23 Nisan 2024 Salı

23 Nisan 2024 Salı TORUNLARIMA MEKTUPLAR................................ANILAR 23 Nisan

Yilmaz Yalcın
, Kutlu günler albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.
o

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu, Miraç kandilimiz mübarek olsun

Yilmaz Yalcın
Çocuk albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.


şimdi çocuk olmak vardı
bir köy okulunun bahçesinde...
çiçek çiçek açmak...
ayakları titreyerek, yüreği coşku dolu
çocuk bayramına şiirler okumak vardı...

şimdi çocuk olmak vardı
mavi gökyüzüne bakmak
uçurtmalar uçurmak, balonlar
bırakmak vardı gökyüzüne
bahar bahar açmak vardı...
şimdi çocuk olmak vardı
yüreğini avucuna alıp, haykırmak vardı
savaşları bitirip, barışı çocuk
dilinden söylemek vardı....
türküler söylemek
halaylar çekmek
horonlar tepmek
ağır ağır zeybekler oynamak vardı...
şimdi çocuk olmak vardı
çocuktan, doktor, öğretmen vali
çocuktan büyükler olmak vardı...
çocukça iyi dileklerde bulunmak,
çocuktan büyüklere, gerçekleri haykırmak vardı...
masalların içinde yitip
öykülerin içinde filizlenip
romanların içinde kahraman olup
şiir şiir açmak vardı...
şimdi çocuk olmak vardı
çocuk çocuk açmak
çocuk çocuk gülmek
çocuk çocuk ağlamak
çocuk çocuk paylaşmak
çocuk çocuk yaşamak vardı...
şimdi çocuk olmak vardı
çiçek çiçek açmak vardı
kanat kanat uçmak vardı
yıldız yıldız gökyüzünden
barışı, sevgiyi, dostluğu saçmak vardı...
şimdi çocuk olmak vardı
köylü kızın elinden bir tas ayran içmek
efil efil esen rüzgarda
yemyeşil ovalarda, başak başak açmak vardı...
şimdi çocuk olmak vardı
çocuk saflığı kadar arı
çocuk yüreği kadar engin
çocuk aklı kadar hayalperest
çocuk hareketi kadar devingen
çocuk sevgisi kadar çıkarsız
almadan, karşısındakine vermek vardı...
ahh şimdi çocuk olmak vardı...
Sevginaz İnal

Yilmaz Yalcın
Gazete yazıları II albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.


23 Nisan

Salı günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin  23 Nisan 1920’deki açılışının 99. yılıydı. Bir yıl sonra TBMM’nin şahsında temsil edilen Milli egemenliğimiz bir asrını geride bırakmış olacak. Bu bayram, ilk önce Millet Meclisinin açılışının birinci yılında ‘23 Nisan Millî Bayramı’ olarak kutlanmaya başlanmış. İki yıl sonra 1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılmasıyla ‘Hâkimiyet-i Milliye Bayramı’ kabul edilmiş. Beş yıl sonra da 1927'de ilk defa Himaye-i Etfal Cemiyeti'nin düzenlediği ‘23 Nisan Çocuk Bayramı’ Atatürk'ün himayesinde yapılmış. Atatürk, 23 Nisan 1929’da da bu bayramı çocuklara armağan ettiğini söylemiş. Daha sonra 1935'te 23 Nisan Millî Bayramı, Hâkimiyet-i Milliye Bayramı ve 23 Nisan Çocuk Bayramı ile birleştirilerek kutlanmaya devam etmiş. Son olarak 1980 darbesi döneminde Millî Güvenlik

Konseyi, bu bayrama resmî olarak ‘23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’ adını vermiş. Çocuk Bayramı başlangıçta savaş sırasında yetim ve öksüz kalan yoksul çocukların bir bahar şenliği ortamında sevindirilmesi amacını taşımaktaymış. UNESCO'nun 1979'u Çocuk yılı olarak duyurmasının ardından, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu, 23 Nisan Çocuk Şenliği'ni uluslararası düzeye taşımayı başarmış. O yıl ilk defa altı ülkenin katılımıyla gerçekleşen bu bayramımıza, kırk yıldan bu yana ortalama her yıl kırkın üzerinde ülkeden gelen ve Türk çocuklarının misafiri olan yabancı ülke çocukları katılıyor. Böylece Türkiye Dünya’da çocuklarına bayram hediye eden ve bu bayramı bütün dünya ile paylaşan ilk ve tek ülke durumunda. Günümüzde bu bayrama bir yandan pekçok ülkeden çocuklar çeşitli gösteriler yaparak katıldığı gibi, bir yandan da okullarda geleneksel 23 Nisan törenleri ve çeşitli etkinlikler de düzenlenegelmektedir. Ayrıca 1933'te Atatürk'le başlayan çocukları makama kabul etme geleneği bu gün de çocukların kısa süreliğine devlet makamlarına oturtulması şeklinde devam ediyor.

Öte yandan 23 Nisan 1920, Türk milletinin iradesini temsil eden Birinci Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı ve egemenliğin kayıtsız şartsız millette olduğunun ilân edildiği tarih. Bu nedenle 23 Nisan, aynı zamanda millî bağımsızlığımızın ifadesi olarak gelecek nesillere armağan edilen de bir bayram. Her yıl bu manâda, hem çocuk bayramı, hem de millî egemenlik bayramı yönüyle yurdumuzda, yurtdışındaki temsilciliklerimizde, kurumlarımızda, alanlarda ve okullarımızda çeşitli etkinliklerle kutlanmaya devam ediyor. Böylece her yıl 23 Nisanda 7 den 77'ye millî birlik coşkusu ve bayram sevinci içinde milletimizin kenetlenmesi sağlanmış oluyor.

Kuşkusuz bu bayramın çocuklara armağan edilmiş yönü ve Milli egemenlik yanı üzerinde çok şey yazılıp söylenebilir. İkisi de önemli ve vurgulanması gereken konular. Atalarımızdan bize miras gelen ve gelecek nesillere aktarılacak özellikler. Ne mutlu bize ki Millet olarak topyekûn iftihar edilecek bir bayrama sahibiz. Ben bu yazımda bayramın doğuş zamanına, doğduğu şartlara ve şekline dair gölgede kalmış taraflarına değinmek istiyorum. Gazeteci Murat Bardakçı bundan birkaç yıl önce, 21 Nisan 1920'de Mustafa Kemal imzası ile Anadolu'daki bütün askeri birliklere ve sivil idarecilere yönelik yayımlanan telgrafının ATASE arşivinden el ettiği orijinalini yayınlamıştı. Bu önemliydi çünkü, törenlerin şekli konusunda Mustafa Kemal Paşa'ya ait olan ve Nutuk'un eski harflerle ilk baskısında matbaa harfleriyle ve sadece maddeleri yer alan emrin orijinali 96 yıl boyunca hiç yayınlanmamıştı.

Mustafa Kemal Paşa'nın 20. Kolordu Kurmay Başkanlığı Birinci Şubesi vasıtası ile ve 607 numara ile gönderdiği emrin aslı, halen kısa adı ATASE olan askerî arşivde, yani Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüd Daire Başkanlığı'nda muhafaza ediliyor. Mesajda; Meclis açılışından önce yapılması gereken dini merasimlerin ne şekilde icra edileceği ayrıntıları ile yer alıyor. İşte Mustafa Kemal Paşa'nın Büyük Millet Meclisi'nin açılacağına dair 21 Nisan1920'de Heyet-i Temsiliyye adına çektiği telgraf: 

“Allah'ın cömert ihsanı ile Nisan'ın yirmiüçüncü cuma günü, cuma namazından sonra Ankara'da Büyük Millet Meclisi açılacaktır..Vatanın istiklâli, hilâfet ve saltanatın kurtarılması gibi en mühim ve hayatî görevleri ifâ edecek olan Büyük Millet Meclisi'nin açılış gününü Cuma'ya tesadüf ettirmekle o günün mübarek olmasından istifade için açılıştan önce bütün milletvekilleri ile Hacı Bayram Velî Câmi-i Şerîfi'nde Cuma namazı kılınarak Kur'an'ın nurlarından ve salâttan feyzalınacaktır. Namazdan sonra sakal-ı şerif ve sancak-ı şerif taşınarak daireye gidilecektir. İçeriye girilmeden önce bir dua okunacak ve kurbanlar kesilecektir. Tören sırasında camiden Meclis'e kadar Kolordu Kumandanlığı tarafından askerî birliklere özel tertibat aldırılacaktır. O günün kudsiyetini sonsuza kadar ulaştırmak maksadıyla bugünden itibaren vilâyet merkezinde Vali Beyefendi Hazretleri'nin düzenlemesi ile hatim indirtilip Buhârî-i Şerîf okutulacak, hatmin geri kalan kısmı Cuma namazından sonra Meclis'in önünde tamamlanacaktır. Kutsal ve yaralı vatanımızın her köşesinde aynı şekilde bugünden başlayarak Buhârîler okunup hatimler indirilecek, Cuma günü ezandan önce minarelerde salâvâtlar getirilecek, hutbede halifemiz padişahımız efendimizin (Sultan Vahideddin'in) ismi zikredilirken padişahın ve teb'anın biran önce kurtulup saadete ermesi duası da ilâveten okunacaktır. Cuma namazının kılınmasından sonra hatim tamamlanarak hilâfet ve saltanat ile vatanın her tarafının kurtulması maksadıyla yapılan millî çalışmaların önemi ve kutsallığı, milletin her ferdinin vekillerinden meydana gelen Büyük Millet Meclisi'nin yapacağı vatanî vazifeyi ifa mecburiyeti hakkında öğütler verilecektir. Daha sonra halîfe ve pâdişâhımızın, din ve devletimizin, vatan ve milletimizin kurtuluşu, selâmeti ve istiklâli için dua edilecektir. Bu dinî ve vatanî merasimin tamamlanıp camilerden çıkılmasından sonra Osmanlı topraklarının her tarafından hükümet makamına gelinerek Meclis'in açılmasından dolayı resmî tebrikler sunulacaktır. Yine her tarafta Cuma namazından önce uygun şekilde Mevlid-i Şerîf okunacaktır. İşbu tebliğin hemen yayınlanıp gönderilmesi için bütün vasıtalara başvurulacak ve hızlı bir şekilde en ücra köylere, en küçük askerî kıt'alara ve memleketin bütün kuruluşlarına ve müesseselerine yollanması sağlanacaktır. Ayrıca büyük levhalar hâlinde her tarafa asılacak ve mümkün olan yerlerde bastırılıp bedava olarak dağıtılacaktır. Cenâb-ı Hak'ka tam bir muvaffakiyet için niyaz edip yalvarıyoruz. Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal”.

Halbuki Mustafa Kemal Paşa, daha önce yayımladığı genelge ile Meclis’in 21 Nisan 1920 Çarşamba günü açılacağını bildirmişti. Fakat, bu genelge ile İstanbul Hükümeti’nin Şeyhülislama yayımlattığı “Bunlar Bolşevik’tir, dinsizdir” fetvasını boşa çıkarmak için bu açılışı iki gün sonrasına, yani 23 Nisan Cuma gününe ertelediği anlaşılıyor.  Böylece o gün bütün camilerde cuma namazının kılınacağını hesaba katarak toplanan kalabalıklar yeni Meclis’in açılışını selamlayabilecek, dinî törenlerle, hatim indirilerek ve mevlit okunarak kutlayabilecekti. 

Gerçekten de, Heyet- i Temsiliye Başkanı olarak Mustafa Kemal Paşa'nın memlekete yayımladığı bu telgrafta da belirtildiği üzere 23 Nisan günü bütün vilayetlerde Kur'an-ı Kerim hatimleri yapılmış ve Buhari-i Şerifler okunmuş. Cuma ezanından önce minarelerden salâlar verilmiş ve hutbelerde Sultan Vahidüddin'in adı zikredilerek kendisinin ve vatanın kurtuluşu için dualar edilmiş. Mustafa Kemal Paşa'da dahil olmak üzere tüm mebuslar ve Ankara halkı, Hacı Bayram-ı Veli Cami'nde kılınan namazdan sonra sakal-ı şerif ve sancak-ı şerif eşliğinde Meclis binasına giden yol boyunca dizili askerler arasından geçerek bina önüne gelmişler. Meclis önünde, okunan hatimler ve Buhariler tamamlanarak dua edilmiş ve kurbanlar kesilmiş. Bilindiği üzere bu anı ölümsüzleştiren fotoğraf herkesin hafızasındadır. Böylece Büyük Millet Meclisi saat 13.45'te en yaşlı üye Sinop Mebusu Şerif Bey'in nutkuyla açılmış.

Herkesin bilmediği bir husus daha var; o da 23 Nisan 1920 Cuma gününün seçilmesinin özel bir sebebi daha olması. O gün, yani Rebiülevvel ayının 12’sini takip eden Cuma günü aynı zamanda Veladet-i Nebi yani islam peygamberi Hz. Muhammed'in (sav) doğum günü olarak kabul ediliyordu. Bu sebeple veladet-i Nebi hürmetine bütün yurtta zaten hatimler indiriliyor, mevlid-i şerifler okunmaktaydı. İşte böylesi bir manevi iklimde dualarla başlayan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız 99 yaşında. Milletimize ve bütün çocuklara kutlu olsun.

Yilmaz Yalcın
Görsel düşünceler II albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.

«Doğru yolda olsanız bile eğer oturuyorsanız sizi ezip geçerler.»

Will Rogers 



23 Nisan 2020 Perşembe 13:30 CORONA GÜNLERİ.............................Müslümanın virüsle imtihanı

Sorular...sorular...

Tüm dünyaya üç ay gibi kısa bir sürede yayılan, şu anda 2,5 milyon vaka sayısına dayanan Corona virüsü bugüne kadar toplam 160 bin dolayında insan hayatına maloldu. İyileşenler ise 600 bin civarında. 200 kadar, neredeyse tüm dünya ülkelerinde görülmüş durumda. Tablo daha kötüsünü yaşamamış bir çağ ve biz nesiller için oldukçürkütücü. Ancak yine de bazı gariplikler var sanki bu olayda.

Meselâ, Rockefeller vakfının 10 yıl önceki raporu ile Bill & Melinda Gates ve WEF vakfının 2019 Koronavirüs çalıştayı bugünleri nasıl öngörebildi acaba? Davos gibi dünyanın geleceğinin planlandığı toplantılarda konuşulan; insan sorası toplum, insan ötesi toplum, yapay zekâ, hiper-gerçeklik, hibrit robotlar, genetik haritalama, Epidemik Hazırlık Birliği himayesinde bir aşı programı geliştirilmesi, akıllı-çipli ilaçlar, yeni sağlık sistemi, biyometrik sensörler, data şirketlerinin savaşları vs. gibi daha pek çok konunun acaba yaşadığımız süreçle herhangi bir ilgisi olabilir mi?

Küresel pandeminin neredeyse pik yaptığı ya da yapmak üzere olduğu günler içindeyiz. Olabileceğin en kötüsünü yaşıyoruz. Dünyada normal ölümlerin bu yılki toplamı 18 milyona yakın, bir günde ölenlerin sayısı da yaklaşık 100 bin dolayında. Corona virüsünden ölenlerin şu ana kadarki 100 günlük ortalaması ise sadece 6000. Peki, hasta olan ve ölen insan sayısı, diğer ölümlerden sayısal olarak çok daha az olduğu halde bu pandemiyi dünyanın sonu gelmiş gibi anlamamıza sebep olan nedir? Size çok abartılı gelebilir ama acaba bu bir komplo mu? Daha önce yaşanan sars, ebola, kuş gribi ve domuz gribi gibi benzer covid vakalarında yaşadığımız böylesi algı kasırgalarına neden yine muhatap oluyoruz?

Acaba bu işin içinde Çin ABD kapışması, Avrupa Amerika ayrışması, küresel sermayenin doymaz iştahı, Dünya Sağlık Örgütünün kendisine biçilen misyonu ve onun destek aldığı ilaç endüstrisinin süper güçlerle olan karmaşık ilişkileri ne kadar var? Yaşadıklarımız, küresel güç odaklarının önceden planladıkları şeyler olabilir mi? Ya da mevcut durumu, planladıkları dünya için bir fırsata mı dönüştürüyorlar? Korona testlerinin güvenilirliği kadar, aşı çalışması yürüten onlarca gizli laboratuarın stratejik önemdeki çalışmalarına ne kadar bel bağlanılabilir? Adeta ülkeden ülkeye değişebilen korona vaka tespit biçimleri, uygulanan ilaç ve tedavi şekilleri ile alınan tedbirler neden bu kadar farklılaşabiliyor? Üzerinde yazan çizen ve söz söyleyen bilim insanlarının açıklamaları neden böyle dağınık?

Komplocu biri değilim, ama samimi olarak bu ve buna benzer pek çok soru var aklımda.

Müslümanın virüsle imtihanı

Bir müslüman olarak her hayırdan olduğu gibi her şerden de ders çıkarmak zorundayız. Bu, olanı biteni nasıl değerlendirmemiz ve anlamamız gerektiğine ışık tutacağı gibi sonrası için de bize yol gösterecektir. Corona diye bildiğimiz Covid-19 adlı virüs de belki yüz yılda bir gelen küresel bir afet. Sebebi ne olursa olsun, arkasında neler olursa olsun ciddi bir salgınla karşı karşıyayız. Elbet onunla mücadeleye odaklanılması ve en az hasarla atlatılmaya çalışılması çok normal. Ayrıca her türlü musibete karşı panik yapmamak, korkulara yenilmemek, tedbirli davranmak ve sabır direnciyle mücadele etmek müslümanlığımızın da icabı değil mi?

Ancak şu corona günlerinde her dünya insanının öğreneceği çok şeyler olduğu gibi müslüman olarak bizlerin de ibret ve ders alacağı şeyler var. Bir kere müslümanlar dahil tüm insanlık değerini bilmediği, kıymetini takdir etmediği bir çok nimetten mahrum kaldı. Sağlığımızın ne kadar önemli olduğunu, bir nefeslik dahi olsa yaşamanın kıymetini anlayabildik mi acaba? Meğer özgürce dolaşabilmek, istediğimiz yere seyahat edebilmek ne kadar güzelmiş. Evlere tıkılınca; çalışabilmeyi ve bir işimizin olmasını ne kadar da özledik değil mi? Konuşmaya ve birlikte olmaya ne kadar da ihtiyacımız varmış. Yakınlarımız, komşularımız, dostlarımız ve arkadaşlarımızla selamlaşıp kucaklaşmak ne kadar da önemliymiş.

Her ülkenin umutla yükselttiği küresel örgütlerin pandemiye olumlu hiçbir katkısı olmadı. Bu örgütlerin üçü beşi geçmeyen sözde gelişmiş ülke çıkarlarına hizmet ettiği bir kez daha ispatlandı. İmaj ve PR olarak kullandıkları “toplumsal dayanışma, halkların refahı, küresel mutluluk” gibi kavramların meğer çağdaş dünya düzeninde gerçekte hiçbir karşılığı yokmuş. Elbet zalimlerin dünyası da bu salgınla sarsıldı, ancak Pandemi sadece onlara değil, tüm mazlum ve iyilere de zarar veriyor. Emperyalist ülkeler de, onlara karşı birlikte mücadele edemeyen diğerleri de sadece virüsün değil, onun tetiklediği sosyal ve ekonomik krizin de altında kaldılar. İnsanlık adeta adalet, cesaret, dayanışma, eşitlik gibi uğruna mücadele etmediği çok sayıda nimetten mahrum kalmış durumda.

Mesela müslümanlar bu yıl Kâbe ziyaretinden mahrum kaldılar. Belki de bu yıl Hac ibadeti yapılamayacak. Bu ceza acaba, islam dünyasının vahdete sarılmadığı, Kâbe’yi yönetenlerin de küresel güç odaklarına teşne olmaları sebebiyle gelmiş olmasın? İslam dünyası eli kanlı zalimlere göz yumduğu, müslüman kanının akmasına, yaşanan açlık, sefalet ve göçe sağır olduğu için mi acaba Kabe'nin kapanmasını hissetmedi. Hani camiler de toplumsal birliğin, kardeşliğin ve dayanışmanın merkezleriydi? Camide kılınan namaz en temel ibadet değil miydi? Acaba camiler o birliğin merkezi olabildi mi? Cuma hutbesi ve namaz devlet olmanın icabıdır diye biliyorduk. Demek cemaatle kıldığımız namazlar bizi bir Kuran Müslümanı ve islam devleti yapamamış. Düşünüyorum da acaba daha böyle bir çok vahim hata, ihmal ve kusurlarımızın cezası camilerden ve cemaatten mahrum kalmak olmuş olabilir mi?

Müslüman imanıyla vardır. İmandan kaynaklanan değerlerle yaşar ve ölür. Şimdi hepimiz kendimize bir bakalım: Acaba ahireti unutmuş, sadece dünya için yaşıyor olabilir miyiz? Ölmekten neden çok korkuyoruz? Hastalıkla bilinçli ve sorumlu bir mücadele etmek varken, neden telaş ve panik içinde kendimizi kaybediyoruz? Acaba para, makam, mal mülk, geçimlik ve bedenlerimizi ahlak, inanç ve ibadetlerimizden daha çok mu önemsiyoruz? Dünyadan mahrum kalmak neden bu kadar önceliğimiz oldu? Mesela anne ve babalar olarak çocuklarımızın dünyasını önemsiyoruz da neden ahiretinden bu kadar kaygılanmıyoruz? Dünya için onca gayrete karşılık, ahiret hayatı için hiçbir çaba içinde olmamak acaba gayretullaha dokunmuş olabilir mi? Bu yüzden mi acaba bedenlerimize ve evlerimize hapsolunduk. Artık biliyoruz ki, virüsten korunmanın en etkili yolu temizlikmiş! Ama biz bu kuralı zaten imanımızın yarısı bilmiyor muyduk? Beden temizliği yanında ruh ve kalp temizliği de önemli değil miydi? Belki korona virüsünü yok edebiliriz ama ölümü yok edemeyiz öyle değil mi? Sonuçta 'her nefis ölümü tadacak.' Bu ilahi yasayı unuttuk mu?

Kur’an bize Allah’ın azabını sık sık hatırlatıyor ve dünyanın bir imtihandan ibaret olduğunu söylüyor. Bakara suresi 155. ayet “Biz sizi biraz korku, biraz açlık ve biraz mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmeyle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele” diyor. Bu yüzden insan olarak çeşitli zorluk, sıkıntı ve musibetlerle imtihan edildiğimizin farkında olmalıyız. Ölümü öldüren bir bakış açısıdır bu. Kesin kazanmanın tek yoludur. Neden? Çünkü, bize zarar verecek şeyleri Allah’tan başka giderecek herhangi bir güç yok da ondan. Nihayetinde korona da bitecek. Ama başımıza gelecek iyi ve kötü şeyler olmaya devam edecek. Sonuçta bu hastalık da diğerleri gibi tarihe karışacak ama hayat yeni gailelerle sürecek. O zaman biz de insan olmaya, daha da önemlisi 'teslim olan' anlamında müslümanlaşmaya ve böylece yaşamaya ahdetmeliyiz. 
-------
http://www.islamianaliz.com/m/3818/coronavirus-krizine-muslumanca-bakmak

Geldi 23 Nisan, Geldi ramazan; Neşe dolamıyor insan

Bugün 23 Nisan, TBMM'nin 100. açılış yılı. Milli Egemenliğimizin ilan edildiği yıl. Çocuk bayramı olarak hep cıvıl cıvıl kutlanan ve öyle hatırladığımız bir bayram. Bu yıl 100 yaşına girmesi sebebiyle çok daha coşkulu ve görkemli kutlanacaktı. Ama maalesef coronavirüs sebebiyle ancak evlerimizden, balkonlarımızdan, dijital ortamlardan ve yüreklerimizden kutlayabildiğimiz buruk bir yıldönümü oldu. 

Yine bugün mübarek Ramazan ayının eşiğindeyiz. Gece oruca kalkacağız ama bu akşam camilere teravihe gidemiyeceğiz. Oruç tutacağız ama eşimizi dostumuzu iftara alamayacağız, arkadaş ve dostlarımızla geniş katılımlı davetlerde bir arada olamayacağız. Camilerde alıştığımız mukabeleler olmayacak. Beş vakit namazımızı cemaatle kılamayacağız. Muhtemelen fitre, sadaka ve zekatlarımızı da dijital ortamlardan ulaştırmaya çalışacağız. Her zamanki ramazan neşesini hissedemeyeceğiz. Belli ki Ramazan da bu yıl garip geçecek.

Salgın sebebiyle vefat edenler var, hastanelerimizde halen tedavi altında olanlar var. Karantina altında olanlar, 14 günlük gözetim altında bulundurulanlar var. Çetin bir mücadelenin tam da ortasındayız. Oruç bir yönüyle sabır, metanet ve istikamet üzere olmak demek. İnşallah hem nefsimize hem de salgına karşı verdiğimiz mücadeleyi kazanacağız. Kutlayacağımız bayram çifte bayram olacak. Allahın izniyle daha çok coşkulu 23 Nisanlar, kutlu ramazanlar ve sağlıklı bayramlara erişeceğiz.

Bütün çocuklarımızın 23 Nisan bayramını kutluyor, müminlerin ramazan ayını da tebrik ediyorum. Bu arada ölenlerimize rahmet, hastalarımıza şifa diliyor, iyileşenlere de geçmişler olsun diyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder