Külün altındaki kor
Bundan onsekiz yıl önceydi. Bir seçim zamanı kahveleri geziyordum.
Mahallemde ‘mavi kahve’ diye anılan bir yere düştü yolum. Yola bakan camın
önündeki gençlerin masasına yöneldim. Kağıt oynuyorlardı. Sanırım 18-20 yaş
civarında dört kişiydiler.
Bana “Hoş geldin” dediler. Beraberimdeki iki genç için de yer açtılar
masada. Karşılıklı hal hatır soruldu. Yorulmuş ve üşümüştük. Sıcak bir çay iyi
gelecekti. İsteğimizi soran kahveciye çay söyledik.
Çaylar geldi, hafiften muhabbete başladık. Bir taraftan bizimle konuşuyor,
bir taraftan da kağıt oynamaya devam ediyorlardı. Bu arada ikide bir kaçamak
bakışlarla başlarını dışarıya doğru çevirdiklerini fark ettim. Önce oyunlarını
bozup, muhabbetlerine engel olduğumu düşündüm. Yanımdaki gençlere çayımızı bir
an önce içip kalkalım gibi bir işaret yaptım.
Tam bu sırada onlardan biri Susurluğun su sorunuyla ilgili bir soru sordu.
Ben de belki ilgiyi bu konuya çekip iletişim kurabiliriz diye umutlandım.
Bildiklerimi anlattım. Beni dinliyorlar, hatta arada kendileri de
katılıyorlardı konuşmaya. Ama yine de oyun oynamaya ve arada yolun karşısındaki
ekmek fırınına doğru bakmaya devam ediyorlardı.
Biraz canım sıkılmıştı. Ama, tam da onlara çaylak suyunun getiriliş
hikayesini anlatmaya çalışıyordum. İnsanların el gücüyle, kazma kürek çalışarak
dağdan suyu indirmelerini. Şimdi imkanlar arttığı halde yıllardır onların bu
başarısını geçemediğimizi. Buradaki sırrın; para, makina değil, gönül işi
olduğunu açıklıyordum. Beni başlarıyla tasdik ediyorlar, ama oynamayı da
bırakmıyorlardı.
Sözün tam burasında kağıtları dağıtan gencin elini iki elimle sıkıca
tuttum. Gözlerinin içine baktım ve: “Yarın bir gün ben ya da biri Hadi gençler
! Kazmayı küreği alın su getirmeye gidiyoruz dese gelir misiniz ?” dedim. Sanki
kağıt oynayan, ilgisizce ikide bir dışarıya bakan onlar değildi. Birden hepsi
bana dönüp: “Geliriz !” dediler.
Şaşırmıştım. Onlar hakkında içimden geçen düşüncelerden utandım. Aslan gibi
çocuklardı. Demek, bir hayır işi için, Susurluk için yalnız olunmayacaktı.
Yeniden bir çaylak suyu getirme seferberliği hayal değildi. Susurluğun
küllenmiş gibi görünen yüzeyinin altında hala kor bir ateş duruyordu.
Biraz daha konuştuk. Masadan kalktığımızda mutlu ve umutluydum.
Vedalaşırken merakımı yenemeyip sordum: “Ya gençler, afedersiniz ama dikkatimi
çekti. Neden sürekli dışarıya bakıyorsunuz ?” Birbirlerine baktılar, yüzlerdeki
gülümseme hafif pembeye döndü. Cevap bu sefer başlar eğik ve mahcup bir sesle
gelmişti: “Fırına un gelecek de. Kamyonu bekliyoruz. Ondan…”
Bu sefer benim yüzüm tam anlamıyla kıpkırmızı olmuştu. İlgisiz, vaktini
kağıt oyunuyla heba ettiğini sandığım gençler, üç kuruş harçlık için
sırtlarıyla un çuvalı indireceklerdi. Üstelik bu işi yapan gençler “dağa su
getirmeye gideceğiz !” denildiğinde Ferhat gibi kazmayı küreği kapıp
geleceklerini söylüyorlardı. Gözlerim yaşardı, başka bir şey söyleyemedim.
Kucaklaşıp oradan hızlıca ayrıldık. Çıktığımızda soğuk hava yüzümüze vurdu. Epey
bir zaman konuşamadan yürüdük.
Yine o günlerde Şeker fabrikasının kuzey batısını inceliyordum.
Balıklıdere'den bir traktörle köyün yaslandığı tepeye çıktık. Amacım yüksek bir
noktadan araziyi görmekti. Düşüncem, arayışım şuydu; Acaba Susurluk’ta bir
organize sanayi bölgesi kurulabilir miydi ?
Şeker Fabrikasıyla birlikte yolun üst tarafı, Şeker Mahallesinin arkası bu
iş için uygun gibiydi. Gerçi orman arazisi olarak kayıtlıydı ama, çoktan bu
vasfını yitirmişti. Şeker fabrikasının da geleceği karanlıktı ve Bandırmaya
açılan bu bölgenin komple organize sanayi bölgesi olması Susurluğun umudu
olacaktı.
Traktör toprak yoldan bir noktaya kadar çıkabildi, sonra indik ve tepeye
doğru yürüdük. Derinden bir kazma sesi geliyordu. Biraz sonra önümüzde kazılmış
bir toprak seti belirdi. Yaklaştık, tepenin fabrikaya bakan yamacında L
biçiminde 5 x 3 metre uzunluğunda, bir metre eninde bir yer kazılıyordu.
Hemen hemen de üç metreye yakın derinde hala kazma sallayan sakallı bir
yaşlı gördük. Ufak bir su sızıntısını genişletmeye çalışıyordu. Selam verdik,
aldı ama dikkati sudaydı. Merak etmiştim. Değil gençlerin, iş makinasıyla bile cesaret edilemeyecek bir
işe kalkışmıştı bu yaşlı adam. Ne yapmaya çalışıyordu acaba ?
"Amca, selamünaleyküm ! Kolay gelsin. Hayrola, ne yapıyorsun bu dağ
başında ?" Yaşlı adam kim bu münasebetsizler der gibi mecburen kalktı,
yine de ak sakallı yüzüne yakışan bir gülümsemeyle "Ve Aleykümselam. Sağolun,
şuncağız bir su buldum. Nasipse bir çeşme yapacağım. Kurda, kuşa, insana hayrım
olsun" dedi.
Nutkum tutuldu, bir adama baktım, bir yaptığı işe, bir de bulunduğu yere.
"Sen mi yaptın bunca işi, nasıl yaptın ?" diyebildim. Yaşlı adam bu
sefer güldü sözlerime "Beğenemedin mi, gücüm soluğum yerinde çok şükür.
Ama yarın ne olacağımı Allah bilir. O yüzden acele ediyorum, kimseden de yardım
almadım. Rabbim nasip etti, suyu buldum. Şimdi bu suya bir hazne yaparak
boruyla çeşmeye indireceğim. Siz nerdensiniz ? Hayrola, ne arıyorsunuz burda
?"
Hacı İsmail'le öyle tanıştım. O anlattı ben düşündüm, ben anlattım o dua
etti. İnsanın gücünü, inanmanın coşkusunu, gelecek için çaba göstermeyi bir kez
daha yaşadım o tepede.
Aşağıya fabrikaya, Susurluğa doğru bakarken artık çok daha fazla
inanıyordum memleketime. Bir piri fani, küçücük bir su kaynağı, bir çeşme için
onca kazma sallayıp çaba gösteriyorsa benimkisi neydi ki. Bu ibretlik sahneyi
Susurluğun rehavet içindeki ileri gelenlerine, politikacılarına, yöneticilerine
göstermek isterdim. Ayrıca, insanına güvenmeyi, aradığı gücü onda
bulabileceğini.
Aradan zaman geçti sağsa ellerinden öperim, rabbine kavuştuysa mekanı
cennet olsun. Dilerim Susurlukta göreve talip olanlar artık böyle vizyon sahibi
olurlar. Çok zaman kaybedildi, Susurluk patinaj yaptı yıllar boyu, gençlerimiz
ziyan edildi. Artık buna bir son vermek gerek.
Ben ülkemizde halen o piri fani hacı İsmail’lerin, o yeni mahalleli fakir
ama yüreği zengin, nice aslan gibi gençler olduğuna yürekten inanıyorum.
Memleketi için, devleti, milleti için gerektiğinde şehit olmaktan bile zerre
kadar çekinmeyen bir inanca sahibiz. Hayır ve hasenat işinde eşimiz, emsalimiz
yoktur.
Yeter ki idarecileri de Allah, vatan, millet bilsin. Adaletten ve hak
yolundan ayrılmasın. Rabbim ordumuzu, güvenlik güçlerimizi, idarecilerimizi
muzaffer kılsın. Her türlü şerre, tuzağa ve ihanete karşı birlik ve beraberlik
içinde dimdik durabilelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder