Medine ziyaretleri
20 Kasım 2017 Pazartesi: Umre yolculuğumuzda 3. gün
Sabah saat 4'de kalktık. Dört buçukta mescid i Nebevi'deydik. Eşim kadınlara ayrılmış bölüme gitti. Ben de içeri girdim.
Burada her namaz sonu cenaze namazı kılınıyor. Bize göre farklı ama burada çok normal.
Hiç cenaze görmedim. Gelen ziyaretçiler bir yana belki de tüm Medine'nin cenaze namazları burada kılınıyor.
6.30'da kahvaltı edildi. Bugün program yoğun.
Namazdan sonra ravzanın karşısında toplaştık. Selçuk hoca Mescidi Nebevi ve peygamberimiz hakkında açıklamalarda bulundu. Tam dua edecektik ki golf arabasına benzer araçlı suud polisleri dibimizde bittiler. Burada onlardan en çok duyduğumuz kelime 'yallah !'
Toplaşmalar ve ravzaya karşı duadan hoşlanmıyorlar.

Uhud savaşının olduğu yer Medine-i Münevvere’nin kuzeyinde, Mescid-i Nebî’ye yaklaşık 4-5 km mesafede.
Rasûlullah (sav) Efendimizin: “Uhud bizi sever, biz de Uhud’u” diye sevgisini kelimelere döktüğü bir dağ.
Savaşın olduğu düzlükte şimdi bir mescid var. Tam ortada da şehitler mezarlığı. Uhud şehrin kuzeyinde fazla yüksek olmayan 4-5 sıra dağdan oluşuyor. Yaklaşık 200-500 metrelik yükseltiler.
Grubumuz okçular tepesinde oturdu. Biz de öyle. Rehberimiz hem uhud savaşı hem de bölge hakkında bilgi verdi. Uhud Gazvesi (1), Hicrî 3. Yılda, Şevval ayının ortalarında (Milâdî, Mart 625 tarihinde) İslâm ordusu ile Bedir Gazvesinin öcünü almak isteyen Mekke müşrikleri arasında yapılmış.

Fırsatı değerlendiren zamanın müşrik (2) komutan Halid Bin Velid okçuların terk ettiği tepeyi dolaşarak islam ordusuna arkadan saldırmış. Alınan ağır darbeye rağmen, ordu yeniden toparlanmış, müdafaa harbine geçilmiş.
Daha büyük zarar vermeden müşrikler uzaklaşmak zorunda bırakılmış. Sonuç olarak ta her iki taraf ta tam netice alamamış. Ancak sahabelerden 70 kişi şehid olmuş, Rasûlullah(sav) Efendimiz de yaralanmış. Şehidler arasında Rasûlullah (sav) Efendimizin amcası, İslâm cihangiri Hz. Hamza, İslâmın ilk davetçisi Mus’ab İbn Umeyr de vardı.
Daha büyük zarar vermeden müşrikler uzaklaşmak zorunda bırakılmış. Sonuç olarak ta her iki taraf ta tam netice alamamış. Ancak sahabelerden 70 kişi şehid olmuş, Rasûlullah(sav) Efendimiz de yaralanmış. Şehidler arasında Rasûlullah (sav) Efendimizin amcası, İslâm cihangiri Hz. Hamza, İslâmın ilk davetçisi Mus’ab İbn Umeyr de vardı.
Uhud dağının Medine’ye bakan tarafında yer alan tepe (Cebel-i Ayneyn) o günden bu yana “Okçular Tepesi” olarak anılıyor. Okçular tepesi ile Uhud yamaçları arasındaki vâdi, yaklaşık 1 km eninde. Galibi olmayan bu muharebe, işte bu sahada cereyan etmiş. Şehidlik de burada ve okçular tepesinin hemen önünde yer alıyor. Şehidliğin yanında Mescid-i Hamza var.
Uhudda çok sayıda işporta tezgahı gördük. Beğendiğim şeyler de vardı ama otobüse giden kafileye yetişmek üzere acele etmeliydik. Özellikle bir afrikalının sattığı 10 riyallik rengarenk başlıklar çok ilgimi çekmişti ama vakit ayırıp yakından bakamadık.
İkinci durağımız Kıbleteyn mescidi. Peygamberimiz ve sahabisi burada namaz kılarken inen vahiyle (3) kıble Kudüs'ten Kabeye döndürülmüş.
Mescid-i Kıbleteyn, Medine'nin Kuzey batısında Vebere Harresi denilen mevkide. Mescid-i Nebevî'ye 5 km. uzaklıkta.
İlk adı, içinde bulunduğu bölgede yerleşik olan kabile dolayısıyla Benî Selime Mescidi imiş.
İslam’ın ilk yıllarında namazlar, Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’ya doğru kılınıyormuş. Peygamberimiz (sav) kıblenin Kabe olmasını, yani namazların Kabe’ye dönülerek kılınmasını çok arzu ediyor ve bu konuda Allah’tan gelecek emri bekliyormuş.
Hicretten 18 ay kadar sonra, Şaban ayının 15. günü (Berat Kandilinde) Bakara suresinin 114. ayeti inince Peygamberimiz, namazı bozmadan hemen Kabe istikametine dönmüş, cemaat de saflarıyla birlikte dönmüşler. Böylece Kudüs’e doğru başlanan namazın son iki rekatı Kabe’ye yönelerek tamamlanmış. Bu nedenle adına çift kıbleli anlamında kıbleteyn deniyor.
Bugünkü üçüncü durağımız Hendek savaşının yapıldığı yer. Şimdi o noktada Fetih camii var. Rehberimiz bize bilgi veriyor:
Eskiden bu alanda peygamberimizin, Selmanı Farisinin ve diğer bazı halifelerin yaptırdığı küçük küçük mescitler varmış. Bu yüzden bu bölgeye yedi mescitler de deniyormuş.
Peygamberimiz ve arkadaşları arkalarını dağa verip düşmanın geldiği istikamete karşı hilal biçiminde hendek kazmışlar.
Buna alışkın olmayan düşman hendeği geçemememiş, kasıtlı olarak alçak bırakılan yerden geçen süvariler de safdışı bırakılmış.
Hemen soldaki küçük yükselti peygamber efendimizin çadırını kurduğu yer. Rasûlullah(sav) Efendimiz’in merkez karargahı buradaymış. Savaş sırasında dua ve niyazda bulunmuş, mücadelenin birçok safhalarını buradan takip etmiş.Sonrasında 7 küçük mescidden biri olarak kullanılmış.
Müslümanlar Hendek savaşından sonra artık savunmadan saldırı aşamasına geçmişler.
Bu mescidler, sonradan, (Hicrî birinci asrın sonlarına doğru Ömer İbn Abdülaziz’in Medîne valiliği sırasında) bina edilmişler. Daha sonra Osmanlılar tarafından yenilenmiş ve sağlamlaştırılmışlar.
Bu mescidlerden kıble istikametine dönüldüğünde en geride olan ve Sel’ Dağının yamacında yüksekçe bir noktada yer alanın adı Mescid-i Fetih (Fetih mescidi) oluyor.
Hendekten sonra Kuba mescidindeyiz. Rasûlullah(sav) Efendimiz, Medine-i Münevvere’ye hicretleri esnasında, Medine yakınlarındaki Kuba köyünde konaklamış, bir müddet burada misafir olarak kalmış.
Bu esnada misafir olunan evin arkasındaki boş arsanın kenarları duvarla çevrilerek mescid haline getirilmiş. Bugün mescidin son hali böyle.
Kuran-ı Kerim’de “takva üzerine kurulu mescid” diye övülen bu mescidi ve “temizliği sevenler” olarak övülen temiz ve misafirperver Kubalıları Peygamberimiz bilhassa Cumartesi günleri ziyaret eder, onların gönülleri hoş tutarmış.
Hicretin ilk coşkusu burada yaşamış, bir çok Medîne'li gelerek Peygamber Efendimizi burada ziyaret etmişler. Efendimizden sonra yola çıkanlar da gelerek ona burada yetişmişler.
Kuba Mescidi de sonraları büyültülerek yeniden inşa edilmiş. Peygamberimizi ziyaret eden Gülsüm'ün(ra) evi de bu mescid sınırları içinde kalmış.
Kuba mescidi yarısı kapalı yarısı açık bir mekan. Hoşuma gitti.
Cuma mescidi Kuba’dan Medine’ye giderken yolun sağında. Kuba Mescidinin kuzeyinden görülebiliyor.
Peygamber Efendimiz’in hicret esnasında Cuma günü öğle yakınları Kuba'dan ayrılarak Medîne’ye doğru yola çıktığında biraz ilerleyip Beni Sâlim (İbn Avf) topraklarına gelmiş. Beni Sâlim kabilesi efendimizi (sav) bırakmamış, ikramda bulunmuşlar.
İşte “Rânûna” denilen bu vâdide Cuma vakti girdiğinden peygamberimiz ilk Cuma namazını burada kılmış ve hutbe okumuş.

Ancak ilk Cuma namazı kılınan bu mescid sonraları bu adla şöhret bulmuş. Nitekim şimdi bu yerde "Mescid-i Cuma" adıyla anılan büyük bir cami bulunuyor.
Saat 11 gibi artık otobüsümüzle Medineye dönüyoruz.
Bize Medine yeşil demişlerdi. Gerçekten arada bir hurma bahçelerine rastlıyoruz ama etraf da yemyeşil değil doğrusu. Bahçeler açık arazide, şehir aralarında, küçük yeşil noktalar gibi duruyorlar.
Saat 11.30 gibi otele döndük. Hemen hazırlanıp Mescid i Nebevi'ye geldik. Öğle ve ikindiyi kılıp daha sonra da Kur'an Müzesine gideceğiz. Yatsı namazından sonra da bir hurma bahçesine götüreceklermiş.
Eşimi kadınlar bölümüne götürdüm. Bu kez ben de açık alanda oturuyorum. İkindiye kadar kuran okuyarak, dua ederek ve çevreyi izleyerek vakit geçirdim.
İkindiye yakın içeri giriyorum. İçerisi oldukça tenha, yer yer uyuyanlar görüyorum. Oysa dışarısı daha canlı ve kalabalık.
Mescid i Nebevi adeta bir mermer sütun ormanı görünümünde. İçerisi geniş, temiz ve ferah.
Mermerler kadar kemerler ve kubbeler de çok güzeller. Arada kuş cıvıltıları duyuluyor. Çektiğim fotoğrafta o küçük kuşlar var ama maalesef görünmüyor.
Mescidin 170 kubbesi varmış. Sonradan 27 tane de elektirikle çalışan, hareketli ve süslü kubbeler yapılmış. Bunlar zaman zaman açılıp mescid havalandırılıyor.
Böyle bir ana ben de denk gelmiş oldum. Önce şaşırdım, görüntü muhteşemdi. Hemen fotoğrafladım.
----------------------------------
(1) Sözlükte "istemek, arzu etmek,
kastetmek, niyetlenmek, düşmanla savaşmak" anlamlarındaki "gazv"
kökünden türeyen gazve (çoğulu gazavât); akın, saldırı, din uğruna yapılan
savaş demekmiş. İslâmî bir kavram olarak ise, Hz. Peygamber'in bizzat sevk ve
idare ettiği savaşlar anlamında kullanılıyor.
(2) Kafir Allah'ı inkar eden kabul etmeyen demek.
Müşrik ise Allah'ın varlığını kabul eder,yerleri ve gökleri Allah'ın
yarattığını bilir fakat Allah'a ortak koşar. Yani şirk eder. Şirk kelimesi bu
anlamıyla ortak demek oluyor. Şirket kelimesi de bu kelimeden türemiş.
(3) “Ey Rasûlüm! Yüzünü semâya doğru çevirip durarak bir arayış, bir bekleyiş içinde olduğunu
görüyoruz. Seni gönlüne hoş gelecek, arzu ede-geldiğin kıbleye döndürüyoruz. Yüzünü artık Mescid-i
Harama çevir, Beytullah’ı kıble
edin!…” (Bakara Sûresi 144)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder