Konya ve Mevlana gezisi
"Bu gezimize vesile olan Toki Hilal camii
imamı Satılmış Erdoğan'a, aileleriyle birlikte bu manevi yolculuğu yaptığımız
cemaatten dostlarımıza, Konya Tv yapımcısı Süleyman Doğan hocaya, Şeb-i Arusu izlememizi sağlayan Konya Valisine ve ulaşım için bize araç
tahsis eden Gölbaşı Belediyesine teşekkür ederiz."
Sabah erken saatte Konya'ya doğru yola çıkıyoruz. Kafile
başkanımız Satılmış hoca. Kur'an okuyarak,
salavat-ı şerife, ilahi ve dualarla gidiyoruz.
Konya'da gece kar yağmış. Puslu, soğuk, yaşlı bir sabah vakti
şehre girdik. Selçuklu başkenti
Konya, şimdi bir milyonun üstünde nüfusu, modern görünümüyle büyük bir şehir.
İşte Mevlana ! Sadece Türkiye'den değil dünyanın her yerinden
akın akın ziyaret edilen manevi bir kutup noktası.
Yanında Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlu II.Selim'in daha Konya'da şehzadeyken başlattığı, babasının ölümü üzerine padişahlığında tamamladığı Sultan Selim camii. Öğle namazını Sultan Selim camiinde [1] kılıyoruz. Cami, onarıma alınmış, ama bir kısmında ibadet edilebiliyor.
Yanında Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlu II.Selim'in daha Konya'da şehzadeyken başlattığı, babasının ölümü üzerine padişahlığında tamamladığı Sultan Selim camii. Öğle namazını Sultan Selim camiinde [1] kılıyoruz. Cami, onarıma alınmış, ama bir kısmında ibadet edilebiliyor.
Cami çıkışı meydanda toplaşıyoruz. Daha önce bu meydan
ağaçlarla kaplı imiş, şimdi düz, geniş aydınlık bir alan.
Mevlana Hz. ziyaret etmeye hazırlanıyoruz.
Davet sahibi Konya TV'den Süleyman Doğan bize Horasan erleri,
Mevlana ve Selçuklu başkenti Konya'yı anlatıyor.
Böylelikle Konya'da yedisi adı bilinen, yedisi bilinmiyen ondört peygamber ile üçyüzseksenbeş evliyaullahın yattığını öğreniyoruz.
Böylelikle Konya'da yedisi adı bilinen, yedisi bilinmiyen ondört peygamber ile üçyüzseksenbeş evliyaullahın yattığını öğreniyoruz.
Mevlana avlusunda, türbenin hemen karşısında tarihi derviş
hücreleri restore edilmiş. Geçmiş dönemlerden kalan tarihi kültür mirası
birbirinden değerli yüzlerce obje burada görülebiliyor.

Mutbah, yani Mevlevi dergahının mutfağı da aynı avluda ve yine kendi orjinal tarihi objeleriyle ziyaretçilerine açık. Mutbahın geniş ve ferah salonunda bir sofra kurulu. Etrafında Şeyh efendi ve talebeleri sanki yemek yiyorlar.
Mevlana türbesi içiyle dışıyla aslında bir hazire. Hocalar, talebeler, babalar, evlatlar hepsi bir arada. Tabi hepsi Mevlana hazretlerinin etrafında kümelenmişler.
İşte alimken aşık olan, aşıkken yanan, o ateşle pervane olup
cihanı aydınlatan gönüller sultanı Mevlana Hz.nin [3]
sandukası.
Allah ona ve diğer alim, fazıl, salih, aşık bütün Allah dostlarına rahmet eyleye.
Allah ona ve diğer alim, fazıl, salih, aşık bütün Allah dostlarına rahmet eyleye.
Türbenin (Müzenin) içi bi hayli kalabalık. Yerli yabancı,
ayakta duran yürüyen, bir köşede oturan okuyan pekçok insan bir arada. Binanın
yapısı, havası, size sanki değişik manevi bir iklimde olduğunuzu hissettiriyor.
Müzenin her tarafı atadan kalan tarihi yadigarlarla dolu. Çıkışa doğru bir bölümde sakal-ı şerif var. Abartmıyorum,
kokusu hala burnumda.
Ayrıca el yazması eserler ve hat sanatında kullanılan kalem
ve kalemlikler gördük. Mesela el yazması bir kur'an-ı Kerim var. Yazanın bir
hanım olduğunu öğrendik, ancak sadece bir harekesi yanlış olduğu için yazan
yazdığı bu esere ismini koymaktan imtina etmiş. Hassasiyete, zerafete bakınız.
Ziyaretimiz tamamlandı. Geçtiğimiz yıllarda
restorasyonu tamamlanmış bu harikulade güzel yapı ve avlusundaki şadırvan
gerçekten göz alıcı.
Türbe ve etrafındaki müştemilat (şimdi müze deniyor) Mevlana
sevgisiyle zaman içinde yapıla eklene bugünkü şeklini almış. [4]
Bu harikulade güzel ve manevi ortamdan dualarla ayrılıyoruz. Ama gönlümüzü de arkamızda bırakarak.
Bu harikulade güzel ve manevi ortamdan dualarla ayrılıyoruz. Ama gönlümüzü de arkamızda bırakarak.

Karnımız acıkmış. Konya'ya gelip te Mevlana Pide yememek olur mu ? İşte misafir edildiğimiz mekan da bize o güzel ve beklenen ikramı yapıyor.
Konya'da hemen her tarafta cami var. Hepsi de güzel ve
bakımlı. Küçük ama selatin tarzı camiler.
Yemekten sonra ikindi namazını böyle
bir camide kılıp Konya'da buluşan iki denizden biri olan Şems-i Tebrizi Hz. ne
yöneliyoruz.
Şems-i Tebrizi bir İranlı. İran Azerilerinden. Aşk adamı, tasavvuf erbabı.
Mevlana ise büyük bir alim. Bu iki deniz Konya'da buluşuyorlar. Karşılaştıklarında aralarında geçen konuşma anı müthiş. Manevi çarpışmanın
şiddeti her ikisinin de kendinden geçmesine sebep oluyor. Sonrasında
susuzluğunu birbirlerinden gideriyor, birbirinden alıyor, birbirine veriyorlar.

Ama rivayete göre canını veren, başını veren Şems-i Tebrizi
oluyor. Şimdi bu iki denizin biri burda, diğeri orda ama ikisi de Konya'da
yatıyorlar.
Elektriğin artı eksi kutupları gibi sönmeyen bir aşk şelalesiyle
gönülleri aydınlatmaya devam ederek.

Ev sahibimiz ve rehberimiz Süleyman hoca Şems-i Tebrizîyi [5]
anlatıyor, Konya TV kameraları da bu anı görüntülüyor.
Şems-i Tebrizi hz.rinin makamında Süleyman Doğan'ın eşsiz
yorumlariyla yapılan anadolu evliyaları çekimi önümüzdeki salı akşam 21.30 da
42 konya tv de yayinlanacak.
Akşam namazı vakti girdi. Namazımızı Türbenin bulunduğu yerde yapılmış
bulunan Şems camiinde [6]
kılıyoruz.
Konya'da yağmurlu, gözü yaşlı bir akşam. Yatsı namazı için
merkezdeki kapı camiine [7]
gidiyoruz.

Artık Şeb-i Arus vakti. Konya Büyükşehir Belediyesinin Kültür Merkezine doğru yola çıkıyoruz.
Dört sene önce de gitmiştik. Gayet geniş, ferah ve temiz bir
bina.
Biz vali kontenjanından girdik, ama, Şeb-i Arus haftası Cumartesi (diğer
zamanlar Cumartesi halk günü ve ücretsiz) de olsa giriş biletli. Ücreti 25
lira. Son yarım saatte biletler karaborsada 50 liraya satılıyordu. Gözümüzle
gördük. Doğrusu böyle bir mekana yakışmamıştı, çok çirkindi.
.jpg)
Nihayet sema ayini sembolik Mevlevi şeyhinin yerine
gelmesiyle başlıyor. Mekan, ışıklandırma ve yavaş hareketlerle tekrar eden
figürler muhteşem.
Kulaklarımızı dolduran ney, kudüm ve diğer sazların ağır nağmeleri
eşliğinde gözümüz sahnede, gösteriyi büyük bir iştiyakla seyrediyoruz.

Sarraflar çarşısında Hz. Mevlana'nın altın döven çekiç seslerini "Ya hak !" diye işitip, kendinden geçtiği ve aşk ile döndüğü o andan itibaren hala dönmeye devam eden vecd hali.
Seyredilmeye doyulmayan o güzellik, kimbilir onu yaşayan için ne lezzetler veriyordur.
Bir büyük zat, aşk için "uçarsan kanatların yanar"
diye uyarmış. Mevlana ilave etmiş "uçmayan kanat ne işe yarar ?" Aynı
dönemde yaşamış, kendisiyle de görüşmüş, ama daha genç olan Yunus ise son
noktayı koymuş: "Yandıktan sonra ben kanadı neyleyim !"
Zerafete, nezahate, hikmete bakınız. Birbirlerini nakzetmiyorlar, çekiştirmiyorlar, tersine aynı şeyi değişik açılardan aynen söylüyorlar; "Aşk, O'na doğru kanatlanıp uçmaktır !"
Sağ elini semaya açmış, sol elini toprağa indirmiş, boynu bükük, uçuşan etekleriyle dönüp duran bu pervaneler bana çok şey anlatıyor. Ama en önemlisi işte o görünmeyen kanatlarıyla aşka uçtuklarını.
Sürekli değişen renk cümbüşü içinde kanatlanıp uçuvereceklermiş gibi
dönen bu aşk pervaneleri düğün gecesini kutluyor. Hz. Mevlana'nın 740. Vuslat
Yıldönümünü; yani ölümünün sene-i devriyesini.
Şaşırmayın "Şeb-i Arûs" un Türkçe anlamı düğün gecesi demek. Mevlânâ Celaleddin-i Rumi'nin öldüğü gece. Mevlana Hz. bu geceyi Rabb'ine, sevgiliye kavuşma gecesi olarak düşündüğü için "Düğün Gecesi" olarak adlandırmış.
Bu yüzden Mevlânâ Celaleddin-i Rumi'nin ölüm yıl dönümlerinde 17 Aralık tarihlerine denk gelen haftalarda yapılan ve "Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenleri" olarak isimlendirilmeye başlanılan bu törenler "Şeb-i Arûs" şenlikleri olarak da anılmakta.
Şaşırmayın "Şeb-i Arûs" un Türkçe anlamı düğün gecesi demek. Mevlânâ Celaleddin-i Rumi'nin öldüğü gece. Mevlana Hz. bu geceyi Rabb'ine, sevgiliye kavuşma gecesi olarak düşündüğü için "Düğün Gecesi" olarak adlandırmış.
Bu yüzden Mevlânâ Celaleddin-i Rumi'nin ölüm yıl dönümlerinde 17 Aralık tarihlerine denk gelen haftalarda yapılan ve "Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenleri" olarak isimlendirilmeye başlanılan bu törenler "Şeb-i Arûs" şenlikleri olarak da anılmakta.
[1] Mevlâna
Dergâhının batısında inşaatına Sultan Selim II'nin şehzadeliği zamanında başlanmış
(1558-1567) arasında tamamlanmıştır. Camii Osmanlı klasik mimarisinin
Konya'daki en güzel eserlerindedir. Kuzeyinde altı sütuna istinat ettirilmiş
yedi kubbeli son cemaat yeri ve mermer söveli geçme basık kemerli cümle kapısı
mevcuttur. Ahşap kapı kanatlarından sağdakine "Mescitte Mümin, suda balık
gibidir." İbareleri mevcuttur. Son cemaat yerinin sağ ve solunda tek şerefeli
iki minaresi vardır
[2] Mesnevî ya da Mesnevî-i Manevî, Mevlânâ
Celâleddîn Rûmî'nin altı ciltlik Farsça eseri. Mesnevî, doğu klasik
edebiyatında, uyakça müstakil beyitlerinin ikişer mısraı kafiyeli bir şiir
tarzıdır ve muhtelif şairlerin neşrettikleri birer "Mesnevî" vardır.
Yalnız, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî'nin çağından beri, Mesnevî dendiği zaman bu
kitap olduğu anlaşılıyor. Yazımına 656 yılından evvel başlanılan eser, Divan-ı
Kebir ile birlikte Mevlânâ külliyatının ekseriyetini teşkil eder. Mesnevî
25.632 beyitten oluşmakta olup 'Mağz-ı Kur'an yani Kur'an-ı Kerîm'in özü
denmektedir. Çünkü Mevlânâ adeta Kur'an-ı Kerîm'in bizlere anlatmak istediğini
hikayeler; kıssalar ve deyimler aracılığıyla anlatmıştır. Mesnevî'deki
hikayelerin hiçbiri birbirini tamamlamaz bir hikaye anlatılırken başka bir
hikayeye geçilir o hikaye başka bir hikayeyi başlatır ve böyle devam eder.
[3] Mevlânâ (30 Eylül 1207, Belh- 17 Aralık 1273, Konya) Celâleddin-î
Rûmî (Rûmî adı, Anadolu'ya yerleşip orada yaşadığı için (o dönemde Anadolu'ya
Diyarı-ı Rum deniliyordu); "Efendimiz" manasına gelen Mevlânâ ise,
kendisine karşı duyulan büyük saygının belirtisi olarak verilmiştir). Dönemin İslâm
kültür merkezlerinden Belh kentinde hocalık yapan ve Sultan-ül Ulema (Alîmlerin
Sultânı) lakabıyla anılan Bahaeddin Veled'in oğludur. Mevlânâ, babası Bahaeddin
Veled'in ölümünden bir yıl sonra, 1232 yılında Konya'ya gelen Seyyid
Burhaneddin'in mânevi terbiyesi altına girmiş ve dokuz yıl ona hizmet etmiştir.
Babasının vasiyeti, Selçuklu sultanının buyruğu ve Bahaeddin Veled'in
müritlerinin ısrarlarıyla Celâleddîn babasının yerine geçti. Bir yıl süreyle
ders, vaaz ve fetva verdi. Sonra, babasının öğrencilerinden Tebrizli Seyyid
Burhaneddin Muhakkik Şems-î Tebrizî ile buluştu. Celaleddin'in oğlu Sultan
Veled'in İbtidaname (Başlangıç Kitabı) adlı kitabında anlattığına göre
Burhaneddin, Konya'daki bu buluşmada genç Celâleddîn'i o çağda geçerli İslam
ilim dallarında sınava soktu; gösterdiği başarıdan sonra "bilgide eşin
yok; gerçekten seçkin bir ersin. Ne var ki, baban hal ehli idi; sen kal (söz)
ehlisin. Kal'i bırak, onun gibi hal sahibi ol. Buna çalış, ancak o zaman onun
gerçek varisi olursun, ancak o zaman güneş gibi alemi aydınlatabilirsin"
dedi.
[4] Mevlana Müzesi, Konya'da bulunan, eskiden
Mevlâna'nın dergâhı olan yapı kompleksinde, 1926 yılından beri faaliyet gösteren
müzedir. "Mevlana Türbesi" olarak da anılır. (Yeşil Kubbe) denilen
Mevlana'nın türbesi dört fil ayağı (kalın sütun) üzerine yapılmıştır. O günden
sonra yapı faaliyetler hiç bitmemiş, 19. yüzyılın sonuna kadar yapılan
eklemelerle devam etmiştir. Osmanlı sultanlarının bir kısmının Mevlevi
tarikatından olması Türbe'ye özel bir önem verilmesini ve iyi korunmasını
sağlamıştır. Müze alanı bahçesi ile birlikte 6.500 m² iken, yeri istimlak
edilerek Gül Bahçesi olarak düzenlenen bölümlerle birlikte 18.000 m²ye
ulaşmıştır. Mevlana hakkında menkıbelerin anlatıldığı Ahmed Eflaki'nin kitabı
"Arifler'in Menkıbeleri"nde Mevlana'nın babası için türbe yaptırmak
isteyen devrin sultanına "gök kubbeden daha görkemlisini yapamayacağınıza
göre zahmet etmeyin" dediği rivayeti yer alır. Türbe, Mevlana'nın
ölümünden sonra inşa edilmiştir.
[5] Şems-i Tebrizî ya da Şems ed-Dîn Muhammad (d:
1185 - ö:1248), Azerbaycan Türklerinin İslam alimi ve mutasavvıf. Mevlânâ
Celâleddîn Rûmî'nin gönül dünyasında büyük değişikliklere sebep olan ve Mevlânâ
tarafından yazılan ilâhî aşk şiirlerinden oluşan "Dîvân-ı Şems-î
Tebrîzî" adındaki nazım eser sayesinde tanınan çok kuvvetli bir din
âlimidir. Daha küçük yaşlarda, mânevî ilimleri tahsilde gösterdiği kabiliyetle
dikkat çeken Şems, din ilimleri tahsilden sonra, genç yaşlarında Tebrizli
Ebubekir Sellaf'a mürid olmuş, ününü duyduğu bütün meşhur şeyhlerden feyz
almaya çalışmış ve bu sebeple diyar diyar dolaşmıştır. Bu gezginliğinden dolayı
kendisine "Şemseddin Perende" (uçan Şemseddin) denilmiş, ayrıca
Tebriz’de tarikat pîrleri ve hakikat arifleri ona "Kâmil-i Tebrizî"
adını vermişlerdir. Şemseddin-i Tebrizî, devamlı bir arayış içerisinde olmuş,
manevî bir işaret üzerine de Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’yi arayıp bulmuştur.
Dünyaya, kılık ve kıyafete önem vermeyen Şems, Mevlânâ ile üç-üçbuçuk yıl süren
beraberliği neticesinde onun hayatında yeni ufukların açılmasına vesile olmuş,
onu ilahî aşkın potasında eriterek, kâmil bir Hak aşığı yapmaya muvaffak
olmuştur.
[6] Cami kuzeyinde eskiden mezarlık olan
Şems Parkının içinde yer alır. Bugünkü yapı 1510 yılında Abdürrezakoğlu Emir
İshak Bey tarafından mescidle birlikte elden geçirilmiş ve genişletilmiştir.
İlk yapının 13. Yüzyılda yapıldığı ileri sürülmektedir. Ancak kim tarafından
yaptırıldığı bilinmemektedir. Cami bölümüyle bitişik durumda, içten tavanlı dıştan
sekizgen tambur üzerine piramidal külahla örtülüdür. Eyvan şeklinde olan türbe
mescide kalem işi süslenmiş ahşap Bursa kemeriyle açılır. Diğer yönlerde biri
altta, diğeri üstte olmak üzere ikişer penceresi vardır. Türbenin duvarlarında
herhangi bir bezeme yoktur. Tavanı geometrik motiflerle bezenmiştir.
[7] Konya’da Odun Pazarı semtinde, Sarraflar
(Çıkrıkçılar) Caddesi üzerinde bulunan bu cami, eski Konya Kalesinin
kapılarından birisinin yanında bulunduğundan Kapu Camisi ismi ile tanınmıştır.
Camiyi Mevlâna’nın torunlarından postnişin Hasanoğlu Şeyh Hüseyin Çelebi 1658
yılında yaptırmıştır. Konya’da yapılmış olan Osmanlı camilerinin en
büyüklerinden biri olup, düzgün kesme taştan yapılmıştır. Caminin önünde on
mermer sütunlu son cemaat yeri bulunmaktadır. Son cemaat yerindeki sütunlar
birbirlerine yuvarlak kemerlerle bağlanmıştır. Caminin basık kemerli basık
kemerli giriş kapısının bezemesi bulunmamaktadır. Ayrıca doğu ve batı
yönlerinde de birer kapısı daha vardır. İbadet mekânının üzeri içten sekiz
kubbe, dıştan da çatı ile örtülüdür. Taş mihrap ve ahşap minberi oldukça
sadedir. Yanındaki minarenin şerefeye kadar olan bölümü taştan, üzeri de
tuğladandır. Şerefe ile külah arasında da çini kuşaklara yer verilmiştir.
---------------------------------------------------------------
---------------------------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder