Suya güzelleme
Su dediğin bir
nimet. Hem de sadece insana değil hayata lütfedilmiş çok özel bir nimet.
Onun
için bir bardak su verene “Su gibi aziz ol” demez miyiz ? Yola gidene “Su gibi
git, su gibi gel” diye dua etmez miyiz ? Cennet bile akarsularıyla tarif
edilmemiş midir ?
Su bu
yüzden şarkılara, türkülere, şiirlere konu olmuştur. Mahsulün kuruduğu,
toprağın, dudakların çatladığı zaman dualarla istenmiştir. Belki çok az şarkı
“yağdır mevlam su” kadar üzerimizde etki bırakmıştır. Hele söyleyen Emel
sayın'sa.
“Alev saracak kadar yandım yanacak kadar/Suya
kanacak kadar” nakaratıyla hatırlarda
kalan bu güzel şarkıda “yağdır mevlam su !” diye yakarılır [1], adeta bir dua gibi.
Bir türkümüz [2] suyu yârin
gelişine örnek tutar. Gelip onu güldürecek, talihini değiştirecektir. O yâr ki
öldürse, bir damla dahi kanı akmayacaktır, o kadar sevilir yani.
"Su gelir güldür
güldür/Gel de yar beni güldür/Bir damlacık kanım akmaz/Öldürürsen sen öldür"

Rabbim dünyada
eksikliğini göstermesin. O hep camda tıpırdasın, süzülsün yol yol. Bilenler
eski bir tekerlemeyi hatırlasın yeniden:
“Yağmur yağıyor /
Seller akıyor / Arap kızı camdan bakıyor…”
Ahmak ıslatan olsun
sokakta, koşuştursun insanlar. Islansın saçlar, düşsün yüzüne gözüne damlalar.
Çaktığında şimşekler aydınlansın bozarmış gökyüzü. Tam da böyleyken, bir de
şairin gözüyle seyretmeli bu hali:
“ Işığın raks edişi
yağmurlara dolanmış / Süzülürken damlalar renkleri emzirmekte [3] ”
Fuzuli bu manzaraya
“Şu dönen gök kubbenin rengi su rengi midir; yoksa gözümden akan sular, göz
yaşları mı şu dönen gök kubbeyi kaplamıştır, bilemem..” [4] demiş. Gök kubbeden gelip yüzünde
süzülen damlaları gözünden akan yaşlarla tarif etmiş.
Su yağmur olup
gökten böyle dökülür ya yeryüzüne. Topraktır sanki hasreti, kavuştuğu.
Böyleyken yine de temizler arıtır kirleri. Yüksünmez bundan, hele hele hiç
büyüklenmemiştir gökten gelişine. Lahuti bir tevazu ile yüklü, secde nişanıyla
bellidir mübarek.
Su; Biteviye akıp giden zamana benziyor. Hatta
hayatın bizzat kendisine.
İçimi sağlık,
seyretmesi zevk, sesi huzur kaynağı. Tabloları fotoğrafları bile hep güzel,
zarif, çekici. Sanki bildiğimiz, özlediğimiz biryerleri andırıyor lakin,
bilemiyoruz. Cennet gibi...

Hep hareket halinde, akan geri gelmiyor. Öyle
sanıyorsunuz ama gördüğünüz şey biraz önce baktığınızın aynı değil. Biraz sonra
avucunuza nasıl geleceği de meçhul. Aynı ömür gibi...
Anasından buhar olarak yükseliyor gökyüzüne.
Bulutlardan çözülüp rahmet olarak iniyor yer yüzüne. Süzülüp iniyor toprağın
derinliklerine. Sonra da kaynaklardan, göz göz pınarlardan tekrar çıkıyor
günyüzüne. Doğum gibi...
Sonrasında kendi gibi daha onlarca kardeşini, eşini,
çocuğunu da ekleyip yolculuğuna, denize doğru akıp gidiyor coşkuyla. Hasreti
var sanki sevgiliye, ana kucağına, yaratıcısına. Kavuşuyor böylece deryasına.
Sakinleşiyor, kaynaşıyor, kayboluyor okyanuslarda. Ölüm gibi...
Bakın Hacı Bektaş-ı
Veli bile insana misal göstermiş suyu. Nasihat etmiş, gönlümüzü nefis afetinden
koruyabilelim diye.
Gönül
kâbesine girmesin hülya / Nefsine hakim ol düşme bed hûya.
Kirleri arıtan
baksana suya / Hep yüzü yerlerde, buc’da değildir.

Ama uzun sürmez
bu hali. Uysallaşır, nazlı nazlı dalgalanır toplandığı yerlerde. Yine can olur,
kan olur kurda kuşa ekine.
Bizim Yunus da su
ile gönül arasında ilgi kuranlardan. Gönül gibi suyun da arasıra fırtınalarına
dikkat çekmiş. Değişken halleri nedeniyle bir benzerlik görmüş aralarında:
Bir dem çıkar arş
üzere / Bir dem iner taht-es-serâ
Bir dem sanasın
katredir / Bir dem taşar ummân olur. [5]

Elbette ki her
milletin kendi kültürüne uygun çeşmeleri vardır. Ancak özellikle Türk
mimarisinde çeşmeler [8]
çok çok önemlidir. İslamiyet’in temizliğe önem vermesi ve yine su hayrının
sevabının çok olduğunun dini kaynaklarda yer alması sebebiyle ecdadımızın
eserleri arasında çeşmelerin çokluğu dikkat çekicidir.
Su ! Sen insanın
kader arkadaşı. Hayat kaynağı. Şairin yüreğindekileri [9] döktüğü derya. Ne haznesinden
taşıyor, ne de haddini aşıyor. İnan bana bu dünyada yalnız değilsin. İnsan
olarak o kadar benzer yanımız var ki. Yine bir şairin dediği gibi:
İnsan bu, su misali,
kıvrım kıvrım akar ya/Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan,
hep basamak basamak/Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Üstad Necip Fazıl su
ile insanın benzerliğini Sakarya nehrinin akışında bulmuş. İnsan da su gibi,
kıvrım kıvrım akar ömür yatağında. Su çetin yollarda adeta dua eder; köpürür,
çağlar, girdap olur. İnsan da yokuşlarda susar, ister rabbinden, yalvarır. Böylece
kuru bedenler içine hapsedilmiş ruhlara, gönüllere, bir damla su gibi hayat
olur, can olur dua.

Ey damla damla
yağarken bulutun yaşı olan su !
Göz göz olup
kaynarken toprağın yaşı olan su. Çağıl çağıl akıp ta ırmağın yaşı olan su. Ard
arda dalgalanıp sahilin yaşı olan su. Buhar olup denizin, gölün yaşı olan su.
Söyle…Nedir bu gürül
gürül akışın, bir yakarış mı ? Taştan taşa sekip gelişin bir kaçış mı? Köpüren,
bulanan, dönen girdapların hangi günahların için ? Kurtulmak mı dileğin bu
dünyadan, nedir bu acele ? Yoksa dua mı ediyorsun anlat…Neye durmaksızın mırıldanıyorsun
? Acep senin dilinde şırıl şırıl akmanın manası bu mudur ?
------------------
[1] Çatlayan dudaklara, sararan yapraklara/Kuruyan
topraklara; Toz duman savrulurken, gül çimen kavrulurken/Can tenden ayrılırken;
Suya hasret güllere, sana açık ellere/Tutuşan gönüllere
[2] Bağda Gülü Budadım, Samiye Balaban, Ankara Türküsü
[3] Kainat üşümekte/Bedrettin Keleştimur
[4] Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem / Yâ muhît
olmış gözümden günbed-i devvâra su
[5] Hak Bir Gönül Verdi Bana/Yunus Emre
[6] İslamiyet’te bedenin ve üzerindeki elbisenin temiz
olması lüzumu saraylarda, konaklarda ve hatta evlerde odaların içine kadar
çeşmeler yapılmasına sebep olmuştur.
[7] Kaynaktan çıkan suyun bir depoda toplanarak veya
kaynaktan borularla getirilerek akıtılan suyun toplandığı lüleli veya musluklu
bir hazne şeklinde taştan, mermerden veya herhangi bir malzemeden yapılmış
umumi su alma yeri. Farsça bir kelime olup “çeşm” sözünden gelmektedir. Bu söz
Türkçe’de “göz”e karşılık olup, “su kaynağı” manasındadır. Türkçe’de suyun
kaynağına “göze” veya “göz” dendiği gibi Farsça’da da çeşme denmektedir.
Arapça’da da durum aynı olup, pınara “ayn” denmektedir. Ayn “göz” manasındadır.
[8] Çeşmeler ya bağımsız olarak ortada veya herhangi bir
mimari esere bitişik olarak yapılırlar. Bunlarda bir su deposu bulunur ve bu
deponun duvarına lüle veya burma musluk konularak su alınır. Çeşmeler lüleli
veya açık kalabilen musluklu ise, suları devamlı akar. Açılıp kapanabilen
burmalı musluklu ise, istenildiği zaman açmakla su akar. Çeşmelerin
musluklarından akan suların döküleceği yerde mermerden, çiniden veya diğer
malzemelerden yapılan çukur kısma; tekne veya oluk denir.
[9] İbrahim Tenekeci
“Suya yazıyorum artık yüreğimdekileri/Ne taşıyor, Nede haddini aşıyor…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder