27 Mart 2021 Cumartesi

27 Mart 2021 21:30 Cuma CORONA GÜNLERİ......................................El-Hasîb/Salavat

El-Hasîb/Salavat

Bugün Corona günlerinin 380.ncisi, üç ayların da 43.ncüsü. Aynı zamanda Ramazan ayını müjdeleyen Berat kandili. Bu geceye eriştiren Rabbimize sonsuz hamd ü senalar olsun. Hayırlı olsun akşamımız, kutlu olsun gecemiz.  Allah cümle ümmet-i Muhammedin ibadetini ve dualarını kabul etsin.

Artık Şaban ayını yarılamış bulunuyoruz. 15 gün sonra inşallah hep birlikte Ramazana merhaba diyeceğiz. Bu arada üç aylar boyunca her gün bir “esma”yı anarak ve namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci değerlendirmeye devam ediyorum.

Sırada Esma ül Hüsna’nın kırküçüncüsü “El-Hasîb’' var. Yine selam ile namazdan çıktıktan, istiğfar edip allahümme entesselam duasından sonra söylediğimiz “salavat" ile ilerliyoruz.

EL-HASÎB: الحسيب Sözlükte “saymak, hesap etmek” anlamına gelen husbân (hisâb) masdarından sıfat olup “her şeyi saymışçasına bilen, hesaba çeken” demekmiş. Hasîb, ayrıca “asaletli ve şerefli olmak” anlamındaki haseb masdarıyla bağlantılı olarak “yüce ve şerefli” mânasına geldiği gibi if‘âl babındaki kullanılışından hareketle “yeten, kâfi gelen” anlamında da kabul edilebiliyor. Arap dili âlimi Zeccâc, Allah’ın hasîb ismine “kullarına yeten” mânasını verdikten sonra kelimenin “mahsûb” (lutuf ve ihsanları sürekli olarak hesap edilen) anlamına da gelebileceğini söylemiş. [1] İbn Manzûr da, “Allah her şeyin hesabını arayandır” (en-Nisâ 4/86) meâlindeki âyeti örnek göstererek hasîb ismine “her şeyi yeterince bilen, koruyan, ceza veya mükâfat olarak karşılığını veren” şeklinde anlam vermiş.[2]

Husbân kavramı Kur’ân-ı Kerîm’in otuz yedi âyetinde Allah’a izâfe edilmiş. Bunlardan yirmi yedi âyette fiil veya isim kalıbında olup “hesaba çekmek” mânasında. Yedisi mütekellim, gāib veya muhatap zamirlerine muzaf olmuş hasb isminden, üçü de hasîb kelimesinden ibaret olup “yetmek, kâfi gelmek” anlamında kullanılmış.[3] İbnü’l-Cevzî, Kur’an’da çokça zikredilen hisâb kelimesinin Allah’a nisbet edildiği âyetlerde “kâfi gelmek, hesaba çekmek, amelinin karşılığını vermek” anlamlarına geldiğini söylemiş. [4]

Kifâyet mânası ifade eden hasb kelimesi, inkârcıların ve münafıkların İslâm dini ile mensupları aleyhine sinsi faaliyetlerine karşı Hz. Peygamber’in ve müminlerin mânevî güçlerini korumalarını, ümitlerini yitirmemelerini ve Allah’ın kendilerini savunup koruyacağı şuurunu zinde tutmalarını tavsiye eden âyetler içinde yer alıyor.

Bir âyette de (et-Talâk 65/2-3) eşler arasında anlaşmazlık ortaya çıktığında tarafların, özellikle erkek tarafının âdilâne ve insanî duygularla davranması emredilmekte ve Allah’ın kendisine tevekkül eden kimseye yeteceği belirtilmekte.

Hasîb isminin yer aldığı üç âyetin birinde (en-Nisâ 4/6), yetim mallarını elinde bulunduranların dürüst davranmalarının gerektiği anlatıldıktan sonra her şeyi en küçük ayrıntılarına varıncaya kadar bilen Allah’ın bütün davranışların hesabını soracağı ifade edilmekte.

Diğer âyette (en-Nisâ 4/86) görgü kurallarından selâmlaşma konusu üzerinde durulmakta ve bir kimseye verilen selâmın samimi bir ilgiyle cevaplandırılması gerektiği vurgulanmakta, ardından da Allah’ın her şeyin hesabını soracağı bildirilmekte. Fahreddin er-Râzî’nin de işaret ettiği gibi her iki âyette yer alan hasîb ismi hem hesap soran hem de kendine kâfi gelen mânalarını taşımakta. [5]

Üçüncü âyette ise (el-Ahzâb 33/39) başta peygamberler olmak üzere ilâhî emirleri insanlara tebliğ edenlerin Allah’tan başka kimseden korkmadıkları, zira Cenâb-ı Hakk’ın herkese kâfi geldiği belirtilmekte. Bu âyetteki hasîb isminde “yeten, kâfi gelen” mânası galip.[6]

Husbân masdarından türeyen çeşitli kelimeler sözlük anlamları ile muhtelif hadislerde de kullanılmış (bk. Wensinck, el-Muʿcem, “ḥsb” md.). Hasîb ismi, Kütüb-i Sitte içinde doksan dokuz ismi ihtiva eden esmâ-i hüsnâ listesine yer veren muhaddislerden Tirmizî rivayetinde yer almışken (“Daʿavât”, 82) İbn Mâce’de mevcut değil. [7]

'O' herkesin hayatı boyunca yaptıklarının hesabını bütün teferruatıyla bilen, mahlukatına kafi olan, kullarının hesabını en güzel şekilde ve çabuk şekilde gören, kullarını hesaba çeken, kullarının yaptıklarını muhasebeye tabi tutan, amellerinin karşılığını verme hususunda kafi olan, kullarının hesabını en iyi gören, en ince teferratuna kadar bilen hesaplayan" demek.


SALAVAT:  yani SALÂTÜSELÂM والسلامالصلاة   Selam vererek namazdan çıktıktan, istiğfar edip allahümme entesselam duasından sonra müezzin "Alâ Rasulina salavat" diye cemaati salavata davet eder. Anlamı: "Peygamberimiz üzerine salavat" (getirin)” demek. Tesbihata geçildiğinin habercisi gibidir. 

Salevat kısaca, “Allahümme salli ala Muhammed ve ala âli Muhammed” diye söyleniyor. "Allâh'ım, Efendimiz Muhammed'e, salatu selam eyle" anlamına geliyor.

Sözlükte “dua, tâzim, rahmet” gibi anlamlara gelen salât ile (çoğulu salavât) “esenlik” mânasındaki selâm kelimelerinden oluşan salât ü selâm, “aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm” veya “sallallāhü aleyhi ve sellem” şeklindeki dua cümlelerinin yerine daha çok Osmanlı Türkçesi’nde kullanılmış.

Böyle dua etmeye “salavat getirme”, Arapça’da ise “tasliye” deniyor. Bu duadan söz edilirken “salvele” kısaltması kullanılıyor. [8] Kâşgarlı Mahmud salavat karşılığı olarak alkış (övgü) kelimesine yer vermekte (DİA, II, 470).

Bir âyette, “Allah ve melekleri peygambere salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve onu tam bir teslimiyetle selâmlayın” buyuruluyor (el-Ahzâb 33/56; ayrıca bk. el-Bakara 2/157; et-Tevbe 9/99, 103; el-Ahzâb 33/43). Müfessirler, bu âyette Allah’ın peygambere salâtının ona rahmet etmesi ve onu melekleri katında övmesi, meleklerin salâtının peygamber için istiğfarda bulunmaları ve müminlerin salâtının Allah’tan peygamberin kendi katındaki makamını yüceltmesi için dua etmeleri anlamına geldiğini ifade etmişler.

Âyetin ikinci kısmında geçen “tam bir teslimiyetle selâmlama” ifadesi ise ya -namazların son ka‘desinde okunan Tahiyyat duasında olduğu gibi- belli selâm kelimelerini kullanarak Hz. Peygamber’in mânevî şahsiyetini selâmlama ya da onun emirlerine tam anlamıyla boyun eğme şeklinde anlaşılmış. Bir mecliste Resûl-i Ekrem’in adı ilk anıldığında veya bir metinde ilk yazıldığında salâtüselâmda bulunmanın âyetteki emri yerine getirmek için yeterli sayılacağı kabul edilmiş.

Hz. Peygamber’e salâtüselâm getirmekle ilgili hadislerden birinin meâli şöyle: “Kıyamet günü insanların bana en yakını bana en çok salavat okuyanıdır”. [9] Resûl-i Ekrem, kendisine nasıl salât okuyacaklarını soran bazı sahâbîlere namazlarda okunan “Salli ve Bârik duaları”, “salât-ı tâmme” ya da içinde Hz. İbrâhim’in adı geçtiğinden “salât-ı İbrâhîmiyye” diye bilinen duayı okumalarını tavsiye etmiş.

Şâfiîler ayrıca salavatı hutbenin rükünleri arasında sayıyor. Konuyla ilgili rivayetlerde Resûl-i Ekrem’e salavat getirmenin başka şekillerinden de söz edilmiş (Fîrûzâbâdî, s. 140-159). Namazların dışında Resûlullah’ın adı anılınca, yazılınca, ezan dinlerken, cuma günü, mescide girince, cenaze namazında vb. vesilelerle, ayrıca yazışmalarda ve kitap hâtimelerinde Hz. Peygamber’e salâtüselâmda bulunmak müstehap sayılmış (Kādî İyâz, II, 67-70).

Bazı âyet ve hadislerden hareketle Hz. Muhammed’den başka diğer peygamberlere de salâtüselâmda bulunulması tavsiye edilmiş. Ehl-i beyt’e veya sahâbeye Resûl-i Ekrem’e salâtüselâmın devamında ve ona tâbi olarak salâtta bulunmak câiz olmakla birlikte onlar için müstakil şekilde salât ifadesi kullanılması genellikle uygun görülmemiş.[10]

Hz. Peygamber’in ismi yazıldığında salavat getirilmesini teşvik eden hadislerin de etkisiyle yazılı metinlerde bu tür dua cümlelerine ve bu cümlelere ait kısaltmalara yer verilmekte. Bu bağlamda salavat için Türkçe’de “Sallallâhu aleyhi ve sellem" karşılığı “s.a.v.” veya “Aleyhissalati vesselam” karşılığı “a.s.” gibi kısaltmalar kullanılıyor.

Ayrıca namazda Ettehiyyatüden sonra okunan Salli Barikler de en güzel birer salavat niteliğinde.


[1] (Tefsîru esmâʾillâhi’l-ḥüsnâ, s. 49)

[2] (Lisânü’l-ʿArab, “ḥsb” md.)

[3] (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḥsb” md.)

[4] (Nüzhetü’l-aʿyün, s. 250-251; ayrıca bk. HİSÂB)

[5] (Mefâtîḥu’l-ġayb, IX, 200; X, 222)

[6] (Taberî, XXII, 12; Beyzâvî, III, 385)

[7] Kaynak <https://islamansiklopedisi.org.tr/hasib>

[8] (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ṣlv” md.; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 155-156; Fîrûzâbâdî, s. 6-7)

[9] (Tirmizî, “Vitir”, 21; başka örnekler için bk. Wensinck, el-Muʿcem, “ṣlv” md.)

[10] Kaynak <https://islamansiklopedisi.org.tr/salatu-selam>

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder