15 Şubat 2024 Perşembe

15 Şubat 2024 Perşembe TORUNLARIMA MEKTUPLAR.....................ANILAR; 15 Şubat


Külün altındaki kor

Bundan onsekiz yıl önceydi. Bir seçim zamanı kahveleri geziyordum. Mahallemde ‘mavi kahve’ diye anılan bir yere düştü yolum. Yola bakan camın önündeki gençlerin masasına yöneldim. Kağıt oynuyorlardı. Sanırım 18-20 yaş civarında dört kişiydiler.

Bana “Hoş geldin” dediler. Beraberimdeki iki genç için de yer açtılar masada. Karşılıklı hal hatır soruldu. Yorulmuş ve üşümüştük. Sıcak bir çay iyi gelecekti. İsteğimizi soran kahveciye çay söyledik.

Çaylar geldi, hafiften muhabbete başladık. Bir taraftan bizimle konuşuyor, bir taraftan da kağıt oynamaya devam ediyorlardı. Bu arada ikide bir kaçamak bakışlarla başlarını dışarıya doğru çevirdiklerini fark ettim. Önce oyunlarını bozup, muhabbetlerine engel olduğumu düşündüm. Yanımdaki gençlere çayımızı bir an önce içip kalkalım gibi bir işaret yaptım.

Tam bu sırada onlardan biri Susurluğun su sorunuyla ilgili bir soru sordu. Ben de belki ilgiyi bu konuya çekip iletişim kurabiliriz diye umutlandım. Bildiklerimi anlattım. Beni dinliyorlar, hatta arada kendileri de katılıyorlardı konuşmaya. Ama yine de oyun oynamaya ve arada yolun karşısındaki ekmek fırınına doğru bakmaya devam ediyorlardı.

Biraz canım sıkılmıştı. Ama, tam da onlara çaylak suyunun getiriliş hikayesini anlatmaya çalışıyordum. İnsanların el gücüyle, kazma kürek çalışarak dağdan suyu indirmelerini. Şimdi imkanlar arttığı halde yıllardır onların bu başarısını geçemediğimizi. Buradaki sırrın; para, makina değil, gönül işi olduğunu açıklıyordum. Beni başlarıyla tasdik ediyorlar, ama oynamayı da bırakmıyorlardı. 

Sözün tam burasında kağıtları dağıtan gencin elini iki elimle sıkıca tuttum. Gözlerinin içine baktım ve: “Yarın bir gün ben ya da biri Hadi gençler ! Kazmayı küreği alın su getirmeye gidiyoruz dese gelir misiniz ?” dedim. Sanki kağıt oynayan, ilgisizce ikide bir dışarıya bakan onlar değildi. Birden hepsi bana dönüp: “Geliriz !” dediler.

Şaşırmıştım. Onlar hakkında içimden geçen düşüncelerden utandım. Aslan gibi çocuklardı. Demek, bir hayır işi için, Susurluk için yalnız olunmayacaktı. Yeniden bir çaylak suyu getirme seferberliği hayal değildi. Susurluğun küllenmiş gibi görünen yüzeyinin altında hala kor bir ateş duruyordu.

Biraz daha konuştuk. Masadan kalktığımızda mutlu ve umutluydum. Vedalaşırken merakımı yenemeyip sordum: “Ya gençler, afedersiniz ama dikkatimi çekti. Neden sürekli dışarıya bakıyorsunuz ?” Birbirlerine baktılar, yüzlerdeki gülümseme hafif pembeye döndü. Cevap bu sefer başlar eğik ve mahcup bir sesle gelmişti: “Fırına un gelecek de. Kamyonu bekliyoruz. Ondan…”

Bu sefer benim yüzüm tam anlamıyla kıpkırmızı olmuştu. İlgisiz, vaktini kağıt oyunuyla heba ettiğini sandığım gençler, üç kuruş harçlık için sırtlarıyla un çuvalı indireceklerdi. Üstelik bu işi yapan gençler “dağa su getirmeye gideceğiz !” denildiğinde Ferhat gibi kazmayı küreği kapıp geleceklerini söylüyorlardı. Gözlerim yaşardı, başka bir şey söyleyemedim. Kucaklaşıp oradan hızlıca ayrıldık. Çıktığımızda soğuk hava yüzümüze vurdu. Epey bir zaman konuşamadan yürüdük.

Yine o günlerde Şeker fabrikasının kuzey batısını inceliyordum. Balıklıdere'den bir traktörle köyün yaslandığı tepeye çıktık. Amacım yüksek bir noktadan araziyi görmekti. Düşüncem, arayışım şuydu; Acaba Susurluk’ta bir organize sanayi bölgesi kurulabilir miydi ?

Şeker Fabrikasıyla birlikte yolun üst tarafı, Şeker Mahallesinin arkası bu iş için uygun gibiydi. Gerçi orman arazisi olarak kayıtlıydı ama, çoktan bu vasfını yitirmişti. Şeker fabrikasının da geleceği karanlıktı ve Bandırmaya açılan bu bölgenin komple organize sanayi bölgesi olması Susurluğun umudu olacaktı.

Traktör toprak yoldan bir noktaya kadar çıkabildi, sonra indik ve tepeye doğru yürüdük. Derinden bir kazma sesi geliyordu. Biraz sonra önümüzde kazılmış bir toprak seti belirdi. Yaklaştık, tepenin fabrikaya bakan yamacında L biçiminde 5 x 3 metre uzunluğunda, bir metre eninde bir yer kazılıyordu.

Hemen hemen de üç metreye yakın derinde hala kazma sallayan sakallı bir yaşlı gördük. Ufak bir su sızıntısını genişletmeye çalışıyordu. Selam verdik, aldı ama dikkati sudaydı. Merak etmiştim. Değil gençlerin,  iş makinasıyla bile cesaret edilemeyecek bir işe kalkışmıştı bu yaşlı adam. Ne yapmaya çalışıyordu acaba ?

"Amca, selamünaleyküm ! Kolay gelsin. Hayrola, ne yapıyorsun bu dağ başında ?" Yaşlı adam kim bu münasebetsizler der gibi mecburen kalktı, yine de ak sakallı yüzüne yakışan bir gülümsemeyle "Ve Aleykümselam. Sağolun, şuncağız bir su buldum. Nasipse bir çeşme yapacağım. Kurda, kuşa, insana hayrım olsun" dedi.

Nutkum tutuldu, bir adama baktım, bir yaptığı işe, bir de bulunduğu yere. "Sen mi yaptın bunca işi, nasıl yaptın ?" diyebildim. Yaşlı adam bu sefer güldü sözlerime "Beğenemedin mi, gücüm soluğum yerinde çok şükür. Ama yarın ne olacağımı Allah bilir. O yüzden acele ediyorum, kimseden de yardım almadım. Rabbim nasip etti, suyu buldum. Şimdi bu suya bir hazne yaparak boruyla çeşmeye indireceğim. Siz nerdensiniz ? Hayrola, ne arıyorsunuz burda ?"

Hacı İsmail'le öyle tanıştım. O anlattı ben düşündüm, ben anlattım o dua etti. İnsanın gücünü, inanmanın coşkusunu, gelecek için çaba göstermeyi bir kez daha yaşadım o tepede.

Aşağıya fabrikaya, Susurluğa doğru bakarken artık çok daha fazla inanıyordum memleketime. Bir piri fani, küçücük bir su kaynağı, bir çeşme için onca kazma sallayıp çaba gösteriyorsa benimkisi neydi ki. Bu ibretlik sahneyi Susurluğun rehavet içindeki ileri gelenlerine, politikacılarına, yöneticilerine göstermek isterdim. Ayrıca, insanına güvenmeyi, aradığı gücü onda bulabileceğini.

Aradan zaman geçti sağsa ellerinden öperim, rabbine kavuştuysa mekanı cennet olsun. Dilerim Susurlukta göreve talip olanlar artık böyle vizyon sahibi olurlar. Çok zaman kaybedildi, Susurluk patinaj yaptı yıllar boyu, gençlerimiz ziyan edildi. Artık buna bir son vermek gerek.

Ben ülkemizde halen o piri fani hacı İsmail’lerin, o yeni mahalleli fakir ama yüreği zengin, nice aslan gibi gençler olduğuna yürekten inanıyorum. Memleketi için, devleti, milleti için gerektiğinde şehit olmaktan bile zerre kadar çekinmeyen bir inanca sahibiz. Hayır ve hasenat işinde eşimiz, emsalimiz yoktur.

Yeter ki idarecileri de Allah, vatan, millet bilsin. Adaletten ve hak yolundan ayrılmasın. Rabbim ordumuzu, güvenlik güçlerimizi, idarecilerimizi muzaffer kılsın. Her türlü şerre, tuzağa ve ihanete karşı birlik ve beraberlik içinde dimdik durabilelim.



profil resmini güncelledi.



171222_18:32 Gölbaşı Toki şahsi müzemin 🙂 önünde


15 Şubat 2019 
Gezerken aklımın evine vardım
Akıl gitmiş fikir evde yoğ idi
Üslubum takındım usula sordum
Akılın evinde hırthış çoğ'idi

Akıl bezirgandır gezer getirir
Müvazene onu tartar oturur
Zihin çeker ambarına götürür
Fikir onda hükmü cari bey idi

Baktım ki gayrete durmaz çalışır
Tamah onu görür güler yılışır
Kanaatla tamah durmaz sürtüşür
Tamah bilmem kimden almış öğüdü

Sehavet tamaha vurunca yıktı
Hırs meydana bir velvele bıraktı
Sabır hırsın duluğuna bir çaktı
Kin ve kibir ele aldı ağıdı

Baktım ki yalan geldi dikildi
Gerçek geldi yalan kaçtı sıkıldı
Ararken gerçekle yalanı buldu
Hele görsen onda seyir çoğ idi

Yalanı görünce bereket kaçtı
Vicdan ile yalan bir kavralaştı
Vicdan yalanları çiğnedi geçti
Her ana doğurmaz böyle yiğidi

Fikir geldi düzenledi o şarı
Döğe döğe barıştırdı onları
Kahretti yalanı kovdu dışarı
Pişmemişti daha yalan çiğ idi

Bunların hepsi mevcut Veysel'de
Yoktur diyeceğim emare elde
Çamuruma karışmıştır temelde
Sabır bunun cümlesine bağ idi

Aşık Veysel Şatıroğlu

profil resmini güncelledi.
p



Divan şiiri II
 albümüne 15 Şubat 2023, 13:30 tarihli yeni bir fotoğraf ekledi.

15 Şubat 2023


Yine ümmîd-i âbâdî ile düştüm harâbâta
Eğer ber-bâd olursam da ne çâre herçi-bâd-âbâd

(Yine sonsuz gelecek umuduyla düştüm virânelere, Perişan olsam da çare yok, olacak olan oluyor.)
Sünbülzâde Vehbî
BİLGELİKLER DİVANI, 233

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder