Yilmaz Yalcın, KÜÇÜK/BÜYÜK ŞEYLER... albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.
15 Mart 2020
Doğal olan her şeyi kirlettik, bozduk, değiştirdik. Hem de bunu gelişme, ilerleme ve refah adına yaptık. Acaba yaşadıklarımız tepetaklak ettiğimiz dünyanın bizden intikamı mı? Yoksa aklımızı başımıza getirmek için arada sırada dürtülüyor muyuz? Depremlerle, iklim değişikliğiyle, kasırga sel baskını ve toprak kaymalarıyla, küresel çapta yangın ve salgın hastalıklarla uyarılıyor muyuz? Biz bozdukça onlar bize bozmanın ne demek olduğunu daha çarpıcı bir şekilde mi gösteriyor? Olağanüstü bir zamandan geçiyoruz. Birçok normal dışı haller ve aykırılık yaşadığımız bu günler gerçekten düşündürücü...
Çin ve adına gelişmiş ülke adını verdiğimiz birçok ülke bugün küçücük bir virüs korkusundan adeta bloke oldu. Bırakın o dev ekonomileri, insan hayatı adına göklere çıkarılan bilim ve teknolojiler dahi çaresiz. İnsanları üretim ve tüketimden, ulaşımdan, toplu eğlence ve etkinliklerden, AVM'lerden, turistik faaliyetlerden uzak tutan bu korku ve panik neyin nesi? Dünyanın savaş, gözyaşı, acı, göç, terör ve zulüm gündemi nasıl oldu da birden bire değişiverdi? Acaba gören gözlere, düşünen beyinlere, hisseden gönüllere şu mu denilmek isteniyor: "Dünyanın büyük çoğunluğu fakirlikle, açlıkla, susuzlukla, hastalıkla, ölümle ve zulümle kırılırken siz kılı kıpırdamayanlar,siz! Korku nasıl oluyormuş, çaresizlik neymiş işte görün bakalım!"
Bir de madalyonun öteki yüzü var. Duydunuz mu; İnsanlar evlerine kapanınca, fabrikalar çalışmayınca, mega kentler karantina altına alınınca, milyonlarca araç trafiğe çıkmayınca hava kirliliği de önemli oranda azalmaktaymış. Küresel ısınmanın çevreye dayattığı zararları daha bir farkına varıyormuşuz. Maske kullanan insanlar bir nefeslik taze ve temiz havanın ne kadar değerli olduğunu anlamışlar.
Zalim politika ve ideolojilerin, geçmişteki aşağılık örnekleri gibi yeniden tüm dünyada artmaya başladığı bir zamanda Corona virüs çıkıverdi ve bizzat o müsebbipleri dışlanan, tecrit edilen, sınırlarda bloke edilen ve hastalık taşıyanlar yaptı. Üstelik hiçbir ayrım yapmadan, suçlu suçsuz tüm sarı benizli çekik gözlü, beyaz tenli sarışın mavi gözlü business class yolcularının hepsini.
Onlar ki; daha fazla üretim, patlayasıca tüketime dayalı bir toplumda, günde 14 saat ne olduğu belli olmayan bir amacın peşinde soluksuz koşuyorlardı. İnsan olduklarını unutmuş, bir şarkıda ifade edildiği gibi "yatçez, kalkçez, yatçaz kalkçez.." türü bir hayat içindeydiler. Ölüm varmış, hiç umurlarında değildi. Bir anda "DUR!" denildi o dünyaya. Karantinalara kapatıldılar, evlere tıkıldılar. Günlerce beklediler, daha da bekleyecekler korkuyla. Bu arada her şeyi para ile ölçmeye alışan bu çağdaşlar gerçek değerini hatırlamadıkları bir ‘zaman’ kavramı ile de burun buruna geldiler. Hatta bir tür hesaplaşma başladı aralarında. Bakalım belki bu hesaplaşma sonucunda onunla hala neler yapılabileceğini hatırlayanlar çıkar aralarından.
Çocuklarını büyütmeyi başka kişilere, kurumlara devreden anne babalar üretti bu çağdaş yaşam. Çocuklar anne baba dede nene kokusunu unuttu. Ebeveynler bir aile olmanın ne demek olduğunu kaybettiler. Böyle bir zamanda ne oldu? Dünyanın öteki ucundan bir virüs çıkageldi ve o kreşleri, okulları kapattırıverdi. İnsanları "ne yapacağız biz şimdi?" telaşı sardı. Çaresiz alternatif bulmaya, anne ve baba olmaya yöneldiler. Aile olmayı keşfettiler, çocukları ile birlikte olmayı öğrendiler. Dedeyi neneyi hatırlamaya mecbur kaldılar.
İlişkiler yapmacıklı ve yalan dolan haline gelmemiş miydi? Yüz yüze konuşmak yerine sözde gelişen iletişim araçlarıyla sanal dünyada sohpet etmiyor muyuz? Sosyal medya kanallarıyla sosyalleşme çabası aslında bizi yakın olduğumuza dair bir yanılsamaya itmiyor mu? Bu şekilde gerçek yakınlığın anlamını, sıcaklığını, samimiyetini ve önemini ne kadar da göz ardı etmiştik. İşte tam da bu sırada o virüs gelip gerçek yakınlığı da elimizden çalıverdi. Kural şu: "Kimse birbirine dokunamayacak, öpemeyecek ve sarılamayacak…" Nasıl bir ceza bu?.. Birbirine uzak ve dokunamamanın soğukluğuna mahkum oldu insanlar.
Herkesin kendisini, kendisinin olanı düşündüğü bencil bir dünyada yaşıyoruz. Bir virüs belki de bize çok açık bir mesaj yolluyor: "İnsanlığınıza dönüşün yolu aitlik duygusu, topluluk bilinci, başkasını düşünmek, kendinden daha büyük bir şeyi korumak ve onun tarafından korunmaktan geçiyor." Gerçekten de atılan her adım sadece kendi kaderimizi değil etrafımızdakilerinkini de şekillendirmiyor mu? Aynen bizimkinin de başkalarına bağlı olması gibi.
Karşılaştığımız musibetler bize çok şey öğretir. Hayat birdenbire durduğunda "Kim, neden, ama…" lar görece önemsizdir. Sorunun çevresinde dolaşmak yerine tam merkezine, buradan hangi dersin çıkarılabileceğine bakarsak belki de öğrenecek ve yapacak çok şeyimiz olduğunu görebiliriz. Belli ki dünyamıza ve onun yaratılışına borcumuz çok ve bize bunu küçücük bir virüs bedelini ödeterek hatırlatıyor olamaz mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder