11 Aralık 2013 Çarşamba

104 11 Aralık 2013 Çarşamba 21:54 ŞİİR VE TÜRKÜ..........................Suya güzelleme

Suya güzelleme


Su dediğin bir nimet. Hem de sadece insana değil hayata lütfedilmiş çok özel bir nimet. 

Onun için bir bardak su verene “Su gibi aziz ol” demez miyiz ? Yola gidene “Su gibi git, su gibi gel” diye dua etmez miyiz ? Cennet bile akarsularıyla tarif edilmemiş midir ?

Su bu yüzden şarkılara, türkülere, şiirlere konu olmuştur. Mahsulün kuruduğu, toprağın, dudakların çatladığı zaman dualarla istenmiştir. Belki çok az şarkı “yağdır mevlam su” kadar üzerimizde etki bırakmıştır. Hele söyleyen Emel sayın'sa.

“Alev saracak kadar yandım yanacak kadar/Suya kanacak kadar”  nakaratıyla hatırlarda kalan bu güzel şarkıda “yağdır mevlam su !” diye yakarılır [1], adeta bir dua gibi.

Bir türkümüz [2] suyu yârin gelişine örnek tutar. Gelip onu güldürecek, talihini değiştirecektir. O yâr ki öldürse, bir damla dahi kanı akmayacaktır, o kadar sevilir yani.

"Su gelir güldür güldür/Gel de yar beni güldür/Bir damlacık kanım akmaz/Öldürürsen sen öldür"

Sade bu değil tabi, su herkes için farklı anlamlara gelir. Mesela şehirde yağmur trafik demektir, köyde bereket. Allah sel afat vermesin. Rahmet olsun yağan her damla. Varlığına hamdolsun.

Rabbim dünyada eksikliğini göstermesin. O hep camda tıpırdasın, süzülsün yol yol. Bilenler eski bir tekerlemeyi hatırlasın yeniden:

“Yağmur yağıyor / Seller akıyor / Arap kızı camdan bakıyor…”

Ahmak ıslatan olsun sokakta, koşuştursun insanlar. Islansın saçlar, düşsün yüzüne gözüne damlalar. Çaktığında şimşekler aydınlansın bozarmış gökyüzü. Tam da böyleyken, bir de şairin gözüyle seyretmeli bu hali:

“ Işığın raks edişi yağmurlara dolanmış / Süzülürken damlalar renkleri emzirmekte [3]

Fuzuli bu manzaraya “Şu dönen gök kubbenin rengi su rengi midir; yoksa gözümden akan sular, göz yaşları mı şu dönen gök kubbeyi kaplamıştır, bilemem..” [4] demiş. Gök kubbeden gelip yüzünde süzülen damlaları gözünden akan yaşlarla tarif etmiş.

Su yağmur olup gökten böyle dökülür ya yeryüzüne. Topraktır sanki hasreti, kavuştuğu. Böyleyken yine de temizler arıtır kirleri. Yüksünmez bundan, hele hele hiç büyüklenmemiştir gökten gelişine. Lahuti bir tevazu ile yüklü, secde nişanıyla bellidir mübarek.

Su; Biteviye akıp giden zamana benziyor. Hatta hayatın bizzat kendisine.

İçimi sağlık, seyretmesi zevk, sesi huzur kaynağı. Tabloları fotoğrafları bile hep güzel, zarif, çekici. Sanki bildiğimiz, özlediğimiz biryerleri andırıyor lakin, bilemiyoruz. Cennet gibi... 

Çağlayan, coşan, durulan, nazlı nazlı süzülen, sonra yine köpürüp bentler yıkan, kayaları delen ele avuca gelmez bir tabiatı var. İnsan gibi...

Hep hareket halinde, akan geri gelmiyor. Öyle sanıyorsunuz ama gördüğünüz şey biraz önce baktığınızın aynı değil. Biraz sonra avucunuza nasıl geleceği de meçhul. Aynı ömür gibi...

Anasından buhar olarak yükseliyor gökyüzüne. Bulutlardan çözülüp rahmet olarak iniyor yer yüzüne. Süzülüp iniyor toprağın derinliklerine. Sonra da kaynaklardan, göz göz pınarlardan tekrar çıkıyor günyüzüne. Doğum gibi...

Sonrasında kendi gibi daha onlarca kardeşini, eşini, çocuğunu da ekleyip yolculuğuna, denize doğru akıp gidiyor coşkuyla. Hasreti var sanki sevgiliye, ana kucağına, yaratıcısına. Kavuşuyor böylece deryasına. Sakinleşiyor, kaynaşıyor, kayboluyor okyanuslarda. Ölüm gibi...

Bakın Hacı Bektaş-ı Veli bile insana misal göstermiş suyu. Nasihat etmiş, gönlümüzü nefis afetinden koruyabilelim diye.

Gönül kâbesine girmesin hülya / Nefsine hakim ol düşme bed hûya.
Kirleri arıtan baksana suya / Hep yüzü yerlerde, buc’da değildir.

Ama su hep böyle yumuşak huylu da değildir hani. Bazen hiddetlenir, gök delinir boran olur akar delice. Sel olur kabarır, köpürür, siler süpürür önüne kattıklarını. Can alır, telef eder hatta. Kimbilir vardır belki bir sebebi bu öfkesinin. 

Ama uzun sürmez bu hali. Uysallaşır, nazlı nazlı dalgalanır toplandığı yerlerde. Yine can olur, kan olur kurda kuşa ekine.

Bizim Yunus da su ile gönül arasında ilgi kuranlardan. Gönül gibi suyun da arasıra fırtınalarına dikkat çekmiş. Değişken halleri nedeniyle bir benzerlik görmüş aralarında:

Bir dem çıkar arş üzere / Bir dem iner taht-es-serâ
Bir dem sanasın katredir / Bir dem taşar ummân olur. [5]

Kültürümüzde ibadet için insanların daima abdest almak ihtiyacını hissetmeleri suya ve çeşmelere [6] çok ehemmiyet verilmesine sebep olmuştur. Bu sebeple hayır sahipleri adeta birbirleriyle yarış edercesine meskûn yerlerde, yol boylarında, ıssız dağ başlarında çeşme yaptırmaya [7] ve su getirtmeye çalışmışlardır.

Elbette ki her milletin kendi kültürüne uygun çeşmeleri vardır. Ancak özellikle Türk mimarisinde çeşmeler [8] çok çok önemlidir. İslamiyet’in temizliğe önem vermesi ve yine su hayrının sevabının çok olduğunun dini kaynaklarda yer alması sebebiyle ecdadımızın eserleri arasında çeşmelerin çokluğu dikkat çekicidir.

Su ! Sen insanın kader arkadaşı. Hayat kaynağı. Şairin yüreğindekileri [9] döktüğü derya. Ne haznesinden taşıyor, ne de haddini aşıyor. İnan bana bu dünyada yalnız değilsin. İnsan olarak o kadar benzer yanımız var ki. Yine bir şairin dediği gibi:

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya/Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak/Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

Üstad Necip Fazıl su ile insanın benzerliğini Sakarya nehrinin akışında bulmuş. İnsan da su gibi, kıvrım kıvrım akar ömür yatağında. Su çetin yollarda adeta dua eder; köpürür, çağlar, girdap olur. İnsan da yokuşlarda susar, ister rabbinden, yalvarır. Böylece kuru bedenler içine hapsedilmiş ruhlara, gönüllere, bir damla su gibi hayat olur, can olur dua.

Su ise denizlere kavuşmak için yol alır bıkmadan usanmadan. İnsanın ömür menziline koşması gibidir suyun gürül gürül akışı. Fark şudur ki, insan diliyle ve kalbiyle teşekkür etmeyi bilir, suyun şükrü ise yağmur olup yeniden dünyaya inmektir biteviye.

Ey damla damla yağarken bulutun yaşı olan su !

Göz göz olup kaynarken toprağın yaşı olan su. Çağıl çağıl akıp ta ırmağın yaşı olan su. Ard arda dalgalanıp sahilin yaşı olan su. Buhar olup denizin, gölün yaşı olan su.

Söyle…Nedir bu gürül gürül akışın, bir yakarış mı ? Taştan taşa sekip gelişin bir kaçış mı? Köpüren, bulanan, dönen girdapların hangi günahların için ? Kurtulmak mı dileğin bu dünyadan, nedir bu acele ? Yoksa dua mı ediyorsun anlat…Neye durmaksızın mırıldanıyorsun ? Acep senin dilinde şırıl şırıl akmanın manası bu mudur ?

------------------
[1] Çatlayan dudaklara, sararan yapraklara/Kuruyan topraklara; Toz duman savrulurken, gül çimen kavrulurken/Can tenden ayrılırken; Suya hasret güllere, sana açık ellere/Tutuşan gönüllere
[2] Bağda Gülü Budadım, Samiye Balaban, Ankara Türküsü
[3] Kainat üşümekte/Bedrettin Keleştimur
[4] Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem / Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su
[5] Hak Bir Gönül Verdi Bana/Yunus Emre
[6] İslamiyet’te bedenin ve üzerindeki elbisenin temiz olması lüzumu saraylarda, konaklarda ve hatta evlerde odaların içine kadar çeşmeler yapılmasına sebep olmuştur.
[7] Kaynaktan çıkan suyun bir depoda toplanarak veya kaynaktan borularla getirilerek akıtılan suyun toplandığı lüleli veya musluklu bir hazne şeklinde taştan, mermerden veya herhangi bir malzemeden yapılmış umumi su alma yeri. Farsça bir kelime olup “çeşm” sözünden gelmektedir. Bu söz Türkçe’de “göz”e karşılık olup, “su kaynağı” manasındadır. Türkçe’de suyun kaynağına “göze” veya “göz” dendiği gibi Farsça’da da çeşme denmektedir. Arapça’da da durum aynı olup, pınara “ayn” denmektedir. Ayn “göz” manasındadır.
[8] Çeşmeler ya bağımsız olarak ortada veya herhangi bir mimari esere bitişik olarak yapılırlar. Bunlarda bir su deposu bulunur ve bu deponun duvarına lüle veya burma musluk konularak su alınır. Çeşmeler lüleli veya açık kalabilen musluklu ise, suları devamlı akar. Açılıp kapanabilen burmalı musluklu ise, istenildiği zaman açmakla su akar. Çeşmelerin musluklarından akan suların döküleceği yerde mermerden, çiniden veya diğer malzemelerden yapılan çukur kısma; tekne veya oluk denir.
[9] İbrahim Tenekeci  “Suya yazıyorum artık yüreğimdekileri/Ne taşıyor, Nede haddini aşıyor…”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder