205 18 Aralık 2014 Perşembe 22:46 NE DÜŞÜNÜYORUM..................Haberiniz var mı ? İnsanlık ölmüş !
Haberiniz var mı ? İnsanlık ölmüş !

Böyle can sıkıcı şeyler işte. Sonunda yine koltuğunuza gömülmüş, sevgili televizyonunuzun karşısındasınızdır. Elinizde kumanda, bir o kanal bir bu kanal dolaşıp durursunuz. Eşiniz elinde çaylar gelir, o da sevdiği diziyi seyredecektir. Çocuklar yatmadan önce çizgi film isterler. Siz haberleri dinlemek ya da saati geldiğinde maç seyretmeyi planlamaktasınızdır.
Sonrasında adı konulmayan ama bildik bir mücadele yaşanır o küçücük aile ortamında. Bezen siz sinirlenip kalkarsınız, bazen eşiniz küser. “Dersiniz yok mu sizin ? Hadi bakalım yatma vakti geldi” sözleri ise birlik olup çocukları savma operasyonundan başka bir şey değildir.


18
Aralık 2014 · ·
Bir tarafta bomba, ateş, kan ve hiç bitmeyen bir yıkım
Öbür yanda yoksulluk, açlık ve kol gezen bir ölüm…
Yalan, algı, kumpas sarmış, ışıltılı dünyamızı
Hipnoz olmuş gibiyiz, unutmuşuz ilk andımızı
Her yönden gelen reklam, canlı medya saldırısı
Gündemde durmaz akar; haber, yorum fırtınası
Zaplasak geçer mi ki ? Bu göz alıcı karnaval
Seyret dur. Birinden başkasına yüzlerce renkli kanal
İçindeyiz, hep birlikte çılgın bir koşturmacanın
Çağın tam tam sesleri, vahşi bir karmaşanın
Tüketim çağı deniyor, borç içinde hep insanlar
Ne bu ? Büyülendik mi ? uyuşmuş hep akıllar
Sanki bir yarışma programı, çekiyor oyunumuzu
Kameralar nerde ? Görsek, anlasak, bilsek sonumuzu
Neler oluyor, sanal mı gerçek mi bütün bunlar ?
Neden hissetmiyorum acıyı, nerde o sevgi dostlar ?
18
Aralık 2015 · ·
Başlangıçta «ben» idim; Çocuktum, gençtim;
..cı oldum, …çılık yaptım, ..çı idim
yıllar boyu. Büyüdüm;
Çalıştım, didindim, koştum «kariyer»
peşinde
Gezdim durdum öyle dil pazarında
Geçti zaman döndü devran
Yaş aldıkça evrildim;
«Kulluk» muş elimde kalan; anladım
..Ve teslim oldum; adım «Müslüman».
Başka sıfatlar küçüldü, geçmişte birer
birer. Şimdi erildim;
Doğdum yeniden-eşelendiğim-
Küllerimden
Gözüm ötelerin ötesinde
Vizyonum «mümin», hedefim «salih» olmak
18
Aralık 2016 · ·
Eğer körsen köre teklif yoktur. Değilsen yürü, var; sabır kurtuluşun anahtarıdır.
Sabır ilâcı, gözlerin perdesini de
yakar, göğüsleri gönülleri de yarıp açar.
Gönül aynası saf ve pak bir hale gelince
sudan, topraktan hariç suretler görürsün.
Nakşı da müşahede edersin, nakkaşı da.
Devlet yaygısını da, onu döşeyeni de.
Hz. Mevlana / Mesnevi, İkinci cilt- 70
19 Aralık 2020 Cumartesi 21:30 CORONA GÜNLERİ............................Dünya dönüyor, hayat devam ediyor
Bütçe görüşmeleri
Aralık ayı mecliste yapılan Bütçe görüşmeleriyle öne çıkar. Aslında Haziran-Temmuz aylarından itibaren devlet kurumlarında başlayan bütçe sürecinin galası gibidir bu görüşmeler. Çok stresli ve yoğun saatler yaşanmasına rağmen daha çok hafızalarda ilginç atışmalar, kavgalar ve sahneler kalır. Geçmiş yıllarda meclis kürsüsünde ilginç bütçe konuşmalarıyla Demirel-Erbakan düelloları hala hatırlanıyor.
Meclis genel kurulundaki bu mesai bütçe maratonunun sadece çok küçük bir kısmı. Ondan önce yine mecliste Bütçe Plan Komisyonu aşaması var. Orada da Kasım ayı hareketli geçer. Başta Cumhurbaşkanlığı ve TBMM olmak üzere bütün bakanlıklar sırayla bütçelerini sunar ve savunurlar. Arka planda bekleşen kurum yöneticilerinin gözleri önünde hararetli görüşmeler yapılır. Bu görüşmeler de oldukça yoğun ama renkli geçer.
Bu süreçte pek çok kurum memur ve yöneticisi meclisin misafiri olur. Bakanlar olur da kendilerine ters bir soru gelir, cevaplandırabilsin diye getirtmiştir onları. Komisyona önerge verilmesine yardımcı olurlar. Bazı kurumlar, iktidar, hatta bazen muhalefet önerge vererek değişiklik yapılmasını isterler. Çünkü komisyon ödenek artışı konusunda genel kuruldan önce son şanstır. Genel kurulda ödenek arttırıcı önerge verilemez.
Bütçe önerisi meclise gelmeden önce aşağı yukarı 3-4 ay süren kurumlar aşamasından geçer. Eskiden yatırımlar için DPT’den, cari harcamalar ve transfer ödenekleri için de Maliye’den geçmek zorundaydılar. Şimdi ikisi de Cumhurbaşkanlığı bünyesinde. Eskiye göre işler daha kolay ve etkili. Bütçe nihayetinde bir hükümet tasarısı şeklinde değil de Cumhurbaşkanlığı teklifi olarak meclise geliyor. Biri bir tarafa diğeri başka yana çekiştirmiyor.
1980 yılından emekli olduğum 2012‘ye kadar kesintili de olsa 30 yıl boyunca bu bütçe süreçlerinin her aşamasında bulundum. Muhasebe şefi, Muhasebe Müdürü, Muhasebe ve Mali işler Daire başkanı, İdari Mali İşler Daire Başkanı, APK uzmanı ve Mali Hizmetler Müdürü olarak hep bu döngünün içinde oldum. 2003’ten sonra Bütçe sürecinde de önemli değişikler oldu. Mesela 1 yıllık program bütçe yaklaşımından 3 yıllık performans bütçelemeye geçiş çok şeyi değiştirip kolaylaştırdı.
Eskiden taşradaki kurumlar bütçe taslağını Ağustosta Ankara’ya getirir bir ay boyunca o kurumdan bu kuruma döner dururlardı. Ankara’daki bazı uzmanlardan geçebilmek için yine devletin etkili ve yetkililerinden torpil istendiği zamanlardı. Kurumlar mahsus 5 ister, Ankara 2’den dem vurur, belki 3’te anlaşırlardı.
Dünya dönüyor, hayat da devam ediyor! Corona salgını var diye dünya stop etmiyor, hayat akışı kesilmiyor. Bu arada her şey de değişmekte, farklı şeylere dönüşmekte. Bırakın 30 sene önceyi 3-5 sene önceki işler bile artık aynı değil. Çok bildik bir laf ama çok da doğru: “Değişmeyen tek şey değişim!”.
Siyaset de çalışmak zorunda, kurumlar da, memurlar da. Bu sadece devletle alakalı değil. Özel sektörün çarkı döndürebilmesi lazım. Tarlaların ekilmesi, hayvanların bakılması, sütlerin sağılıp işlenebilmesi lazım. İnsanların para harcaması, paranın malla yer değiştirmesi, insanların geçiminin sağlanması ve yaşam döngüsünün böylece devam edebilmesi lazım.
Hayat sarmalı
Hayat bir sarmala benziyor. İyiyle kötü, hayalle gerçek, hastalıkla sağlık, güzelle çirkin iç içe. İşle özel yaşamlar, krizlerle sakin günler, mutlu zamanlarla felaketler sarmaş dolaş. Sadece birbirine zıt şeyler değil alakalı alakasız sayamayacağım bir sürü farklı şey birbirine dolana dolana uzayıp gidiyor.
Uyandığımızda ne olacağımızı bilmediğimiz, iki dakika sonrası için emin olamadığımız ama uzun uzun plan yaptığımız ömürler yaşıyoruz.
Bu corana salgını da birdenbire girdi hayatımıza. Oysa geçen yıl bu zaman bambaşka gündemlerimiz vardı dünya olarak. Bir harala gürele yaşıyorduk işte. Adına sarmal mı dersiniz, burgu mu, yoksa helezonik mi? Neyse ne, işte o çok boyutlu şekil; bir minare merdiveni gibi ya da güçlü bir sarmaşık gibi göğe yükseliyordu. DNA molekülleri gibi birbirine sarılıp dizilmiş hayat sarmalına birdenbire bir virüs karıştı. Bir yıldır neredeyse bir çay kaşığını doldurmayacak kadar virüs dünyayı sallıyor.
Coronadan dolayı ölenlerimiz var. Bu arada kanserden ölen, yüksek tansiyon böbrek yetmezliğinden giden, trafik kazasından, yangından ya da terörden vefat edenler de var. Can kıymetli, acının çeşidi çok ama yakışı aynı. Hastalık mı dediniz? Onun da envai çeşidi var, hepsi de zor, hepsi de sıkıntılı. Hayat bu işte; bir tarafta kıymetini bilmediğimiz sağlık ve onun türleri, öbür yanda hastalık ve onun çeşitleri.
Sarmalın bugün için dolanıp boğazımızı sıkan bir yanı hiç şüphesiz coronavirüs. Ama hayatın daha yüzlerce binlerce başka sarmaşık dalları var. Her şeye rağmen siyaset konuşmaya devam ediyor, öbür yanda da geçim derdi hiç bitmedi ki. Kötü günler geçiriyor olabiliriz ama umutlarımız da her daim çiçek açmayı sürdürüyor. Misal; ölenlere inat doğan her çocuk bir güneş gibi doğuyor ufkumuzda. Hastalanan onca insana karşılık bebek bekleyen her aile bu günleri bir müjde gibi yaşamıyor mu?
Corona günlerinin 283.ncüsündeyiz. Umudu ve sevinmeyi özledik. Vefat sayısının dün 246 iken bu gün 241'e düşmüş olması bizi sevindirebiliyor. 18 Aralıkta vaka sayısı 26.410 iken bugün 19 Aralıkta 22.195'e düşmüş olması da öyle. Hatta aradaki fark bir kişi bile olsa yeni hasta sayısının 4.103'ten 4.102'ye inmesi bile kafamızda bir lambanın daha ışıması gibi etki yaptı.
Bir yandan kuraklığa üzülüyoruz, öbür yanda karadenizden ya da doğu Akdenizden yeni doğal gaz müjdeleri bekliyoruz. Bir taraftan ABD ile, AB ile ne olacak böyle diye endişeleniyoruz, bir taraftan Azerbaycan için, Ukrayna için seviniyoruz. Corona kısıtlamalarından muzdaribiz ama Ankara Niğde otoyolunun açılması bize bir nefeslik ara verdirebiliyor. İstanbuldan kalkıp Azerbaycan üzerinden Çine giden tren vardı bile. Bu otoyol da İstanbuldan Şanlıurfaya kesintisiz götürebilecek. Bunlar tarihi olaylar. Hüznümüzü aralayan gelişmeler.
Ve hayatın sarmalı dolanarak, karışarak ve ömrümüzü renklendirerek uzayıp gidiyor işte. Ömür dediğin bu sarmalın sadece bir kısmı. Biz de o sarmalın sadece bir damarıyız. Tomurcuk verip yeşilleniyoruz, dalımız yaprağımız oluyor. Sonra da gün geliyor sararıp kuruyoruz. Bizden çıkan dallar yapraklar sarmalın içinde yola devam ediyorlar. Dünya dönüyor, hayat sürüyor. Böyle işte...
Ben bir sokak lambasıyım
Köşede yalnız ve dimdik
Şavkımla görür insanlar
Akşamları gecesefasıyım
Her gün siz uyandığınızda
Çoktan kapanır gözlerim
Akşama gece nöbetim var
Ben ayakta, siz yataklarda
Dinlenmeliyim birazcık
Akşamlar yoğundur burda
Ki sonrası uzun bir gece
Soğuk ve sessizdir azıcık
Yağmur yağar üstüme
Sokak karla üşür, titrerim
Yaz sıcağında gevşesem
Sabah çiğ düşer yüzüme
Karanlık yalnız geceleri
Rüzgar uğultusu boğar
Bazen de deli eser yel
Zorlar, sallar direkleri
Gelir geçer altımdan
Onca araç ve insan
Başını kaldırıp bakmaz
Duygusuz, kalpsiz nadan
Bilmezler bildiğimi
Görmezler gördüğümü
Bir lambayım nihayet
Ne bilsinler çektiğimi
Tek lambam söndüğünde
Bakılır ışıksız gözlerime
Takılınca yenisi, unutulur
Aydınlığımın rehavetinde
Nankörlüğe karşı sokakları
Usanmam aydınlatmaktan
Ağaçlar ayakta ölürmüş
Kim demiş, ya sokak lambaları?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder