143 22 Mart 2014 Cumartesi 19:34 NE DÜŞÜNÜYORUM ?..................Kendimle başbaşa
Kendimle başbaşa
Önümüzdeki hafta pazar günü seçimler var. Seçim aslında yerel, ancak neredeyse genel seçim sınırlarını zorluyor. Son dönemece girdiğimiz bu günlerde tansiyonun da giderek tavan yaptığını görüyoruz.
İnsanların ayrıştığı, safların belirginleştiği bir süreç yaşıyoruz. Sandığa gitmek, tercih yapmak elbette bir görev.
Ancak vuracağımız evet mührü aynı zamanda nerede durduğumuzu da gösterecek. Kime karşı olduğumuzu, en önemlisi de kimin yanında nereye yürüdüğümüzü de anlamış olacağız. Ülkemizdeki demokrasiye sahip çıktığımız kadar, ne istediğimizi de haykırmış olacağız.
Ülke at izinin it iziyle karıştığı, fitne ateşlerinin tutuştuğu dumanlı bir havada sandığa gidiyor. Yalanların, iftiraların, kasetlerin, tapelerin havada uçuştuğu bir ortam yaşıyoruz. Üstümüzde bir algı kasırgası koparıldı. Bu fırtınalı havada değil sağlıklı düşünmek, doğru tercih yapmak, ayakta kalmak bile zor.
Yine de o mührü bir yere vuracağız. Seçenek çok, ama bir tek tercih şansımız var. Demek, yanlış, eğri çok ama doğru olan bir tane. O zaman düşünmek gerek. Tercihimizi nasıl yapacağımızı, neden o şekilde kullanacağımızı tartıp biçmek gerek. Madem ki bize bir tek şans veriliyor, o halde bu fırsatı değerlendirmek, çok güçlü bir şekilde de konuşmak gerek.
Çok sayıda yanlış, tek bir doğru varsa "hayır" diyeceklerimizin çok fazla önemi yok. Stratejik olan "evet" diyeceğimiz o tek doğruyu görebilmek. Demek, neye karşı olduğumuzun değil, nerede yürüdüğümüzün, hangi yöne gittiğimizin önemi var. Neden mi, çünkü karşı olduğumuz şeyler kavgaya, tercih edeceğimiz yolsa bizi menzillere ulaştıracak da ondan.
O zaman düşüneceğiz; cedel mi istiyoruz, yoksa çözüm mü ? Didişip durmakta hayır yok, o halde çözümü tercih edeceğiz. Böylece belki sorunun değil, istikametin parçası oluruz.
Zalimler, firavunlar sadece tarihte yaşamadı, günümüzde de var. Hem de pek çok. Elbet yanlışa, zulme baş eğilmeyecek. Tabi ki yalana, iftiraya, tuzaklara karşı durulacak. Fakat onların bütün bu sihir ve hileleri alt edilse bile, inan ki zafer elde edilmiş olmuyor.
Asıl başarı halkını alıp çıkarabilmek, kurtarabilmek o firavunlardan. Onun için yol firavuna karşı çıkmaktan değil, Musa'nın yanında olmaktan geçiyor.
Kurtuluş, mücadele etmenin daha fazlasını yapmak, çözüm için çalışmakla sağlanıyor. Buna rağmen sanılmasın ki bitti, hayır ! Bu yol uzun, çileli bir yol. Nerden biliyorsun ? Kur'andan biliyorum. Kızıldeniz yarılıp geçsen, halkına her gün kudret helvası bıldırcın eti yedirsen nafile. Altından buzağı yapıp taparlarsa şaşma. Biraz da soğan sarımsak isteriz derlerse kızma. Lazım olduğunda geri dururlarsa hatırla o Musa'yı. Sen vaad edilene doğru yol almaya devam et. Varsın nankörlük etsin bazıları, bilmiyorlar, keşke bilselerdi.
Yalnızca eleştirmek, ona buna sataşmak çözüm değil. Neredeyse herşeye karşı olmak çıkışı olmayan gayya kuyularına benziyor. Hasbelkader belki o kör kuyulara atılmış da olabilirsin. Sen yine de Yusuf gibi, onunla birlikte kuyulardan çıkmayı seç. Züleyha'yla imtihan da edilsen, zindanlara bile düşsen takdir olan olacaktır.
Korkma ! Zamanı yeri geldiğinde "Allahın izniyle yaparım" demeyi bil. Esir pazarında satılmış bile olsan mülke vezir olursun. Ama dikkat et ! İş, sultan olmak değil adaletle iş görmektir. Neticede her şey sahibine dönecektir, öyle değil mi ? O halde böbürlenme ! Projelerine, hizmetlerine hayaller yetişemese bile sen yine de gönüllere sığmayı bil. Onu kuyuya atanları hatırlamıyoruz bile, ancak Yusuf'un güzelliği, adaleti, hizmeti hala dillerde. Bu yüzden bir an durup düşünelim, neden acaba ?
Dosdoğru ol ! Hakikati baban da olsa, nemrut da olsa söyle. ne var ki dik dur ama dikleşme. Bırak onlar kendi elleriyle yapıp yücelttikleri, uydurup putlaştırdıkları şeylerin nasıl olup ta yıkıldığına şaşırsınlar. Yeter ki sen zafer sarhoşluğuna kapılma. İnan ki, ateşe bile atsalar gül bahçesine düşersin.
Nefretin, kinin yararı yok. Bilirsin ki altın kaseyle de sunsalar ateş olma yakarsın. Su ol ki hem kendine can ver hem etrafına. Serin ol hep kızgın nefislere, odun olma balık ol temiz gönüllere. Gör ki hayat gül yetiştirmek, bağçelere bağban olmaktır. Anla ki yol İbrahim gibi dost, adam gibi adam olmaktır.
Hüzünlenme, karamsar da olma. Sen ne yaptın ki ? Nuh yüzlerce yıl uğraşmış halkı için. Ne deliliği kalmış, ne yalancılığı. Kavga etmemiş yine de. Sabır ve inançla devam etmiş yoluna, yapmış o koskocaman gemiyi. Sel gelince kurda, kuşa, kuzuya bile sığınak olmuş o mekan. Ama ne yazık, oğlunu dahi kurtaramamış dalgalardan.
Halkı aralarında tartışıp dururlarken kabarıvermiş sular. Ne zenginlikleri fayda etmiş, ne asaletleri. Ne evleri kurtarmış, ne dağları tepeleri. Aşağılayıp durdukları hakikat gelip çattığında değil pişmanlık duymak, şaşırmaya bile fırsatları olmamış. Demek, zaman bin yıl bile olsa bitiyor. Sen sen ol, eğleşme, gemiye binenlerden ol.
Her birisi dehşetli imtihanlardan geçmiş. Balığın yuttuğu tövbekar Yunus, kurtların kemirdiği Eyyup, değil halkını karısını bile kurtaramayan Lut. Hangi birini sayayım. Ya İsa ? Kudüs sokaklarında zincirlendi, sürüklendi yine de "Rabbim onları affet, bilmiyorlar" dedi. Duası üzerine gökten yemek inen bu elçi, istese helak edilmesi mümkün düşmanlarına onca eziyete rağmen beddua dahi etmedi. Bugün merhamet ve sevgi timsali olarak milyarlarca takipçisi var.
Hepsinde derin ibretler, örnek haller var değil mi ? Mesela tevbe, mesela sabır, mesela şükür. Dahası bugün dirayet, merhamet, tevazu gibi bütün o güzel hasletleriyle anılıyorlar. Hiç birini sokaklarda bağıran çağıran, kırıp döken, insanlarla itişip kakışan bir vaziyette duymadık, öğrenmedik.
Süleyman mahlukatla konuşabilen, emrinde insanlar ve kuşlardan oluşmuş orduları olan bir kıraldı. Rüzgarlara emir verip cinleri çalıştırabilen o nebi karıncayı bile ezmezdi. İstese ordu çıkarıp zapt edebileceği Belkıs ülkesine mektup gönderip onları davet etmeyi tercih etti. Saray da yapabilirdi, ancak, inşa ettirdiği yapı zamanın en görkemli mabediydi. Bir zaman İslamın da kıblesi olan bu mabet, bugün Mescidi Aksa adıyla hala kutsallığını koruyor. Hem de üç büyük dinin ortak kutsalı olarak.
Şimdi soruyorum; o zaman yaşasaydınız Süleyman'ın emrinde olmak en büyük şeref olmaz mıydı ? İnşa edilen o mabede taş taşımayı asırlara kazınan bir imza olarak tercih etmez miydiniz ? Peki, neden bugün de aynı şeyi yapmıyor olasınız ki ?
Ya rahmet peygamberi ? Dünya incisi o yetim ? Düşmanlarının bile el emin ve güvenilir saydıkları dosdoğru bir güzel adam. O bir eline ayı, bir eline güneşi verseler yolundan sapmayacak kadar inançlı bir insandı. Çocukların başını okşamadan geçmeyecek kadar sevgi dolu bir babaydı. Hiç tıka basa doymadan yaşamış bir fakirdi o. Kendisine yapılan eziyetlere sabreden, direnen, ama hakkı ve hakikati yine de susmadan söyleyen bir mücahiddi.
Kendisine kasteden şehrine muzaffer bir ordu komutanı olarak girdiğinde intikam duygularıyla değil, af ve şefkatle hareket etmişti. Pek çok vasfı olmasına karşılık "güzel ahlak" timsali olarak öğülen bir örnekti. Yerine göre eline kılıç, yerine göre vahiy sayfalarını da alsa haddi asla aşmayan bir devlet başkanıydı.
Çünkü "Sizin dininiz size, benim dinim bana" demesi öğütlenmişti. "Sen sadece bir uyarıcısın, kimsenin başına bekçi değilsin" denilen bir elçiydi o. Hem bir resul hem de kuldu Rabbine. Biz de onun dua ettiği ümmeti değil miyiz ?
Etrafınıza bakın. Olayları seyredin. O kadar çok Ebu Cehil, o kadar güçlü Ebu Sufyan, o kadar ürkütücü Vahşi göreceksiniz ki. O kadar zulüm, o kadar haksızlık, o kadar adaletsizlik, o kadar isyan ve yalan duyacaksınız ki. Oraya buraya saldıran o kadar kalabalık, o kadar müfteri, o kadar siber virüs algılayacaksınız ki.
Bütün bunlar için durup kavgaya tutuşmak, eğriyi düzeltmek, sapmışı yola getirmek, zalime dur demek isteyeceksiniz. Her gördüğünüz firavuna karşı haykırmak, her duyduğunuz isyana karşı durmak isteyeceksiniz.
Ancak, bir düşünün; bütün bu kötülükler nereye saldırıyor ? Bütün bu şer ittifak niçin, kime karşı kurulmuş ? Anlayacaksınız ki, bugün olması lazım gelen firavuna karşı olmak değil Musa'nın yanında olmaktır.
İnsanlık tarihinden bu yana çizilmiş istikamet levhaları bize hep tek bir yönü gösteriyor. O yol sırat-ı müstakim yoludur. O yol işaretlenmiş, öğütlenmiş, aydınlanmış bir otoban gibi apaçık meydanda. O zaman bırak patikalarda, çıkmaz sokaklarda kaybolmayı. Önünde tertemiz, durgun çözüm nehri akıp duruken, boş yere sorun girdaplarında boğulma.
Hem kendin kurtul, hem aileni, ülkeni kurtar. Ben neyim ki deme. Işıldamadan insan nasıl ışık verir etrafına. Vur evet mührünü bu inançla sandığa. Benim gibi, senin gibi, biz gibi onlar gibi. Şavk versin tercihlerimiz birer birer yanan mumlar gibi. Eklensin mumlar birbirine, aydınlansın önümüz, kaybolsun üstümüze çöken bu sihir bulutu. Yok olsun demokrasimiz üzerindeki büyüler.
Bizi sessiz yığınlar olarak bilirler. Sanki ensemize vurup elimizdekini alacaklar. Biz milli irade tadını aldık, kolay mı öyle bırakıvermek. Öyle gür bir sesle haykıracağız ki, değil bizdeki şer ittifakları, dünya da duyacak sesimizi inan.
İnsanların ayrıştığı, safların belirginleştiği bir süreç yaşıyoruz. Sandığa gitmek, tercih yapmak elbette bir görev.
Ancak vuracağımız evet mührü aynı zamanda nerede durduğumuzu da gösterecek. Kime karşı olduğumuzu, en önemlisi de kimin yanında nereye yürüdüğümüzü de anlamış olacağız. Ülkemizdeki demokrasiye sahip çıktığımız kadar, ne istediğimizi de haykırmış olacağız.
Ülke at izinin it iziyle karıştığı, fitne ateşlerinin tutuştuğu dumanlı bir havada sandığa gidiyor. Yalanların, iftiraların, kasetlerin, tapelerin havada uçuştuğu bir ortam yaşıyoruz. Üstümüzde bir algı kasırgası koparıldı. Bu fırtınalı havada değil sağlıklı düşünmek, doğru tercih yapmak, ayakta kalmak bile zor.
Ancak vuracağımız evet mührü aynı zamanda nerede durduğumuzu da gösterecek. Kime karşı olduğumuzu, en önemlisi de kimin yanında nereye yürüdüğümüzü de anlamış olacağız. Ülkemizdeki demokrasiye sahip çıktığımız kadar, ne istediğimizi de haykırmış olacağız.
Ülke at izinin it iziyle karıştığı, fitne ateşlerinin tutuştuğu dumanlı bir havada sandığa gidiyor. Yalanların, iftiraların, kasetlerin, tapelerin havada uçuştuğu bir ortam yaşıyoruz. Üstümüzde bir algı kasırgası koparıldı. Bu fırtınalı havada değil sağlıklı düşünmek, doğru tercih yapmak, ayakta kalmak bile zor.
Yine de o mührü bir yere vuracağız. Seçenek çok, ama bir tek tercih şansımız var. Demek, yanlış, eğri çok ama doğru olan bir tane. O zaman düşünmek gerek. Tercihimizi nasıl yapacağımızı, neden o şekilde kullanacağımızı tartıp biçmek gerek. Madem ki bize bir tek şans veriliyor, o halde bu fırsatı değerlendirmek, çok güçlü bir şekilde de konuşmak gerek.
Çok sayıda yanlış, tek bir doğru varsa "hayır" diyeceklerimizin çok fazla önemi yok. Stratejik olan "evet" diyeceğimiz o tek doğruyu görebilmek. Demek, neye karşı olduğumuzun değil, nerede yürüdüğümüzün, hangi yöne gittiğimizin önemi var. Neden mi, çünkü karşı olduğumuz şeyler kavgaya, tercih edeceğimiz yolsa bizi menzillere ulaştıracak da ondan.
O zaman düşüneceğiz; cedel mi istiyoruz, yoksa çözüm mü ? Didişip durmakta hayır yok, o halde çözümü tercih edeceğiz. Böylece belki sorunun değil, istikametin parçası oluruz.

Zalimler, firavunlar sadece tarihte yaşamadı, günümüzde de var. Hem de pek çok. Elbet yanlışa, zulme baş eğilmeyecek. Tabi ki yalana, iftiraya, tuzaklara karşı durulacak. Fakat onların bütün bu sihir ve hileleri alt edilse bile, inan ki zafer elde edilmiş olmuyor.
Asıl başarı halkını alıp çıkarabilmek, kurtarabilmek o firavunlardan. Onun için yol firavuna karşı çıkmaktan değil, Musa'nın yanında olmaktan geçiyor.
Asıl başarı halkını alıp çıkarabilmek, kurtarabilmek o firavunlardan. Onun için yol firavuna karşı çıkmaktan değil, Musa'nın yanında olmaktan geçiyor.
Kurtuluş, mücadele etmenin daha fazlasını yapmak, çözüm için çalışmakla sağlanıyor. Buna rağmen sanılmasın ki bitti, hayır ! Bu yol uzun, çileli bir yol. Nerden biliyorsun ? Kur'andan biliyorum. Kızıldeniz yarılıp geçsen, halkına her gün kudret helvası bıldırcın eti yedirsen nafile. Altından buzağı yapıp taparlarsa şaşma. Biraz da soğan sarımsak isteriz derlerse kızma. Lazım olduğunda geri dururlarsa hatırla o Musa'yı. Sen vaad edilene doğru yol almaya devam et. Varsın nankörlük etsin bazıları, bilmiyorlar, keşke bilselerdi.
Yalnızca eleştirmek, ona buna sataşmak çözüm değil. Neredeyse herşeye karşı olmak çıkışı olmayan gayya kuyularına benziyor. Hasbelkader belki o kör kuyulara atılmış da olabilirsin. Sen yine de Yusuf gibi, onunla birlikte kuyulardan çıkmayı seç. Züleyha'yla imtihan da edilsen, zindanlara bile düşsen takdir olan olacaktır.
Korkma ! Zamanı yeri geldiğinde "Allahın izniyle yaparım" demeyi bil. Esir pazarında satılmış bile olsan mülke vezir olursun. Ama dikkat et ! İş, sultan olmak değil adaletle iş görmektir. Neticede her şey sahibine dönecektir, öyle değil mi ? O halde böbürlenme ! Projelerine, hizmetlerine hayaller yetişemese bile sen yine de gönüllere sığmayı bil. Onu kuyuya atanları hatırlamıyoruz bile, ancak Yusuf'un güzelliği, adaleti, hizmeti hala dillerde. Bu yüzden bir an durup düşünelim, neden acaba ?
Dosdoğru ol ! Hakikati baban da olsa, nemrut da olsa söyle. ne var ki dik dur ama dikleşme. Bırak onlar kendi elleriyle yapıp yücelttikleri, uydurup putlaştırdıkları şeylerin nasıl olup ta yıkıldığına şaşırsınlar. Yeter ki sen zafer sarhoşluğuna kapılma. İnan ki, ateşe bile atsalar gül bahçesine düşersin.
Nefretin, kinin yararı yok. Bilirsin ki altın kaseyle de sunsalar ateş olma yakarsın. Su ol ki hem kendine can ver hem etrafına. Serin ol hep kızgın nefislere, odun olma balık ol temiz gönüllere. Gör ki hayat gül yetiştirmek, bağçelere bağban olmaktır. Anla ki yol İbrahim gibi dost, adam gibi adam olmaktır.
Hüzünlenme, karamsar da olma. Sen ne yaptın ki ? Nuh yüzlerce yıl uğraşmış halkı için. Ne deliliği kalmış, ne yalancılığı. Kavga etmemiş yine de. Sabır ve inançla devam etmiş yoluna, yapmış o koskocaman gemiyi. Sel gelince kurda, kuşa, kuzuya bile sığınak olmuş o mekan. Ama ne yazık, oğlunu dahi kurtaramamış dalgalardan.
Halkı aralarında tartışıp dururlarken kabarıvermiş sular. Ne zenginlikleri fayda etmiş, ne asaletleri. Ne evleri kurtarmış, ne dağları tepeleri. Aşağılayıp durdukları hakikat gelip çattığında değil pişmanlık duymak, şaşırmaya bile fırsatları olmamış. Demek, zaman bin yıl bile olsa bitiyor. Sen sen ol, eğleşme, gemiye binenlerden ol.
Her birisi dehşetli imtihanlardan geçmiş. Balığın yuttuğu tövbekar Yunus, kurtların kemirdiği Eyyup, değil halkını karısını bile kurtaramayan Lut. Hangi birini sayayım. Ya İsa ? Kudüs sokaklarında zincirlendi, sürüklendi yine de "Rabbim onları affet, bilmiyorlar" dedi. Duası üzerine gökten yemek inen bu elçi, istese helak edilmesi mümkün düşmanlarına onca eziyete rağmen beddua dahi etmedi. Bugün merhamet ve sevgi timsali olarak milyarlarca takipçisi var.
Hepsinde derin ibretler, örnek haller var değil mi ? Mesela tevbe, mesela sabır, mesela şükür. Dahası bugün dirayet, merhamet, tevazu gibi bütün o güzel hasletleriyle anılıyorlar. Hiç birini sokaklarda bağıran çağıran, kırıp döken, insanlarla itişip kakışan bir vaziyette duymadık, öğrenmedik.
Süleyman mahlukatla konuşabilen, emrinde insanlar ve kuşlardan oluşmuş orduları olan bir kıraldı. Rüzgarlara emir verip cinleri çalıştırabilen o nebi karıncayı bile ezmezdi. İstese ordu çıkarıp zapt edebileceği Belkıs ülkesine mektup gönderip onları davet etmeyi tercih etti. Saray da yapabilirdi, ancak, inşa ettirdiği yapı zamanın en görkemli mabediydi. Bir zaman İslamın da kıblesi olan bu mabet, bugün Mescidi Aksa adıyla hala kutsallığını koruyor. Hem de üç büyük dinin ortak kutsalı olarak.
Şimdi soruyorum; o zaman yaşasaydınız Süleyman'ın emrinde olmak en büyük şeref olmaz mıydı ? İnşa edilen o mabede taş taşımayı asırlara kazınan bir imza olarak tercih etmez miydiniz ? Peki, neden bugün de aynı şeyi yapmıyor olasınız ki ?
Ya rahmet peygamberi ? Dünya incisi o yetim ? Düşmanlarının bile el emin ve güvenilir saydıkları dosdoğru bir güzel adam. O bir eline ayı, bir eline güneşi verseler yolundan sapmayacak kadar inançlı bir insandı. Çocukların başını okşamadan geçmeyecek kadar sevgi dolu bir babaydı. Hiç tıka basa doymadan yaşamış bir fakirdi o. Kendisine yapılan eziyetlere sabreden, direnen, ama hakkı ve hakikati yine de susmadan söyleyen bir mücahiddi.
Kendisine kasteden şehrine muzaffer bir ordu komutanı olarak girdiğinde intikam duygularıyla değil, af ve şefkatle hareket etmişti. Pek çok vasfı olmasına karşılık "güzel ahlak" timsali olarak öğülen bir örnekti. Yerine göre eline kılıç, yerine göre vahiy sayfalarını da alsa haddi asla aşmayan bir devlet başkanıydı.
Çünkü "Sizin dininiz size, benim dinim bana" demesi öğütlenmişti. "Sen sadece bir uyarıcısın, kimsenin başına bekçi değilsin" denilen bir elçiydi o. Hem bir resul hem de kuldu Rabbine. Biz de onun dua ettiği ümmeti değil miyiz ?
Çünkü "Sizin dininiz size, benim dinim bana" demesi öğütlenmişti. "Sen sadece bir uyarıcısın, kimsenin başına bekçi değilsin" denilen bir elçiydi o. Hem bir resul hem de kuldu Rabbine. Biz de onun dua ettiği ümmeti değil miyiz ?
Etrafınıza bakın. Olayları seyredin. O kadar çok Ebu Cehil, o kadar güçlü Ebu Sufyan, o kadar ürkütücü Vahşi göreceksiniz ki. O kadar zulüm, o kadar haksızlık, o kadar adaletsizlik, o kadar isyan ve yalan duyacaksınız ki. Oraya buraya saldıran o kadar kalabalık, o kadar müfteri, o kadar siber virüs algılayacaksınız ki.
Bütün bunlar için durup kavgaya tutuşmak, eğriyi düzeltmek, sapmışı yola getirmek, zalime dur demek isteyeceksiniz. Her gördüğünüz firavuna karşı haykırmak, her duyduğunuz isyana karşı durmak isteyeceksiniz.
Ancak, bir düşünün; bütün bu kötülükler nereye saldırıyor ? Bütün bu şer ittifak niçin, kime karşı kurulmuş ? Anlayacaksınız ki, bugün olması lazım gelen firavuna karşı olmak değil Musa'nın yanında olmaktır.
İnsanlık tarihinden bu yana çizilmiş istikamet levhaları bize hep tek bir yönü gösteriyor. O yol sırat-ı müstakim yoludur. O yol işaretlenmiş, öğütlenmiş, aydınlanmış bir otoban gibi apaçık meydanda. O zaman bırak patikalarda, çıkmaz sokaklarda kaybolmayı. Önünde tertemiz, durgun çözüm nehri akıp duruken, boş yere sorun girdaplarında boğulma.
Bizi sessiz yığınlar olarak bilirler. Sanki ensemize vurup elimizdekini alacaklar. Biz milli irade tadını aldık, kolay mı öyle bırakıvermek. Öyle gür bir sesle haykıracağız ki, değil bizdeki şer ittifakları, dünya da duyacak sesimizi inan.
22 Mart 2014
Bahadır Cüneyt Yalçın'ın "Mütevazı Bir İntikam" adlı romanı çıktı !
April Yayınları, bütün büyük kitapçılarda
Yilmaz Yalcın, Bahadır Cüneyt Yalçın albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.
22 Mart 2017
April Yayıncılık'tan iki yeni kitap
Yalçın, temposu yüksek, kurgusu sağlam bir öyküye imza atıyor. Mülteci uzaylıların, devrik bir komedyenin, bitmemiş aşkların romanı Eski Karım Uzaya Gidiyor.
Ayrılık Vakti
Kız Kardeşim İçin, Cam Çocuk, Yapboz, Anlaşma, Abra Kadabra gibi romanların yazarı Jodi Picoult, bu kez Ayrılık Vakti ile Türkiye okuruyla buluşuyor.
Amazon listelerinde uzun süre bir numarada kalan, 30'dan fazla dile ve milyonlarca okura ulaşmış Picoult, bir anne kız öyküsünün çerçevesinde gerçek sevgiyi, sadakati sorguluyor.
Yilmaz Yalcın, Kutlu günler albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.
22 Mart 2018
Üç aylarımız ve Regaip kandili mübarek olsun. Rabbim selametle Ramazana eriştirsin.
Anneciğimin isteğini yerine getirdim, ellerinden öperim. Kocatepeden herkese dua ve selam...
Yilmaz Yalcın profil resmini güncelledi.
22 Mart 2019
190322_14:31 Evimde
22 Mart 2020 Pazar 14:00 CORONA GÜNLERİ......................................İlk değil son da olmayacak
İlk değil son da olmayacak
Dünya Sağlık Örgütü corona virüsü pandemi yani küresel salgın olarak nitelendirdi. Böylece Covid-19’un dünya genelinde geniş ölçekte etkili olduğu da resmileşmiş oldu. Ancak, İnsanlığın karşılaştığı ilk pandemi corona virüs salgını değil ve muhtemelen son da olmayacak. Zira, DSÖ daha önce AIDS dahil birçok hastalığı pandemi olarak ilan etmişti.
Solunum yolunu etkileyen tek grip salgını corona virüs değil. Asıl adı 'Influenza' olan virüs türü halk arasında grip olarak biliniyor. Asya gribi ya da Rus gribi olarak da bilinen influenza kaynaklı bir salgın 1889’da Buhara, Canada ve Grönland’da neredeyse aynı anda görülmüştü.
1968 yılında bu hastalığın mutasyona uğramış versiyonu H3N2 bir milyon insanı öldüren bir salgına dönüşmüş.Yüzde beş ölüm oranına sahip olan bu virüs Hong Kong nüfusunun yüzde 15’inin ölümüne neden olmuş. Filipinler, Hindistan, Avustralya, Avrupa ve ABD’de salgından etkilenen diğer ülkeler.
1968 salgınından 12 yıl kadar önce1957 yılında influenza virüsü yine dünya genelinde etkisini göstermiş. Bu sefer H2N2 olarak adlandırılan versiyon yine Çin’de ortaya çıkmış ve 1958 yılına kadar salgın şeklinde devam etmiş. Virüs ilk olarak Şubat 1957'de Singapur'da, Nisan 1957'de Hong Kong'da ve aynı yılın yaz aylarında Amerika Birleşik Devletleri'ndeki kıyı kentlerinde görülmüştü. Pandemiye dönüşen hastalık nedeniyle dünya çapında 116 bini ABD'de toplam 1.1 milyon kişi hayatını kaybetmiş. Bu virüsün kuşlarla bağlantısı olduğu anlaşıldığından 'Kuş gribi' olarak bilindi. Bu virüsün etkisi diğer salgınlara göre daha düşük seyrederken, 10 yıl sonra tamamen ortadan kalktı. Hastalığın kaç kişi öldürdüğü tam olarak bilinmese de DSÖ verilerine göre yaklaşık 2 milyon insanın hayatını kaybettiği tahmin ediliyor. Yine 1968'de, Çin kaynaklı bir A (H3N2) virüs de küresel salgına dönüşmüştü. CDC'ye göre dünya genelinde 1 milyon kişinin hayatını kaybettiği salgından en çok etkilenen 65 yaş üstü kesim olmuştu. H3N2 virüsü, mevsimsel grip virüsü olarak küresel çapta hala dolaşmaya devam ediyor.

CDC verilerine göre, H1N1 salgınının otaya çıktığı yıl 151 bin 700 ila 575 bin 400 kişinin öldüğü tahmin ediliyor. Küresel olarak, ölümlerin yüzde 80'inin 65 yaşından küçük insanlarda meydana geldiği tahmin ediliyor. Dünya Sağlık Örgütü WHO, Ağustos ayında H1N1 virüsünü pandemi ilan etti. Domuz gribi olarak da adlandırılan H1N1 günümüzde mevsimsel olarak hala etkili oluyor.
Günümüzde ise dünya yeni bir pandemi ile mücadele ediyor. Dünya genelinde yaklaşık 200 bin kişide görülen yeni tip korona virüs (Covid-19) salgınında, şu ana kadar toplam 8 bindolayında kişi hayatını kaybetti. Bu gün itibariyle Corona bütün dünyayı ve hayatımızı etkisi altına almış görünüyor. Ancak, günümüzde küresel çapta, tüm ülkelerde birden eş zamanlı güçlü ve yerine göre katı tedbirler alınarak amansız bir mücadele yürütülüyor. Doğal olarak mevcut iletişim ve bilgi imkanları da seferber edilmiş durumda. Haberler onunla başlayıp onunla bitiyor. İnternet ve sosyal medya onunla dolu. Karantina, gözetim, kısıtlamalar, sokağa çıkma yasağı ve 'evden çıkma!' uyarıları günlük yaşamımızı belirledi. Algılarımız da bu yönde oluşuyor. Çünkü her yönden yoğun bir baskı altındayız. Bilgi bombardımanı, peşpeşe alınan hükümet tedbirleri, duyduklarımız, gördüklerimiz ve yaşadıklarımız 'Coronavirüs' salgınını olduğundan fazla gösteriyor.
Kuşkusuz bir salgın hastalık söz konusuysa, ölüm ihtimali varsa insan için diğer bütün detaylar görece önemini kaybediyor. Geçmiş yaşanmışlıklar, sayılar, hastalık dalgaları silikleşiyor. Panik, korku ve tedirginlik duyguları altında karanlık bir tünele girmiş gibi hissediyoruz. İçinde olduğumuz hali kendimizi aşıp dışardan, daha yukardan, geçmişte yaşananlar bağlamında göremiyoruz. Peki, gerçek ne? Bunu anlamak için dünyanın daha önce yaşamış olduğu küresel salgınları bir hatırlamakta fayda var.
Bunların arasında en eskisi ve korkuncu veba. İnsanlık tarihinin en ölümcül hastalıklarından birisi. Lakabı ¨Kara Ölüm¨. Orta Çağ'da 1347-1353 arasında, Avrupa nüfusunun üçte birinin yok etmesinden sorumlu. Meselâ 1347-1348 yılları arasında Venedik nüfusu 130.000 iken 70.000'e düşmesine neden olmuş. Bu hastalık fare ve pire ışırığıyla insanlara bulaşmış. Dünyanın ilk kimyasal silahı olarak bile kullanılmış ve düşman ülkeye vebalı fareler salınmış.
250 milyondan fazla kişinin ölümüne neden olduğu düşünülüyor. Şu anda antibiyotikler ile tedavisi mümkün, ancak Asya ve Afrika kıtalarının bazı bölgelerinde halen görülebiliyor.
250 milyondan fazla kişinin ölümüne neden olduğu düşünülüyor. Şu anda antibiyotikler ile tedavisi mümkün, ancak Asya ve Afrika kıtalarının bazı bölgelerinde halen görülebiliyor.
Avrupalılar kendilerinde olan sarı humma dahil bir dizi hastalığı Afrikalı köleleri vasıtasıyla Amerika'ya da bulaştırmış oldular. Hastalık, kolonilere, çiftliklere ve büyük şehirlere doğru ilerledi. Napolyon, 33 bin kişilik ordusunu Kuzey Amerika'daki Fransız arazilerine gönderdiğinde, sarı humma 29 bin askerini öldürmüştü. Sarı humma da sıtma gibi sivrisinek ısırığıyla insandan insana bulaşıyordu.
Tipik belirtileri arasında, ateş, baş ve kas ağrısı, sırt ağrısı, kusma ve titreme bulunuyor. Aşısına rağmen, gelişmiş tedavi prosedürleri ve sivrisinek ıslahına rağmen, hastalık halen Güney Amerika ve Afrika'da devam ediyor
Tipik belirtileri arasında, ateş, baş ve kas ağrısı, sırt ağrısı, kusma ve titreme bulunuyor. Aşısına rağmen, gelişmiş tedavi prosedürleri ve sivrisinek ıslahına rağmen, hastalık halen Güney Amerika ve Afrika'da devam ediyor
Sıtma hastalığını ilk defa bildirenler Antik Mısırlılar. Günümüzde tedavisi mümkün olmasına rağmen hala etkisini gösteriyor. Yılda beş milyon kişinin sıtmadan hayatını kaybettiği kaydedilmiş. Misal olarak Rusya'da I. Dünya Savaşı'ndan sonra 5 milyon sıtmalı olduğu ve bunların 60.000'inin öldüğü biliniyor. 1934'te Seylan'da 3 milyon sıtmalının 100.000'i yaşamını yitirmiş. Amerika'daki ilk salgın 1938'de Brezilya'da vuku bulmuş ve 100.000 hastanın 14.000'i ölmüş.
Salgın, 1942'de Nil Vadisi'ne kaymış ve Mısır'da 12.000 kişiyi öldürmüş.Daha sonra Etiyopya'ya geçen hastalık orada da 15.000 ölü bırakmış. Savaş ve tabiî âfetler sonrası Karayipler'de de büyük hasar yapmış ve bu salgından 1963'te Haiti'de 75.000 kişi ölmüş.
Salgın, 1942'de Nil Vadisi'ne kaymış ve Mısır'da 12.000 kişiyi öldürmüş.Daha sonra Etiyopya'ya geçen hastalık orada da 15.000 ölü bırakmış. Savaş ve tabiî âfetler sonrası Karayipler'de de büyük hasar yapmış ve bu salgından 1963'te Haiti'de 75.000 kişi ölmüş.
Çocuk felci de bir virüs salgını. İnsanlara bulaştığında önce önce sinir sistemini çökertiyor sonra da felç veya ölümle sonuçlanıyor. ABD'de en büyük çocuk felci salgını 1916'da meydana çıkmış. New York City'de başlayan salgın, bir yıl içinde toplam 27.000 kişinin sakat kalmasına, 6.000 kişinin de ölmesine neden olmuş.WHO, 1994 yılında Amerika kıtasında çocuk felcinin kökünün kuruduğunu duyurmuş. Benzer şekilde 2000 yılında Batı Pasifik bölgesi, 2002 yılında da Avrupa kıtasında bu virüsün kökü kurutulmuş. 2013 yılına gelindiğinde çocuk felci hastalığının salgın olarak görüldüğü ülke sayısı sadece üçe indirilmiş durumda. Bu ülkeler de Nijerya, Pakistan ve Afganistan. 1957 yılında bu virüsün aşısı bulunmuş ve vakalar yüzde 80 oranında azalmış.

Çiçek hastalığı oldukça tehlikeli, bulaşıcı ve ölümcül olabilen bir enfeksiyon hastalığı. Bildirimi zorunlu hastalıklardan. Spesifik bir tedavisi yok. Bu hastalıktan korunmanın tek yolu aşı olmak. Hastalığın “Variola Major” ve “Variola Minör” olarak adlandırılan iki klinik tipi var.V majör yüzde 35 oranında öldürücü olurken, V minörün öldürme oranı yüzde 1'. 18. yüzyıl İngiltere'de bir nesil boyunca her 13 kişiden biri çiçek hastalığından ölmüş. 1966'da WHO'nun başlattığı kampanya sonucu tüm Dünya ülkelerinde çiçek aşısı yapılarak, hastalık görünmez olmuş ve çiçek aşısı zorunlu aşı programından çıkarılmış. Ancak 1976'da Etiyopya ve Somali'de iki yeni çiçek olgusu bildirilmiş. Osmanlı Devletinde 1630'dan beri çiçek aşısı yapıldığına dair yazılı belgeler var. İlginç olan şey; çiçek aşısının İngiltere'ye 1700'lü İstanbul'dan götürülmüş olması.

1817′de Japonya'da, 1826′da Moskova'da, 1831′de Berlin'de, Paris'te ve Londra'da salgınlar olmuş. Sonrasında Londra'dan göçmenlerle Kanada'ya ulaşmış ve birçok insanın ölümüne neden olmuş. 1892 yılında Hamburg'da sıçradığı biliniyor.
İspanyol Gribi 1918 ve 1919 yılları arasında dünyayı kasıp kavurmuş. 18 ay içinde o dönem dünyada yaşayan nüfusun yüzde 5'ine denk gelen 20 ila 50 milyon arasında insan bu salgın yüzünden hayatını kaybetmiş.Birinci Dünya Savaşı’nın son yılında H1N1 olarak sınıflandırılan influenza pandemisi tüm dünyayı kasıp kavuruyormuş. Yaklaşık 500 milyon insanın yaklaşık üç yıl süren salgından etkilendiği düşünülmekte. İlk kez 11 Mart 1918'de ABD'nin New Mexico eyaletinde tespit edilmiş.Salgın 1918 Eylül-Kasım aylarında zirve noktasına ulaşmış ve Türkiye dahil tüm dünya ülkelerini etkilemiş. O kadar ki Hindistan'da 17 milyon kişi, yani ülke nüfusunun %5'i bu hastalıktan ölmüş. İspanyol gribi olarak da bilinen salgınde toplam ölü sayısı net olarak bilinmiyor. Corona virüsten farklı olarak sağlıklı genç bireyleri de etkiliyordu.

İşte bütün bu dehşet veren hastalıklar arasında bugün için Corona salgını da yerini almış durumda. Diğerleriyle kıyaslandığında etkisi ve algısının kendisinden daha güçlü hissedildiği ayan beyan ortada. Kuşkusuz sonuçlarının nereye varacağı 2-3 aya kadar ortaya çıkmış olacak. Dileriz alınan küresel tedbirler sebebiyle hasarı sınırlı kalır. Ancak şu bir gerçek ki, bu salgın pek çok şey için bir milat olacağa benziyor. Hükümet idarelerinde, sağlık sisteminde, çalışma hayatında, iletişim ve teknolojide hatta bireysel yaşamlarımızda dahi hiçbir şey eskisi gibi olmayacak gibi. En azından 'çaresizlik, temizlik ve aile' yeniden keşfedilmiş durumda. Dünya o kadar kucak kucağa, iç içe ve birbirine bağlı yaşıyor ki bu salgının sonrasında yaşanacak değişim dönüşümün bütün ülkeleri etkilememesi düşünülemez. Yaşanacak deneyim ve süreçler pek çok farklı şeyin tetiklemesi olacak.
Netice-i kelam: Baktığınız şeyi iyi 'görmek' gerek. Algılarımız bizi yanıltabilir. Karşımızda, içinde olduğumuz hallerin görece farklı olabileceğini de kabul etmemiz gerek.
----------
----------
22 Martta Ankara'daki Kız kardeşim otobüsle İzmir’e geldi. Yeğenim arabamla gidip terminalden aldı geldi. Eve girer girmez de anneme sarılıp ağlamak istedi. Mani oldum, elini yüzünü yıkattım. Hem sosyal mesafeyi koruması hem de annemi olumsuz etkileyecek ağlama seanslarına girmemesi için uyardım. Şimdi sadece şu an Burhaniye’de bulunan kız kardeşim eksikti. Anlıyorum onların da birbirleriyle konuşmaya ihtiyaçları var. Bu yüzden her gün dakikalarca süren telefon konuşmalarını ve Whatsapptan görüntülü aramalarını gülümseyerek izliyorum. Annem çocuklarının yanında olmasından mutlu, iyi görünüyor.
Akşam en az 30 bin vakanın görüldüğü ABD'de ölü sayısının 389'a çıktığını duyduk. Salgının en fazla vurduğu New York Valisi Andrew Cuomo yaşanan salgını, 1930'lardaki ‘Büyük Burhan’dan sonraki en büyük kriz olarak nitelemiş. Türkiye'de ise ölü sayısı 30'a vaka sayısı 1236'ya çıkmış. İçişleri Bakanlığı, ülke genelinde Corona virüsü nedeniyle uygulanacak yasaklamalar kapsamını “65 yaş üstü sokağa çıkma” boyutuyla genişletmiş durumda. 22 ülkeye uygulanan seyahat yasakları da 46 ülkenin daha eklenmesiyle 68'e çıkmış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder