20 Mayıs 2024 Pazartesi

20 Mayıs 2024 Pazartesi TORUNLARIMA MEKTUPLAR......................ANILAR; 20 Mayıs


Yilmaz Yalcın


Oysa defalarca sormuşlardı:

"Büyüyünce ne olacaksın diye; "Mutlu" diyemedik… Çünkü çocuktuk; Akıl edemedik..."

Söz güzel, hayat kitabının başlangıcındaki saflığı, çocuksuluğu anlatıyor.

Sedat Balun'un mu, yoksa Nazım Hikmet Ran'ın mı pek fazla önemi yok. Kim söylemişse doğru söylemiş.

Yilmaz Yalcın


"Yaşasın ezeli ve ebedi ulu önderimiz Hazreti Muhammed'e olan sarsılmaz bağlılığımız. Kalbimin bir yarısı Mekke, diğer yarısı Medine; üzerinde bir tül gibi Kudüs vardır." Nuri Pakdil

Yilmaz Yalcın


Mübarek ramazan ayındayız. Büyük küçük bütün camilerimizde coşku içinde namazlar kılınıyor, mukabeleler okunuyor. İnsanlar vakit gelmeden erken gidip vaazlardan istifade etmeye çalışıyor. Teravih namazlarında hep bir ağızdan selatü selam getiriliyor. Cumalar daha kalabalık. Ah bir de şu mikrofon, ses problemleri olmasa.

Kendine göre coşkuyla konuşan ama ne dediği anlaşılmayan vaizler var. Sık sık şarlayan, zırlayan arızalı ses sistemleri çok rahatsız edici. Hele de eğitimi olmayan sesi kötü müezzinlerin mikrofon aşkı sebebiyle insan ezandan, camideki huşû ortamından bile lezzet alamıyor.

Merkezi sisteme karışan diğer radyo frekansları oldukça garip. Kontrol edilmediği için hiç de uygun olmayan zamanlarda sesi kesilen cihazlara pil değiştirme karmaşası, yaka mikrofonunun sık sık düşmesi nedeniyle yaşanan ses bombardımanları insanın konsantrasyonunu bozuyor.

Belki bunlar küçük şeyler ama bir huşû mekânı olması gereken cami ortamı ve ibadet kalitesini olumsuz etkiliyorlar.

Görevli imam ve müezzinlerin ses tesisatı ile ilgili özel bir eğitim aldıklarını sanmıyorum. İmam ve müezzin dışında ses tesisatına el atan, kurcalayan cemaatten meraklı kişileri hiç saymıyorum. Müftülüklerde bu konuda çalışan ses teknisyenleri var mıdır onu da bilmem. Ancak, bildiğim bir şey var; bu konu teknik bir mesele ve camilerin bu konuda epey sorunu var.

Elektronik aygıtları kullanmak elbette iyi de merak ediyorum bütün bu sorunlar bir tek beni mi rahatsız ediyor ? Sanmıyorum, camiler aynı zamanda insan sabrının da sınandığı yerler. Muhtemelen insanlar rahatsız olsalar da sabredip tepki göstermemeye özen gösteriyorlar diye düşünüyorum.

Ama merak ediyorum, heyecanlı ve ateşli bir vaaz verdiğini düşünen hoca efendiler acaba merkezi sistemden diğer camilerde seslerinin nasıl işitildiğini sorup araştırmışlar mıdır ? Mesela konuşmanın heyecanıyla aniden inen yükselen sesler hiç anlaşılamıyor. Mikrofona çok yaklaşmanın getirdiği boğulma halleri de öyle. Vaizin kendine has şiveyle yaptığı konuşma belki bir sohbet sırasında, mikrofonsuz ve yakın mesafeden oldukça hoş etki yapabilir. Ama mikrofonla, üstelik merkezi sistem yayınla hiç de iyi sonuç vermiyor inanın.

Nasıl vaiz olduğunu bilemediğim görevliler, olmadık detaylara girip insanları rahatsız eden müftüler, sohbet yapacağım diye hadis kitaplarını sıradan okumaya kalkan imamlar, vaaza hevesli müezzinler bu yazının konusu olmayan bahisler. O konulara hiç girmek istemem. Ya sabır diyorum, başka bir şey demiyorum.

Genelde Diyanet işlerinin, şehirlerde kasabalarda müftülüklerin bu sorunları görme ve çözme çabası var mıdır acaba diye de çok merak ediyorum doğrusu. 

Yilmaz Yalcın


Doğru' için bir ucundan öteki ucuna yönü değişmeyen tanımlaması yapılmış. Geometride 'Doğru parçası' için ise uzayda iki nokta arasını birleştiren dümdüz, eğriliği olmayan çizgi akla geliyor. Şimdi bir düşünün; uzayda ne kadar doğru vardır ? Sonsuz sayıda tabi ki. Peki daha tanımlı doğru parçalarını sayabilir misiniz ? Hayır ! Neden ? Çünkü ne kadar iki nokta varsa o kadar doğru parçası olur da ondan. Yani onun da sayılması mümkün değil.

Tıpkı ayarlanmamış saat sayısı kadar farklı zaman olacağı gibi. Her biri ayrı bir saat dakika gösterir. Saat sayısını arttırın onun da ölçüsü sonsuza gider. Arada bir aynı vakti gösteren saat olur mu ? Çok düşük ihtimal ama olabilir. Malum bozuk saatler bile aynı günde iki defa aynı saati gösterirmiş.

Uzayda her yönden gelip her yöne giden karmakarışık doğru çizgileri birbirlerine çarpabilir mi ? Mümkündür tabi. Çanakkale'de havada çarpışan mermiler olduğuna göre, niye olmasın meselâ uzayda çarpışan çizgiler değil mi ?

Peki, insana gelirsek; doğru bildiğimiz şeyler ne kadar çok değil mi ? Ama herkesin ayrı doğruları var, kimi hanyaya kimi konyaya yönelmiş. Dünyada ne kadar insan varsa o kadar doğru var zihin evrenimizde. Yönleri ve konumları aynı olmayınca da bir an tıpkı uzayda hayal ettiğimiz doğru çizgileri gibi karmakarışık bir manzara ortaya çıkıyor.

Çok göreceli bir durum bu.

Nasıl olacak da, 'doğruları' daha ölçülebilir, değerlendirilebilir ve karşılaştırılabilir hale getirebiliriz ? Yine geometriden bir örnek verelim. Arazide bir nirengi noktası almadan ölçüm ve çizim yapılamıyor. Konum ya da koordinatlar hayatımızdaki pek çok şey için olmazsa olmaz veriler. Yetmiyor, çizginin yönü de önemli tanımlanan noktalar kadar. Kuzey, güney, doğu, batı kabaca coğrafi yönleri tanımlıyor. Bize göre sağ-sol, üst-alt, ön-arka gibi tarifler oldukça yararlı nitelendirmeler.

Gelişigüzel çalıştırılmış saatlerde de durum farklı değil. Başında doğru ayarlanmazsa, nasıl başladıysa öyle yanlış gider. Gerçek saate göre ayarlanmış saatler ise, sayısı ne kadar fazla olursa olsun hep aynı vakti gösterir. Demek zaman için bile belli bir başlangıç noktasının seçilmesi şart. Hatta 24 saate ayarlı saatlerde gündüz ve gece işaretlerinin de olması gerekiyor. Bir saatin çalışıyor olması, akrebinin yelkovanının gereken hızda ve yönde dönmesi yetmiyor. Başlangıç ayarının yapılı ve diğerleriyle uyumlu olması lazım.

Kısaca, 'doğru' çok muğlak, göreceli bir kavram. Bu belirsizliği 'doğru parçası' gibi sınırlandırmalar da gideremiyor. Evvela bir nirengi noktası, başlangıç konumu gerekiyor. Sonra da hangi yöne doğru gideceğinin açıklanması. Tıpkı fizikteki; 'normal şartlar altında' kaydıyla açıklanabilen olaylar gibi. Bence fikirler, düşünceler, inançlar gibi konularda doğru kabul ettiğimiz çizgilerin uzayda nereye gideceği belli olmayan meteorlar gibi olmasını istemiyorsak aynı yol işaretlerine uymamız gerekiyor.

İlave olarak 'Nedir ? Niçin ? Nasıl ? Nerede ? Kim ?' soruları bize yardımcı olabilir. Ne kadar tanımlanmış, net ve istikameti belli ise o doğru o kadar iyi anlaşılabilir. Kabulü de tartışılması da o kadar kolay olur. Aksi halde bu görecelilik dünyasında herkes kendi sazını çalar,hiç biri birbirine uymaz, kimse de kimseyi dinlemez. Bunun adına kakafoni diyorlar galiba. 

Yilmaz Yalcın


Yanlışları önlemenin yolu; ‘Doğruları’ çoğaltmaktır.

20 Mayıs 2020 Çarşamba 15:00 CORONA GÜNLERİ............................Virüsler pazarı

Hocalar rüzgârı 

Corona günleri ile birlikte TV kanallarımızda bol miktarda uzman profesörle de tanışmış olduk. Zaten habercilerin gündemden yağ çıkarmasına alışığız. Ortaya çıkan her son dakika haberini suyu çıkana kadar; tekrar tekrar, değişik açılardan, hatta arşivlendikten sonra bile tepe tepe kullanıyorlar. Hiç normalleri yok, haber aşkına kendileri uçlarda gezdikleri gibi insanları da oluşturdukları sanal gayya kuyularına çekip boğuyorlar. İyi ki 'Zapplama' diye bir şey var, yoksa medyadaki haber girdaplarına kapılanların panik atak olmamasına imkan yok.

Kanalların bir gündemi allayıp pullayıp saatlerce işlemesinde bildik bir yöntemleri var. Nasılsa her konunun uzmanı bulunabiliyor. Çağırıyorlar ekrana, dakikalarca görüş ve değerlendirmelerinden istifade ediyorlar. Can havliyle gündemi takip etmeye çalışan normal bir izleyici yarış içindeki kanalları dolaştıkça kafası daha da karışıyor. Kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi adına gerekli ve faydalı olan bir çaba, zaman ilerledikçe kakafoniye dönüşüyor. Corona virüs sebebiyle kanal kanal dolaşan hocalarımız da maalesef böyle bir görüntü verdi. Her gün bir haber kanalında misafir edilen uzman profesörler bazen çok farklı şeyler söyleyip kafa karıştırdılar. Sonunda pazardaki sebze meyvenin iyisini seçtiğimiz gibi o tv kanalı senin, bu tv kanalı benim dolaşan hocaların da iyisini, güvenilir olanını seçmeye başladık gayrı ihtiyari.

Salgın sebebiyle toplumun bilinçlendirilmesi lazımdı, yönlendirmek gerekiyordu, anlatmak lazımdı tamam. Fakat bu iş medyanın harala gürelesi arasına karışınca şirazesinden çıkıyor. Bu sefer de hiç birini ciddiye almamak gibi bir tepkiye neden oluyor izleyicide. Yine de içlerinde en itimad veren konuşmacılar bilim kurulundaki profesör hocalar. Onların dışındaki bazılarının resmen şov yaptıkları aşikar. Kendi görüşlerini bilimsel kesinlikte doğru gibi lanse ediyorlar. Salgın gibi ölümcül bir konuda her kafadan ayrı ses çıkmasını doğru bulmuyorum. Hele de siyasi meselelerde olduğu gibi tartışmaları hiç de hoş olmuyor. İnsanları bilinçlendireceğiz derken kafaların iyice karıştırılmasının izahı yok. Fırsatçılık yapıp sıkıntılı bir ortamda reklam peşinde olmak, para kazanma derdinde olmaksa anlı şanlı bilim insanlarımıza yakışmıyor.

Medya kanallarının bu insanı yoran tavrı, çoğu kişiyi zaten hiç haber izlememe ya da bir ordan bir burdan kanal kanal zaping yapma tepkisine zorluyor. O zaman da doğru tavsiyeler yerine ulaşmıyor ve pek de geçerliliği kalmıyor bütün o konuşmaların. Meselâ aklıma geldikçe güleyim mi kızayım mı bilemiyorum; Ortam bu kadar tehlikeliyken taziye çadırı kuran (45 vaka) ya da nişan yapan (93 vaka) insanlar bu kadar mı habersizler olup bitenden. Hadi diyelim kırsal kesimdir, belki Tv seyretmiyorlar. Ya istanbul'da boğazda bank üstünde parti yapanlara, sahilde maskesiz grup halinde seyran yaparken kendilerini ikaz eden polisleri "Biz de bunlar ne zaman gelecek diyorduk" diye şakalayan hali vakti yerinde gençlere ne diyeceğiz? Sevgili hocalarım, kıymetli haberciler ne oldu şimdi onca mesainiz, neye yaradı bilinçlendirmeleriniz?

Sosyal medya pandemisi

Corona salgınıyla birlikte Türkiye’de sahte hesaplar üzerinden gerçek dışı paylaşımlar yaparak kamuoyunu korku ve paniğe sevk eden virüsler de ortalıkta cirit atmaya başladı. Önce Cobit-19 virüsünün Türkiye’de çok sayıda insanın ölmesine sebep olduğu iddiaları sosyal medyada hızla yayıldı. Sonra da yürütülen mücadeleyi itibarsızlaştırmaya yönelik bir çok asılsız haber ve iddia ortaya atıldı.

Tabi ki sahte ses, görüntü kayıtları ve görsellerle yapılan bu paylaşımlar üzerine Emniyet Genel Müdürlüğü Siber Suçlarla Mücadele birimi de harekete geçti ve bu sahte hesaplar bir bir tespit edildiler. Yapılan açıklamada "sosyal medya üzerinde milli ve manevi değerlere saldırı ile sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak yapılan hakaret ve saldırılar ile korku ve panik oluşturarak kamu düzenini bozan paylaşımlar için 7/24 esasına göre sanal devriye faaliyetleri yürütülmektedir" denildi. Bu vesile ile bir kez daha açıkça gördük ki şer odakları buldukları her fırsatı mikrop saçmak için kullanıyor.

Corona virüsü nedeniyle evlerinde kalan halk zamanın çoğunu internette geçirmeye yöneldi. Hatta giderek artan şekilde zorunlu ihtiyaçlarını da internetten karşılamaya başladı. Bu durum sosyal medya kullanımında yoğunluğa neden olduğu gibi internet üzerinden alışveriş trafiğini de ciddi oranda arttırdı. Bu durum siber saldırganları da harekete geçirmiş gözüküyor. STM ThinkTech tarafından hazırlanan Siber Tehdit Durum Raporu'na göre gerçek zamanlı Corona virüsü haritaları adı altında zararlı yazılımlar içeren uygulamalar bulunmuş.

Bu uygulamalar vasıtasıyla çok sayıda kullanıcının kişisel verileri ele geçiriliyor, kullanan kişilerin kamera ve mikrofonlarına da erişim sağlanabiliyormuş. Raporda aynı zamanda, kendisini CİMER Duyuru Grubu olarak tanıtan bazı kişilerden de bahsediliyor. Bu kişilerin, vatandaşın kişisel bilgilerini ele geçirmeyi amaçlayan bir siber saldırı grubu olduğundan bahsediliyor. Siber saldırganların vatandaşların kredi kartı bilgilerini ele geçirerek satmayı hedefledikleri de ifade ediliyor. Bu nedenle söz konusu raporda kullanıcıların, güvenilir kimliğe sahip olmayan hiçbir uygulamayı kullanmamaları gerektiği belirtiliyor.

Bu arada Türkiye’de son zamanlarda artan şekilde dini konularda ya da dini kişiliklere saldırılar da yoğunlaştı. Bu saldırıların ortak özelliği dini hassasiyeti olmadığı çok belli olan kişilerin topluca aynı noktalara saldırması. Muhtemelen bu şekilde toplumdaki dini duygularda bir çözülme ve güven sorunu başlatılmak isteniyor. Kamuoyunda saygın kişilikler yıpratılarak bu paylaşımlar üzerinden siyasi bir rüzgar yakalamaya çalışıyorlar. Özellikle korona günlerine denk gelen Ramazan ayı ile birlikte 'nefret suçu' niteliğindeki bu saldırılar da yoğunlaştı. Özellikle Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş üzerinden maksatlı olduğu belli kampanyalar üretildi.

Hangi vesileyi kullanırsa kullansınlar bu parazitlerin ulusal varlığımıza, bütünlüğümüze ve sağlam sosyal dokumuza kast ettikleri açık. Oturup bunlara ciddi ciddi cevap yetiştirmeye, kontra saldırılara hiç gerek yok. Sadece şikayet etmek, ilgilileri haberdar edip uyarmak yeterli. Devletin mücadele birimleri var gereğini yaparlar. Nasıl corona virüsle toplum olarak bilinen en etkili mücadele evde kalmak, maske kullanmak ve sosyal mesafe ise bu virüslere karşı da aynı şeyi yapabiliriz. Emin olmadığımız şeyleri paylaşmak, siyasi beklentilerimize malzeme yapmak onların fitne ateşine odun taşımaktan farklı olmaz. Sade vatandaşlar olarak böyle ihanet girişimlerini ve şeytani vesveseleri tedbirli davranarak kendi pisliğinde bırakmak en iyisi. Bulaşmalarına alet olmamak lazım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder