11 Mart 2024 Pazartesi

12 Mart 2024 Salı TORUNLARIMA MEKTUPLAR................................ANILAR; 12 Mart

 

141 12 Mart 2014 Çarşamba 09:47 ŞİİR VE TÜRKÜ............................Benim için asla ağlama…

Benim için asla ağlama…

Çanakkale Savaşları, o günün bütün uluslarını derinden etkilemiştir. Özellikle de Avustralya ve Yeni Zelanda’yı.

Onlar Britanya İmparatorluğu'nun yenilmez üstünlüğünden o kadar emindiler ki savaşa çağrıldıklarında çok büyük onur duymuşlardı. Ancak Gelibolu Savaşları onları derinden sarsmış, Avustralya Devleti bu şekilde doğmuştur. Günümüz Avustralya’sının temeli Gelibolu olarak görülmektedir.

Ayrıca, dünyada bu savaş, askeri beceriksizlik ve felaket sembolü olarak da görülmüştür. Mesela Eric Bolge tarafından yazılan "And The Band Played Waltzing Matilda" savaş karşıtı şarkı bu savaşla ilgilidir.

Ancak Çanakkale muharebelerinin anlamı bizim için çok daha farklıdır. O gün milletimiz yedi düvele karşı kahramanca durmuş, ama, bu şanlı müdafaa üçyüzbin şehidin kanına mal olmuştur. Bu savaş ülkemizin daha bıyığı terlememiş yüzlerce sultani talebesini, tıbbıye ve darülfünun öğrencisini yutmuş, adeta topyekun genç bir nesil o topraklarda yitirilmiştir. Bunun bir ülke için ne anlam ifade ettiğini düşünmek gerekir.

Necmettin Halil Onan [1] tarafından Gelibolu yamaçlarında yazılan “Bir Yolcuya” adlı şiir bu duyguları bütün yoğunluğuyla yansıtmaktadır.

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın / Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın / Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda / Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda / Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.
Bu tümsek, koparken büyük zelzele / Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğuldu sele / Mübarek kanını kattığı yerdir.
Düşün ki, hasrolan kan, kemik, etin / Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda, bütün milletin / Hürriyet zevkini tattığı yerdir.

Çanakkale savaşına dair böyle çok sayıda duygulu olay ve belge vardır. Bunlardan bir tanesi de Gümüşhane’nin Şiran ilçesinden Şehid Üsteğmen Zahid efendinin cebinden çıkan mektuptur.   

1915 yılı sonlarına doğru düşman kuvvetleri Anafartalar'dan çekilmiş, güney cephesinden de çekilmesi beklenmektedir. O tarihlerde düşmanın bazı hazırlıklar yaptığı gözlenir. Bunun üzerine geceleri küçük kuvvetlerle baskınlar düzenlenir ve hazırlık hakkında bilgi almaya çalışılır. İşte böyle bir baskın sırasında düşmanın alışılagelenden çok daha fazla ateşle karşılık vermesi üzerine Üsteğmen Zahid, bunun çekilmeyi gizlemek amacıyla yapıldığından kuşkulanır. 8-9 Ocak 1916 da bütün  bölüğüyle saldırıya geçer ve bu muharebe sırasında şehit olur.

Zahid efendi Çanakkale savaşının son şehitlerindendir. Şehid olduktan sonra  cesedini gömmeden evvel ceplerinde yapılan aramada eşine yazılmış, fakat gönderilme imkanı bulunamamış bir vasiyetname çıkar.  Mektup Aziziye Kasabasının Kılıç Mehmed bey Kariyesinden Ahmed Efendi Kerimesi (kızı) Refikam (eşim) Hanife hanıma diye yazılmıştır.

21 Temmuz 330
  1. İşte bugün seferberlik ilan edildi. Ben hem kendim, hem mesleğim itibariyle tam bir asker hem müftehir bir askerim.
  2. Asker olmaklığım hasebiyle bugün sonu ile Vatanımı müdafaya gidiyorum. (Bu günlerde her zamankinden daha önemli muharebelere gireceğiz) Gidip gelmemek, gelip bıraktıklarımı bulamamak da vakıadır. Bu hallerin Alem-i Beşeriyette vukuu inkar olunamaz.
  3. Böyle olmakla beraber, şu vasiyetnameyi yazmak, hemen irtihal dâr-ı beka etmek değildir. Bunun için imanımız katidir. (Bilirsin , her muharebeye giren ölmez. Fakat eğer ben ölürsem sakın gam yeme…)
  4. Rabbani ve mukadderat-ı ilahiye: ben seni, sen beni tanımadığımız ve bilmediğimiz halde basir memleketten bizi kendi kendimize nasip etti. Allahın emrine ve Peygamberimizin kavline tevfikan izdivacımız icra olundu. (Beni ve seni yaratan Allah bizi nasıl dünyada birbirimize nasib etti ise , benden şehitlik rütbesini esirgemediği taktirde , elbette , ruhlarımızı da birbirine kavuşturur.) Tabii, hayatta olduğum müddetçe idaren geçiminizi temine çalıştım. Fakat bizi toplayıp bir araya getiren devletimiz ilan-ı harb eder ve ben mumaileyh vatan uğruna ahrete şahadet edecek olursam; sahip bulunduğum iskam-ı şeriyeye tevfikan mumele icrası da size variddir. Böyle bir hal vukuunda mevcud olan, eşya ve emval-i menkulemde (eşyamın listesi ilişikte) mihri müeccelinizi almanız için ben kendinizi tevkil ve tavzif ediyorum. Emval-i menkulem mesarife kifayet etmezse mamulan beni borçlu olarak yatırmayacağınıza eminim.
  5. Diğer hareketlerine dair bir şey yazmayacağım. Kendi kendimize verdiğimiz vaatlerden inhiraf etmemenizi ister ve ümid ederim. (ilk gece aramızda geçen sözü unutma…) Bana ruhuma bir mevlüd-i şerif kırrat etmek hususu vicdanınıza muhavveldir. Kendim için başka bir taleb-i ihtiyacım yoktur. Şehitlik bana kâfiyet eder. (Vatan yolunda şehit olursam bana ne mutlu)     
  6. Altı maddeden ibaret olan bu vasiyetnamemi elinize aldığınız zaman ceheren ağlayacak olursanız hüsn-ü rızamı tahsil etmemiş olursunuz. (Bu vasiyetimi aldığınız zaman yüksek sesle ağlamanıza razı değilim. Benim için kat’iyyen ağlama…)
….kumandanı Zevciniz Zahid 
                                                                                                                                                                                                                                                6 Eylül 1914     

Mektubun içinden çıkan kırmızı kordelaya bağlı saç demeti mini mini yavrusu Nadide’nindir. Zahid Üsteğmen cepheye gelirken arkasında evlad ü iyal düşüncesini de bırakmış, savaş boyunca ne izin istemiş, ne de bu konuda iki çift laf etmiştir. O son mektubu vasiyetini bile göndermeye fırsat bulamaz.

Çanakkale daha böyle çok kahramanlık ve adanmışlık öyküleriyle doludur. Şiir olmuş,  ağıt olmuştur dillerde, türkü olmuştur gönüllerde. Mesela araştırmacı Ali Osman Karakuş’un “Öyküleriyle sandıklı türküleri” eserinde kendi kendine [2] mırıldanan yaşlı bir haladan bahsedilir.

Askerin gittiği soğanlı dere / Atma şarapnalı her yerim yâre / Yatan şehitlerin vatanı nere ?
Gülleyi bombayı yak da gidelim / Süngüyü tüfengi tak da gidelim
Çanakkale bizim ateş hattımız / Orada sakin oldu bizim ceddimiz / Durmak olmaz hücum vaktimiz
Gülleyi bombayı yak da gidelim / Süngüyü tüfengi tak da gidelim
Ordu gelip İstanbul'a dolunca / Baş katipler mevcudunu alınca / Analar, babalar öksüz kalınca
Ağla anam ağlanacak gün budur / Al, kırmızı kanlar aktı o sine
Kışlanın önünde sıra söğütler / Oturmuş zabitler asker öğütler / Cepheye gidiyor civan yiğitler
Ağla anam ağlanacak gün budur / Al, kırmızı kanlar aktı o sine
Şimendifer seni yapan ne usta / Koy verin uğrunu gideyim dosta / Analar babalar kara yasta
Ağla anam ağlanacak gün budur / Al, kırmızı kanlar aktı o sine
Bayram gelir hep camiye giderler / Bozulmuş bağçeler ötmez bülbüller / Analar yavruyu bu günde beller
Ağla anam ağlanacak gün budur / Al, kırmızı kanlar aktı o sine

Çanakkale adeta "şüheda" kelimesiyle eş anlamlı olmuştur milletimiz için. İliklerine, genlerine kadar işlemiştir o savaş. "Çanakkale geçilmez !" diyen geçmişimiz orada yatmaktadır. Hepimizin onuru, vatanımızın tapusudur Çanakkale. Millet olmamızın ispatı, devletimizin önsözüdür o şanlı direniş. Bu günümüzü borçluyuz onlara. Kardeşliğimizi, din için, vatan için, bayrak için şehadeti biz onlardan öğrendik. Rahmet olsun onlara, şükürler olsun, selam olsun hatırlayanlara.

-------------------------------
[1] Necmettin Halil Onan (d. 1902 - ö. 17 Ağustos 1968), Türk şair, öğretmen, edebiyat tarihçisi.Türk edebiyatının artık klasikleşmiş eseri olan ve Türk ordusunun Çanakkale Savaşları'ndaki savunmasını anan "Bir Yolcuya" (Dur Yolcu) şiirini kaleme alan şairdir.
[2] İzzet Ulvi tarafından Aşık Kalecikli Hakkı'dan derlenmiş bir sandıklı türküsü

218 12 Mart 2015 Perşembe 21:30 ANKARA HASTALIKLARI.............Ankara'yı didiklemek (1)

Ankara'yı didiklemek (1)

Geçenlerde değer verdiğim genç bir yazar kardeşim, bir gazeteye mülakat vermiş. Aslında, güncel gündemi pek takip etmiyorum. Hele politik konuların günlük gelir geçer ateşleri de beni artık eskisi kadar etkilemiyor. Dikkatim daha çok kalıcı ve "aslında ne ?" konular üzerinde. 

Hayatın politika dışında, ne yazık ki günlük hay huy içinde ıskaladığımız tarafları olduğunu fark ettiğimden beri bu böyle. Yapmak konuşmaktan,  yazmak konuşmaktan, yaşamak hepsinden daha önemli artık benim için.

Diyeceğim şu ki, derdim bu genç arkadaşıma laf yetiştirmek değil. Kimseyle de didişecek halim yok. Siyaset ve politika üzerine kayıkçı küreği gibi inip çıkan kısır kavgalar bana çok uzak. Ancak, uzun süredir Ankara'nın ne anlam ifade ettiği, buraya yürüyenler, onların portreleri, gelince ne yaptıkları, tutuldukları hastalıklar ve onların "bizler" üzerindeki etkileri üzerinde kafa yoruyorum.  

Genç yazarımız bir kez daha bana içinde bulunduğumuz noktayı, öncesini ve geleceğini düşündürdü. Adeta bir muhasebe yapma fırsatı verdi. Bundan bazen bu taraf, bazen de o taraf payını almış olabilir. Ama, en çok da kendime batırdım çuvaldızın ucunu. Bu yazı ve takip eden birkaç yazı aslında Ankara dışardan nasıl görünüyor, biz nasıl görüyoruz, onlar nasıl görüyor üzerine. Bu da bir Ankara hastalığı çünkü.

Nasıl mı ? Açıklayayım. Bu ülkede herkesin siyaset -ben politika demeyi tercih ediyorum- üzerine konuşması çok yaygın. Kahvede, işyerinde, meydanlarda, evde, medyada bu konu en fazla işlenen bir konu. Bir zamanlar ben de öyleydim. Gazete ve televizyonları izler, geç vakitlere kadar açık oturum takip eder, liderlerin konuşma ve atışmalarından çok etkilenirdim. 

Bir gün fark ettim ki, bunların hepsi hayatın köpük köpük köpüren yüzü, denizi bile göremiyorsun. Bu didişme politikacıların işi, gazetecilerin ekmek parası. Onlar için çok normal bu harala gürele. Her gün değişen gündem ve üzerinde sürdürülen bitip tükenmez kavga onların var oluşu demek. Bana/bize kalansa hastalık seviyesinde gerginlik, stres ve karamsarlık. Çok şükür bu hokus fokusun dışına çıktım ve artık rahatım. Bazı bazı rahmetli bir liderimizin ifadesiyle koltuğuma oturup kahvemi höpürdetiyor ve tiyatoroyu seyrediyorum. Herkese de tavsiye ederim. Çok rahatmış.  

Sizce yetenekli bir romancı, gelecek vaad eden zeki bir genç yazar neden Siyaset/politika üzerinde konuşmaya zorlanır ? Sadece ve sadece edebiyatçı olduğunu söylediği halde neden kendisiyle siyasi gündem konuşmak isterler ? Bu ısrarın sebebi nedir acaba ? Cevap yine o genç yazarımızın ifadesiyle "tatsız" bir durum. Düşünmek lazım.

Genç arkadaşım, bu ülkede neden bu kadar çok siyaset/politika konuşuluyor biliyor musun ? Hayat daha kötü olduğundan değil, öğretmenlerimizin, hocalarımızın, yazarlarımızın, sanatçılarımızın "büyük" olmamasından. Sığ dünyamızdaki boşluğu siyaset dolduruyor işte. Böyle başa şimşir tarak misali. Gençlerin ifadesiyle bu da bir çeşit geyik. İnsanlar kötüye giden bir şeyleri iyileştirmek için siyaset konuşmuyorlar, keşke öyle olsa. Buradan ülkede herşeyin kötüye gittiği sonucunu çıkarmaksa büyük haksızlık olur doğrusu.

"Türkiye’de siyaset bir kısır döngü içinde" diyorsun. Kahvedeki adamın "biz adam olmayız. Adamlar yapmış yani" sızlanması gibi bu laf bu. Biz kısır döngünün alasını 60'lı 70'li yıllarda görmüştük. Sen bilemezsin. Ama bugün 50-60'lı yaşlarda olanlar koalisyonları, sağ sol çatışmalarını, Demirel-Ecevit kürekçi kavgalarını çok iyi hatırlarlar. Yeni nesillerin o günleri bilmemeleri normal, onlar gözlerini açtı bugünleri  gördü. Doğal olarak da "bu memleket adam olmaz" nakaratını günün ezgileriyle söylüyorlar. 

Fakat onlar da doksanlı yılları, 28 şubat karabasanını, ekonomik krizlerini yaşadılar. Bu kadar çabuk unutmuş olamazlar değil mi ? Daha 2000 lerin başında anayasa kitabı havalarda uçmuş, krizlerden krizlere sürüklenmemiş miydik ? 

Yalnız haksızlık etmeyelim. Kısır döngü konusunda haklı olduğu bir taraf var. İttihat terakkiden beri, adam gibi sosyal demokrat bile olmayı beceremeyen bir muhalefetimiz var bizim. 

Bir taraftan devleti sahiplenmiş, ona dayanmış ama öbür yanda sözde halkçı emekçi dinazorlarımız. 

İdris Küçükömer'i rahmetle analım, adam doğru söylemişti ama kimse anlamamıştı; "Bizim sağcılarımız solcu, solcularımız en alasından sağcıdır." Evet, kadrolu müzmin muhalefetin kendi etrafında dönüp durduğu, doğru dürüst hiçbir tez ortaya koyamadığı bir kısır döngümüz var, bak bunda son derece haklı işte. :)
Neymiş: demokrasinin seyrelmesi, siyasetimizi bir ‘Emir verme ve emir alma’ kalıbına oturtmuş. Demokrasimiz olgunlaşmıştı da şimdi mi seyrelmeye yüz tuttu acaba ? Biz çok yakın zamanlara kadar bir yerlerden "tak" emir alır "şak" yapmaz mıydık ? Afedersin ama, vesayet diye bir kelime duymadın mı hiç ? 

Kelime eski mi geldi ? Hani yetişkin olmayanlar ya da aklı gidip gelen yaşlılar için "vasi" tayin edilir ya. Onlar bizi kollar ve himaye eder ya. Egemenlik hakkımızı bazı kişi, kurum ve kuruluşlar bizim adımıza kullanırlar ya. İşte o vesayet. 

Bu kelime size bir şey ifade etmiyor mu ? Pardon artık tarih olan bu kelime için henüz çok genç olduğunu bir an için unutmuşum.

Yalnız şu ifadelerin bana son derece ürkünç geldi. Diyorsun ki: "Hatta, tapınmaya varan ifadelere şahit oluyoruz. Onurlu insanlar emir vermek de, emir almak da istemezler. Krala filan tapmazlar." Doğrusu gayri ihtiyari sağıma soluma arkama baktım. Kaşlarım kalktı: "Kime, bana mı söylüyorsun ?" 

Sonra öfkemi yatıştırıp sakinleştim. "Yok canım misal veriyor herhalde, teşbihte hata olmaz derler ama bu sözler biraz ağır olmuş bence." Ama düşündüm, yine de bu sözler havaya, boşluğa söylenmiyor olmalı. Sanki amaçlı ve belli bir adrese yollanmış. Hem de bire bir kimin yüzüne söylense şiddetle reddedileceği bilindiği halde. Gerçekten maksadını çok çok aşmış talihsiz bir itham bu. 

"Tapınma" teolojik bir eylem. Her müslümanın İbrahimin Nemruta ve onun kavmine söylediği sözlerden, Kur'anın hemen her sayfasında okuyup iman ettiğimiz dehşetli uyarılardan haberi vardır. Yine de genç yazarımız biraz zahmet etse, dini açıdan gereken cevabı herhalde bu konuda ilim sahibi pek çok insandan alabilirdi. 

Ancak, merak ettim; bu tip bir suçlamanın bugünkü siyasette/politikada karşılığı olduğuna, var olduğuna inanıyor mu gerçekten ? Yoksa sevginin, ya da aidiyette asabiyetin fazla ileri gittiği istisnai örneklere bakarak mı böyle söylemiş ? 

Bana göre böyle bir tapınma Kuzey Kore'de, Küba'da bile tam olarak yoktur. Değil ki, bu söz ülkemizde nasıl ulu orta söylenebilir ? Bu millet çok daha güçlü olduğu halde padişahlarına, sultanlarına, halifelerine dahi -haşa-asla tapmadı. 

Biz müslümanız, bu ülkede inançlı insanların hatası, günahı hatta  bilmeden şirke düştüğü haller olabilir ama asla bir "tapma" sapıklığı içinde oldukları söylenemez. Kusura bakma ama genç arkadaşım bu sözlerini külliyen reddediyorum.

Ayrıca, emir vermek, emir almak devlet işinde çok olağan bir şey. Devlet de bir siyaset işi ve doğal olarak siyaset adamlarıyla kaim. Demokrasi bunun için var. Bizim adımıza hükmetsinler, emir versinler, yönetsinler diye. Bu, o alanda çalışan insanları onursuz yapmaz. 

"Siyasi roman yazsam, bugünün siyasetçileri kadar kötü adamlar yazamazdım" diyorsun. O kadar abartmışsın ki "Böylesi tipler, korku romanlarında bile yok" diye sallayıvermişsin. Korku işi pek uymadı ama diyelim siyasi roman yazdın, romanda hep kötü adamlar olmaz ya, iyi adamları nereden bulacaksın ? Malum ya bazıları iyi olmak zorunda. Biraz da böyle bak bakalım ortama. Belki hepsi kötü değildir.

Bakıyorum, sen şimdiden kurmacaya başlamışsın. Tabi ki sanat siyaseti/politikayı konu edinebilir. Üstelik oldukça da bol malzeme var bu alanda kabul ediyorum. Adamın iyisi var, kötüsü var, olay çok, entrika bol.  Tabi yazar adam da "yazar" değil mi ? Herkes gibi orda burda atıp tutacak değil ya. Derdi olsa olsa ne kadar iyi yazabileceği konusunda olabilir. Malum ya senin ifadenle "Gerçekler, romanlardan daha ilginçtir."

Bak, sen gene de edebiyata, romana, mizaha devam et genç kardeşim. Sana gerçekten o alanda ihtiyacımız var. Senin tabirinle "Kötü bir siyasetçi" daha istemiyoruz. Ama sakın ki, Ankara hastalıkları sana bulaşmasın, olur mu ?

Yilmaz Yalcın
Bahadır Cüneyt Yalçın 

albümüne 2 yeni fotoğraf ekledi.



BCY okurlarıyla. İmza ve söyleşi günleri

12 Mart 2020 

Annemin hastalığı dolayısıyla bu günlerde face'i çok takip edemiyorum. Doğum günlerinizi, paylaşımlarınızı görememiş olabilirim. Rabbim herkesin hastalarına şifa versin. Dua bekliyorum.o

Yilmaz Yalcın

200112_12:02 Balder Kahvaltısında torunumla

Yilmaz Yalcın

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.
İstiklâl Marşı/Mehmet Âkif ERSOY
İstiklâl Marşı'mızın kabülünün yıldönümünde Mehmet Âkif ERSOY'u rahmetle ve minnetle anıyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder