19 Mart 2021 Cuma

19 Mart 2021 17:30 Cuma CORONA GÜNLERİ................................El-Habîr/Et-Tahiyyâtü-El-Halîm/Allahümme salli

El-Habîr/Et-Tahiyyâtü

Bugün üç ayların 34.ncüsü, Corona günlerinin de 371.ncisi. Aynı zamanda 18 Mart 1915 Çanakkale deniz zaferinin de 106.ncı yıldönümü. 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi bugün yapılacak törenlerle kutlanacak. Şehitlerimizin ruhu şad olsun.

İnşallah üç aylar boyunca her gün bir esmayı anarak ve namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci değerlendirmeye devam ediyorum. Sırada Esma ül Hüsnanın otuzdördüncüsü El-Habîr’' var. Yine namazda secdelerden sonra oturuşlarda (KA‘DE) okuduğumuz “Et-Tahiyyâtü" duasıyla ilerliyoruz.

EL-HABÎR: الخبير  Sözlükte “bir nesneyi gereğince bilmek için yoklayıp sınamak, bir şeyin iç yüzünden haberdar olmak” anlamına gelen hubr (hibre) masdarından sıfat olup “bilen, bir nesnenin mahiyetine ve iç yüzüne vâkıf olan” demekmiş.

Kelimenin kökünde, bir şeyin asıl yapısını ve iç yüzünü öğrenmek için onu duyu organlarıyla algılayıp denemek ve elde edilen bilgileri akıl süzgecinden geçirip bir sonuca bağlamak mânası bulunduğu gibi haber yoluyla bilgi edinmek mânası da var.

Şüphe yok ki bu bilgi vasıtalarının hiçbiri Allah için söz konusu değil. Ancak Allah’a nisbet edilen “hubr” kavramında, duyularla algılanmış gibi her şeyin gerçekliğinden ve genellikle insanlara gizli kalan iç yüzünden haberdar olma mânası mevcut. Bu yüzden Habîr isminin “haberdar eden” anlamına da gelebileceği kaydediliyor.

Kur’ân-ı Kerîm’de bir âyette hubr masdarı, kırk dört âyette de habîr ismi Allah’a nisbet edilmiş (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḫbr” md.). Habîr yirmi altı âyette, Allah’ın, insanların yaptıkları her şeyden ve kıyametteki durumlarından haberdar olduğu mânasını ifade etmekte ve daha çok müjdeleyici bir üslûp taşımakta.

Beş âyette, “yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip sezilmez yollarla karşılayan” mânasındaki latîf, yine beş âyette “gören” mânasındaki basîr, dört âyette “bütün emirleri ve işleri yerli yerinde olan” anlamındaki hakîm, dört âyette de “hakkıyla bilen” anlamındaki alîm ismiyle birlikte kullanılmış. Kelimenin bu kullanılışlarının mânasına zenginlik kattığı ve onu pekiştirip açıklığa kavuşturduğu görülmekte.

Hubr kökünden türemiş çeşitli kelimeler hadislerde de Allah’a nisbet edilmiş (bk. el-Muʿcem, “ḫbr” md.). Habîr ismi esmâ-i hüsnâ listesine yer veren rivayetlerde geçtiği gibi (İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 10; Tirmizî, “Daʿavât”, 82) başka hadis metinlerinde de yer almakta (Müsned, III, 17; VI, 221; Müslim, “Cenâʾiz”, 103).[1]

'O' her şeyin dış ve iç yüzünden, açık ve gizli yönünden tam haberdar olan, Kainattaki bütün gizli işlerden, geçmiş ve gelecekte olan her şeyden, gizli veya açık her şeyden her şeyin iç yüzünden haberi olan, onlara yumuşak davranarak cezâlarını geriye bırakandır" manasına geliyor.


ET-TAHİYYÂT
Ü: 
التَّحِيَّاتُSözlükte “şehâdet getirmek, tahiyyata oturmak; şahitlik istemek” anlamlarına gelen “teşehhüd”, fıkıh terimi olarak namaz kılarken ka‘dede “kelime-i şehâdeti içeren Tahiyyat duasını okumayı ifade eder” (Kāmus Tercümesi, I, 630; Serahsî, I, 27).  

Hanefî, Hanbelî ve Zâhirîler tarafından tercih edilen İbn Mes‘ûd rivayetine göre teşehhüd metni şöyle:

"et-Tahiyyâtü li’llâhi ve’s-salavâtü ve’t-tayyibât es-selâmü aleyke eyyühe’n-nebiyyü ve rahmetu’llāhi ve berekâtüh es-selâmü aleynâ ve alâ ibâdi’llâhi’s-sâlihîn eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh" (Buhârî, “Eẕân”, 148, 150; Müslim, “Ṣalât”, 55).

Tahiyyat duasının anlamı da şöyle:

“Bütün tâzimler, övgüler, mülkler, kavlî, bedenî ve malî ibadetler Allah’a mahsustur. Ey Peygamber! Sana selâm olsun, Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerine olsun. Selâm bize ve Allah’ın sâlih kullarına olsun. Kesin olarak bilir ve beyan ederim ki Allah’tan başka tanrı yoktur ve şehâdet ederim ki Hz. Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir.” [2]

“Selam, rahmet ve bütün güzellikler, her türlü dil, beden ve mal ile yapılan ibadet Allah’a mahsustur. Ey Peygamber! Allah’ın rahmeti ve bereketleri senin üzerine olsun. Selâm bizlere ve Allah’ın sâlih kullarına olsun. Ben şahadet ederim (kesinlikle bilirim) ki, Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Ve şahadet ederim ki Hazret-i Muhammed Allah’ın kulu ve Resûlüdür.” (Ebu Dâvûd, “Salât”, 182. I, 591)

Secdelerden sonra “Allahü Ekber” diyerek oturulur. Bu aşamaya “ka‘de” deniyor. Otururken, el parmakları dizlerin hizasına gelecek şekilde eller uylukların üzerine konur ve kucağa bakılır. Erkekler, sol ayağını yere yayarak onun üzerine oturur, sağ ayak parmakları kıbleye yönelmiş durumda dik tutulur. Kadınlar, ayaklarını yatık olarak sağ tarafa çıkarır ve öylece otururlar. İşte bu oturuş sırasında; a) Ettehiyyatü, b) Allahümme salli, c) Allahümme bârik, d) Rabbenâ âtina... duaları okunuyor.

Sahâbe ve tâbiîn dönemlerinde “tahiyyetü’s-salât, hutbetü’s-salât” adlarıyla anılan tahiyyata (Tecrid Tercemesi, II, 707; Şevkânî, VI, 148-149) daha sonraki dönemlerde bu metnin sonundaki kelime-i şehâdetten dolayı teşehhüd ismi verilmiş. Hz. Peygamber teşehhüdü namazlarda okumuş ve okunuş biçimini Kur’an’dan bir sûre öğretir gibi ashabına öğretmiş (İbn Mâce, “İḳāmetü’ṣ-ṣalât”, 24).

Abdullah b. Mes‘ûd, Abdullah b. Abbas, Hz. Ömer, Abdullah b. Ömer, Hz. Âişe, Abdullah b. Zübeyr, Ebû Saîd el-Hudrî, Ebû Mûsâ el-Eş‘arî, Selmân-ı Fârisî gibi sahâbîler tarafından nakledilen ve aralarında küçük farklar bulunan teşehhüd ibarelerinden fıkıh mezheplerince daha çok benimsenenler İbn Mes‘ûd, İbn Abbas ve Hz. Ömer’in rivayetleri (meselâ bk. Tahâvî, I, 261-266; Muvaffakuddin İbn Kudâme, I, 535; Tecrid Tercemesi, II, 709). 

Bazı tefsir ve fıkıh kitaplarında Tahiyyat duasıyla irtibat kurularak Resûl-i Ekrem’in mi‘rac gecesinde tahiyyat, salavat ve tayyibat kelimeleriyle Cenâb-ı Hakk’a tâzimde bulunduğu, O’nun da buna selâm, rahmet ve berekât kelimeleriyle mukabele ettiği, Resûlullah’ın gördüğü bu iltifat karşısında selâmın bütün peygamberler, melekler ve insanlar üzerine olmasını temenni ettiği, bunun üzerine bütün meleklerin kelime-i şehâdeti söyledikleri kaydediliyor (meselâ bk. Kurtubî, III, 425; İbn Nüceym, I, 342-343).

Bu sebeple teşehhüd duasını okumanın, kulun mi‘racla sıkı bağı bulunan namaz ibadetinin belirli bölümlerinde (ka‘deler) mi‘rac gecesinde gerçekleşen bu olayın hâtırasını yâdetmesi ve bu vesileyle Allah’a tâzimlerini sunması, Resûlullah’a selâmlarını ve bağlılığını bildirmesi, Allah’ın kendisine, cemaate, meleklere ve sâlih kullara rahmetle muamele etmesini dilemesi gibi bir anlam taşıdığı yorumu yapılmış. 

Tahiyyat namazın ilk oturuş (ka‘de-i ûlâ) ve son oturuş (ka‘de-i ahîre) denen kısımlarında okunuyor. Ardından selâmın verildiği oturuşa ka‘de-i ahîre (son oturuş) deniyor. Teşehhüdü okumak Hanefîler’e göre ilk ve son oturuşta vâcip, Mâlikîler’e göre sünnet, Şâfiîler’e göre ilk oturuşta sünnet, Hanbelîler’e göre vâcip ve her iki mezhebe göre son oturuşta farzdır (rükün).

Hanefîler’e göre her iki oturuşta teşehhüdün bilerek terkedilmesi tahrîmen mekruh olup böyle bir namazın iade edilmesi vâciptir, sehven terkedilmesi durumunda sehiv secdesi yapılmak suretiyle namazın eksiği giderilmiş olur. Şâfiîler ilk oturuşta, Mâlikîler her iki oturuşta bilerek de olsa terkedilen teşehhüdün sehiv secdesiyle telâfi edilebileceği kanaatindedir.

Bu konuda Hanefîler, Hz. Peygamber’in teşehhüdü namazlarda devamlı okuduğuna dair fiilî ve kavlî sünnetini (Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 178; Nesâî, “Ṣalât”, 15), Şâfiî ve Hanbelîler onun namazlarda teşehhüdü devamlı okuduğuna dair fiilî sünnetinin yanında sahâbîlere teşehhüdü öğrettiği zaman, “Tahiyyat’ı söyle, söyleyin, söylesin, söylesinler” şeklinde emir kiplerini kullanmasını, Mâlikîler ise bu konuda özellikle sehiv secdesiyle teşehhüdün telâfisinin mümkün olduğunu gösteren hadisleri delil göstermekteler.

Teşehhüdde “lâ ilâhe” derken sağ elin başparmağı ile orta parmağın halka yapılıp şahadet parmağının kaldırılması ve “illallah” derken indirilmesi sünnet olmakla birlikte bazı âlimler yerli yerince yapmakta zorlanan kişinin bunu terketmesini uygun görmüştür. Şâfiîler’e göre “illallah” denildiğinde şahadet parmağı kaldırılır ve ilk teşehhüdde ayağa kalkıncaya, son teşehhüdde selâm verinceye kadar öylece bırakılır.

Teşehhüdün Arapça aslını bilmeyenlerin asıl metni öğreninceye kadar tercümesini okumaları câizdir. Arapça’sını bilen kişilerin tercümesini okuması hususunda farklı görüşler ileri sürülmüş. Fıkıh âlimleri İbn Mes‘ûd’un rivayet ettiği, “Teşehhüdü gizli okumak sünnettendir” hadisini (Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 180; Tirmizî, “Ṣalât”,101) delil göstererek teşehhüdün gizli okunmasının sünnet olduğunu, ancak açıktan okunması halinde sehiv secdesi gerekmediğini söylemişler. [3]


[3] Kaynak <https://islamansiklopedisi.org.tr/tesehhud> 

El-Halîm/Allahümme salli

Bugüüç ayların 35.ncisi, Corona günlerinin de 372.ncisi. İnşallah üç aylar boyunca her gün bir esmayı anarak ve namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci değerlendirmeye devam ediyorum.

Sırada Esma ül Hüsnanın otuzbeşincisi El-Halîm' var. Yine namazda secdelerden sonra son oturuşlarda ((Ka`de-i Âhire) tahiyyatın ardından okuduğumuz salavat dualarından Allahümme salli" ile ilerliyoruz.

EL-HALÎM: الحليم “Sabırlı ve temkinli, akıllı ve ağır başlı olmak” mânasındaki hilm masdarından sıfat olup “sabırlı ve temkinli olan, acele ve kızgınlıkla muamele etmeyip ileride meydana gelecek gelişmelere fırsat tanıyan” demekmiş. Dil âlimleri kelimenin, “kudreti olduğu halde cezalandırmayan” ve “cezayı büsbütün terketmeyip gelişmelere göre hareket eden” şeklindeki iki anlamına dikkat çekmişler (Lisânü’l-ʿArab, “ḥlm” md.; Ebü’l-Bekā, s. 404, 560; Zeccâc, s. 45).

Bu manada “Halîm” esmâ-i hüsnâdan biri olarak “sabırlı, acele ve kızgınlıkla muamele etmeyen” mânasına geliyor.

Halîm kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’in on beş yerinde geçmekte olup bunlardan on birinde Allah’a, ikisinde Hz. İbrâhim’e, birinde Şuayb’a, birinde de İsmâil peygambere izâfe edilmiş (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḥalîm” md.). Allah’ın ismi olarak zikredilen halîm tek başına kullanılmayıp altı âyette “bütün günahları bağışlayan” anlamındaki gafûr, üç âyette “hakkıyla bilen” anlamındaki alîm, bir âyette “her şeyden müstağni olan, kendi dışındaki her şeyin O’na muhtaç olduğu varlık” mânasındaki ganî, bir âyette de “az iyiliğe çok mükâfat veren” mânasındaki şekûr ismiyle birlikte zikredilmiş. Bu kullanılış kelimenin mânasına açıklık getirdiği gibi ona zenginlik ve derinlik de kazandırmaktadır.

İlgili âyetlerin incelenmesinden anlaşılacağı üzere halîmin gafûr ismiyle beraber kullanıldığı yerlerde kulların işleyebileceği bazı günahlardan söz edilmekte, bu tür günahları işleyenlerin âcilen cezalandırılmayıp dönüş yapmalarına (tövbe) fırsat tanınacağı belirtilmekte (bk. el-Bakara 2/235; Âl-i İmrân 3/155; el-Mâide 5/101; el-İsrâ 17/44; Fâtır 35/41).

Alîm ile birlikte kullanıldığı üç âyetten birinde mirasın taksimi anlatılmakta ve bu hususta ortaya konan ölçülerin insanlığın mutluluğunu dileyen Allah’ın bir öğüdü olduğu, O’nun bütün hak ve hukuk türlerini bildiği, mirasın bölüştürülmesinde yapılabilecek bazı yanlışlıkları da hemen cezalandırmayacağı ifade edilmekte (en-Nisâ 4/12).

Diğer iki âyetin birinde Allah yolunda hicret edip sıkıntılara katlananları iyi âkıbetlerin beklediği müjdelenmekte ve bu tür sosyal çalkantılar karşısında ilâhî müdahalenin bilgiye ve temkine dayandığı anlatılmakta (el-Hac 22/59), diğerinde de Allah’ın, gönüllerde saklanan her sırra vâkıf olmasına rağmen sabır ve teennî ile muamele ettiği bildirilmekte (el-Ahzâb 33/51).

Halîmin ganî ismiyle beraber kullanıldığı âyet, malî konuların ve Allah rızâsı için karşılıksız harcamada bulunmanın işlendiği âyetler içinde yer almakta (el-Bakara 2/263), şekûr isminden hemen sonra yer aldığı âyette de ödünç para verenlerin Allah tarafından fazlasıyla mükâfatlandırılacağı beyan edilmekte (et-Tegābün 64/17).

Özellikle bu son iki kullanılış halîmin, “hak edilmiş cezaları hemen uygulamayıp mühlet veren” anlamının yanı sıra “yapılan iyilikleri ve faziletli davranışları bazı eksiklikleri hesaba katmadan fazlasıyla mükâfatlandıran” mânasını da içerdiğini göstermektedir.

Halîm, doksan dokuz ilâhî ismi ihtiva eden rivayetlerin ikisinde de yer aldıktan başka (İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 10; Tirmizî, “Daʿavât”, 82) Kütüb-i Sitte’de ve Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’indeki çeşitli rivayetlerde de Allah’a nisbet edilmiştir (bk. Wensinck, el-Muʿcem, “ḥalîm” md.).[1]

'O' yumuşak davranan, yumuşak muâmele eden, yumuşaklık sahibi olan, hilmi çok olan, ceza vermede acele etmeyen, günahkârların cezâsını vermeye güç yetirdiği halde bunu acele yapmayıp, onlara yumuşak davranarak cezâlarını geriye bırakan, teenni sahibi olan, kullarına cezada acele etmediği gibi, hilm sahibi olan, hilmi çok olan, acıması ve bağışlaması onun öfkesinden daha da önde olan, kulları ona isyan etse bile hemen öfkelenmeyen, kullarına karşı yumuşak davranandır" manasına geliyor.


ALLAH
ÜMME SALLİ:  صَلِّ 
اللَّهُمَّ Allahümme Salli ve Allahümme Barik duaları namazlarda son oturuşlarda okunan iki dua. Kısaca "Salli Barik" diye bilinen bu dualar içinde Peygamber Efendimiz'e (sav) salavat getirilen dualar olarak "Salavat Duaları" olarak biliniyor.

Son oturuşlarda Salli Barik dualarının okunması hadisle sabitmiş. Kaynak olarak da şu hadise gösteriliyor: Kâ’b İbn Ucre (r.a) anlatıyor: “Hz. Peygamber (sav) bizim yanımıza geldi. Biz dedik ki: “Ey Allah’ın Rasûlü! Biz sana nasıl selâm getireceğimizi biliyoruz. Allah bize, sana nasıl selâm vereceğimizi bildirdi. Fakat nasıl salât getireceğiz? Bunu bilmiyoruz. Sen de bize, sana nasıl salât getireceğimizi öğret. Bunun üzerine bize salât dualarını şöyle öğretti." (Buhârî, Tefsîru Sûre, 33/10, Enbiya, 10, Deavât, 31, 32; Müslim, Salât, 65, 66 , 69; Tirmizî, Tefsîru Sûre 33/23) Bundan dolayı namazlarda bu duaları okumak Hanefi ve Mâliki mezhebine göre sünnet oluyor. Şafiî ve Hanbeli mezhebine göre ise en az "Allahümme salli alâ Muhammed" demek farzmış.

Peygamber Efendimiz'e (sav) salavat getirilmesi Kur'an-ı Kerim ayetlerinde de geçiyor. Meselâ: üphesiz Allah ve melekleri Peygamber'e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selam edin." (Ahzab Suresi, 56. ayet)

Bu nedenle salavat hem Allah buyruğu hem de Resullulah tavsiyesi. Bu salavatları getirmenin en güzel yolu da namazlarda okuduğumuz Salli Barik duaları. İki duanın da anlamları hemen hemen aynı. Birinde "rahmet eyle" (Kemâ salleyte), diğerinde "bereket eyle" (Kemâ barekte) kelamı var.

Biz müslümanlar, bütün peygamberleri derin bir saygıyla andığımız gibi özellikle “Allahümme salli” ve “Allahümme bârik...” diye başlayan dualarımızda Peygamber efendimizin yanında Hz. İbrâhimi de anıyoruz.[2]

“Allâhümme salli ‘alâ Muhammedin ve ‘alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte ‘alâ İbrahîme ve ‘alâ âli İbrahîm. İnneke hamîdün mecîd.”

“Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in ümmetine rahmet eyle; şerefini yücelt. İbrahim’e ve İbrahim’in ümmetine rahmet ettiğin gibi. Şüphesiz övülmeye lâyık yalnız sensin, şan ve şeref sahibi de sensin.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder