22 Mayıs 2024 Çarşamba

22 Mayıs 2024 Çarşamba TORUNLARIMA MEKTUPLAR.....................ANILAR; 22 Mayıs


Yilmaz Yalcın
 kapak fotoğrafını güncelledi.

20 Mayıs 2013

Güzel torunum ve eşimle Harikalar diyarında.12.052013

Yilmaz Yalcın
Gazete yazıları II albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.


Fethi anlamak

İstanbul'un fethi bizim için sade bir şehrin zapt edilmesi değildir. Hatta Avrupa’nın kap karanlık Orta çağının kapanıp dünya için yeni bir aydınlık çağ açılması da fethi tek başına anlatmaz. Fethi anlamak için Sultan Fatihi tanımak lazımdır. Akşemseddin’i, Ulubatlı’yı hatırlamak gerekir. Ayasofya’nın önemini kavramadan olmaz. Kutlu sahâbi Eyüp Sultan’ı (ra)  bilmeden, o surların önüne gelip gitmiş onlarca islam ordusunu anmadan fetih anlaşılamaz. Fetih bir kuru tarih mi ? / Yoksa sade bir cihangir mi Fatih / Düşünmeli…Çağ açıp çağ kapatan o gün / Neden kutlu bir müjdeyle gelmiş / Bilinmeli…Osmanlı sarığını / Kardinal külahına tercih eden / Günün Ayasofya’sını / Anıp hatırlamalı / Kurtuluşu görmeli, Fethi anlamalı”

Her Mayısın 29’unda fetih bir kez daha anılır bu ülkenin gönlünde. Oysa o günden bu yana tam  566. yıl geçti. 29 Mayıs 1453 Salı Fetih günü / Allahu Ekber nida'ları kapladı yeri göğü / Titredi Yedi kat Toprağın Katman'ları / Tarih'ler Kutlu Fetih diye yazdı bunu / Gömülürken Ortaçağ Marmara'nın Sularına / Yürüdü Fatih'im Yeniçağ'ın aydınlık yol'larına. (İshak Özlü) O güne kadar Peygamberimizin(sav): “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur” müjdesine nail olmak üzere pek çok islam ordusu Konstantinopolis önüne geldi. Ancak Fetih "İmtisâl-i câhidû fillâh oluptur niyyetüm / Din-i İslâm'ın mücerred gayretidür gayretüm" diyen Fâtih Sultan Mehmed'e nasip oldu.

Daha çok bir savaş olarak fethin ne zaman, nasıl gerçekleştiğine dair tarihi bilgilerle ilgileniriz. Oysa ki Fethi hazırlayan pek çok ilginç olay ve kişi vardır arka planda. Meselâ yukarıda geçen peygamber müjdesi de onlardan biridir. Babası Murat han’a Hacı Bayram Veli’nin daha kundaktayken küçük Mehmed’i işaret etmesi de böyledir. Küçük Şehzadenin talihsiz ilk tahta geçiş süreci de Fethin yoluna döşenmiş taşlar gibidir aslında. Çandarlı’nın şahsında kudretli bir veziriazamın muhalefetinin ya da ihanetinin perde arkası oldukça ilginç bir derstir. Sultan Mehmed’in her iki boğaza da birer muhafız hisar yaptırması stratejik bir deha eseridir baktığınızda. Dahası her birinin şekli bile bu dehanın ne kadar zarif bir imzaya dönüştüğünü gösterir. Gemilerin karadan yürütülmesi ise görülmüş şey değildir tarihte. Ya devasa top ‘Şahin’in üretilme süreci ? Daha bunun gibi pek çok şey adeta ilmik ilmik örmüştür fethe giden yolları. Bu günün anısına bunlardan yalnızca ikisini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Sultan II. Mehmet, Bizans'ın fethinden önce Boğaz'ın güvenliğini sağlamak için Rumelihisarı'nı yaptırmaya karar vermişti. Hisar'ın inşaatına başlamadan önce Bizans imparatoru Konstantin Dragazes'e bir elçi gönderdi. Amacı, nezaketen de olsa imparatordan izin almaktı. Elçisi aracılığıyla Sultan Mehmet'in isteğini öğrenen imparator, ona söyle bir cevap gönderdi: "Padisahınızın kale yaptırmak istediği toprakların sahibi Galatalılar'dır. Galatalılar ise bizim yönetimimizde değil, Avrupalılar'ın yönetimindedir. Biz, size izin versek bile Avrupalılar, bunu kesinlikle kabul etmezler. Eğer onlardan gerekli izini almadan böyle bir işe teşebbüs ederseniz Avrupalılar, bu yaptığınızı hoş karşılamayacaktır."

Bizans imparatoru, Rumelihisarı'nın yapılmasından hoşnut değildi. Ama bunu doğrudan söylemiyordu. Avrupalılar'ın hoşnut olmayacağını söyleyerek, bir şekilde onları tehdit aracı olarak kullanıyordu. Sultan Mehmet, imparatorun gönderdiği cevabı öğrendiğinde, bu defa ona şöyle bir haber iletti: "Maksadımız, komşuluk hakkından dolayı sizin izninizi almaktı. Söylediklerinize göre bu topraklar size ait değil. Sizin ise hisarın yapılması için rıza gösterdiğiniz anlaşılıyor. Avrupalılar'ın hoşnut olup olmayacağına gelince; siz merak etmeyiniz, onlara gereken cevabı veririz. Bizim için önemli değil!...Şimdi hemen gidip efendinize söyleyin. Karşısındaki padisah, öncekilere benzemez. İmparatorunuzun hayalleri, benim gücümün ulaştığı yerlere bile varamaz. “ Böylece Sultan, Galatalılar'ın arazisine gereken bedeli ödeyerek Rumelihisarı'nın inşaatını 15 Nisan 1452'de başlattı. İş bölümü yapılarak her bölümün inşası bir paşanın denetimine verilmiş, deniz tarafına düşen bölümün yapımını da Fatih Sultan Mehmet bizzat kendisi üstlenmişti. Denizden bakıldığında sağ taraftaki kulenin yapımına Saruca Paşa, sol taraftakinin yapımına Zağanos Paşa, kıyıdaki kulenin yapımına da Halil Paşa nezaret etmiştir. Buralardaki kuleler de bu paşaların adlarını taşımaktadır. Hisarın inşası tam dört ay içerisinde 31 Ağustos 1452'de tamamlanmıştır. Boğazkesen Hisarı olarak anılan kale 'Muhammed' yazısı şeklinde inşa edilmiştir. İlginçtir ki daha önce Çanakkale boğazına yapılan Kilitbahir kalesi de kalp şeklindeydi.

İstanbul 1453 yılına kadar dünyada klasik kuşatma savaşında savunmaya en elverişli şehirlerden biriydi. 3 tarafı denizlerle çevrili bir yarımada yeterli bir duvar sistemiyle korunuyor, düşmana tek bir cenahını açık tutarak kendisini güzelce savunabiliyordu. O tarihe kadar 20 kez kuşatılmış 1208 yılı haricinde Enrico Dandolo’nun oyunları sayesinde dostları Latin Haçlılara yalnız bir kere düşmüştü. Herhangi bir kuşatmada Cenevizliler tarafından da arada denizden yardım, erzak ve asker alabiliyordu. Bizans imparatorları Rum Ateşi fırlatan gemileri sayesinde Marmara Denizi’nde herhangi bir düşman donanmasına terör estirip ikmal yollarını açık tutabiliyordu. İkmal kesilse dahi daha önceki örneklere bakarak Bizans bir kuşatmaya aç kalmadan yıllarca karşı koyabilirdi.

Daha önce savaşlarda barut ve top kullanılmış da olsa bunu Osmanlılar kadar büyük bir şekilde deneyen olmamıştı. Mühendisliğini bizzat Fatih'in yaptığı Şahî adı verilen top 8 metre uzunluğundaydı. 75 cm çapındaki güllesi 544 kilo çekiyordu. Doldurulması da haliyle üç saat sürdüğünden günde ancak beş altı kere ateşlenebiliyordu. O kadar ağırdı ki yapımcısı Macar Urban bu topu kalıplara hiçbir öküz arabasının taşıyamayacağını hesaplayarak iki parça halinde döktürmüştü. Böylece zamanına göre çok ileri bir vidalı sistemle birbirine eklenerek kullanılıyordu. Surlara isabet ettiği anda da o noktanın tamiri gece gündüz çalışan Bizans duvar ustalarıyla bir haftayı bulabiliyordu. Bu topun daha az bilinen bir başka özelliği daha var. İstanbul’un fethinden 354 yıl sonra, 1807 yılında Çanakkale Boğazı’nı zorla geçmeye çalışan İngiliz gemilerine bir el ateş edip 22 kişiyi öldürmüş ve İngilizleri geri çekilmeye zorlamış şanlı bir gazidir bu top. 

Evliya Çelebi Eyüp semtini "İstanbul'a bitişik olup baştanbaşa mamurdur” diye anlatıyor. Semte adını veren Ebu Eyyûb El-ensarî (veya Ebu Eyyûb Halid bin Zeyd) adlı sahâbi ise ülkemizde daha çok Eyüp Sultan Hazretleri olarak anılıyor. Eyüp-el Ensarî İslâm peygamberi Hz.Muhammed'i (sav) Mekke'den Medine'ye hicret ettiği zaman evinde ilk misafir eden kişi. Peygamber efendimiz onun evinde yedi ay misafir olarak kalmış. Ancak, Eyüp Sultan hazretleri aynı zamanda Bedir, Uhud, Hendek ve diğer bütün savaşlarda peygamber efendimizin yanında yer almış ve onun bayraktarlığını da yapmış bir sahâbi. Bu sebeple kendisine mihmandar-ı nebî ünvanı verilmiş.

Kendisi hayattayken Rasûlullahın (sav) "İstanbul elbette fetholunacaktır; onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir" şeklindeki müjdesini duymuş. Bu yüzden de o,  son nefesine kadar bu müjdenin gerçekleşmesi için gayret göstermiş bir mücahiddir. Kayıtlara göre hicretin 52. yılında onun da yer aldığı İslâm ordusu İstanbul'u kuşatıyor. Ancak, uzun bir yolculuk yapan Eyüp Sultan hazretleri yaşının çok ilerlemesinden dolayı İstanbul'a yaklaştıkları sırada hastalanıyor. Buna rağmen, öldüğü takdirde cenazesinin hemen gömülmeyerek, ordunun varacağı en ileri noktaya kadar götürülmesini vasiyet ediyor.

Fatih, 1453 yılında ordusuyla İstanbul önüne geldiği zaman, Eyüp Sultan hazretlerinin kabrini bulmak istiyor. Hocası Ak Şemsettin tarafından manevi keşif yoluyla o mezar bulunuyor. O günden bu yana Eyüp Sultan hazretleri adeta müslüman İstanbul'un ve fethin bir sembolü haline gelmiş durumda. Artık Eyüp Sultan'sız bir İstanbul düşünülemiyor. Çünkü o İstanbul'un medâr-ı iftiharı, aynı zamanda fethi müjdelenmiş kutlu bir şehrin de bayraktarıdır. 

Bugün için fethin manasından uzak, ne oradan ne buradan iki arada bir derede kalmış olabiliriz. Hatta, bazen mağlup ve zelil düşmüş de olabiliriz. Belki çağdaş uygarlık düzeyinin altında, İslâm medeniyetinin ise çok çok uzağında bulunuyor olabiliriz. Ama tarihin hiçbir anında zalim, hırsız ve emperyalist olmadık olmayacağız da. Bizi taş, madde ve para uygarlığı ile ölçmeye kalkanlar, hayallerinin ötesinde kalan mukayeseli üstünlüklerimizi göremeyenlerdir. Üstelik bugünkü eksiklerimiz, yanlışlarımız, iğretiliklerimiz bize bulaşmış hastalıkların eseridir, zarafet medeniyetinin değil. Fethi anladıkça dirilmeye ve kendimizi yenilemeye de yakınız demektir. Allah’ın izniyle bizde 19 Mayıs’lar, 29 Mayıslar bitmez, bitmeyecektir de. Ayasofya orada öyle mahzun durdukça, İstanbul Bizans’a benzedikçe  Fetih akınları kesilmez, kesilmeyecektir.

Yazımızı Arif Nihat ASYA’nın Fetih marşından bir alıntı ile gençlerimize seslenerek noktalayalım:  “Yürü: Hala, ne diye oyunda oynaştasın? Hala ne diye, kendinle savaştasın? Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!” 

Yilmaz Yalcın
Divan şiiri I albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.

22 Mayıs 2019


MÜNÂCÂT

Komaz göñülde gümân Lâ-ilâhe illa’llâh
Disem biñ olsa zebân lâ-ilâhe illa’llâh
(Gönülde şüphe bırakmaz lâ-ilâhe illâ’llâh. Desem bin olsa dilim lâ-ilâhe illâ’llâh)

Nedür tekellüm-i tevhìd didüm ervhâ
Pür oldı kevn ü mekân lâ-ilâhe illa’llâh
(Tevhidi konuşmak nedir dedim ruhlara. Doldu varlık mekânı lâ-ilâhe illâ’llâh)
Egerçi birligüñe var senüñ hezâr delìl
Yiter fakìre beyân lâ-ilâhe illa’llâh
(Her ne kadar senin birliğine var bin delil. Yeter fakire söylemek lâ-ilâhe illâ’llâh)
Disem safâ-yı derûn-ıla rûz-ı haşre degin
Ecelden olsa amân lâ-ilâhe illa’llâh
(Desem gönül rahatlığıyla haşir gününe kadar. Ecel aman verse de lâ-ilâhe illa’llâh)
Derûnu dilde olan cümle şirki mahv eyler
Zebândan olsa ʿıyân lâ-ilâhe illa’llâh
(Gönülün derinliklerindeki bütün şirki yok eder. Lisanda olsa açık lâ-ilâhe illa’llâh)
İlâhi zikr-i cemìlüñ durur senüñ ’ola ger
Olursa cânlara cân lâ-ilâhe illa’llâh
(İlâhî güzelliğinin zikridir senin ola eğer. Olursa canlar can lâ-ilâhe illa’llâh)
Senüñ o zât-ı cemîlüñle birligüñ dün ü gün
İder cihâna beyân lâ-ilâhe illa’llâh
(Senin o güzel zatın ile birliğin her vakit. Eder beyan âleme lâ-ilâhe illa’llâh)
Tehî degül bu tokuz dâʾire bu merkez-i hâk
Tolu kenâr u miyân lâ-ilâhe illa’llâh
(Boş değil dokuz daire bu toprağın merkezi. Dolu kenarı ortası lâ-ilâhe illa’llâh)
Bir âftâb-ı cihân-tâbdur ki nûrundan
Kılur derûnı leyân lâ-ilâhe illa’llâh
(Âlemin güneşi nurundan bir tanedir ki. Kılar içten bir huzur lâ-ilâhe illa’llâh)
Safâ cevâhirini ister-iseñ ey tâlib
Kim ol cevâhire kân lâ-ilâhe illa’llâh
(Saflık cevherini ister isen ey talib. O cevhere ocak lâ-ilâhe illa’llâh)
Cihâna niteki envâr-ı mihr-i ʿâlem-tâb
Kulûba nûr-feşân lâ-ilâhe illa’llâh
(Kainata nimet ki güneş ışıkları aleme güç. Kalplere nur saçan lâ-ilâhe illa’llâh)
Virür hayât-ı ebed âdeme ʿaceb mi eger
Olursa cân u cihân lâ-ilâhe illa’llâh
(Ebedi hayat verir insana tuhaf mı eğer. Olursa cihanın canı lâ-ilâhe illa’llâh)
Senüñ bu kudret-i bì-haddüñe kılur nazarı
Eyitdi pìr ü cüvân lâ-ilâhe illa’llâh
(Senin bu hudutsuz kudretine nazar edip. Dedi ihtiyar genç lâ-ilâhe illa’llâh)
İlâhì irişicek soñ nefes zebânumuza
Getür su bigi revân lâ-ilâhe illa’llâh
(İlahi erişecek son nefes dilimize. Getir su gibi akan lâ-ilâhe illa’llâh)
İlâhî kudretümüz cân virürken alma bizüm
Disün dehân u lisân lâ-ilâhe illa’llâh
(İlâhî can verirken kudretimizi alma bizim. Desin ağzımızın dili lâ-ilâhe illa’llâh)
Murâdum ol ki İlâhî getür ecel iricek
Zebânuma o zamân lâ-ilâhe illa’llâh
(Dileğim o ki İlâhî ecel erince getir. Dilime o zaman lâ-ilâhe illa’llâh)
Eger ki safvet-i kalb ister-iseñ ey Zâtî
Safâ-y-ıla di her ân lâ-ilâhe illa’llâh
(Eğer Kİ kalp temizliği ister isen ey Zâtî. Gönül rahatlığıyla de her ân lâ-ilâhe illa’llâh)
Zâtî (*)
--------------

22 Mayıs 2018 Salı 02:00 İŞ DOKTORU .....................................İş hayatında stres

İş hayatında stres

Bir iş ortamının bizzat kendisi ya da kaprisli ve kişiliksiz bir yönetici çalışan için stres kaynağı olabilir. Ama kişinin stresi kendisinden de kaynaklanabilir.

Örneğin, ailevi sıkıntılar, geçim problemi, yaş durumu, eğitim düzeyi, bilgi seviyesi gibi konular kişiyle birlikte iş ortamına taşınabilirler.

Stresin birçok belirtisi vardır. Bu belirtilerden en önemlileri “yüksek kan basıncı, hızlı kalp atışı, kaslarda gerilim ve titreme, uykusuzluk, midede kramp ve bulantı, baş ağrısı, baş dönmesi, aşırı yorgunluk, bitkinlik, göğüs ağrısı, ağız kuruması, zayıflık, aşırı terleme, zor nefes almak, bağırsakların bozulması ve dişlerin sıkılması” olarak sayılabilir.

Toplum hayatında olduğu gibi iş ortamında da adaletsizlik bir stres kaynağı. Zira adalet kavramı devlet ve toplum hayatının olduğu kadar kişilerin ruh sağlıklarının da temelidir. 

Adaletsizlik, ister toplum hayatının genelinde, isterse yönetimsel ilişkilerin temelinde yıkıcı ve sarsıcı etki yapar. 

Böyle bir uygulamaya muhatap olan kişi, hakkını alamadığı ya da adaletin tecellisini göremediğini düşündüğünde kendisini için için yer bitirir. Sıkıntısını, uğradığı haksızlığı etrafına sık sık anlatır ki, bu durum önemli bir stres nedenidir.

Bir başka stres nedeni de ücret eşitsizliğidir. Bir çalışan, ister memur olsun ister işçi  en temel isteği ve beklentisi hakkı olan ücreti alabilmektir. Bu temel ihtiyaca uyulmazsa, memur Devlet’e, işçi Patronuna küser ve bu küskünlük yeri gelir içe kapanmaya ve kendince protestoya dönüşür. Bu da bir tür stres halidir.

Özünde kişiler hesap vermekten hoşlanmaz. Üstelik insan psikolojisinde, hataları kabullenmeme, kendisini devamlı haklı görme ve hataya mazeret arama vardır. İlave olarak denetim, teftiş, soruşturma, inceleme vb. haller soğuk ve ürkütücüdür. 

Nihayetinde geçmişe dönük olarak yapılanların hesabının verilmesi, gerektiğinde cezalandırılmak vardır. Yani, başlı başına bu olgu bile, denetim elemanından ayrı olarak, korku ve baskı nedeni oluşturur. Hele, bir de verilemeyecek hesap, yapılan bilinçli yanlışlıklar varsa, bu korku ve baskı paniğe dönüşür.

Çalışan ya da yöneticinin özel hayatında sorunlar olabilir. Kişi toplumsal ilişkilerde ve statüsünde kendisini başarısız görebilir. Bu durum zaten iş dışında da kendisini stresli yapar. 

Doğal olarak bu hali işine de yansıyacaktır. Bundan etkilenecek diğer çalışan ya da yöneticiler de olacaktır. 

Bu durumdaki her kişi iş ortamına yansıttıkları streslerinden dolayı gittikçe artan bir elektrik yüküne neden olacak, kendileri de bu olumsuz havadan fazlasıyla etkileneceklerdir. 

Peki, kaynağı ne olursa olsun stresle baş etmek mümkün müdür ? Bu sorunun cevabını bilim insanları iki ana eksende veriyorlar: Kişisel Geliştirme ve Mesleki Geliştirme. 

Kişisel Geliştirme Faaliyetleri kapsamında, çeşitli sosyal aktiviteler ve sportif faaliyetler önemli yer tutar. İnsanın düşüncesini ve içe kapanıklığını atacak, enerjisini dışa vuracak sportif etkinlikler ile kermes, konferansa katılma, panel izleme, seyahat etme, tatil yapma gibi sosyal faaliyetler bu başlık altında sayılabilir.

Mesela, bir üst düzey bürokrat, mesai sonrasında niçin futbol oynadığını şöyle açıklıyor: "Maç sırasında bütün yoğunluğu ve gerginliği atıyor, yalnızca bir şey düşünüyoruz; Meşin yuvarlağa vurmak." 

Gerçekten de öyle. İnsan bir maç sırasında her şeyi unutarak, yalnızca oyuna adapte olabiliyor. Böylece en azından maç süresince “ne amir, ne memur, ne evrak ne imza“ hiç birşey düşünülmüyor. 

Bu durum büyük bir rahatlama sağladığı için de bir bakıma rehabilitasyon gibi oluyor.

Devlet memuru ya da çalışan, kendi konusunda bilgisi ve statüsü itibariyle toplumda bir yer kazanmış durumdadır. Özellikle Devlet memuru ya da bürokrat konusuyla ilgili alanda eğitim almış, bu alanda çoğunlukla yüksek tahsil yapmış toplum meselelerine vakıf bir insandır. 

Kısacası, bu nedenle belli bir bilinç ve eğitim düzeyine sahip bir personeli, yukarıdaki kişisel geliştirme faaliyetleri ile tatmin etmek, stresini gidermek her zaman mümkün olmayabilir.

Bundan dolayı, öncelikle mesleki tatmini ve motivasyonu arttıracak başka gelişmelere de ihtiyaç vardır. Bu kapsamda, meslekte ilerleme belli bir plan dahilinde ve adaletle sağlanmalıdır. 

Bir çalışanın bulunduğu alanda sağlayacak fazla bir katkısı olmadığı fark edildiğinde yeni imkanlar ve statüler tanınmalıdır. 

Aksi halde, bir alanda ya da statüde gereğinden fazla sürede çalıştırılan kişinin strese düşmesi kaçınılmazdır. 

22 Mayıs 2020 Cuma 11:30 CORONA GÜNLERİ...................................Corona araştırmaları


Sosyal medya fotoğrafımız

Akıllı telefonlarla birlikte günlük alışkanlıklarımız da iyiden iyiye değişti. Sabah kalktığımız andan itibaren elimizden telefonlarımız düşmüyor. Yüz yüze iletişim için ayırmadığımız vakitleri sanal dünyada tüketiyoruz. Tabiatıyla sosyal medya da telefonlarımızın vazgeçilmezleri arasında. Bu iş o kadar yayılıp büyüdü ki her 20 kişiden 19’unun sosyal medya kullanıcısı olduğu anlaşılıyor.

Corona günleriyle birlikte bu meşguliyetimiz daha bir haklı boyut kazandı. Evde kaldığımız uzun saatler boyunca cep telefonlarımız gerek görüntülü konuşma özelliği, gerekse üyesi olduğumuz gruplarda karşılıklı haberleşme ve paylaşımlarla adeta dış dünyaya açılan pencerelerimiz oldular.  Peki böyle bir zamanda alışkanlıklarımız nasıl etkilendi, nasıl bir şekil aldı? Bu sorulara cevap olmak üzere yine dijital ortamda bazı araştırmalar yapıldı, yapılıyor. Meselâ; Türkiye’de sosyal medya kullanım alışkanlıklarını konu edinen bir çalışma NG Araştırma şirketi tarafından 17-21 Nisan 2020 tarihleri arasında 15 yaş üzeri 2075 kişinin katılımıyla yapılmış. Corona günleri sürerken Türkiye genelini kapsayan bu kamuoyu araştırması sosyal medya alışkanlıklarımızın bugünlerde hangi düzeyde seyrettiğini analiz etmiş. Oldukça ilginç sonuçları var.

Giderek daha fazla kullanılan ve ilgi duyulan sosyal medya kanallarının sağladığı imkanlar farklı kişiler tarafından farklı amaçlarla tercih ediliyor. Kimimiz fikir ve düşüncelerini paylaşacağı platformları tercih ederken, bir çoğumuz ise yaşadıklarını fotoğraf veya videolarla paylaştığı kanallara yöneliyor. Bu bağlamda katılımcıların en sık kullandığı sosyal medya kanalı %58’lik bir ağırlıkla Instagrammış.  Daha önceleri gençlerin yoğunlukta olduğu Instagram artık her yaş grubundan kullanıcıya yayılmış durumda. Dünyanın en büyük video kütüphanelerinden biri olan YouTube ise %18’lik oranıyla 2. sırada. Türkiye’de her kesime ulaşmış görünüyor. Facebook, en sık kullanılanlar açısından %13’lük bir oranla 3. sırada geliyor. Hızla akan gündemin aynı serilikle takip edilebildiği Twitter ise %9’luk bir oranla 4. sırada.

Sosyal medya kullanımının ana nedenlerine baktığımızda; katılımcıların %24’ü boş zamanını değerlendirmek, %22’si eğlenmek, %18’i yeni şeyler öğrenmek, %14’ü ise tanıdıklarıyla iletişimde kalmak için sosyal medya kullandığını ifade etmiş. 2020 yılının en önemli olaylarından, sadece ülkemizi değil tüm dünyayı etkileyen corona virüs salgını burada da kendini göstermiş. %8’lik bir kesim salgına dair bilgi edinmek için sosyal medya kullanıyormuş.

Sosyal medya kullanımının tüm nedenlerine baktığımızda ana sebepler arasında görünmeyen bazı davranışları da görebiliyoruz. Mesela boş zamanı değerlendirmek burada %61'e, eğlenmek %57'ye, yeni şeyler öğrenmek %56'ya, tanıklarla iletişim %48'e çıkmış. Salgınla ilgili güncel bilgileri takip etmek %40'la 5. sırada. İnsanlar tanıdıklarının hayatını takip etmeye de meraklı (%31). İnsanlarla düşüncelerini paylaşmak isteyenlerin oranı %27 ile 7. sırada yer alıyor. Hayatını cömertçe servis etmek isteyenler %18'le bu grubu takip ediyor. Katlımcılardan ünlüleri takip etmek isteyenlerin oranı %14 ve yeni arkadaşlar edinmek isteyenler de %11'le son sırada yer almış. 

Araştırmada 'Sosyal medyada ne kadar aktifiz?' sorusuna da cevap aranmış. Neredeyse sosyal medya hesabı olmayan kalmamış bir ülkede acaba kullanım sıklığı ve aktiflik durumu nasıl? Sonuçlar katılımcıların %87’sinin hesaplarını günde birkaç kez kontrol ettiğini, %8’inin ise günde bir defa baktığını göstermiş. Geri kalan %5'lik kesim ise haftalık olarak bakmanın yeterli olacağını düşünüyormuş. Katılımcılara bu defa hesaplarından ne sıklıkta paylaşım yaptıkları sorulmuş. Burada belirgin bir değişiklik ortaya çıkmış. Her 2 kişiden 1’i haftada birden daha seyrek paylaşım yapıyormuş. Bunu her 3 kişiden 1’i haftada bir veya birkaç defa, yaklaşık olarak her 7 kişiden 1’i ise günde bir veya daha fazla yapıyormuş. Bu sonuçlar oldukça büyük bir kitlenin sık sık hesaplarını kontrol etmesine rağmen, çok daha seyrek paylaşım yaptığını göstermiş.

Sosyal medya kanallarının mobil cihazlara yönelik özelliklerinin çoğalması, mobil internetin yaygınlaşması gibi nedenler sosyal medyada geçirilen zamanı daha da artırmış durumda. Peki, acaba bu zamanı kontrol edebiliyor muyuz? Araştırmaya katılan her 4 kişiden 3’ü sosyal medyada harcadığı zamanı kontrol altında tutabildiğini ifade etmiş. Anlaşıldığı kadar %25 civarında önemli bir kitle bu süreyi sınırlamakta zorlanıyor. Yine araştırma sonuçlarına göre her 3 kişiden 1’i sosyal medyada geçirdiği zamanı azaltmayı denemiyor bile. Her 5 kişiden 1’i ise henüz denememiş olmasına rağmen bu süreyi azaltmayı düşünüyormuş. Yaklaşık her 3 kişiden 1’i bu süreyi azaltmayı deneyip başarılı olduğunu ifade ederken, yaklaşık her 6 kişiden 1’i ise denemesine rağmen sosyal medyada geçirdiği süreyi azaltamadığını belirtmiş.

Sosyal medya bağımlılığı günümüzde psikologlar tarafından da ciddi şekilde ele alınıyor ve günlük hayata yansıyan etkileri inceleniyor. Çoğumuz ‘istediğim zaman kullanmayabilirim’ dese de gün içerisinde boş kaldığımız her an elimiz gayri ihtiyari telefona gidebiliyor. Bu bir bağımlılık göstergesi mi? Olabilir. Çünkü araştırmaya katılan her 10 kişiden 1’i sosyal medya bağımlısı olduğunu belirtirken, 4’ü kısmen bağımlı olduğunu, 5’i ise bağımlı olmadığını belirtmiş. Uzmanların yaptıkları araştırmalara göre sosyal medya psikolojiyi kötü etkileyebiliyor. Herhangi bir uzman kontrolünde değerlendirme içermeyen, kişinin tamamen kendi beyanına bağlı sonuçlara baktığımızda her 10 kişiden 2’si sosyal medyanın psikolojisini olumsuz etkilendiğini ifade etmişler. Her 10 kişiden 6’sı ise psikolojisinin etkilenmediğini, sadece 2’si olumlu yönde etkilendiğini söylemiş.

Peki Corona virüs sosyal medya kullanımımızı etkiledi mi? Ülkemizde ilk corona virüs vakasının tespit edilmesiyle beraber günlük yaşantımızın birdenbire değiştiğinin farkındayız. Evlerimize çekilmek bu değişimin en önemlilerinden biri. Hepimizin evde geçirdiği sürenin arttığı bir gerçek. Acaba bu durum sosyal medyada geçirdiğimiz süreyi etkilemiş olabilir mi? Yapılan araştırma salgından dolayı insanların %57’sinin sosyal medyada geçirdiği süreyi arttırdığını, %40’ının ise bu süreyi değiştirmediğini göstermiş. Koronavirüs salgınından dolayı evde kaldığında sosyal medyada günde 5 saatten fazla kalanlar %21, günde 4-5 saat zaman geçirenler %19, günde 2-3 saatini verenlerse %36 imiş. Günde 1 saat oyalananlar %14, günde 1 saatten az kullananlar %7 ve hergün girmediğini söyleyenler ise sadece %3 seviyesinde kalmış.

Salgından dolayı, hepimiz sevdiklerimizle aramıza mesafe koymak ve sosyal yaşantımıza ara vermek zorunda kaldık. Eve kapandığımız bu süreçte birçoğumuz, ailemiz ve arkadaşlarımızla sosyal medya kanalları yoluyla iletişim kuruyoruz. Ayrıca şimdiye kadar hiç kullanmadığımız kadar görüntülü konuşma yapıyoruz. Araştırma sonuçlarına göre katılımcıların %95’i Whatsapp üzerinden görüntülü konuşuyormuş. %16’sı Facebook Messenger kullanırken, Skype ve Zoom uygulamalarını tercih edenlerin oranı ise %13'müş.

Kuşkusuz sosyal medya kullananlar büyük çoğunlukta. Fakat araştırmaya katılan her 20 kişiden 1’i de sosyal medya kullanmadığını belirtmişler. Peki, sosyal medyayı kullanmayanların sebebi ne acaba? Yapılan araştırmaya göre katılımcıların %33’ü fazla zaman aldığını düşündüğü için, %15’i özel hayatın gizliliğine uygun olmadığı için, %14’ü ise kullanmayı sevmediğinden dolayı sosyal medya kullanmıyormuş. Diğerleri; Vaktim olmadığından (%13), Bilgilerimin güvende olmadığından (%8) ve Mutsuz ediyor (%5) demiş. Kalan muhtelif sebeplerle 'Diğer' seçeneğini işaretleyenler ise %10 olmuş.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder