8 Aralık 2013 Pazar

102 08 Aralık 2013 Pazar 07:17 GEZİ REHBERİ..................................Konya ve Mevlana gezisi

Konya ve Mevlana gezisi

 "Bu gezimize vesile olan Toki Hilal camii imamı Satılmış Erdoğan'a, aileleriyle birlikte bu manevi yolculuğu yaptığımız cemaatten dostlarımıza, Konya Tv yapımcısı Süleyman Doğan hocaya, Şeb-i Arusu izlememizi sağlayan Konya Valisine ve ulaşım için bize araç tahsis eden Gölbaşı Belediyesine teşekkür ederiz."

Sabah erken saatte Konya'ya doğru yola çıkıyoruz. Kafile başkanımız Satılmış hoca. Kur'an okuyarak, salavat-ı şerife, ilahi ve dualarla gidiyoruz.

Konya'da gece kar yağmış. Puslu, soğuk, yaşlı bir sabah vakti şehre girdik. Selçuklu başkenti Konya, şimdi bir milyonun üstünde nüfusu, modern görünümüyle büyük bir şehir.

İşte Mevlana ! Sadece Türkiye'den değil dünyanın her yerinden akın akın ziyaret edilen manevi bir kutup noktası.

Yanında Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlu II.Selim'in daha Konya'da şehzadeyken başlattığı, babasının ölümü üzerine padişahlığında tamamladığı Sultan Selim camii. 
Öğle namazını Sultan Selim camiinde [1] kılıyoruz. Cami, onarıma alınmış, ama bir kısmında ibadet edilebiliyor.

Cami çıkışı meydanda toplaşıyoruz. Daha önce bu meydan ağaçlarla kaplı imiş, şimdi düz, geniş aydınlık bir alan. 

Mevlana Hz. ziyaret etmeye hazırlanıyoruz.

Davet sahibi Konya TV'den Süleyman Doğan bize Horasan erleri, Mevlana ve Selçuklu başkenti Konya'yı anlatıyor. 

Böylelikle Konya'da yedisi adı bilinen, yedisi bilinmiyen ondört peygamber ile üçyüzseksenbeş evliyaullahın yattığını öğreniyoruz.

Mevlana avlusunda, türbenin hemen karşısında tarihi derviş hücreleri restore edilmiş. Geçmiş dönemlerden kalan tarihi kültür mirası birbirinden değerli yüzlerce obje burada görülebiliyor.

Bunlardan birisi de elyazması Mesnevi-i Şerif [2] nüshası. Bir başka hücrede bir Mevlevi dervişinin kaldığı mekan canlandırılmış.

Mutbah, yani Mevlevi dergahının mutfağı da aynı avluda ve yine kendi orjinal tarihi objeleriyle ziyaretçilerine açık. Mutbahın geniş ve ferah salonunda bir sofra kurulu. Etrafında Şeyh efendi ve talebeleri sanki yemek yiyorlar.

Mevlana türbesi içiyle dışıyla aslında bir hazire. Hocalar, talebeler, babalar, evlatlar hepsi bir arada. Tabi hepsi Mevlana hazretlerinin etrafında kümelenmişler.

İşte alimken aşık olan, aşıkken yanan, o ateşle pervane olup cihanı aydınlatan gönüller sultanı Mevlana Hz.nin  [3] sandukası.

Allah ona ve diğer alim, fazıl, salih, aşık bütün Allah dostlarına rahmet eyleye.

Türbenin (Müzenin) içi bi hayli kalabalık. Yerli yabancı, ayakta duran yürüyen, bir köşede oturan okuyan pekçok insan bir arada. Binanın yapısı, havası, size sanki değişik manevi bir iklimde olduğunuzu hissettiriyor.

Müzenin her tarafı atadan kalan tarihi yadigarlarla dolu. Çıkışa doğru bir bölümde sakal-ı şerif var. Abartmıyorum, kokusu hala burnumda.

Ayrıca el yazması eserler ve hat sanatında kullanılan kalem ve kalemlikler gördük. Mesela el yazması bir kur'an-ı Kerim var. Yazanın bir hanım olduğunu öğrendik, ancak sadece bir harekesi yanlış olduğu için yazan yazdığı bu esere ismini koymaktan imtina etmiş. Hassasiyete, zerafete bakınız.

Ziyaretimiz tamamlandı. Geçtiğimiz yıllarda restorasyonu tamamlanmış bu harikulade güzel yapı ve avlusundaki şadırvan gerçekten göz alıcı.

Türbe ve etrafındaki müştemilat (şimdi müze deniyor) Mevlana sevgisiyle zaman içinde yapıla eklene bugünkü şeklini almış. [4]

Bu harikulade güzel ve manevi ortamdan dualarla ayrılıyoruz. 
Ama gönlümüzü de arkamızda bırakarak.



Karnımız acıkmış. Konya'ya gelip te Mevlana Pide yememek olur mu ? İşte misafir edildiğimiz mekan da bize o güzel ve beklenen ikramı yapıyor.

Konya'da hemen her tarafta cami var. Hepsi de güzel ve bakımlı. Küçük ama selatin tarzı camiler. 

Yemekten sonra ikindi namazını böyle bir camide kılıp Konya'da buluşan iki denizden biri olan Şems-i Tebrizi Hz. ne yöneliyoruz. 

Şems-i Tebrizi bir İranlı. İran Azerilerinden. Aşk adamı, tasavvuf erbabı. Mevlana ise büyük bir alim. Bu iki deniz Konya'da buluşuyorlar. Karşılaştıklarında aralarında geçen konuşma anı müthiş. Manevi çarpışmanın şiddeti her ikisinin de kendinden geçmesine sebep oluyor. Sonrasında susuzluğunu birbirlerinden gideriyor, birbirinden alıyor, birbirine veriyorlar.

İnsanların kıskançlıkları, hasetlikleri ve aymazlıkları malum. Ayrılıkları oluyor bu yüzden. Birbirlerini canını verecek kadar seven bu iki Allah dostu tutuşup cihanı aydınlatan iki meşaleye dönüşüyorlar böylece.

Ama rivayete göre canını veren, başını veren Şems-i Tebrizi oluyor. Şimdi bu iki denizin biri burda, diğeri orda ama ikisi de Konya'da yatıyorlar. 

Elektriğin artı eksi kutupları gibi sönmeyen bir aşk şelalesiyle gönülleri aydınlatmaya devam ederek. 

Bize rehberlik ettiğin, bunları paylaştığın için sağolasın Süleyman hocam. Allah seni de iki cihanda aziz etsin.

Ev sahibimiz ve rehberimiz Süleyman hoca Şems-i Tebrizîyi [5] anlatıyor, Konya TV kameraları da bu anı görüntülüyor.

Şems-i Tebrizi hz.rinin makamında Süleyman Doğan'ın eşsiz yorumlariyla yapılan anadolu evliyaları çekimi önümüzdeki salı akşam 21.30 da 42 konya tv de yayinlanacak.

Akşam namazı vakti girdi. Namazımızı Türbenin bulunduğu yerde yapılmış bulunan Şems camiinde [6] kılıyoruz.

Konya'da yağmurlu, gözü yaşlı bir akşam. Yatsı namazı için merkezdeki kapı camiine [7] gidiyoruz.

Kapı camii oldukça büyük, geniş Osmanlı tarzı bir mekan. Bu manevi iklimde yatsı namazımızı kılıyor bir kez daha dua edip yakarıyoruz rabbimize.

Artık Şeb-i Arus vakti. Konya Büyükşehir Belediyesinin Kültür Merkezine doğru yola çıkıyoruz.

Dört sene önce de gitmiştik. Gayet geniş, ferah ve temiz bir bina. 

Biz vali kontenjanından girdik, ama, Şeb-i Arus haftası Cumartesi (diğer zamanlar Cumartesi halk günü ve ücretsiz) de olsa giriş biletli. Ücreti 25 lira. Son yarım saatte biletler karaborsada 50 liraya satılıyordu. Gözümüzle gördük. Doğrusu böyle bir mekana yakışmamıştı, çok çirkindi.

Şeb-i Arus (düğün gecesi, kavuşma günü) Ahmet Özhan konseriyle başlıyor. Tasavvufi musikinin en nadide eserlerini icra ediyor. Salonda çıt yok, adeta biraz sonra başlayacak sema ayininin girizgahı. Ahmet Özhan da iyice demlenmiş hani, bu işin üstadı olmuş artık.

Nihayet sema ayini sembolik Mevlevi şeyhinin yerine gelmesiyle başlıyor. Mekan, ışıklandırma ve yavaş hareketlerle tekrar eden figürler muhteşem.

Kulaklarımızı dolduran ney, kudüm ve diğer sazların ağır nağmeleri eşliğinde gözümüz sahnede, gösteriyi büyük bir iştiyakla seyrediyoruz.

Ve işte o muhteşem an ! Yuvarlak pembe zeminde beyaz kelebekler gibi dönen mevlevi dervişler.Yaşlısı da var genci de, hatta aralarında çocuk yaşında olanları da gördük.

Sarraflar çarşısında Hz. Mevlana'nın altın döven çekiç seslerini "Ya hak !" diye işitip, kendinden geçtiği ve aşk ile döndüğü o andan itibaren hala dönmeye devam eden vecd hali. 


Seyredilmeye doyulmayan o güzellik, kimbilir onu yaşayan için ne lezzetler veriyordur.

Bir büyük zat, aşk için "uçarsan kanatların yanar" diye uyarmış. Mevlana ilave etmiş "uçmayan kanat ne işe yarar ?" Aynı dönemde yaşamış, kendisiyle de görüşmüş, ama daha genç olan Yunus ise son noktayı koymuş: "Yandıktan sonra ben kanadı neyleyim !"

Zerafete, nezahate, hikmete bakınız. Birbirlerini nakzetmiyorlar, çekiştirmiyorlar, tersine aynı şeyi değişik açılardan aynen söylüyorlar; "Aşk, 
O'na doğru 
kanatlanıp uçmaktır !"

Sağ elini semaya açmış, sol elini toprağa indirmiş, boynu bükük, uçuşan etekleriyle dönüp duran bu pervaneler bana çok şey anlatıyor. Ama en önemlisi işte o görünmeyen kanatlarıyla aşka uçtuklarını.

Sürekli değişen renk cümbüşü içinde kanatlanıp uçuvereceklermiş gibi dönen bu aşk pervaneleri düğün gecesini kutluyor. Hz. Mevlana'nın 740. Vuslat Yıldönümünü; yani ölümünün sene-i devriyesini.

Şaşırmayın "Şeb-i Ar
ûs" un Türkçe anlamı düğün gecesi demek. Mevlânâ Celaleddin-i Rumi'nin öldüğü gece. Mevlana Hz. bu geceyi Rabb'ine, sevgiliye kavuşma gecesi olarak düşündüğü için "Düğün Gecesi" olarak adlandırmış.

Bu yüzden Mevlânâ Celaleddin-i Rumi'nin ölüm yıl dönümlerinde 17 Aralık tarihlerine denk gelen haftalarda yapılan ve "Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenleri" olarak isimlendirilmeye başlanılan bu törenler "Şeb-i Ar
ûs" şenlikleri olarak da anılmakta.


[1] Mevlâna Dergâhının batısında inşaatına Sultan Selim II'nin şehzadeliği zamanında başlanmış (1558-1567) arasında tamamlanmıştır. Camii Osmanlı klasik mimarisinin Konya'daki en güzel eserlerindedir. Kuzeyinde altı sütuna istinat ettirilmiş yedi kubbeli son cemaat yeri ve mermer söveli geçme basık kemerli cümle kapısı mevcuttur. Ahşap kapı kanatlarından sağdakine "Mescitte Mümin, suda balık gibidir." İbareleri mevcuttur. Son cemaat yerinin sağ ve solunda tek şerefeli iki minaresi vardır
[2] Mesnevî ya da Mesnevî-i Manevî, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî'nin altı ciltlik Farsça eseri. Mesnevî, doğu klasik edebiyatında, uyakça müstakil beyitlerinin ikişer mısraı kafiyeli bir şiir tarzıdır ve muhtelif şairlerin neşrettikleri birer "Mesnevî" vardır. Yalnız, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî'nin çağından beri, Mesnevî dendiği zaman bu kitap olduğu anlaşılıyor. Yazımına 656 yılından evvel başlanılan eser, Divan-ı Kebir ile birlikte Mevlânâ külliyatının ekseriyetini teşkil eder.  Mesnevî 25.632 beyitten oluşmakta olup 'Mağz-ı Kur'an yani Kur'an-ı Kerîm'in özü denmektedir. Çünkü Mevlânâ adeta Kur'an-ı Kerîm'in bizlere anlatmak istediğini hikayeler; kıssalar ve deyimler aracılığıyla anlatmıştır. Mesnevî'deki hikayelerin hiçbiri birbirini tamamlamaz bir hikaye anlatılırken başka bir hikayeye geçilir o hikaye başka bir hikayeyi başlatır ve böyle devam eder.
[3] Mevlânâ (30 Eylül 1207, Belh- 17 Aralık 1273, Konya) Celâleddin-î Rûmî (Rûmî adı, Anadolu'ya yerleşip orada yaşadığı için (o dönemde Anadolu'ya Diyarı-ı Rum deniliyordu); "Efendimiz" manasına gelen Mevlânâ ise, kendisine karşı duyulan büyük saygının belirtisi olarak verilmiştir). Dönemin İslâm kültür merkezlerinden Belh kentinde hocalık yapan ve Sultan-ül Ulema (Alîmlerin Sultânı) lakabıyla anılan Bahaeddin Veled'in oğludur. Mevlânâ, babası Bahaeddin Veled'in ölümünden bir yıl sonra, 1232 yılında Konya'ya gelen Seyyid Burhaneddin'in mânevi terbiyesi altına girmiş ve dokuz yıl ona hizmet etmiştir. Babasının vasiyeti, Selçuklu sultanının buyruğu ve Bahaeddin Veled'in müritlerinin ısrarlarıyla Celâleddîn babasının yerine geçti. Bir yıl süreyle ders, vaaz ve fetva verdi. Sonra, babasının öğrencilerinden Tebrizli Seyyid Burhaneddin Muhakkik Şems-î Tebrizî ile buluştu. Celaleddin'in oğlu Sultan Veled'in İbtidaname (Başlangıç Kitabı) adlı kitabında anlattığına göre Burhaneddin, Konya'daki bu buluşmada genç Celâleddîn'i o çağda geçerli İslam ilim dallarında sınava soktu; gösterdiği başarıdan sonra "bilgide eşin yok; gerçekten seçkin bir ersin. Ne var ki, baban hal ehli idi; sen kal (söz) ehlisin. Kal'i bırak, onun gibi hal sahibi ol. Buna çalış, ancak o zaman onun gerçek varisi olursun, ancak o zaman güneş gibi alemi aydınlatabilirsin" dedi.
[4] Mevlana Müzesi, Konya'da bulunan, eskiden Mevlâna'nın dergâhı olan yapı kompleksinde, 1926 yılından beri faaliyet gösteren müzedir. "Mevlana Türbesi" olarak da anılır. (Yeşil Kubbe) denilen Mevlana'nın türbesi dört fil ayağı (kalın sütun) üzerine yapılmıştır. O günden sonra yapı faaliyetler hiç bitmemiş, 19. yüzyılın sonuna kadar yapılan eklemelerle devam etmiştir. Osmanlı sultanlarının bir kısmının Mevlevi tarikatından olması Türbe'ye özel bir önem verilmesini ve iyi korunmasını sağlamıştır. Müze alanı bahçesi ile birlikte 6.500 m² iken, yeri istimlak edilerek Gül Bahçesi olarak düzenlenen bölümlerle birlikte 18.000 m²ye ulaşmıştır. Mevlana hakkında menkıbelerin anlatıldığı Ahmed Eflaki'nin kitabı "Arifler'in Menkıbeleri"nde Mevlana'nın babası için türbe yaptırmak isteyen devrin sultanına "gök kubbeden daha görkemlisini yapamayacağınıza göre zahmet etmeyin" dediği rivayeti yer alır. Türbe, Mevlana'nın ölümünden sonra inşa edilmiştir.
[5] Şems-i Tebrizî ya da Şems ed-Dîn Muhammad (d: 1185 - ö:1248), Azerbaycan Türklerinin İslam alimi ve mutasavvıf. Mevlânâ Celâleddîn Rûmî'nin gönül dünyasında büyük değişikliklere sebep olan ve Mevlânâ tarafından yazılan ilâhî aşk şiirlerinden oluşan "Dîvân-ı Şems-î Tebrîzî" adındaki nazım eser sayesinde tanınan çok kuvvetli bir din âlimidir. Daha küçük yaşlarda, mânevî ilimleri tahsilde gösterdiği kabiliyetle dikkat çeken Şems, din ilimleri tahsilden sonra, genç yaşlarında Tebrizli Ebubekir Sellaf'a mürid olmuş, ününü duyduğu bütün meşhur şeyhlerden feyz almaya çalışmış ve bu sebeple diyar diyar dolaşmıştır. Bu gezginliğinden dolayı kendisine "Şemseddin Perende" (uçan Şemseddin) denilmiş, ayrıca Tebriz’de tarikat pîrleri ve hakikat arifleri ona "Kâmil-i Tebrizî" adını vermişlerdir. Şemseddin-i Tebrizî, devamlı bir arayış içerisinde olmuş, manevî bir işaret üzerine de Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’yi arayıp bulmuştur. Dünyaya, kılık ve kıyafete önem vermeyen Şems, Mevlânâ ile üç-üçbuçuk yıl süren beraberliği neticesinde onun hayatında yeni ufukların açılmasına vesile olmuş, onu ilahî aşkın potasında eriterek, kâmil bir Hak aşığı yapmaya muvaffak olmuştur.
[6] Cami kuzeyinde eskiden mezarlık olan Şems Parkının içinde yer alır. Bugünkü yapı 1510 yılında Abdürrezakoğlu Emir İshak Bey tarafından mescidle birlikte elden geçirilmiş ve genişletilmiştir. İlk yapının 13. Yüzyılda yapıldığı ileri sürülmektedir. Ancak kim tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Cami bölümüyle bitişik durumda, içten tavanlı dıştan sekizgen tambur üzerine piramidal külahla örtülüdür. Eyvan şeklinde olan türbe mescide kalem işi süslenmiş ahşap Bursa kemeriyle açılır. Diğer yönlerde biri altta, diğeri üstte olmak üzere ikişer penceresi vardır. Türbenin duvarlarında herhangi bir bezeme yoktur. Tavanı geometrik motiflerle bezenmiştir.
[7] Konya’da Odun Pazarı semtinde, Sarraflar (Çıkrıkçılar) Caddesi üzerinde bulunan bu cami, eski Konya Kalesinin kapılarından birisinin yanında bulunduğundan Kapu Camisi ismi ile tanınmıştır. Camiyi Mevlâna’nın torunlarından postnişin Hasanoğlu Şeyh Hüseyin Çelebi 1658 yılında yaptırmıştır. Konya’da yapılmış olan Osmanlı camilerinin en büyüklerinden biri olup, düzgün kesme taştan yapılmıştır. Caminin önünde on mermer sütunlu son cemaat yeri bulunmaktadır. Son cemaat yerindeki sütunlar birbirlerine yuvarlak kemerlerle bağlanmıştır. Caminin basık kemerli basık kemerli giriş kapısının bezemesi bulunmamaktadır. Ayrıca doğu ve batı yönlerinde de birer kapısı daha vardır. İbadet mekânının üzeri içten sekiz kubbe, dıştan da çatı ile örtülüdür. Taş mihrap ve ahşap minberi oldukça sadedir. Yanındaki minarenin şerefeye kadar olan bölümü taştan, üzeri de tuğladandır. Şerefe ile külah arasında da çini kuşaklara yer verilmiştir.
---------------------------------------------------------------

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder