14 Şubat 2024 Çarşamba

14 Şubat 2024 Çarşamba TORUNLARIMA MEKTUPLAR.....................ANILAR; 14 Şubat

 

129 14 Şubat 2014 Cuma 00:20 ŞİİR VE TÜRKÜ ..............................Taşlıcalı

Taşlıcalı


Bu arsa-i cevlâna merdâne olan gelsin / Şem'-i ruhi cânâne pervâne olan gelsin
Tâ sâki-i devrânda bir câm-ı safâ için / Bu meclis-i irfâna mestâne olan gelsin
Gazel / Olan Gelsin [1]

Bugün özel bir gün. Kuşkusuz ülke olarak, kültür olarak aşka, sevgiye ve sevgiliye dair çok zengin bir şiir dağarcığımız var. Ancak, bugün sizlere Taşlıcalı Yahya'dan söz etmeyi tercih ettim.

Aktüel sebep, Taşlıcalı Yahya'nın [2] daha çok Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Mustafa’nın öldürülmesinden sonra yazdığı “Şehzade Mersiyesi” ile bilinmesi elbet.

Yalancımın kun bühtanı bugz-ı pinhânı / Akıtdı yaşumımı yakdı nâr-ı lıicrânı
(Yalancının kuru iftirası ve gizli düşmanlığı, Gözümüzün yaşını akıttı, gönlümüzde ayrılık ateşi yaktı.)
Cinayet etmedi cânî gibi anıın câm /  Boguldı seyl-i belâya tagıldı erkânı
(Zavallı şehzade caniler gibi bir cinayet işlememişken, Belâ seline düşüp boğuldu. Bütün yanında bulunan yakınları darmadağın oldu.)
N’olaydı görmeye idi bu macerayı gözüm /  Yazuklar ana reva görmedi bu rayı gözüm
(Keşke şu olayı gözüm görmemiş olsaydı. Doğrusu ya, şehzade hakkındaki hükmü doğru ve uygulanan cezayı adalete uygun görmedim.)


Şehzadeye duyulan sevgi dolayısıyla yazdığı bu mersiye o günün şartlarında bütün İmparatorlukta okunmuş ve bununla da ünlenmiştir.

Ancak, bu büyük şairin bilinen 5 büyük mesnevisi daha var. Bu mesnevilerin isimleri; "Gencine-i Raz","Kitab-ı Usul", "Gülşen-i Envar", "Yusuf u Züleyha" ve "Şah u Geda" dır.

Bunlardan “Yusuf u Züleyha" aslında şairin belki de en ünlü mesnevisidir ve aşk üzerinedir. Ayrıca, şairin mesnevileri haricinde çeşitli şiirlerinden oluşan “Divanı” ve bir de “Hamsesi” bulunuyor.

Kanuni devrinde Küçük yaşta devşirme olarak Yeniçeri Ocağına asker olarak alınan Taşlıcalı Yahya Bey [3], aslında bir asker olarak yetiştirildi. Ancak genç yaşta yazdığı güzel şiirlerle zamanın Devlet adamlarının dikkatini çekti. Özellikle de aşk, sevgi ve sevgiliye dair olanlar.

Mesela, Taşlıcalının “Olsa” redifli “Gazel”i [4] de aşka ve sevgiliye yazılmış muhteşem bir eserdir.

Bir demir bulup delip boynuna takmak gibidir / Herkes aşık olurdu eğer o kadar kolay olsa.
Sevgilinin derdiyle yüklenmişim ama mutluyum / Sanki sevinmez mi bir dilenci dünyaya sultan olsa.

Görüyorsunuz, o bir söz ustası. Ancak, Taşlıcalı ısrarla kendisini gönlü viran bir aşık olarak tarif etmektedir. Hatta bu duygu ona o kadar sinmiştir ki cihan da, can da olmasın der. Ama tek şartı ayrılığın da olmamasıdır. Ona göre gönlüne ilaç sürekli sevdiğinden söz etmektir. Onu herkes sevse bile.

Dâr-ı dünyâ delü gönlüm gibi vîrân olsa/Ne cihân olsa ne cân olsa ne hicrân olsa
(Dünyâ evi deli gönlüm gibi vîrân olsa; ne dünyâ olsa, ne can olsa, ne de ayrılık olsa)
Kâşki sevdüğümi sevse kamu halk-ı cihân / Sözümüz cümle hemân kıssa-i cânân olsa
(Keşke sevdiğimi herkes sevseydi de hepimiz onu konuşsak, sürekli ondan söz etseydik)


Bir taraftan aşık olmayı kolaylayanlara da kızar. Çünkü aşk ona göre demirden bir dağ gibidir. O kadar ağır ve serttir yani. Aşık olmak bu kadar kolay olsaydı, herkes aşık olurdu değil mi ya ?

Bir demür tağı delüp boynına almak gibidür / Her kişi âşık olurdı eger âsân olsa
(Aşık olmak demir dağı delip boynuna almak gibidir; eğer bu iş kolay olsaydı herkes âşık olurdu)

Sevgilinin derdinden mutludur. Bir sevgili dünyaya bedeldir çünkü. Hatta haline şöyle bir de örnek verir; “bir dilenci bütün dünyâya hâkim olsa sevinmez mi ?” Aşkla mücadele edilmez, onunla baş edilmez. Yoktur böyle bir aşık. Sevgilinin hançerine bile can verilir çünkü.

Şâdmânam gam-ı yâr ile sevinmez bu kadar / Bir gedâ cümle cihân mülkine sultân olsa
(Bende sevgilinin derdi var diye mutluyum; bir dilenci bütün dünyâya hâkim olsa sevinmez mi?)
Cân atar karşu çıkar izzet eder ey Yahyâ / Hançer-i dilber ile bir çıkışur cân olsa
(Sevgilinin hançeri ile baş edebilecek bir can olsaydı, hemen karşılar, can atar, ona saygı gösterirdi)


Bir başka gazelinde [5] gönlünü yine viraneye benzetmiştir. Çünkü başkasının sureti olan bir gönülde taş üstüne taş kalmamalıdır. Bu hal aynen, kabede (haşa) put bulundurulması gibidir. O zaman ellerin ona virane demesinin de zaten hiçbir anlamı yoktur.

Gönül evini yık koma taş üstüne bir taş / Sen yap onu eller ona virane desinler
Gönlünde başkasının sureti neye yarar / Reva mıdır Kabe'ye puthane desinler
-----------------------------
[1] Bu arsa-i cevlâna merdâne olan gelsin / Şem'-i ruhi cânâne pervâne olan gelsin
Tâ sâki-i devrânda bir câm-ı safâ için / Bu meclis-i irfâna mestâne olan gelsin
Bu bezm-i safâbahş-i akl eyleyemez idrâk / Yağmâya verip aklın dîvâne olan gelsin
Bünyâd-ı vücûdunu berbâd ü harâb edip / Mahveyleyüben vârın virane olan gelsin
Evsâf-ı sıfâtını tebdil için ey Zâtî / Esrâr-ı maâniden ferzâne olan gelsin
[2]
 Taşlıcalı Yahya Bey 16. yüzyılda, Kanuni Sultan Süleyman zamanında, Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşamış divan edebiyatı şairidir. Yaşadığı dönemde Fuzuli'den sonra en büyük mesnevi şairi olarak tanınmıştır. Şehzade Mustafa için yazdığı “Şehzade Mersiyesi”, en ünlü eseridir.
[3]
 Doğum tarihi kesin olmamakla birlikte 1488-1489 yıllarından birisidir. Doğum yerinin Arnavutluk olduğu ve soyunun oranın önemli soylu ailelerinden biri olan "Dukagin" sülalesine dayandığı sanılmaktadır.Yeniçeri Ocağına bağlı Acemioğlanlar Ocağı'nda iken askerilik yeteneği yanında edebiyata yatkınlığı ve yazdığı şiirler farkedildi ve kendisine Kemal Paşazade’den, Kadri Efendi’den, Fenarizade Muhyiddin Çelebi'den dersler aldırtıldı.Onun bu yatkınlığı ve aldığı dersler önemli devlet adamları ile tanışmasını ve yardım görmesini yükselmesini sağladı.Yavuz Sultan Selim döneminde Mısır ve Çaldıran Seferleri ile Kanuni Sultan Süleyman dönemindeki pek çok savaşa da asker olarak katıldı. Gerek gördüğü yardım ve ilgi, gerekse askerlik alanındaki cesareti edindiği dostlar kadar kıskançlıklara ve düşman kazanmasına neden oldu.
Çoğunluk tarihçi ve kaynak onun 1582 yılında Bosna Loznica'da öldüğünü kaydetmektedir.
[4]
 Gazel II, Taşlıcalı Yahya Bey
[5]
 Sun sâgarı sâkî bana mestâne disünler / Uslanmadı gitti gör o dîvâne disünler (Sun kadehi saki bana mestane desinler, Uslanmadı gitti gör o divane desinler)
Peymânesini her kişi doldurmada bunda / Şimden gerü bu meclise mey-hâne disünler (Kadehini burada doldurmada her kişi, Bundan böyle bu meclise meyhane desinler)
Dil hânesini yık koma taş üstüne bir taş / Sen yap anı elller ana vîrâne disünler (Gönül evini yık koma taş üstüne bir taş, Sen yap onu eller ona virane desinler)
Gönlünde senin gayr ü sivâ sureti n’eyler / Lâyık mı bu kim Kâ’be’ye büt-hâne disünler (Gönlünde başkasının sureti neye yarar, Reva mıdır Kabe'ye puthane desinler)
Yahyâ’nın olup sözleri hep sırr-ı mahabbet / Yarân işidüb söyleme yabane disünler (Yahya'nın sözleri hep olsun da bir aşk sırrı, Dostlar duyup başkasına söyleme desinler)

Görsel düşünceler
 albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.

14 Şubat 2017


HAN DUVARLARI (2)

Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk.
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor, Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide.
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
Burada son fırtına son dalı kırıyordu...
Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı "İşte Araplıbeli!"
Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana.
Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;
"Gönlümü çekse de yârin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben"
Han duvarları/Faruk Nafiz Çamlıbel
(Devam edecek)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder