerafete bakınız.
Ziyaretimiz
tamamlandı. Geçtiğimiz yıllarda restorasyonu tamamlanmış bu harikulade güzel
yapı ve avlusundaki şadırvan gerçekten göz alıcı. Türbe ve etrafındaki
müştemilat (şimdi müze deniyor) Mevlana sevgisiyle zaman içinde yapıla eklene
bugünkü şeklini almış.
Bu
harikulade güzel ve manevi ortamdan dualarla ayrılıyoruz. Ama gönlümüzü de
arkamızda bırakarak. Karnımız da acıkmış. Konya'ya gelip te Mevlana Pide
yememek olur mu ? İşte misafir edildiğimiz mekan da bize o güzel ve beklenen
ikramı yapıyor. Yemekten sonra ikindi namazını selatin tarzı küçük bir camide
kılıp Konya'da buluşan iki denizden biri olan Şems-i Tebrizi Hz. ne
yöneliyoruz. Konya’da buluşup gönülleri tutuşturan, ışık kaynağı iki denizin
birinden diğerine.
Gelecek
yazıda buluşmak üzere selam ve sevgi ile..
----------------
(*) Bilgi Peşinde'de yayınlanmıştır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder