Şems-i
Tebrizi ve düğün gecesi
Konya’nın ışık duraklarından ikincisi Şems-i Tebrizi aslında bir İranlı. İran Azerilerinden. Aşk adamı,tasavvuf erbabı. Mevlana gibi büyük bir alimle sanki iki deniz gibi Konya'da buluşuyorlar.
Karşılaştıklarında aralarında geçen konuşma anı müthiş. Manevi çarpışmanın şiddeti her ikisinin de kendinden geçmesine sebep oluyor. Sonrasında adeta susuzluklarını birbirlerinden gideriyor, birbirinden alıyor, birbirine veriyorlar.
İnsanların kıskançlıkları, hasetlikleri ve aymazlıkları malum. Ayrılıkları oluyor bu yüzden. Birbirlerini canını verecek kadar seven bu iki Allah dostu tutuşup cihanı aydınlatan iki meşaleye dönüşüyorlar böylece. Ama rivayete göre canını veren, başını veren Şems-i Tebrizi oluyor.
Şimdi bu iki denizin biri burda, diğeri orda ama ikisi de Konya'da yatıyorlar. Elektriğin artı eksi kutupları gibi sönmeyen bir aşk şelalesiyle gönülleri aydınlatmaya devam ederek.
Akşam namazımızı türbenin bulunduğu yerde yapılmış Şems camiinde kılıyoruz. Mekan hiç boş kalmıyor, namaz kılanlar, dua edenler, öyle oturup sessizce dalıp gidenler…Gelenlerin arasında yabancılar da var, kadınlı erkekli ziyaretçiler, herkes büyük bir saygı ve zerafet içinde.
Zaman akıp gidiyor, dışarıya çıktığımızda Konya'da yağmurlu, gözü yaşlı bir akşam karşılıyor bizi. Sanki vakit bile hüzünlenmiş gibi. Ayrılık kaçınılmaz, yatsı namazı için merkezdeki kapı camiine yöneliyoruz. Kapı camii oldukça büyük, geniş Osmanlı tarzı bir mekan. Bu manevi iklimde bir kez daha dua edip yakarıyoruz Rabbimize. Artık Şeb-i Arus vakti. Konya Büyükşehir Belediyesinin Kültür Merkezine doğru yola çıkıyoruz.
Şeb-i Arus (düğün gecesi, kavuşma günü) Ahmet Özhan konseriyle başlıyor. Tasavvuf musikisinin en nadide eserlerini icra ediyor. Salonda çıt yok. Herkes ilahi bir vecd içinde. Adeta biraz sonra başlayacak sema ayininin girizgahındayız. Ahmet Özhan da iyice demlenmiş hani, bu işin üstadı olmuş artık.
Nihayet sema ayini sembolik Mevlevi şeyhinin yerine gelmesiyle başlıyor. Mekan, ışıklandırma ve yavaş hareketlerle tekrar eden figürler muhteşem. Kulaklarımızı dolduran ney, kudüm ve diğer sazların ağır nağmeleri eşliğinde gözümüz sahnede, gösteriyi büyük bir iştiyakla seyrediyoruz. Ve işte o muhteşem an ! Yuvarlak pembe zeminde beyaz kelebekler gibi dönen mevlevi dervişler. Yaşlısı da var genci de, hatta aralarında çocuk yaşında olanları da gördük. Sarraflar çarşısında Hz. Mevlana'nın altın döven çekiç seslerini "Ya hak !" diye işitip, kendinden geçtiği ve aşk ile döndüğü o andan itibaren hala dönmeye devam eden vecd hali. Seyredilmeye doyulmayan o güzellik, kim bilir onu yaşayan için ne lezzetler veriyordur.
Bir büyük zat, aşk için "uçarsan kanatların yanar" diye uyarmış. Mevlana ilave etmiş "uçmayan kanat ne işe yarar ?" Aynı dönemde yaşamış, kendisiyle de görüşmüş, ama daha genç olan Yunus ise son noktayı koymuş: "aşka vardıktan sonra ben kanadı neyleyim !" Zerafete, nezahate, hikmete bakınız. Birbirlerini nakzetmiyorlar, çekiştirmiyorlar, tersine aynı şeyi değişik açılardan aynen söylüyorlar; "Aşk, O'na doğru kanatlanıp uçmaktır !"
Sağ elini semaya açmış, sol elini toprağa indirmiş, boynu bükük, uçuşan etekleriyle dönüp duran bu pervaneler bana çok şey anlatıyor. Ama en önemlisi işte o görünmeyen kanatlarıyla aşka uçtuklarını. Sürekli değişen renk cümbüşü içinde kanatlanıp uçuvereceklermiş gibi dönen bu aşk pervaneleri “düğün gecesini” kutluyorlar. Şaşırmayın "Şeb-i Arûs" un Türkçe anlamı düğün gecesi demek. Yani Hz. Mevlana'nın 740. vuslat yıldönümü.
Gelecek yazıda bir başka ışık durağında buluşmak üzere selam ve sevgi ile..
(*) bilgipesinde.com da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder