Şiirlere/Türkülere girmiş dertler
Kültürümüzde derdin, hastalığın önemli bir yeri vardır. Verem, sıtma gibi hastalıklar çok derin izler bırakmıştır insanımızda. Özellikle de verem. Halk arasında “ince hastalık” olarak bilinen, tıp dilinde tüberküloz olarak adlandırılan bu hastalık, bir dönem oldukça yaygındı. Sevdayla, aşkla karışık yaşandı genellikle bu ince hastalık. Çok çektirdi bu derde düşenlere. Şiirlere, şarkılara, türkülere girdi, romanlar yazıldı üstüne,filmlere konu oldu.
Mesela Faruk Nafiz Çamlıbel’in o meşhur şiiri “Han Duvarları”nı bilirsiniz. Uzun ve muhteşem bir şiirdir. Hastalığını han duvarlarına kazıyan Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’tan söz eder o şiirinde. "Garibim namıma Kerem diyorlar/Aslı'mı el almış haram diyorlar/Hastayım derdime verem diyorlar/Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben" dörtlüğü hem hastalığın hem de şiirin zirvesini yaşatır okuyanlara.
Şiirin kahramanı zamanın yaylı at arabasıyla “Ulukışla
yolundan Orta Anadolu'ya” gitmektedir. Hem de 'gurbeti gönlünde duya duya'. Geceyi
bir handa geçirir. Sonrasını şöyle anlatır dizeler: “Uykuya varmak için bu hazin günde, erken /Kapanmayan
gözlerim duvarlarda gezerken/Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı/ Bu dört
mısra değil, sanki dört damla kandı/ Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa/Raslamıştım
duvarda bir şair arkadaşa;”On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan/Baba ocağından yar
kucağından/Bir çiçek dermeden sevgi bağından/Huduttan hududa atılmışım ben." Altında
sadece bir tarih vardır; Sekiz mart otuz yedi. Ancak adı sanı belli değildir
yazanın.
Ertesi gün yolculuk devam eder. Akşam çökünce Araplıbeli’nde
yine bir hana sığınırlar. Kaldığı odada yine o meçhul şairin bir başka dörtlüğü
kazınmıştır duvara: “Gönlümü çekse de yârin hayali/Aşmaya kudretim yetmez
cibali/Yolcuyum bir kuru yaprak misali/Rüzgârın önüne katılmışım ben".
Ertesi gün: “Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık/Bir handa, yorgun argın,
tatlı bir uykudaydık/Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım/Başucumda gördüğüm
şu satırlarla yandım!” der yazarımız. Çünkü duvarda yine o meçhul şairin
kazıdığı satırlar vardır. Ama bu defa hem derdini hem de namını yazmıştır şair:
"Garibim namıma Kerem diyorlar/Aslı'mı el almış haram diyorlar/Hastayım
derdime verem diyorlar/Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben".
Sabahleyin araba Erciyes'in yolunu tutarken arabacıya
sorar bu Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ı yazar. “..Hancı dedim, bildin mi
Maraşlı Şeyhoğlu'nu?" Arabacının gözleri uzun uzun burkulur, şöyle der: "Hana
sağ indi, ölü çıktı geçende!" Gözler yaşarmış yazarın gönlünü Maraşlı'nın kara
haberi yakmıştır. Şöyle der şiirin sonuna doğru: “..Aradan yıllar geçti
işte o günden beri/Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim/Çünkü sizde
gizlenen dertleri ben bilirim..”
Bilhassa ‘60’lı yılların ortalarından itibaren veremden söz eden plaklar çok çıkmış. Başlangıcı 1966 yılında piyasada çok satan bir plağa dayanıyor. Adanalı şarkıcı Cahit Seyhanlı’nın “Veremli Kız” şarkısı adeta bir furyayı başlatmış. Seyhanlı, fonda meşhur “Makber”in müziği eşliğinde “gazelli” şarkısını içli içli okurken ona hıçkırıklarıyla Nedret Güvenç eşlik ediyor. Ağlatan plağın ön kapağına baktığımızda, siyah beyaz bir fotoğraf görüyoruz. Seyhanlı, bir yatağın başında, ince hastalıktan mustarip sevdiceğine şarkısını okuyor: “Her gün doktor gelir gider / Bunu herkes merak eder / Zavallı kız verem olmuş / Yaprak dökümünü bekler…”
Aslında bu hıçkırıklar yıllar öncesi sinema dünyasında görülmüştü. Bu gözyaşı ve hıçkırıklar Kerime Nadir’in 1930’lardaki bir romanından verem hastası Nalan’dan ödünçtü. ‘Hıçkırık’ 1953’te, çiçeği burnunda yönetmen Atıf Yılmaz tarafından sinemaya uyarlanmış, yıllarca afişlerden inmeyen filmde Nalan rolünü yine Nedret Güvenç canlandırmıştı; "Ben çok talihsiz bir kadınım yavrum. Gönlümün arzularından ziyade bağlı olduğum hüküm ve nizamların çerçevesi içinde yaşadım. Saadet ve refah içinde kan ağladım, kan tükürdüm. Sen bana benzeme. Her şeyden önce gönlüne tabi ol. Ancak hakikaten sevdiğin, ölesiye arzuladığın adamla evlen…’ Şehir Tiyatroları’ndan Nedret Güvenç’in canlandırdığı ‘Ağlayan sanatçı’ karakteri aslında Cahit Seyhanlı’nın yıllar önce bıraktığı izlerdi.
Hüzün verici, dinleyenleri hıçkırıklara boğan ve en katı yüreklileri dahi ağlatan plaklar modası da “Veremli Kız”ı takip eden bir plak, Bu kez Şükran Ay tarafından yorumlanan “Hıçkırık” ve yine “Ağlayan sanatçı” Nedret Güvenç. Sanatçının “Hıçkırık” dışında bir Şükran Ay plağı daha var. Adı da “Ağlatan Plak”. Şükran Ay okuyor, ara nağmesinde Nedret Güvenç ağlıyor, hıçkırıyor ve bu işi öylesine içten yapıyor ki, solist Şükran Ay bile tesirinde kaldığı için üç defa plak bozuluyor.
Olmaz İlaç Sine-i Sâd Pareme
Hacı Arif Bey’in o meşhur “Olmaz
İlaç Sine-i Sâd Pareme”.şarkısını bilirsiniz. Ancak bu şarkıyı karısının
verem olması üzerine yazdığı pek bilinmez. Sözleri şöyledir: “Olmaz ilâç sîne-i sâd-pâreme/ Çâre bulunmaz bilirim yâreme/ Baksa tabîbân-ı cihân çâreme/ Çâre bulunmaz bilirim yâreme/Kastediyor tîr-i
müjen cânıma/Gözleri en son girecek kanıma/ Şerh
edemem hâlimi cânânıma/ Çâre bulunmaz bilirim yâreme”. (Yüz parça olmuş kalbime ilâç yoktur. Yarama çare
bulunmayacağını bilirim. Dünyanın bütün hekimleri yarama baksalar da. Yarama
çare bulunmayacağını bilirim. Sevgilinin kirpiklerinin okları canıma kastediyor.
Sonunda o gözler kanıma girecek. Hâlimi sevgilime açıklayamam. Yarama çare
bulunmayacağını bilirim.)
Neşet Ertaş da bir türküsünde vereme yer veren
ozanlardan: “Aradım derdime çare mi
buldun / Bu sevda elinden sararıp soldum / Sefil Mecnun gibi Leyla’dan oldum /
Derdimi ellere diye mi bildim / Ağladı gözlerim güle mi bildim / Tutuldum
vereme bu genç yaşımda…” Ferdi Gürses’ten “Verem Oldum”, Cevdet Bağca’dan “Derdinden Verem Olsam”, Leyla Ertaş’tan “Tutuldum Vereme”, Garibim Ahmet’ten “Veremli Gelin” de bu tür eserler. Arif Sağ’ın eşlik ettiği Türkân
Kaya plağı “Doktorlar Verem Dediler” de
öyle.
Verem, gurbet sancısıyla da vurmuş insanımızı. Bu
anlamda Avrupa’ya çalışmaya giden işçilerin yaşadıkları gurbet/verem acıları kültür
hayatımıza yansımış bütün yanıklığıyla. Verem özellikle de Almanya’da çıkan kimi
plaklarda gurbetin ve hasretin eseri bir hastalık olarak karşımıza çıkıyor:
“Köln Bülbülü” lakabıyla tanınan Yüksel Özkasap tarafından yorumlanan “Verem Oldum Hasta Düştüm Köln’de”,
Erzincanlı Korkmaz Gül’ün sesinden bize ulaşan “Almanya’da Verem Olan Ölür mü?” ve Âşık Hasan Turan işi “Gurbetin Sonu Derttir Veremdir”
bunlara örnek.
Cem Karaca'nın 1977 tarihli “Yoksulluk Kader Olamaz” albümüne adını veren şarkı da veremden
bahseder: “Radyolarda şarkılar boş
ver diyorlar / Açlıktan verem olana bal ye diyorlar…”
“Hastane
önünde incir ağacı” türküsünde de acıklı bir verem hikayesi var: “Hastane önünde incir ağacı/Annem ağacı/Doktor
bulamadı bana ilacı/Annem ilacı/Baştabip geliyor zehirden acı/Annem oy acı/Garip
kaldım yüreğime dert oldu/Annem dert oldu/Ellerin vatanı bana yurt oldu/Annem
yurt oldu/Mezarımı kazın bayıra, düze/Annem oy düze/Yönünü çevirin sıladan yüze/Annem
oy yüze”. Verem yüzünden sözlüsünü göremeyen bir gencin
yaktığı türkü bu. Hikayesi şöyle: Komşu kızıyla beşik kertmesi olan bir genç
askerde vereme yakalanır. Hava değişimi olarak Yozgat’ın Akdağmadeni’ne gelir.
Sözlüsünün ailesi kızlarını göstermek istemez. Genç tedavi için İstanbul’da
hastaneye yatar. Pencereden gördüğü incir ağacından ilham alarak bu türküyü
söyler. Yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamayan genç, hastanede ölür ve
İstanbul’da defnedilir.
Böyle bir başka türkü de “Kırmızı gül demet demet” adıyla biliniyor. Revan’da iken veba hastalığına yakalanıp ölen bir “Memet”in ardından yakılmış. “Kırmızı gül demet demet/Sevda değil bir alamet/Gitti gelmez o muhannet/Şol revanda balam kaldı/Kırmızı gül her dem olsa/Yaralara merhem olsa/Ol tabipten derman gelse/Şol revanda balam kaldı/Kırmızı gülün hazanı/Ağaçlar döker gazeli/Kara yağızın güzeli/Şol revanda balam kaldı”. Hikayeye göre, annesinin tek oğlu olan Memet, Erzurum yöresinde yetiştirdikleri ürünleri, bugünkü Ermenistan’ın başkenti, o dönemler önemli bir ticaret merkezi olan Revan’a kervan ile götürüp satıyor. Karayağız, güçlü kuvvetli Memet, alışkanlığı üzere her akşam tarla dönüşü, bahçelerinden derlediği gül demetini getiriyor annesine. Bu gül demetleri ana-oğul arasında sevginin, saygının bir simgesi gibi adeta. Anne de, duvara asıp kurutuyor onları. Baktıkça oğlunu görür gibi oluyor.
Kar, ayaz bir de Veba hastalığı kırıp geçiriyor insanları o günlerde.
Revan’da hastalanan Memet ölüyor ve bir çalı dibine gömüyorlar. Kervanın çoğu
da kurtulamıyor vebadan. Mehmet’in anası öğrenince durumu, deli divane olup
dağlara vuruyor. Onu görenler, elinde bir demet kırmızı gül, dilinde “Kırmızı
gül demet demet. Sevda değil bir alamet. Şol Revan’da balam kaldı. Yavrum
kaldı...” diye haykırdığını söylüyorlar. Bu türkü de hikayesi de işte böyle nesiller
boyu dilden dile bize kadar ulaşıyor.
Kültürümüzde hastalık izleri taşıyan şarkı/türkü
çok. Ama verem gibi ölümcül hastalıklara dair şarkı ve türkülerin yeri oldukça
özel. Artık böyle şiir/şarkı/türkü yoksa kuşkusuz o hastalıkların ortadan
kalkmış olmasından. Şimdi bir başka dert var başımızda. Şu an corona zamanı.
Yaşadığımız pandemi de en az verem kadar ölümcül. Onun kadar “ince” bir dert olmasa da çok daha “sinsi” bir hastalık. İkisi de sonuçta ciğerlerde yerleşip ocaklar söndürüyor. Corona salgını çok muhtemeldir ki hem şiire, hem şarkı ve türkülerimize yansıyacaktır. Edebiyatımızda izleri görülecektir. İnşallah verem, veba, sıtma, kolera ve corona gibi hastalıklar bir daha yaşanmasın. Böyle “ince”, “sinsi” ve "ölümcül" hastalıklara sadece eski şarkılarda/türkülerde rastlayalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder