Fetih günü
Corona günlerinin 443.ncüsünde kutlu bir "Fetih günü"ndeyiz. Bugün
Doğu Roma'nın (Bizans) başkenti Konstantinopolis'in 29 Mayıs 1453'te, genç
Sultan Mehmedin osmanlı ordusu tarafından fethedilmesinin 568.nci yılı. O güne
kadar dalga dalga gelen islam orduları tarafından hep bir "kızılelma" olarak bakılan şehir böylece önce "Dar üs selam" sonra "İslambol", nihayet “İstanbul” olmuştu. Öyle bir fetihti
ki bu; kadim Roma imparatorluğunu bitirmiş, zamana çağ kapattırıp çağ açtırmış,
muzaffer komutanına da "Fatih"
ünvanı verdirmişti.
Bu fethin müjdesi daha 880 yıl öncesinden
verilmişti. Allah Resulünün (sav) "İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu
fetheden komutan ne güzel komutan, fetheden ordu ne güzel ordudur"
iltifatına ulaşmak üzere nice sahabi bu surların önüne gelmiş, nice asker bu
uğurda şehit olmuştu. Nihayet bu vuslat "Ya ben istanbul'u alırım, ya da o
beni" diyen genç Fatih'e ve askerine nasip olmuştu. Fethin zafer
tacı ise 1000 yıllık mabed Ayasofya'da Cuma namazı kılınması ile giyilmişti.
Bu fetihle İstanbul; mübarek beldeler
Mekke, Medine ve Kudüs'le kardeş olmuş. İslam medeniyetinin zirveye çıkan
sembollerinden biri haline gelmişti. Öyle bir eserdir ki bu, aradan geçen 568
yıla rağmen ne bizim ne de çağdaş küffarın zihninden silinmemiştir. Öyle bir
zaferdir ki bu güne kadar eşine benzerine rastlanmamıştır. Tarihin seyrini
değiştiren, yakın coğrafyamızı yeniden şekillendiren, dünya siyasetini derin
çizgilerle etkileyen ve insanlığın medeniyet çizgisine altın zirveler ekleyen bir olaydı.
Bu yüzden fetih bizim için önemli ve
değerlidir. Bu yüzden her 29 Mayısta Fatihi, kutlu fethi ve Ayasofya'yı
coşkuyla hatırlar ve yaşarız. Bu yıl corona günlerinin hastalıklı ve puslu
havasına denk gelmiş olsa da bizi sevindiren tarihi olaylara şahid olduk. Önce
83 yıllık esaret sona erdi ve büyük Ayasofya yeniden cami oldu. Ardından “157 yıllık dilek" gerçekleşti ve
Taksim camisi bir hayalken hakikate dönüştü. Cumhurbaşkanımızın ifadesiyle "Taksim
camii Ayasofya'ya bir selam olduğu kadar ve fethin yıldönümüne de bir
hediye" oldu.
Bu sözde anlayanlar için önemli mesajlar
var. Bizim gibi gençliği "Ayasofya
açılsın!" nidalarıyla geçmiş bir nesil ve son 30 yıl "Taksime
cami yapılsın!" özlemiyle yaşayanlar bunun ne demek olduğunu gayet
iyi bilirler. 157 yıl önce meşhur 93 harbinde Rusların Yeşilköy'e kadar geldiğini
biliriz de bu dönemde 1876-80 yıllarına Taksimin kalbine yapılan büyük bir
kilisenin "Aya Triada Rum Ortodoks
Kilisesi" nin ne anlama geldiğini pek bilmeyiz. Oysa bu yapı sadece
bir mabed değil islam başkentine
galipler tarafından çakılan bir çivi gibiydi.
Ancak Taksim Meydanı yakınında İstiklal
Caddesinin başında şehrin en modern ve gözde yerine eski Rum mezarlığının
üzerine görkemli kubbesiyle böyle bir kilisenin inşa edilmesi birçok açıdan
tartışmayı da başlatmış oldu. Zira bu kilisenin yapılması en başta İstiklal
Caddesi'ndeki Ağa Camii'nin mütevazi silüetini gölgeliyordu. Öte yandan
İstiklal Caddesi ve çevresinde anıtsal nitelikte çok sayıda kilise ve sinagog
varken büyüklük ve estetik açıdan onlarla boy ölçüşen bir cami olmaması o
günden bu yana milletimiz için sönmeyen bir hüzün kaynağıydı.
Hatta belki şaşırtıcı olabilir ama Aya Triada'nın ihtişamı karşısında Ağa Camii'nin durumu Nazım Hikmet'i bile hüzünlendirmiştir. Nazım Hikmet Ağa Camii'nin bu yalnızlığını 1921'de şiirlerine taşımış ve "Havsalam almıyordu bu hazîn halî önce, Ah, ey zavallı camî, senî böyle görünce" diye feryad etmiş. Şiirin tamamı şöyle:
Havsalam almıyordu bu hazin hali önce/Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce /Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım/Allahımın ismini daha çok candan andım./Ne kadar yabancısın böyle sokaklarda sen!/Böyle sokaklarda ki, anası can verirken,/Işıklı kahvelerde kendi öz evladı var…/Böyle sokaklarda ki, çamurlu kaldırımlar,/Burda bütün gözleri bir siyah el bağlıyor/Yalnız senin göğsünde büyük ruhun ağlıyor./Kendi elemim gibi anlıyorum ben bunu/Anlıyorum bu yerde azap çeken ruhunu/Bu imansız muhitte öyle yalnızsın ki sen/Bir teselli bulurdun ruhumu görebilsen!/Ey bu caminin ruhu: Bize mucize göster/Mukaddes huzurunda el bağlamayan bu yer/Bir gün harap olmazsa Türkün kılıç kınıyla/Baştan başa tutuşsun göklerin yangınıyla!
Nazım Hikmet'i bile sarsan bu "İmansız muhitte yalnız kalmış
cami" görüntüsü uzun süre derinlerde yaşayan Taksim'e cami inşaa etme
arzusunun belki de en çarpıcı örneği. Rahmetli Menderes'ten bu yana yakın
tarihimiz hep bu arzu ve karşısındaki şer güçlerin mücadelesiyle geçti.
Nihayet 1994'de İstanbul'a Belediye başkanı seçilen genç bir adam bu vaadi
yeniden gündeme getirdi ve "İnşallah temelini atarız. Ben
olmasından yanayım" demişti.
Ancak 28 Şubat süreci bu sözün yerine
getirilmesini engelledi, 2013'te bu proje tekrar gündeme geldiğinde bu defa
Gezi olaylarıyla karşılık buldu. Nihayet 2017 Haziran'ında cami inşaatına
başlanabildi ve fetih gününün arefesinde yine bir Cuma günü yani bugün o cami ibadete
açılmış oldu.
Sadece bu konuda değil ülke için önemli her stratejik adımda karşımızda bir "İstemezük!" cephesi buluyoruz. Boğaz köprüsü de yapsanız, denizin altından tüp geçitler de geçirseniz, duble yollar, köprüler, otoyollar da yapsanız bu şer odaklarının koro halinde karşı çıkması değişmiyor. Konu özelleştirme de olsa, savunma sanayi projeleri de olsa, İstanbul havalimanı da olsa, Kanal İstanbul da olsa fark etmiyor.
Nedense bu gayri memnun adamların muhalif kafalarına bir türlü yatmıyor böyle işler. Çamlıca camiine de karşılar, Ayasofya'nın cami olmasına da, Taksimde cami yapılmasına da. "Olmaz! Olamaz!", "Yaptırmayız! Ettirmeyiz!" çığırmalarına başlayıveriyorlar. Ama onların bu "yalancı çoban" halleri sadece kendilerini kandırıyor. Onlara rağmen hizmet, gelişme ve eserler bir bir gerçekleşiyor. Keşke utanacak yüzleri olsa.
Haberlerden öğrendiğimiz
kadarıyla 400 metreye yakın uzunlukta Çamlıca kulesi de hizmete açılmış. Çamlıca cami, 150 metre uzunluğunda 1000 m2 büyüklükteki muhteşem bayrağımız ve Çamlıca kulesi aynı siluette birbirlerine çok uymuşlar. Bütün
bu güzel işler bu yılki fetih gününe canlılık ve renk getirmiş durumda. Fethi bilenler
ve anlayanlar için gerçekten anlamlı eserler bunlar. Elleri dert görmesin, Allah
hepsinden razı olsun.
1 Haziran sonrası
Corona günlerinin 444.ncüsünde,
normalleşme beklentilerinin zirve yaptığı 1 Haziran arefesindeyiz. Yeni dönem 1
Haziran'dan sonra başlamış olacak. Geçtiğimiz birbuçuk aylık kontrollü
normalleşme dönemi sonuçlarına göre; vaka sayılarının azalmasıyla ağır hasta
sayısında dolayısıyla da vefatlarda düşüş görüldü. Aşılanmanın hız kazanması da
buna eklenince salgınla mücadelede olumlu bir tablo ortaya çıkmış oldu.
Tüm Türkiye'yi ilgilendiren normalleşme
kararları Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında yapılacak olan yarınki (31 Mayıs
Pazartesi) kabine toplantısında alınacak. Gündem 1 Haziran itibariyle
başlayacak olan Türkiye'nin yeni normalleşme takvimi. Böylece vaka sayılarının
durumu ve Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu'nun tavsiye kararlarına bakılarak
Türkiye'nin yeni yol haritası belirlenmiş olacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan
başkanlığında gerçekleşecek olan Kabine Toplantısı'nın yapılması bekleniyor.
Elbette herkesin merak ettiği "Maske zorunluluğu kalkar mı?",
"okullarda yüz yüze eğitim başlayabilecek mi?", "restoran ve
kafeler açılacak mı?", "Hafta sonu yasağı kalkacak mı?" gibi sorular var.
Uzmanlar gelişmeler aynı yönde olursa;
açık alanlarda maske zorunluluğun kaldırılabileceğini, eylülde yüz yüze
eğitimin başlayabileceğini, kafe ve
restoran gibi işletmelerin yeniden faaliyete geçebileceğini, bu hafta sonu
devam eden yasağın sona erebileceğini düşünüyorlar.
Bilim Kurulu’nun üzerinde çalıştığı
konulara bakılırsa normalleşme sürecinin başlayacağı haziran ayından itibaren
sahillerde, parklarda, bahçelerde, kişiler arası iki metre mesafe varsa,
insanlar artık maskesiz oturabilecek ya da dolaşabilecekler.
Ancak, normalleşme ile birlikte açık
havada maske zorunluluğu kalksa bile kapalı alanlarda maske takmaya devam
edeceğiz gibi görünüyor. Uzmanlar bu konuda: "Belki 1 Haziran’dan sonra
açık alanlarda, çok kalabalık olmayan yerlerde maske kullanımı azaltılabilir.
Ancak kapalı alanlarda sonbahara kadar maske takmaya kesinlikle devam
etmeliyiz" diyorlar.
Meselâ pazar yerleri yine maske takmayı
sürdürmemiz gereken kalabalık yerler. Toplu taşımada da aynı tedbir geçerli.
Boş bir caddede yürüyor olsak bile yine de mutlaka yanımızda maske olmalı.
Aşılamanın belli bir düzeye ulaşması sadece maske konusu için değil
koronavirüsle mücadele için de çok önemli.
Bu arada Bilim Kurulu temaslılar için 10
gün olan karantina süresini 14 güne çıkardı ve mücadele rehberinde bazı yeni
değişiklikler yaptı. Anlaşıldığı kadar bundan sonra toplu yasaklardan ziyade
bireysel önlemler ön planda olacak. Bu vatandaşların kendi risklerini en aza
indirmeye dayalı bir karar. Bu kapsamda uyulması gereken kurallara dikkat
edilmesi gerekiyor.
1 haftalık ortalamalara göre vakalarda
yüzde 22-23’lük bir düşüş söz konusu. Bu düşüş trendi devam ederse ve
aşılamanın artmasıyla işletmelerin de yeniden faaliyete geçebileceği
anlaşılıyor. Ancak İşletmecilerin Sağlık Bakanlığı’nın yayınladığı rehberleri
okuması gerekiyor.
Bu arada sonbahara kadar toplumun
birçoğunun aşılanabileceği öngörülüyor. Öğretmenlerimizin aşılanmasında da
belli bir noktaya kadar gelindi. Güz dönemine kadar zaten herkesin aşılanması
planlanıyor. Böylece yüz yüze eğitim için Eylül ayı başlangıç olabilir. Yaz
dönemi okullarda kültürel ve sosyal faaliyetlerin olacağı bir dönem olarak
değerlendirilecek. Katılım zorunlu değil, İsteğe bağlı olacak. Bu faaliyetler çocuklar için çok önemli.
Üniversitelerin de aynı güz döneminde yüz
yüze eğitime geçmesi mümkün. Artık hepimiz bu mücadeleyi öğrendik. Öğrenciler
maskelerini takarak eğitimlerine devam edebilirler. Üniversiteler için de aynı
durum geçerli.
Öyle görünüyor ki:
Haziran ayı için ilk doz aşılamada büyük
bir aşama kaydedilmesi beklenirken, bu durum otomatik olarak 1 Haziran sonrası
yasakları da etkileyecek. Vakalardaki azalma devam ederse 1 Haziran’dan sonra
restoran ve kafeler kişi sınırlamasıyla yeni normale girmiş olacaklar. Halı
sahalar, spor salonları, yüzme havuzları da kapılarını yine müşterilerine
açabilecek.
Düğün yapacak çiftlere de 1 Haziran
sonrası için bir müjde gelebilir. Düğün salonlarına da belli sayıda davetliyle
hizmet vermeleri için izin verilebilir. Tabi öncelikli olanlar açık alanlarda
yapılacak düğünler. Aşılamanın artmasıyla birlikte bu durum kapalı düğün
salonlarına da genişletilebilir.
Bütün bu olumlu beklentilere karşın gerçek
olan bir şey; "Dünyada koronavirüs
bitmeden bu tehdidin geçmeyeceği".
Bize dönersek belki bu hafta sonu sokağa çıkma kısıtlamasını yaşadığımız son hafta sonu olacak. Ama dikkatli olmazsak normalleşmede yine başa dönebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder