9 Aralık 2017 Cumartesi

286 09 Aralık 2017 Cumartesi 20:35 UMRE GÜNLÜĞÜ.......................Veda zamanı

Veda zamanı

9 Aralık 2017 Cumartesi: Umre yolculuğumuzda 22. gün

Bugün Mekke'de son günümüz. Sabah yine erken kalkıp tavaf için buluşma yerine geldik. Diğer otelden servisli arkadaşlar da geldi. 

Kadınlar kabeye ayrıldılar. Biz hanımla Selçuk hocanın grubunda kaldık.

Sabah tavafını 1. katta yaptık. Çünkü üst katı kapatmışlardı. Özellikle sol baldırım fena halde yandığı halde gruptan ayrılmadım, acıya dayandım. 

Tavafımızı saat beşe beş kala tamamladık. İnşallah kardeşlerimin çocukları için olsun. Rabbim sevabından nasipdar eylesin.

Hemen arkada uygun bir yerde tavaf namazlarını kıldık. Halı serili bir yerdi. Hala önümüzden tavaf edenler geçiyordu. Yine grubumuza birer bardak zemzem suyu ikram ettim. Allah kabul etsin.

Sabah namazını kabe imamına uyarak kıldık. Ses sistemi gerçekten muhteşem. İmamın sesi her yerde aynı netlikte duyulabiliyor. 

İki rekat bizdeki dört rekat kadar bir zamanda kılınıyor ama insan iliklerine kadar namaz kıldığını hissedebiliyor. Üstelik karşında kabenin olduğunu bilmek çok farklı bir duygu.

Çıkışta bir ejyad caddesi klasiği var yine. Binlerce insan gidiyor, bir o kadarı da geliyor. Çift yönlü insan seli. Arapların dışındaki milletler genellikle gruplar halinde gidip geliyorlar. Özellikle güney Asyalı müslümanlar hemen anlaşılıyor.

Kadınları ufak tefek, çekik gözlü, boynundan büzmeli yukardan aşağıya giyilmiş beyaz ya da düz renkli çarşaf giyiyorlar. Dışardan bakınca bir gurup bovling labutu gibiler. Erkekleri de yan tarafında kabe resmi olan  ucu sivri beyaz başlıklarından tanımak mümkün. Çok sevimliler. İnsan onlara bakınca dünya müslümanı olduğunu bir kere daha anlıyor. Halleri vakitleri yerinde olmalı. Çünkü en yakın güzel otellerde kaldıklarını görüyorum.

Otele dönüp kahvaltı yaptık ve yattık. Otelimiz bugünlerde oldukça kalabalık. Cezayir’den gelmişler. Otelde en çok onlar var. 

Grupların biri gidiyor diğeri geliyor. Eşyaları da oldukça fazla. Sanırım biz türkler sadece beşinci katta 5 odada 16 kişiyiz.

Hepsi uzun boylu, açık buğday tenli, kemikli, güçlü insanlar bunlar. Kadınları da uzun boylu, açık tenli, bazıları mavi gözlü. Şişman insan görmedim aralarında. Fakat oldukça gürültücüler.  Odalarına tepsi tepsi yemek götürüyorlar ve kapıları sürekli açık.

Onlar geldiğinden beri asansörler çok yoğun. Sonra bizim katta onların gelişiyle birlikte sinek de çoğaldı. Hemen kapının dibinde vız, vız..bekliyorlar sanki. Hemen odaya giriyorlar. Bir kaç defa ilaçlattırdık. Ama ardı arkası kesilmiyor. Kapıyı fazla açık tutmamaya çalışıyoruz.

Saat 10'a geliyordu uyandık. Çantaları topladık. Aldığım iple çantalara hurma paketlerini bağladım. Amacım istanbul'a bu şekilde götürmek. Çünkü uçak bagajına böyle verebiliriz, o şekilde gidebilir. 

Ancak istanbul'da 15 kilo limiti sebebiyle iplerini çözüp çantaları bagaja, hurma kolilerini de yanımıza almamız gerekecek.

Duş aldım ve öğle namazına çıktım. Eşim toplanmak için kaldı. Namazı kabe karşısında Ümmühani annemizin evini bulunduğu yerde kıldım. Artık orayı farklı yeşil avizesinden iyi tanıyorum.

Namazdan sonra zikir yaptım. Bir günlük kaza namazı kıldım ve bol bol kabeyi insanları seyrettim. Ve dua ettim. Yeniden…Yeniden…

İkindiye kadar böyle vakit geçirdim. İnşaat alanından çok gürültü geliyordu. Bir şey püskürtüyorlar ama ne ?

İkindiden sonra çıkışta ayakkabılarımı koyduğum yerde bulunca bayağı sevindim. Alan olmamıştı.

Hızlı hızlı hanımı bulmaya gittim. Dışarda her zamanki yerimizde yoktu. 

Yanımda telefon da olmadığı için bir an tedirgin oldum. Fakat 3 nolu tuvalete doğru gidince, uzaktan kırmızı mavi eşarplarından grubu tanıdım. Selçuk hoca başlarındaydı.

O bana nerdesin dedi, ben ona. Selçuk hoca hadi deyince konu geçiştirilmiş oldu. Aslında bildiğim tavaf olmayacaktı. Ama gurup bir veda tavafı yapalım demiş olmalı.

Bu sefer üst kata çıktık. Eşim ve birkaç kadın bizim yerimizde oturdular. Biz geri kalanlarla niyet edip dönmeye başladık. Aslında yorgundum. Baldırlarım ara ara yanıyordu. Fakat veda tavafı için katlanmalıydım.

Tavaf bitti. Topluca namaz kıldık. Daha sonra da dua edildi. Allah var, Selçuk hoca bu tür şeylerde çok başarılı.

Dua gözyaşları içinde insanların birbirleriyle kucaklaşmalarıyla bitti.

Son yirmi günü birlikte geçiren gurup birlikte hatıra fotoğrafı çektirdi. Birbirleriyle helalleşti. 

Dillerde hep şu ortak dua vardı "Allah yeniden gelmeyi nasip etsin. Rabbim hacc etmeyi de bizlere lutfetsin".

Bizi getiren Ensar firmasından genellikle memnunuz. Aksayan birkaç şey oldu ama o gibi şeyler her zaman olabilir. Selçuk hoca, rehberimiz Ahmet, Mekke ve Medine sorumluları İbrahim ve Usame kardeşler, babaları Mustafa, Seyfettin hoca ve hacı şükrü inancında ve hizmetinde samimi insanlar.

Emine'ye çok güvenmiştik. Bu firmayla gelmemize o sebep oldu. Fakat birkaç gün içinde sadece ona güvenemiyeceğimizi anlamış olduk. Böyle gurup halinde gidişlerde sadece bizimle ilgilenmesini beklemek hataymış. Kendine has neşesi, hali tavrı ve sorunlarıyla Emine ne yapsın  ki ? Yine de ondan Allah razı olsun. Sebep oldu, bize cesaret verdi ve bu grupla gitmemizi sağladı.

Merak etmiştim ya; Tavaf sırasında aşağıdaki gürültünün jet motoruna benzer bir şeyin ağzından su püskürtülmesinden ileri geldiğini gördüm. Sanırım inşaat toz kaldırmasın diye yapıyorlar.

Bizim talihimizden gelişimiz zemzem inşaatına rast geldi. 7/24 ibadet devam ederken bu inşaat da bir taraftan devam ediyordu. Böylece orada ne yapıldığını adım adım izlemiş olduk. 

Anladığım kadar zemzem suyu daha muhkem bir yapıyla tahkim edilmiş oluyor. 

Ayrıca şu anda bidonlarla dağıtılan zemzem, inşaatın tamamlanmasından sonra mescidi haramın her yerinde yapılan özel çeşme ve musluklardan akacak.

Grup olarak aşağıya indik. Ejyad caddesinden otele doğru yürümeye başladık. Odaya geldiğimizde çantalar aşağıya indiriliyordu. Ben de büyük çantaları verdim. Ardından yemek için R katına indik.

Başta yemek yoktu ama biraz sonra getirdiler. Çorba, kuru fasulye, adana köfteye benzer et ve pilav. Biz de kalan domateslerimizi paylaştırıp dağıttık. 

Böylece karnımızı doyurduk çok şükür. Çay da içtik.

Odaya çıkınca hanımaa yatsıya gitmek istediğimi söyledim. İtiraz edemedi. "Çabuk gel" dedi ama. Hızlı hızlı Mescidi harama doğru yollandım.

Yolda afrikalı işportacılar vardı. Uzun elbiseler satıyorlar. Araplar için, Afrikalılar için ve biraz da Afganlılar için. Kadınlar için siyah renkli yaldız işlemeli, erkekler için açık renkli yuvarlak yaka entariler. Çok da ucuz, 10 riyal bir elbise. 

Hanım sentetik olduğunu söylüyor. Bu yüzden uzaktan bakıp geçmekle yetiniyoruz. Ama bu işportalar son bir haftadır çoğaldı. Öyle de satış yapıyorlar ki. Hani 'kapış kapış' derler ya öyle.

Meydanı geçtim, rampadan doğruca 1. kata çıktım. Biraz yürüyüp kendime halılı bir yer buldum.

Önümden tavaf edenler geçiyordu ama aradan kabeyi görebiliyordum. Ezan okundu. Şevkle kıldım yatsı namazını.

Burada namaz kılmak gerçekten de bir başka. Sanırım bir sayfadan az değil imamın okudukları. Çok da etkili okuyorlar. Ruku'da, secdede, aralarda oldukça uzun duruyorlar. 

İster istemez insanın zihninden bir sürü dua geçiyor. Allahın huzurunda, beytullahın karşısında binlerce müslümanla aynı anda yüzbinlerce dua. Müthiş bir şey bu.

Artık gideceğiz. Bu namaz bir bakıma veda demek oluyor. İçimden bütün samimiyetimle "İnşallah yine geliriz, inşallah rabbim haccı da nasip eder" diye düşünüyorum. Mevlama çok şükürler olsun ki bize buralara gelip görmeyi nasip etti. 

Tavaf ettik, say yaptık, namaz kıldık, dua ettik. Bol bol kabeyi ve etrafımızı seyredip tefekkür ettik. Bunlar güzel anlardı. Ama her şey gibi buradaki zamanımız da bitti işte. İnşallah ziyaretimiz makbul, ibadetlerimiz ve dualarımız kabul olur.

Namaz sonrası elveda hatırası birkaç fotoğraf çektim, çektirdim. Kabeyle vedalaştım ve İsmail kapısındaki rampaya yöneldim. Ayakkabılarım bu defa da yerindeydi. Yine hamd olsun.

Fotoğraf çektirme sırasında, kabeyi son bir daha doya doya seyretmeye çalıştım. Tavaf eden insanları, binlerce müslümanın manevi buluşmasını zihnime sabitlemeye uğraştım. 

Çıkışta ve meydanda etrafıma hep "elveda" nazarıyla baktım. Baktığım her şeyde ve yerde sanki başka bir hal varmış gibi dikkatle hep "onu" aradım. Sevdiğim bir şeyi içer gibi, yer gibi, temiz havayı ciğerlerime çeker gibi baktım.

Sadece bir şey aklımda kalmıştı: 'Biz İbrahimin dilinden yapılan ilahi daveti duyup, Allahın beytini ziyarete gelmiştik. Lebbeyk ! sedası onun içindi. Geldik, gördük ve işte dönüyoruz. İnşallah sırtımızdaki kamburları atmışızdır. İnşallah dönüş heybemiz boş değildir.'

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder