28 Ocak 2024 Pazar

29 Ocak 2024 Pazartesi; TORUNLARIMA MEKTUPLAR......................ANILAR; 29 Ocak

 

Alacakaranlık

29 Ocak 2020

“Artık bir şeyler yapmalı” demekle o ‘bir şeyler’ kendiliğinden olur mu? Ya da kendiliğinden olmakta olan, oluveren şeyler gerçekte bizim istediğimiz şeyler midir? Her sabahın bir akşamı var, her gündüzün bir gecesi. O oluveren şeyler içinde ömrümüzün zaman tünelinde parlayan, bir güneş gibi aydınlatıp ısıtan, sonra da solup giden, yitirdiğimiz şeyler yok mu? Bir şeyler yapanların kadrini kıymetini bildik mi peki? Olanların da farkına varıp sahip çıkabildik mi? Gördüğünüz gibi sorunun içinde sorular var. “Ne gibi şeyler?” meselâ, ‘Kim yapacak, ne zaman yapacak, nasıl yapacak, nerede yapılacak?” gibi meselâ. Çok basit ‘Beş N, bir K yöntemi’ bile bu soruları peş peşe önümüze koyabiliyor. Bu soruların alacakaranlığında memleketimden gittikçe yükselen bir ses, bir çağrı işitiyorum: “Susurluk için mutlaka bir şeyler yapmalıyız!

Bir zamanlar bir belediye başkanı tanımıştım. İç Anadolu’da küçük bir ilçenin başkanıydı. “Ankara'da ne işiniz var?” diye sordum. "Heybemi vurdum sırtıma, düştüm yollara; destek arıyorum" diye cevap vermişti. Biraz hayret, biraz da istihza ile "Ben heybe filan göremiyorum sırtınızda" dedim. "Siz göremezsiniz ama ben sırtımda ilçemi taşıyorum. Heybemin bir gözünde o var; ilçemin neye ihtiyacı olduğu, ne yapmak istediğim, nasıl yapacaklarımla ilgili projeler. Diğer gözü ise boş, kapı kapı dolaşıyorum işte. Ağlamayana meme vermiyorlar" demişti. Çok duygulandım, o kavruk tenli yüreği büyük adamı hala unutmadım.

Yine bir zamanlar meclise yanıma eski bir belediye başkanımız ve beraberindekiler gelmişti. Allah rahmet etsin, seçimlerde rakibimdi de. Buna rağmen Susurluk için elimden gelen izzet ikramı yaptım. Kahvelerimizi içerken bir taraftan da sordum: "Bir proje getirdiniz mi?" Bana soran gözlerle baktı: "Ne projesi?.." O günlerde TBMM’de Milletvekili Danışmanıydım ve Bakanlıkların bazılarının, özellikle de DPT'nin böyle küçük ilçe projelerini desteklediğini biliyordum. Bazıları araç gereç, DPT gibi bazıları da mali destek sağlıyorlardı. Tabi ki projelerin belli bir formatı ve ekinde istenen bazı belgeler vardı. Bizimkininse ne böyle bir yardımdan, ne de proje denen şeyden haberi vardı. Milletvekillerini ziyaret etmeye gelmişler. Elbet onlardan ‘bir şeyler’ isteyeceklerdi, sormadım. Sadece çok çok üzüldüm. Zira oradakilerin ve genelde Ankara'nın "Bize yardım edin, bir şeyler verin!" sözlerine en azından "Meselâ, ne gibi şeyler. Kimden istiyorsunuz, ne isteyelim?" gibi kontra sorularla karşılık vereceğini adım gibi biliyordum. Onları uğurladım, geldikleri gibi elleri boş, bir dolu lafla döneceklerdi.

Susurluk için üzülen, ‘bir şeyler yapılmasını’ isteyen herkese çok teşekkür ederim. Çok bilinen bir deyimle ‘Elini taşın altına koyan’, ‘karınca misali elinden geleni yapan’, hiç değilse taş koymayan her gayret için şükran hisleriyle doluyum. Susurluğun geleceği için ortak bir bilinç aşılamaya çalışan her yüreği büyük insana müteşekkirim. Elbet ben de çorbada tuzum olsun isterim. Sıladan uzak binlerce Susurlukludan biri olarak kafamda soru işaretleri yok değil. Fakat umutlarımı hiçbir zaman yitirmedim, şimdi de aynı duygular içindeyim. Değişen, gelişen, yükselen bir Susurluk niye olmasın ki? Çalışkan, kendi kişiliği ve saygınlığı ile hep birlikte geleceğini inşa eden bir Susurluk görmeyi kim istemez. Umarım her şey özlediğimiz, dilediğimiz gibi olur. Rabbim ihlasla isteyene, ne istediğini bilene ve uğrunda istikamet üzere gayret gösterene şüphesiz yardım edecektir, inanıyorum.

Ancak, öncelikle Susurluğun neye ihtiyacı olduğunu, ne yapması gerektiğini, kimden ne talep etmesi lazım geldiğini, zamanını, mekânını ve tonunu belirlemesi gerekiyor. İlk adım sağlıklı bir durum analizi yapmak olmalı. "Görmem, duymam, konuşmam" duyarsızlığının hiç zamanı değil. Nerede durduğumuzu, zayıf ve güçlü yönlerimizi tespit etmeden sağa sola yalpa yapmanın bir yararı olmaz. Çok şükür ki, bu tür girişimlerin, beyin fırtınalarının yapılmakta olduğunun haberlerini alıyoruz. Mülki idaresi, Belediyesi, İşadamı ve esnaf temsilcileri ile siyasi partiler, muhtarlar, sivil toplum kuruluşları el ele vermişler gibi görünüyor. Hiçbir kuşku olmasın ki bu hale Susurluğun geleceği konusunda görüş ve düşünce sahibi olan pek çok insanla büyüyüp, genişleyecektir.

Siyasi fikirler farklı olabilir. Ancak, beka gibi meselelerde politika olmaz. Şu anda bu halkanın içinde olanlar bana göre bir kamu görevi yapıyorlar. Politik anlamda yapılan konuşmalar, hatta verilen sözler bir yana içinde yaşadıkları beldeye, halka hizmet etmek, kalıcı eserlere önder olmak zorundalar. Zor günler sıçrama yapmak, büyük düşünüp yararlı işler yapmak için de bir fırsat olabilir. Meselâ otoban konusu akıllı davranıp ona göre stratejiler geliştirilirse Susurluk için farklı sonuçlar sağlayabilir. Yörsan'daki kriz bile akıllıca göğüslenip yönetilebilirse Susurluğa yeni ufuklar açabilir. Ama "Dur bakalım ne olcek!" diye beklenirse hiç şüpheniz olmasın ki bir beş yıl daha kaybedilecektir.

Kaymakamımızın değerli ve iyi bir yönetici olduğunu biliyorum. Ticaret ve sanayi odasının da işin işinde olması güzel bir haber. Hastane ve Toki yatırımı için yürütülen çalışmalar elbet Susurluk için önemli. Bunlar olmalı, verilen sözler yerine getirilmeli. Ama bütün bunların ötesinde bir sıçrama hamlesi istiyorsak; Susurluk’ta bir Üniversite kampüsü açılmasına yönelik girişim, Organize Sanayi Bölgesi yada Lojistik merkezi tesisi çok çok çok daha önemli. Aman bu fırsat pas geçilmesin. Yapılacak durum analizi ve oradan çıkacak bir stratejik plan çerçevesinde bütün alternatifler tek tek değerlendirilsin. Değişim için belirlenecek amaç ve hedefler istikametinde alınacak kararlara öncelikle Susurluğun inandırılması gerekiyor. Vizyonu olmayan, bir stratejiye sahip olmayan, hedefleri olmayan hiçbir hareket başarılı olamaz. Ama biliniz ki onların da üstünde yürünecek yola 'inanmak' vardır. Yüzünü çevirdiği yöne, gideceği yola ve varacağı menzile inancı olmayan insanların başkalarından destek beklemesi beyhudedir.

Ben kalemimle, tecrübem ve yüreğimle böyle kutlu bir yürüyüşe hazırım. Bu yürüyüşte suni ayrılıklara, laf üretmeye, sadece eleştiriye ve sen ben kavgasına yer yok, olmamalı. En başta bu ‘huruç hareketi’nin önderlerine böyle bir vazife düşüyor. Bırakın birileri alıştığı minval vıdı vıdı etmeye devam etsin, siz ‘besmele’ ile yola çıkmaya, ayrıştırmaya değil birleştirmeye gayret edin. Birileri aranızı ayırmak istese de siz aksine toparlayıcı olun, istikametinizi ve saflarınızı bozmayın. İlham mı istiyorsunuz? Edebalı ecdadımızın vasiyeti ortada, o her ‘bey’ için ve tüm zamanlarda geçerli nasihatını Osman gazi üzerinden bizlere de yapmış. O halde sizler de Susurluk için farklılıkları zenginlik, olumsuzlukları fırsat sayın. Husumetleri silin atın kalbinizden ve dilinizden. Hep birlikte Susurluk için en iyi olana doğru yönelelim ve Rabbim ihlasla hareket eden kullarına ne kapılar açar görelim.

Biliniz ki hiç bir ‘alacakaranlık’ vakti kalıcı değildir. Bakın! bir şeyler yapmaya niyet edenler için şafak sökmekte bile.  Oyalanma, “Haydi Susurluk! Kalk ayağa ve yürümeye başla!”



Yolculuk düşünceleri

29 Ocak 2024 

“Yolculuk” kavramı oldukça ilginç bir kavram. Pek çok farklı yönde ve boyutta anlam derinlikleri var. Düz anlamı ulaşım manasında. Bir ülke içinde, kentler arasında ya da ülkeler arasında gidiş gelişler demek. Herhangi bir taşıtla bir yere gidip gelme ve gezi amaçlı seyahatler de bu kapsamda. Tabi ki eğlence, turizm ve tatilin yanı sıra dini, kültürel ve eğitsel amaçlı yolculuklar da.

"Dünya bir kitaptır. Yolculuğa çıkmayanlar bunun yalnızca bir sayfasını okuyabilirler" demiş ünlü Hristiyan düşünür Augustinus. Kendisi 354 – 430 yılları arasında yaşamış. Aziz Augustinius olarak biliniyor. Bir teolog olmasının yanı sıra, Batı düşüncesi içinde ünlü ve etkili filozoflarından.

Yolculuğu ifade etmek için bir yabancıya ihtiyaç yok. Bizim kültürümüzde de yol ve yolculuk sıkça karşımıza çıkıyor. Hiç bir yol yoktur ki sonu olmasın!” demiş meselâ Hafız. “Dağ ne kadar yüksek olursa olsun, yol onun üzerinden geçer…” demiş Fatih Sultan Mehmet.

Ancak sözünün devamında”..Sen dağ olmaya heveslenme, asla gururlanma; yol ol ki herkes senin üzerinden geçerken, sen dağların bile üzerinden geçesin” de demiş İstanbul’un Fatihi çağ kapatıp çağ kapatan Sultan Mehmet. Buradaki “yol” bildiğimiz yol değil. Bu yol, hem insanın kendisine hem de ülkülerine nizam veren bir istikamet.

“Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın”demiş Şeyh Edebalı. Yolun sadece ileriye giden bir çizgi olmadığını, onun bir evveli ve kökleri olduğunun da unutulmaması gerektiğini hatırlatıyor. Bu bir “devamlılık” vurgusu, yolculuğun bir başka boyutu.

Mevlana “Fikir ona derler ki, bir yol açsın yol ona derler ki, bir gerçeğe ulaşsın”derken yolun ve yolculuğu “fikir” kavramıyla eşleştirmiş. “Yol odur ki doğru vara/Göz odur ki, hakkı göre/Er odur ki alçakta dura/Yüceden bakan göz değil” diyerek adeta tarif etmiş Yunus Emre. Şeyh Şadi Şirazi “Ben doğru yolda kaybolmuş kişi görmedim” diyerek yolun “sırat-ı müstakim”le bağlantısını kurmuş.“Cehennemde olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz/Bu yol ki "hak" yoludur dönmek bilmez yürürüz” dizesi de istiklal marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy'dan.

“Yola çıkmalı, yolda olmalı ve yol almalıyız. Yolu bulmalı, yol olmalıyız”sözleri Ömer Tuğrul İnançer'e ait. İstikametin nihayetinde bir yol ve yolculuktan ibaret olduğunu özetliyor. Ama Şeyh Sadi'den de keskin bir uyarı var: “Eğer tuttuğun yol, Allah'tan başkasına gidiyorsa, yarın seccadeni cehenneme sererler.”

Yol kadar “yol arkadaşlığı” da önemli. Hz. Mevlana bunun için “Sen "gel" de yeter ki. Yola yük olmam. Yol olur gelirim” demiş olmalı. “Bir insanı tanımak için, kendisiyle yol arkadaşlığı etmelidir” demiş Şinasi. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın da “Yol arkadaşı yoksa yol neye yarar” şeklinde bir ifadesi var. Bu o kadar önemli ki Yola çıktıklarını yolda bulduklarına değişirsen; hem yolunu kaybedersin, hem dostunu…”demiş üstad N. F. Kısakürek. Mevlana”Dost ise, düşünme ver ömrünü gitsin. Dost değilse. Hiç bekletme yol ver gitsin” derken hiç kuşkusuz yol arkadaşlarını iyi seç anlamında bir nasihatte bulunuyor. 

Hz. Mevlana “Kar taneleri ne güzel anlatıyor, birbirine zarar vermeden de yol alabilmenin mümkün olduğunu”derken yolda yürümenin adab ve ahlakını anlatmış.Yusuf Has Hacib“Yola çıkan insan yol üstünde evini yapmaz; göç eden kimse de eşyasını evde bırakmaz...” demiş yol halinde olan insan için. “Tam teslim ol; tıpkı toprağın çiftçiye teslim olduğu gibi. Zira "aşk deryası" nda teslimiyet yelkenini açmadan yol alınmaz” sözleri de Mevlana'ya bir süre yol arkadaşlığı eden Şems-i Tebrizi'den. Ölüme giderken dahi “Dönen dönsün, ben dönmezem yolumdan..”diyen Pir Sultan Abdal da yola ve yolculuğa sadakatin altını çiziyor.

Ömer Hayyam yolların çeşitliliğini ve insanın yollarla imtihanını şöyle ifade etmiş: “Herkes gönlünce bir yol arıyor kendine. Ama bir gün, bir ses haykıracak göklerden; "Herkesin yolu kendine varır, arama başka yerde." N.Fazıl Kısakürek “Yollar bir yumaktır, uzun dolaşık” demiş bu yüzden. “Herkes bir yol tutmuş gidiyor, Allah'a gitmeyen yol neye yarar” diyen Hz. Mevlana da aydınlığa çıkan anayolu bir kere daha hatırlatmış insanoğluna.

Yolculuğun bir başka anlamı da “zaman” bağlamında. Gidiş gelişlerde yolda geçen süre, zaman alan bir süreç ya da ömür çizgisi yolculuk olarak nitelendirilebiliyor. Bu yüzden çok defa “ömür” anlamında da kullanılmış yolculuk. Şair Abdurrrahim Karakoç “Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun” diyerek ömür yolculuğunun tenakuzlarını saymış kısa bir cümlede. O meşhur türküde “Uzun ince bir yoldayım/Gidiyorum gündüz gece/Bilmiyorum ne haldeyim/Gidiyorum gündüz gece”derken Aşık Veysel de aynı zaman tünelini anlatmaya çalışmış.

Mevlana“Başarı bir seyahattir, hedef değil. Mutluluk, gidilen yolun üzerindedir, yolun sonunda değil. Yolun sonunda olsa, ona varıldığında yol bitmiş ve vakit de geçmiş olurdu. Mutlu olmanın zamanı ise bugündür, yarın değil” derken yolun ve yolculuğun bizatihi kendisine ve "mutluluk" denilen duyguya dikkat çekiyor. Tıpkı “Ey yolcu! Kalbe yürü, orada seyret, orada gez dolaş” sözleriyle "kalbe"vurgu yaptığı gibi. Eğer kalp söz konusu ise Dadaloğlu'nun “Gönülden gönüle yol gider derler. Onu sürmeğe bir hoşca can gerek” dizesini de burada anmak gerek.

Aslında hepimiz doğduktan sonra ölüme doğru giden bir yolculuğun yolcularız. Manzara değişiyor, günler geçiyor, zaman akıyor ve yolculuk devam ediyor. “Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin/İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler/Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin/Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler” dizelerinde yolculuğunun yalnızlığını ve yanlışlığını dile getirmiş Kaldırımlar şiirinde Necip Fazıl Kısakürek. Nihayet “Su testisi, su yolunda kırılır” şeklinde bir Türk Atasözümüz de var yanlış yollarda gidenler için. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder